GUNES ULKESİ - 4.Bolum
|
OSPİTALARİO
Mal mülk ortaklığına dayanan bu toplum düzeni bana, bütünüyle, çok akıllıca ve çok güzel geliyor... Ama şu kadın ortaklığına gelince, çok çetin, gerçekleştirilmesi çok zor bir sorun değil mi? Şüphesiz Romalı ermiş Clementus, havarilerin öğretilerine uyarak, kadınların ortak olmasını istiyor, bu düşünceyi öğütleyen Sokrates'le Platon'u beğeniyor. Ama, bu ortaklığı toplumdaki saygınlık bakımından kabul ediyor, yoksa cinsel davranış bakımından, çiftleşme bakımından değil. Nitekim Tertillianus, Glose'a dayanarak, ilk Hıristiyanlarda, kadın dışında, her şeyin ortak olduğunu söyler.
C. KAPTAN
Bu sorunları pek derinine bilmiyorum, sözünü ettiğiniz eserleri de okumuş değilim. Ama bildiğim bir şey varsa o da, Güneş Ülkesi'nde kadın ortaklığının yatak ortaklığını da içine aldığıdır. Bunu gözlerimle de gördüm. Ne var ki, bu ortaklık, ilk rasladığı kadının üstüne hayvan gibi saldırarak değil, demin de söylediğim gibi, soyun üremesiyle ilgili kurallara göre uygulanan bir ortaklıktır. Bununla beraber, bu konuda yanılabilirler. Her ne kadar Sokrates'in, Cato'nun, Platon'un, ermiş Clementus'un düşüncelerine dayanarak kendilerini savunuyorlarsa da, sizin de söylediğiniz gibi, bu ünlü kişilerin düşüncelerini yanlış anlamış olabilirler. Dediklerine bakılırsa, ermiş Augustinus da mal ortaklığına içten inanmıştı ama, bütün kadınların yatak bakımından ortak olmasını istemiyordu. Çünkü, ermiş Nicola'nın çömezlerinin sapkınlığı buydu; Kilise de daha büyük bir iyilik getirmek için değil, sırf daha büyük bir kötülüğü önlemek için evliliği kabul etmişti. Belki Güneş Ülkeliler, bir gün kadın ortaklığını bırakacaklardır. Çünkü, kendilerine bağlı ülkelerde kadın ortaklığını koymamış, sadece mal mülk ortaklığıyla yetinmişlerdir. Bu kısıntıyı da o ülkelerin felsefe bakımından hâlâ ilkel, dolayısıyla eğitim bakımından geri durumda olmalarıyla açıklıyorlar. Bununla beraber, yine de yabancı ülkelere, törelerini, yasalarını öğrenmek için sık sık özel görevli heyetler göndermekten, ve bunların en iyilerini benimsemekten bir an bile geri kalmıyorlar.
Kadınlar, gördükleri eğitim yoluyla, savaş sanatında olduğu kadar başka mesleklerde de başarı gösteriyorlar. Bu konuda ben de Platon gibi düşünüyorum. Bu büyük filozofun ileri sürdüğü kanıtları duraksamadan kabul ediyorum. Buna karşılık, bizim Cajeta'nın ve Aristoteles'in karşıt düşüncelerine hiç aklım yatmıyor.
Güneş (İlkelilerde en çok beğendiğim ve herkesin de uymasını istediğim şey şu: Bu Ülkede, bedence kusuru ne olursa olsun, hiç kimse yoktur ki, yararlı olmaktan kaçınsın. Tabii tiridi çıkmış ihtiyarlar bunun dışındadır. Kaldı ki, onlar da, yararlı öğütleriyle zaman zaman faydalı olabiliyorlar. Örneğin, gözleri iyi gören bir topal gözcülük edebiliyor; gözleri görmeyenler de yün taramak, döşek yastık doldurmak için kılların incesini kalınından ayırmakta kullanılıyor; ellerini gözlerini yitirmiş kimselere gelince, onlar da sesleri ya da kulaklarıyla yararlı olabiliyorlar. Kısacası, işleyen bir tek organı olan kimse de, köylerde yararlı olabilecek biçimde bir işe koşuluyor. Beden sakatlıklarına rağmen bu kimselere, sağlam yurttaşlar gibi davranılır. Bunlardan bazıları hafiyelik edip duyduklarını yöneticilere yetiştirirler.
OSPİTALARİO
Şimdi savaştan söz edelim. Sonra da, isterseniz, sanatlara, bilimlere ve dine geçebilirsiniz.
