BERGSON FELSEFESİ VE TÜRKİYE
|
S. ELİBOL
XX. yüzyıl başlarının Türkiye'si -anlaşılır nedenlerle- dikkate değer ölçüde bir felsefe akımının, intuitionisme (sezgjcilik)in etkisine sahne olmuştur.Bu akımın, Türkiye'de ilgiden (de) ötede bir bağlanış konusu olmasının nedenleri ve örneklerine açıklık getirmeden önce, onun- özetle de olsa- ne olduğu'nu tasvirî (descriptif) bir yöntemle ortaya koymak gerekiyor.
BERGSON FELSEFESİ
Bergson felsefesi, XX. yüzyıl Bau felsefesi içinde irrasyonalist akımın, bir başka deyimle anti-intellectualist eğilimin en ileri örneği, daha doğrusu zirvesi durumundadır.
O'nun felsefesi, zihnin hakikati araştırmada yeteneksiz olduğunu söyleyen Kant kritisizmine, 'hakikat' denen şeyi aslında 'duyumlarla tanınabilen olaylardan ibaret sayan Comte pozitivizmine, bütün zihinsel olguları duyumlara, onlan da harekete indirgeyen Taine'nin intellektualizmine, 'yaratıcılık fikri'nin hakim rol oynamadığı Darwin ve Spencer'in mekanik evrimciliğine karşı bir tepki özelliği taşır.
Kuşkusuz, Bergson, belirtilen bu yaklaşımları sorgularken; yanlışlıklarını öne sürerken iki önemli faktörün (de) etkisi alandadır:. Ülkesi Fransa'nın I.Büyük Savaş dönemi ve sonrasındaki özel şartlan, bir; Lachelier, Boutroux ve M.de Biran'ın çabalarıyla hayli gelişmiş bulunan spritualist (ruhçu) gelenek, iki; Bergson, hem döneminin hakim düşüncelerini hem de etkilendiği kaynakları irdelerken şu üç sorunun cevabım arar: Hakikat nedir? O nasıl tanınabilir? Metafizik mümkün müdür?
O'na göre, insan bilincinin 'doğrudan doğruya' verdiği mutlak bir realite-hakikat vardır: Süre (durée) . 'İç deney' süre'nin varlığım öylesine apaçık verir ki, ondan kuşku duymak mümkün olmaz. Geleneksel felsefede cevher'le kastedilen şey neyse, süre'yle de burada anlatılmak istenen aynı şeydir.
Hayat, aslında süre'den ibarettir; aralıksız bir oluştur. Zekayı kullanan bilimle hayatın bilgisine ulaşmak imkanı yoktur. Çünkü zeka (intelligence), yalnız dış evrenin-maddenin bilgisini verir. Bunu yaparken, onu unsurlarına ayırır; bozar ve değiştirir. Oysa süre (hayat), parçalanamayacak bir bütünlüktür. Zeka, olsa olsa 'sûrenin hayaleti üzerinde iş görebilir' .
Bu noktada, Bergson felsefesinin en temel kavramı karşımıza çıkıyor:Süre'nin sezgisi (intution de la durée). Süre'nin varlığını-bilgisini, insan, ancak ve ancak sezgi'yle kavrar- edinir. Süre'nin sezgisi, yalnız 'zihinsel bir sempati" ile gerçekleşir.Süre, yaşanan 'gerçek zaman'dır, bir başka anlatımla bir oluş'tur. Yani, fiziğin sinematografik yöntemle ifade ettiği zaman'dan farklıdır; kelimenin tam anlamıyla 'yaratıcı bir zaman'dır. Bu yüzden, ancak sezgi ile tanınabilir.Sezgi, öyle anlaşılıyor ki, içgüdü (instinct)'den doğmuştur. Meydana gelmeden önce içgüdü ve zeka, 'hayat hamlesi (élan vital)'nin belirip gelişmesi sürecinde ayrılarak ortaya çıkmış bulunan birer yetidir.
İçgüdü ile zekanın arasındaki fark, 'bir şiddet ve derece farkı' değil, bir mahiyet farkıdır. İçgüdü de zeka gibi alet yapar. Ancak, onun yapıcılığı ile zekanın yapıcılığı aynı şey değildir. Daha doğrusu, 'İçgüdü, ihtiyaca göre hazırlanmış bir aleti eli altında hazır bulur. Ödevini şaşılacak bir mükemmellikle yapar. Buna karşılık yapısı değişmez. Zekanın yaptığı ise, aksine çaba ile kazanılan ve daima zahmetle kullanılan kusurlu bir alettir. Bu, içgüdünün doğal aletinden daha aşağıdır.
