HERMENEUTİK VE SANAT: Kısa Bir Giriş
|
Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜNAY
Hermeneutik, bir anlama ve yorumlama yöntemi olarak, insan tininin kendini nesnelleştirdiği eserleri/yaratıları kavramaya yönelir. Düşünce ve kültür tarihi boyunca, hermeneutik, dinsel, hukuksal ve bilimsel metinleri anlama ve açımlama uğraşı olagelmiştir. Bir bakıma kültür tarihi boyunca hermeneutik, insan tininin nesnelleşmelerini anlamayı ve ifade etmeyi bir görev olarak üstlenmiştir. Bu nedenle sanatın ve sanat eserlerinin de hermeneuitiğin ilgi ve uğraş alanı içinde yer aldığı söylenebilir. Sanatı ve sanat eserlerini anlama uğraşı da, hermeneutik çabanın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. 19. yüzyıldan 20. yüzyıl ortalarına kadar, daha çok sosyal bilimler felsefesinde kendine yer açan hermeneutik yaklaşımlar, günümüzde sanat ve edebiyat alanında da önem kazanmaktadır.
Sanat, insan tininin nesnelleşme biçimlerinden ve ifade tarzlarından biridir. Bir bakıma sanat, tarihsel olarak da insan tininin en eski dili sayılabilir. Hermeneutik açıdan baktığımızda, insanın sanatla ilişkisini göz önünde tutarak, sanat yoluyla gerçekliğin algılanışını ve söz konusu gerçekliğin dönüştürülmesini ele almak mümkündür. Sanat, insanın kendini ifade etme, ortaya koyma uğraşında, gerçeklikle kurulan dönüştürücü bir etkinliktir. Sanat yoluyla gerçekliğe bakarken, insanın bakış açısı, düşünme biçimi yeniden kurulmakta ve her sanat eseri de gerçekliğe bakış açımızı yeniden biçimlendirmektedir. Bu nedenle insanın sanatla ve sanatın da gerçeklikle ilişkisi, hermeneutik anlama ve yorumlama çabalarına gereksinim göstermektedir. Bu çabalar sanat kuramlarının insan ve kültür gerçekliğiyle ilişkisini olduğu kadar, seçilip incelenecek her sanat eserinin doğa ve kültür gerçekliğiyle bağıntılarını anlayabilmek ve açığa çıkarabilmek açısından da büyük önem taşımaktadır.
Sanatın neliği/mahiyeti konusunda, felsefe tarihinde farklı anlayışlar ve yorumlar olduğu açıktır. Bu farklı anlayışların değerlendirilip karşılaştırılması konusunda da hermeneutik bir yaklaşımla yola çıkılabilir. Sanatı bir taklit, oyun ya da yaratım olarak anlayan bazı görüşleri incelemek ve karşılaştırmak kapsamlı bir incelemenin konusu olabilir. Sanatsal bir değeri olan şeyler/eserler ile böyle bir değerden yoksun eserler arasındaki ayrımların/çizgilerin giderek belirsizleş(tiril)tiği bir zamanda, sanatın insan ve gerçeklikle ilişkisini yeniden düşünmek de gereklidir. Küresel pazarın egemenliğindeki bir dünyada, sanatın varlık biçimi, aynı zamanda insanın varoluş biçimiyle de bağıntılı olarak, tarihsel bir bilinçle değerlendirilmek durumundadır.
İnsanın doğayla ve toplumla ilişkisi, doğal gerçekliğe ve kültürel gerçekliğe bakışı, algılayış tarzı değiştikçe, sanat anlayışları ve sanat eserlerini değerlendirme biçimleri (ölçütleri) de değişmektedir. İnsanın içinde yaşadığı doğal ve kültürel gerçeklik ile sanat arasında bir etkileşim söz konusudur. Herhangi bir sanat anlayışını ve eserini anlayabilmek ve değerlendirebilmek için, insan tininin tarihsel nesnelleşmelerine bakmak durumundayız. Sanatçının yaşadığı çağın tiniyle etkileşimi, sanatın varlık nedenlerinden biridir. Bu konuda elbette pek çok örnek verilebilir. Homeros’ta ilkçağda insan tininin serüvenlerini okurken, Rönesans döneminin sanatsal nesnelleşmesini Shakespeare’de, Leonardo da Vinci’de görebiliriz. Cervantes’in Don Kişot’u da Batılı insanın birey olarak çıktığı seferlerin bir önsözü olduğu kadar, aynı zamanda yeni bir ifade tarzının (romanın) da tan yıldızı olarak parlar tinin göğünde. 19. yüzyılda Dostoyevski, 20. yüzyılda Picasso ve aynı çağda Latin Amerikanın tinsel derinliklerinden gelen Neruda, Marquez başta olmak üzere pek çok sanatçı anılabilir. Türkiye’deki insan tininin tarihsel deneyimlerinin sanatsal/edebi bağlamda bir ifadesi olarak Tanpınar’ın, Oğuz Atay’ın eserlerini ve daha nicesini anmak ve aynı zamanda anlamak ve açımlamak da bir gerekliliktir, kendimizi tanıyabilmek ve bu topraklardaki yaşamın ruhuna nüfuz edebilmek için.
Bir yaşantı ifadesi olarak sanat, hermeneutik yaklaşımla açımlanabilir, anlaşılabilir. Hermeneutik, böyle bir açımlamayı başarabilmek için de, söz konusu eser(ler)in insan tiniyle ve tarihsel zamanla etkileşimlerini yakalamaya çalışmak durumundadır. Yaşama ilişkin tasarımlarımızı ve imgelerimizi, tinimizin aydınlık ve karanlık boyutları içinde anlamaya çalışmak, insan tini gibi sonsuz ve sürekli bir uğraştır. Bu yorucu uğraşın verebileceği en büyük sevinç, insanın bir güzellik karşısındaki ürpermesi ve öznellikle nesnelliğin kavşak noktalarında, anlayabildiği anlam ve değerleri yeniden ortaya koyabilmesidir. Belki yeniden kaybetmek ve aramak üzere…