C. KAPTAN
Silâhların, topçu, süvari, piyade birliklerinin ve strateji ile ilgili her şeyin başındaki görevliler, Hoh'un üç büyük yardımcısından Güç'ün buyruğu altındadırlar. Bu görevlilerin buyruğu altında da, kollarda çalışan subaylarla bu kollarda ustalık elde eden birçok başka görevliler yer almaktadır. Bundan başka, görevleri bütün yurttaşlara askerlik talimleri yaptırmak olan atletlerle öğretmenler de Güç'e bağlıdırlar. Bunlar görgülü ve bilgili eski savaşçılardır. Başlangıçta daha da tedbirli olan bu atletler on iki yaşını dolduran çocuklara silâh kullanmasını öğretirler. Bu yaşa gelmeden önce, alt basamaktaki öğretmenlerce koşu, güreş ve gülleye çalıştırılmış olan çocuklar, bu görgülü atletlerden de kılıç kullanmasını, ok, mızrak atmasını, ata file binmesini, düşmana saldırmasını, geri çekilmesini, savaş düzeninde kalmasını, yaralı silâh arkadaşlarına yardım etmesini, düşmana ani baskınlar yapmasını, bir kelimeyle, onu tepelemesini öğrenirler. Güneş Kent'in yakınlarında verilen savaşlarda erkeklerin yardımına koşabilsinler ve ani bir saldırı karşısında kale duvarlarını koruyabilsinler diye, kadınlar da öğretmenlerden aynı eğitimi görürler. Bu konuda Güneş Kentli kadınlar, Ispartah kadınlara ve Amazonlara karşı büyük bir hayranlık beslerler. Kadınlar ayrıca, kurşun, mermi dökmesini, mazgallardan alevli gülleler, taşlar atmasını, gerektiğinde de, düşmana karşı saldırıya geçmesini bilirler. Bu türlü işlerde sürekli olarak eğitim gördükleri için, kadınlar her çeşit tehlikelere göğüs germeye alışıktırlar. İçlerinden biri korkaklık etmeye görsün, alçaklıkla suçlandırıp, en ağır cezalara çarptırırlar onu.
Güneş Kentliler ölümden korkmazlar. Çünkü, ruhun ölmezliğine inanırlar. Onlara göre, bedenden ayrılan ruh yeryüzü hayatındaki iyi kötü davranışlarına göre, iyi ya da kötü ruhlarla buluşur. Bir bakıma Brahmanların ve bazı noktalarda da Pythragoras'çıların felsefe ilkelerini benimsemiş olmalarına rağmen, Güneş Kentliler, bazı haller dışında, ruhların Tanrı'nın özel buyruğu ile göç ettiğine inanmaktadırlar.
Devletin, dinin ve insanlığın düşmanlarına karşı acımadan savaşırlar. Her iki ayda bir, ordu teftişten geçer ve her gün, gerek duvarların dışında gerek içinde talimler yapılır. Güneş Kentliler askerlik sanatına ilişkin kurumlar ile birlikte, Musa, Yeşua, Davut, Maccabeus, Yuda, Sezar, İskender, Scipion, Annibal ve daha başka büyük arkerlerin hayatlarını ve yaptıkları ünlü savaşları öğrenirler. Bu derslerin sonunda, herkes kendi düşüncesini açıkça söyleyebilir, kumandanlar filân noktada iyi ya da kötü, falan noktada yararlı davrandılar diyebilir. Sonra, öğretmen söz alıp gerekli açıklamaları yapar ve böylece, kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verilerek ders bir sonuca bağlanır.
OSPİTALARİO
Güneş Ülkeliler kime karşı savaşırlar? Sizin de dediğiniz gibi böylesine mutlu olduklarına göre, ne olabilir savaşmalarının nedenleri?
C. KAPTAN
Savaşa girişmeyecek olsalar bile, Güneş Ülkeliler, gevşeyip yumuşamamak ve beklenmedik bir düşman saldırısı karşısında çaresiz kalmamak için askerlik eğitimi yapmaktan, ava gitmekten geri kalmazlar. Çünkü, oturdukları adada, mutlu yaşayışlarını kıskanan dört krallık vardır. Bu krallıkların halkı, kendi krallarının buyruğunda kalmaktansa, Güneş Kentliler gibi yaşamaya can atmaktadırlar. Onun için, bu devletlerin kralları, çoğu kez, çeşitli ve en sudan bahanelerle, örneğin kimi zaman sınırlarına saldırıyorlar, kimi zaman da dinsizce davranıyorlar, puta tapıyorlar, gerek eski Pagan'ların gerek eski Brahman'ların kör inançlarını hor görüyorlar diye, Güneş Ülkesi'ne saldırmaktadırlar. Bundan başka Hintlilerle Toprabana adası halkı da kendilerine düşmandır. Eskiden buyrukları altında oldukları Hintliler şimdi onları âsi sayıyorlar. Bir zamanlar kendilerine yardım etmiş olan ada halkı ise, bugün onlara cephe almış bulunuyor. Ama, Güneş Ülkeliler bütün bu savaşlardan her zaman kazanarak çıkmışlardır.
Güneşlilerin onurlarına dokunuldu mu, iftiraya uğradılar mı, bir yağmacılıkla karşı karşıya kaldılar mı, devletlerden biri saldırdı mı, ya da bir zorbanın buyruğu altındaki bir kent onları yardımına çağırdı mı (çünkü, Güneş Ülkeliler her zaman özgürlüğü savunmuşlardır), Büyük Kurultay hemen toplantıya çağrılır. Herkes diz çöküp Tanrı'ya yakarır, kendilerine en uygun ve kesin bir karar esinlesin diye, durumu iyiden iyiye inceler, hakkın hangi yanda olduğunu araştırır, ondan sonra savaşa karar verirler. Onun hemen ardından, düşmana Forensis adı verilen bir rahip gönderir, gerek yağma edilen malların geri verilmesini, gerek dost devlete haksız saldırının durdurulmasını, gerekse zorbalığa son verilmesini isterler. İstekleri kabul edilmezse, Güneş Ülkeliler öç tanrısı Sabahot'tan haksızlıkta direnenleri yok etmesini dileyerek savaş açarlar. Düşman cevap vermekte duraksar, hık mık ederse, Forensis, karar vermesi için belli bir süre tanır. Bu süre krallıklar için bir, halk yönetimleri için üç saattir. Sürenin azlığı, düşmanın zaman kazanmak amacıyla oyalayıcı yollara baş vurmasını önlemek içindir. Böylece, Güneş Ülkeliler doğal hakların ve dinin savunmasını üstlerine almış oluyorlar demektir.
Savaş açılır açılmaz, Güç vekilini işe koşar. Ama, zararlı olabilecek her türlü gecikmeleri önlemek için, tıpkı Roma diktatörleri gibi, kendi başına gerekli kararlar alır. Bununla beraber, çok önemli ve ciddi bir durum olursa, Hoh'a, Akıl'a ve Aşk'a danışır. Ama, daha önce, yirmi yaşım doldurmuş bütün Güneş Ülkelilerin katıldığı bir toplantıda bir sözcü, savaşın niçin açıldığını, dayandığı hakları, nedenleri bir bir ortaya koyar ve böylece, gerekli tedbirleri almış olur. Daha önce de söylediğim gibi, silâh depolan her çeşit silâhlarla doludur. Bütün yurttaşlar, savaş talimlerinde bunların kullanılmasını öğrenmişlerdir.
Her çemberin dış duvarları mancınıkla donatılmış, her birinin başına da özel savaşçılar yerleştirilmiştir. Güneş Kentlilerin top dedikleri, tekerlekler üzerine yerleştirilmiş daha başka savaş silâhları da vardır ki, bunları savaş meydanlarına beraberlerinde götürürler. Ayrıca, katır, eşek sırtında, ya da arabalarla savaşçılara cephane, yiyecek içecek taşırlar. Askerler açık düzlüklere gelince, dörtken düzeninde toplanır, azık ve gereçleri, topları, savaş arabalarını, merdiven ve savaş araçlarını ortalarına toplar sonra düşmanın üzerine atılır, uzun zaman yılmadan dövüşürler.
Bazan geri çekiliyormuş gibi yaparlar: Her asker hızla gerileyip kendi bayrağına katılır. Güneş Kentlilerin savaş meydanını bırakıp kaçtığını, ya da kaçmaya yeltendiğini sanan düşman saldırıya geçer, ama Güneş Kentliler hemen bölükler halinde birleşik iki kanat meydana getirir, sonra bir an dinlenip nefes alırlar. Bu ara toplar düşmanı mermi yağmuruna tutarak dağıtır. Güneş Kentliler bu çeşit bir sürü savaş hilelerine baş vururlar. Bu konuda hiç bir ordu onlarla boy ölçüşemez.
Güneş Ülkeliler ordugâhlarını Romalılar gibi düzenlerler. Çadırlar kurar ve onları kazıktan duvarlar ve hendeklerle çevirirler. Bu çeşitli işler özel birtakım çalışma görevlilerinin yönetiminde şaşırtıcı bir çabuklukla yapılır. Zaten bütün askerler, balta ve çapa kullanmasını bilirler.
Güneş Kent ordusunu, hepsi de savaş hilesi bakımından usta olan beş, sekiz ya da on kumandan yönetir. Bunlar savaş işlerini görüşmek için toplanır ve aldıkları kararlara göre birliklerine kumanda ederler. Savaşa silâhlı ve atlı bir çocuk birliği de katılır. Bu çocuklar, bu yoldan savaşmasını öğrenirler, tıpkı kana alıştırılan arslan ve kurt yavruları gibi. Bununla beraber, zorlu bir tehlike halinde, silâhlı kadınlarla birlikte savaş alanından uzaklara götürülürler. Ama, savaştan sonra, bu kadınlarla çocuklar savaşçıları kutlar, yaralarını sarar, onları överek, öpüp kucaklayarak acılarını dindirmeye çalışırlar. Bu kadınlarla çocukların varlığı ne büyük bir destektir! Kadınların ve çocukların gözlerine yiğit görünmek için savaşçılar gözlerini budaktan sakınmaz, tehlikelere atılır, kıyasıya dövüşürler; onların sevgisi atılganlıklarını kamçılar ve savaştan zaferle çıkarlar. Bir düşman kentin surlarına ilk tırmanan askerin başına, bir şeref belirtisi olarak, kadınlarla çocukların alkışları arasında yeşil yapraklı bir çelenk takılır. Savaş arkadaşlarından birinin hayatını kurtaranın başına da meşe yapraklarından bir çelenk konur. Bir zorbayı öldüren, silâhlarıyla ganimetleri tapınağa bırakır ve Hoh, gösterdiği yararlığa yaraşan bir ad takar ona. Başka savaşçılara da başka başka çelenkler verilir.
Her atlının bir hançeri, eğer çatısına asılı iki tane büyük ve zorlu tabancası vardır. Bunların mermisine hiç bir zırh dayanamaz. Bazılarında kılıçla kama, bazılarındaysa sadece demir bir gürz vardır. Bunlara hafif silâhlı süvari derler. Düşmanın zırhlarına kılıç ve mermi işlemezse, bu süvariler üzerlerine bu gürzlerle saldırır ve onları yere sererler, tıpkı Akhilleus'un Cignus'a yaptığı gibi. Gürzün başında altı karış uzunluğunda iki zincir sarkar. Bunların uçlarında iki topuz vardır. Binici bu topuzları fırlatınca, zincirler düşmanın boynuna dolanır. Zincirleri çekince de düşman yere yuvarlanır. Gürzü daha rahatça kullanabilmek için, biniciler atlarını yularlarını elleriyle değil, ayaklarıyla tutarlar. Onun için dizginler eğer çatısı üstünde kesişir ve uçları da süvarinin ayağına değil, üzengiye bağlanır. Üzengilerin yanında demir bir küre, altında da yine demirden bir üçgen vardır. Öyle ki, binici ayağı ile demir küreyi çevirerek dizginleri çekip salıverir ve böylece, ayağının hareketiyle at sağa sola dönebilir. Tatarlar bu sırrı bilmezler. Her ne kadar onlar da dizginleri ayaklarıyla kullanıyorlarsa da, dizginleri üzengiye bağlamasını bilmediklerinden, atlarını ayaklarıyla sağa sola döndürmesini, yavaşlatıp hızlandırmasını beceremezler.
Savaşa önce hafif silâhlı biniciler başlar. Bunlar arkebüzlerle saldırıya geçerler. Onların ardından, mızraklı askerlerle sapanlılar gelir. Bunlar ön saflarda, yanlarda mekik dokurcasına ileri atılıp geri çekilerek dövüşürler. Eski Romalılarınkine benzeyen, hattâ onlarınkinden daha iyi yedek birlikler, ellerinde kalın ve uzun sopalarla orduyu desteklerler. Savaş, elde kılıç, göğüs göğüse dövüşülerek bir sonuca bağlanır.
Savaş bitince, Güneş (İlkeliler zaferlerini, Romalılar gibi, hattâ onlardan büyük bir gösterişle kutlarlar. Başkumandan tapınağa girerken, halk Tanrı'ya dualar eder ve savaşa katılmış olan bir ozan ya da bir tarihçi, çarpışmalar sırasında geçen olayları mutlu mutsuz yanlarıyla anlatır. Sonra, Hoh muzaffer kumandanın başına kendi eliyle bir çelenk koyar: çok yararlık göstermiş olan öbür savaşçılara da madalyalar verir. Bu askerler yorucu kamu görevlerinden birkaç gün için uzak tutulurlar. Ama Güneş Ülkeliler aylak oturmayı sevmedikleri için, boş zamanlarını arkadaşlarına yardım etmekle geçirirler.
Mal mülk ortaklığına dayanan bu toplum düzeni bana, bütünüyle, çok akıllıca ve çok güzel geliyor... Ama şu kadın ortaklığına gelince, çok çetin, gerçekleştirilmesi çok zor bir sorun değil mi? Şüphesiz Romalı ermiş Clementus, havarilerin öğretilerine uyarak, kadınların ortak olmasını istiyor, bu düşünceyi öğütleyen Sokrates'le Platon'u beğeniyor. Ama, bu ortaklığı toplumdaki saygınlık bakımından kabul ediyor, yoksa cinsel davranış bakımından, çiftleşme bakımından değil. Nitekim Tertillianus, Glose'a dayanarak, ilk Hıristiyanlarda, kadın dışında, her şeyin ortak olduğunu söyler.
C. KAPTAN
Bu sorunları pek derinine bilmiyorum, sözünü ettiğiniz eserleri de okumuş değilim. Ama bildiğim bir şey varsa o da, Güneş Ülkesi'nde kadın ortaklığının yatak ortaklığını da içine aldığıdır. Bunu gözlerimle de gördüm. Ne var ki, bu ortaklık, ilk rasladığı kadının üstüne hayvan gibi saldırarak değil, demin de söylediğim gibi, soyun üremesiyle ilgili kurallara göre uygulanan bir ortaklıktır. Bununla beraber, bu konuda yanılabilirler. Her ne kadar Sokrates'in, Cato'nun, Platon'un, ermiş Clementus'un düşüncelerine dayanarak kendilerini savunuyorlarsa da, sizin de söylediğiniz gibi, bu ünlü kişilerin düşüncelerini yanlış anlamış olabilirler. Dediklerine bakılırsa, ermiş Augustinus da mal ortaklığına içten inanmıştı ama, bütün kadınların yatak bakımından ortak olmasını istemiyordu. Çünkü, ermiş Nicola'nın çömezlerinin sapkınlığı buydu; Kilise de daha büyük bir iyilik getirmek için değil, sırf daha büyük bir kötülüğü önlemek için evliliği kabul etmişti. Belki Güneş Ülkeliler, bir gün kadın ortaklığını bırakacaklardır. Çünkü, kendilerine bağlı ülkelerde kadın ortaklığını koymamış, sadece mal mülk ortaklığıyla yetinmişlerdir. Bu kısıntıyı da o ülkelerin felsefe bakımından hâlâ ilkel, dolayısıyla eğitim bakımından geri durumda olmalarıyla açıklıyorlar. Bununla beraber, yine de yabancı ülkelere, törelerini, yasalarını öğrenmek için sık sık özel görevli heyetler göndermekten, ve bunların en iyilerini benimsemekten bir an bile geri kalmıyorlar.
Kadınlar, gördükleri eğitim yoluyla, savaş sanatında olduğu kadar başka mesleklerde de başarı gösteriyorlar. Bu konuda ben de Platon gibi düşünüyorum. Bu büyük filozofun ileri sürdüğü kanıtları duraksamadan kabul ediyorum. Buna karşılık, bizim Cajeta'nın ve Aristoteles'in karşıt düşüncelerine hiç aklım yatmıyor.
Güneş (İlkelilerde en çok beğendiğim ve herkesin de uymasını istediğim şey şu: Bu Ülkede, bedence kusuru ne olursa olsun, hiç kimse yoktur ki, yararlı olmaktan kaçınsın. Tabii tiridi çıkmış ihtiyarlar bunun dışındadır. Kaldı ki, onlar da, yararlı öğütleriyle zaman zaman faydalı olabiliyorlar. Örneğin, gözleri iyi gören bir topal gözcülük edebiliyor; gözleri görmeyenler de yün taramak, döşek yastık doldurmak için kılların incesini kalınından ayırmakta kullanılıyor; ellerini gözlerini yitirmiş kimselere gelince, onlar da sesleri ya da kulaklarıyla yararlı olabiliyorlar. Kısacası, işleyen bir tek organı olan kimse de, köylerde yararlı olabilecek biçimde bir işe koşuluyor. Beden sakatlıklarına rağmen bu kimselere, sağlam yurttaşlar gibi davranılır. Bunlardan bazıları hafiyelik edip duyduklarını yöneticilere yetiştirirler.
OSPİTALARİO
Şimdi savaştan söz edelim. Sonra da, isterseniz, sanatlara, bilimlere ve dine geçebilirsiniz.
C. KAPTAN
Silâhların, topçu, süvari, piyade birliklerinin ve strateji ile ilgili her şeyin başındaki görevliler, Hoh'un üç büyük yardımcısından Güç'ün buyruğu altındadırlar. Bu görevlilerin buyruğu altında da, kollarda çalışan subaylarla bu kollarda ustalık elde eden birçok başka görevliler yer almaktadır. Bundan başka, görevleri bütün yurttaşlara askerlik talimleri yaptırmak olan atletlerle öğretmenler de Güç'e bağlıdırlar. Bunlar görgülü ve bilgili eski savaşçılardır. Başlangıçta daha da tedbirli olan bu atletler on iki yaşını dolduran çocuklara silâh kullanmasını öğretirler. Bu yaşa gelmeden önce, alt basamaktaki öğretmenlerce koşu, güreş ve gülleye çalıştırılmış olan çocuklar, bu görgülü atletlerden de kılıç kullanmasını, ok, mızrak atmasını, ata file binmesini, düşmana saldırmasını, geri çekilmesini, savaş düzeninde kalmasını, yaralı silâh arkadaşlarına yardım etmesini, düşmana ani baskınlar yapmasını, bir kelimeyle, onu tepelemesini öğrenirler. Güneş Kent'in yakınlarında verilen savaşlarda erkeklerin yardımına koşabilsinler ve ani bir saldırı karşısında kale duvarlarını koruyabilsinler diye, kadınlar da öğretmenlerden aynı eğitimi görürler. Bu konuda Güneş Kentli kadınlar, Ispartah kadınlara ve Amazonlara karşı büyük bir hayranlık beslerler. Kadınlar ayrıca, kurşun, mermi dökmesini, mazgallardan alevli gülleler, taşlar atmasını, gerektiğinde de, düşmana karşı saldırıya geçmesini bilirler. Bu türlü işlerde sürekli olarak eğitim gördükleri için, kadınlar her çeşit tehlikelere göğüs germeye alışıktırlar. İçlerinden biri korkaklık etmeye görsün, alçaklıkla suçlandırıp, en ağır cezalara çarptırırlar onu.
Güneş Kentliler ölümden korkmazlar. Çünkü, ruhun ölmezliğine inanırlar. Onlara göre, bedenden ayrılan ruh yeryüzü hayatındaki iyi kötü davranışlarına göre, iyi ya da kötü ruhlarla buluşur. Bir bakıma Brahmanların ve bazı noktalarda da Pythragoras'çıların felsefe ilkelerini benimsemiş olmalarına rağmen, Güneş Kentliler, bazı haller dışında, ruhların Tanrı'nın özel buyruğu ile göç ettiğine inanmaktadırlar.
Devletin, dinin ve insanlığın düşmanlarına karşı acımadan savaşırlar. Her iki ayda bir, ordu teftişten geçer ve her gün, gerek duvarların dışında gerek içinde talimler yapılır. Güneş Kentliler askerlik sanatına ilişkin kurumlar ile birlikte, Musa, Yeşua, Davut, Maccabeus, Yuda, Sezar, İskender, Scipion, Annibal ve daha başka büyük arkerlerin hayatlarını ve yaptıkları ünlü savaşları öğrenirler. Bu derslerin sonunda, herkes kendi düşüncesini açıkça söyleyebilir, kumandanlar filân noktada iyi ya da kötü, falan noktada yararlı davrandılar diyebilir. Sonra, öğretmen söz alıp gerekli açıklamaları yapar ve böylece, kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verilerek ders bir sonuca bağlanır.
OSPİTALARİO
Güneş Ülkeliler kime karşı savaşırlar? Sizin de dediğiniz gibi böylesine mutlu olduklarına göre, ne olabilir savaşmalarının nedenleri?
C. KAPTAN
Savaşa girişmeyecek olsalar bile, Güneş Ülkeliler, gevşeyip yumuşamamak ve beklenmedik bir düşman saldırısı karşısında çaresiz kalmamak için askerlik eğitimi yapmaktan, ava gitmekten geri kalmazlar. Çünkü, oturdukları adada, mutlu yaşayışlarını kıskanan dört krallık vardır. Bu krallıkların halkı, kendi krallarının buyruğunda kalmaktansa, Güneş Kentliler gibi yaşamaya can atmaktadırlar. Onun için, bu devletlerin kralları, çoğu kez, çeşitli ve en sudan bahanelerle, örneğin kimi zaman sınırlarına saldırıyorlar, kimi zaman da dinsizce davranıyorlar, puta tapıyorlar, gerek eski Pagan'ların gerek eski Brahman'ların kör inançlarını hor görüyorlar diye, Güneş Ülkesi'ne saldırmaktadırlar. Bundan başka Hintlilerle Toprabana adası halkı da kendilerine düşmandır. Eskiden buyrukları altında oldukları Hintliler şimdi onları âsi sayıyorlar. Bir zamanlar kendilerine yardım etmiş olan ada halkı ise, bugün onlara cephe almış bulunuyor. Ama, Güneş Ülkeliler bütün bu savaşlardan her zaman kazanarak çıkmışlardır.
Güneşlilerin onurlarına dokunuldu mu, iftiraya uğradılar mı, bir yağmacılıkla karşı karşıya kaldılar mı, devletlerden biri saldırdı mı, ya da bir zorbanın buyruğu altındaki bir kent onları yardımına çağırdı mı (çünkü, Güneş Ülkeliler her zaman özgürlüğü savunmuşlardır), Büyük Kurultay hemen toplantıya çağrılır. Herkes diz çöküp Tanrı'ya yakarır, kendilerine en uygun ve kesin bir karar esinlesin diye, durumu iyiden iyiye inceler, hakkın hangi yanda olduğunu araştırır, ondan sonra savaşa karar verirler. Onun hemen ardından, düşmana Forensis adı verilen bir rahip gönderir, gerek yağma edilen malların geri verilmesini, gerek dost devlete haksız saldırının durdurulmasını, gerekse zorbalığa son verilmesini isterler. İstekleri kabul edilmezse, Güneş Ülkeliler öç tanrısı Sabahot'tan haksızlıkta direnenleri yok etmesini dileyerek savaş açarlar. Düşman cevap vermekte duraksar, hık mık ederse, Forensis, karar vermesi için belli bir süre tanır. Bu süre krallıklar için bir, halk yönetimleri için üç saattir. Sürenin azlığı, düşmanın zaman kazanmak amacıyla oyalayıcı yollara baş vurmasını önlemek içindir. Böylece, Güneş Ülkeliler doğal hakların ve dinin savunmasını üstlerine almış oluyorlar demektir.
Savaş açılır açılmaz, Güç vekilini işe koşar. Ama, zararlı olabilecek her türlü gecikmeleri önlemek için, tıpkı Roma diktatörleri gibi, kendi başına gerekli kararlar alır. Bununla beraber, çok önemli ve ciddi bir durum olursa, Hoh'a, Akıl'a ve Aşk'a danışır. Ama, daha önce, yirmi yaşım doldurmuş bütün Güneş Ülkelilerin katıldığı bir toplantıda bir sözcü, savaşın niçin açıldığını, dayandığı hakları, nedenleri bir bir ortaya koyar ve böylece, gerekli tedbirleri almış olur. Daha önce de söylediğim gibi, silâh depolan her çeşit silâhlarla doludur. Bütün yurttaşlar, savaş talimlerinde bunların kullanılmasını öğrenmişlerdir.
Her çemberin dış duvarları mancınıkla donatılmış, her birinin başına da özel savaşçılar yerleştirilmiştir. Güneş Kentlilerin top dedikleri, tekerlekler üzerine yerleştirilmiş daha başka savaş silâhları da vardır ki, bunları savaş meydanlarına beraberlerinde götürürler. Ayrıca, katır, eşek sırtında, ya da arabalarla savaşçılara cephane, yiyecek içecek taşırlar. Askerler açık düzlüklere gelince, dörtken düzeninde toplanır, azık ve gereçleri, topları, savaş arabalarını, merdiven ve savaş araçlarını ortalarına toplar sonra düşmanın üzerine atılır, uzun zaman yılmadan dövüşürler.
Bazan geri çekiliyormuş gibi yaparlar: Her asker hızla gerileyip kendi bayrağına katılır. Güneş Kentlilerin savaş meydanını bırakıp kaçtığını, ya da kaçmaya yeltendiğini sanan düşman saldırıya geçer, ama Güneş Kentliler hemen bölükler halinde birleşik iki kanat meydana getirir, sonra bir an dinlenip nefes alırlar. Bu ara toplar düşmanı mermi yağmuruna tutarak dağıtır. Güneş Kentliler bu çeşit bir sürü savaş hilelerine baş vururlar. Bu konuda hiç bir ordu onlarla boy ölçüşemez.
Güneş Ülkeliler ordugâhlarını Romalılar gibi düzenlerler. Çadırlar kurar ve onları kazıktan duvarlar ve hendeklerle çevirirler. Bu çeşitli işler özel birtakım çalışma görevlilerinin yönetiminde şaşırtıcı bir çabuklukla yapılır. Zaten bütün askerler, balta ve çapa kullanmasını bilirler.
Güneş Kent ordusunu, hepsi de savaş hilesi bakımından usta olan beş, sekiz ya da on kumandan yönetir. Bunlar savaş işlerini görüşmek için toplanır ve aldıkları kararlara göre birliklerine kumanda ederler. Savaşa silâhlı ve atlı bir çocuk birliği de katılır. Bu çocuklar, bu yoldan savaşmasını öğrenirler, tıpkı kana alıştırılan arslan ve kurt yavruları gibi. Bununla beraber, zorlu bir tehlike halinde, silâhlı kadınlarla birlikte savaş alanından uzaklara götürülürler. Ama, savaştan sonra, bu kadınlarla çocuklar savaşçıları kutlar, yaralarını sarar, onları överek, öpüp kucaklayarak acılarını dindirmeye çalışırlar. Bu kadınlarla çocukların varlığı ne büyük bir destektir! Kadınların ve çocukların gözlerine yiğit görünmek için savaşçılar gözlerini budaktan sakınmaz, tehlikelere atılır, kıyasıya dövüşürler; onların sevgisi atılganlıklarını kamçılar ve savaştan zaferle çıkarlar. Bir düşman kentin surlarına ilk tırmanan askerin başına, bir şeref belirtisi olarak, kadınlarla çocukların alkışları arasında yeşil yapraklı bir çelenk takılır. Savaş arkadaşlarından birinin hayatını kurtaranın başına da meşe yapraklarından bir çelenk konur. Bir zorbayı öldüren, silâhlarıyla ganimetleri tapınağa bırakır ve Hoh, gösterdiği yararlığa yaraşan bir ad takar ona. Başka savaşçılara da başka başka çelenkler verilir.
Her atlının bir hançeri, eğer çatısına asılı iki tane büyük ve zorlu tabancası vardır. Bunların mermisine hiç bir zırh dayanamaz. Bazılarında kılıçla kama, bazılarındaysa sadece demir bir gürz vardır. Bunlara hafif silâhlı süvari derler. Düşmanın zırhlarına kılıç ve mermi işlemezse, bu süvariler üzerlerine bu gürzlerle saldırır ve onları yere sererler, tıpkı Akhilleus'un Cignus'a yaptığı gibi. Gürzün başında altı karış uzunluğunda iki zincir sarkar. Bunların uçlarında iki topuz vardır. Binici bu topuzları fırlatınca, zincirler düşmanın boynuna dolanır. Zincirleri çekince de düşman yere yuvarlanır. Gürzü daha rahatça kullanabilmek için, biniciler atlarını yularlarını elleriyle değil, ayaklarıyla tutarlar. Onun için dizginler eğer çatısı üstünde kesişir ve uçları da süvarinin ayağına değil, üzengiye bağlanır. Üzengilerin yanında demir bir küre, altında da yine demirden bir üçgen vardır. Öyle ki, binici ayağı ile demir küreyi çevirerek dizginleri çekip salıverir ve böylece, ayağının hareketiyle at sağa sola dönebilir. Tatarlar bu sırrı bilmezler. Her ne kadar onlar da dizginleri ayaklarıyla kullanıyorlarsa da, dizginleri üzengiye bağlamasını bilmediklerinden, atlarını ayaklarıyla sağa sola döndürmesini, yavaşlatıp hızlandırmasını beceremezler.
Savaşa önce hafif silâhlı biniciler başlar. Bunlar arkebüzlerle saldırıya geçerler. Onların ardından, mızraklı askerlerle sapanlılar gelir. Bunlar ön saflarda, yanlarda mekik dokurcasına ileri atılıp geri çekilerek dövüşürler. Eski Romalılarınkine benzeyen, hattâ onlarınkinden daha iyi yedek birlikler, ellerinde kalın ve uzun sopalarla orduyu desteklerler. Savaş, elde kılıç, göğüs göğüse dövüşülerek bir sonuca bağlanır.
Savaş bitince, Güneş (İlkeliler zaferlerini, Romalılar gibi, hattâ onlardan büyük bir gösterişle kutlarlar. Başkumandan tapınağa girerken, halk Tanrı'ya dualar eder ve savaşa katılmış olan bir ozan ya da bir tarihçi, çarpışmalar sırasında geçen olayları mutlu mutsuz yanlarıyla anlatır. Sonra, Hoh muzaffer kumandanın başına kendi eliyle bir çelenk koyar: çok yararlık göstermiş olan öbür savaşçılara da madalyalar verir. Bu askerler yorucu kamu görevlerinden birkaç gün için uzak tutulurlar. Ama Güneş Ülkeliler aylak oturmayı sevmedikleri için, boş zamanlarını arkadaşlarına yardım etmekle geçirirler.