Sezgi, Bergson'a göre, 'içgüdünün hayati çıkarlardan sıyrılarak, kendi kendisinin farkına varması'yla meydana gelir. 'Zekanın yapamadığını yapabilecek bir yeti' özelliği taşır." O, herşeyden önce, 'iç süre' ile ilgilidir. 'Üstüste gelmiş olmayan bir devamlılığı, içten olup biten bir gelişmeyi, geçmişin geleceğe bindiren şimdiki aralıksız ve eksiksiz sürüp gidişini sezip kavrar. Bu, bir bakıma,'zihnin doğrudan doğruya görülmesi'; sezgi ile zekanın birbirinden ayrılması halidir.
Bergson, sezgiyi felsefesinin yöntemi olarak kabul etmekle, metafiziğin mümkün (hatta gerekli) olduğu sonucuna varıyor.O'nun, bu çerçevede sözünü ettiği 'ikinci bilgi türü', 'yeni bilimin telkin ettiği' bir felsefe, bir metafizik, açıkçası bir 'hayat metafiziğı'dir. Tekrarlamak gerekirse, hayatın yaratıcı evrimini bilim anlamaz. Çünkü bilimi yapan zekadır.Sözkonusu metafiziği yapacak olan ise sezgidir.
Yanlış anlaşılmamalı, Bergson, kuşkusuz, bilimin farkında olan bir düşünürdür. O, yalnız bir farkı vurgular; bir yerde 'fizik bilginin' der; 'olacağı önceden bildirmek, bir dereceye kadar da olaylara hakim olmak gibi birtakım meziyetleri vardır. Fakat bunlara karşılık akıcı oluşu ve realiteden ancak geçici,rastgele durgunlukları, daha doğrusu sadece zihnimizin aldığı görünüşleri zaptetmesi gibi hususlar vardır. Bilginin ikinci türü ise, pratik bakımdan faydası olmayacak, tabiata hakim olmamıza yaramayacak, hatta zekanın bazı eğilimlerine engel olacak; fakat muvaffak olursa realitenin (sürenin) kendisini kesin olarak kucaklıyacaktır.'
Hemen her büyük düşünür gibi, Bergson da 'felsefesini tamamlamak', yani ahlak ve din konusunda ne düşündüğünü ortaya koymak ihtiyacım duymuş, bunu gerçekleştirmiş bir insandır.Bergson'a göre, ahlak ve dini ne kurmak ne de açıklamak için zeka 'yeterli bir araç' değildir. O, bu noktada tam sezgiye (de) dayanmaz; en önemli eseri olan 'Yaratıcı Evrim'deki birtakım kanıtlan adeta ödünç alır. Özellikle,hayvan düzeyinde varolan evrimin 'iki hattı'na; böceklerde içgüdüye ve insanda zekaya ulaşan evrime dikkat çeker: Hayvan topluluğunda içgüdü, insan toplumunda alışkanlık vardır.
İçgüdü, nasıl 'birincisinin zarureti' ise, alışkanlık da 'ikincisinin zarureti'dir.Bu teme! üzerinde, Bergson, iki toplum, iki ahlak ve iki dinden söz eder:Kapalı toplum, Açık toplum, 'Kapalı ahlak, Açık ahlak, Statik din ve Dinamik din.
'Kapalı toplum', statiktir; bazı bireyleri içine alır, bazılarım dışta bırakır.Burada, yakınlar, hemşehriler ve vatandaşlar sevilir. Oysa 'Açık toplum', dinamiktir; içinde 'açık ruhlu, insanlar, dolayısıyla 'insanlık aşkı' vardır. İkisi arasında bir derece farkı değil, bir mahiyet farkı bulunur. Örneğin,akraba sevgisinden insanlık sevgisine geçilemez. Birincisinde ahlak 'gayri şahsi formüller'le,ikincisinde ise, büyük şahsiyetlerin davranışlarıyla ifade edilir.
Bergson, dini, 'düşüncenin kökü içgüdüden gelen masal uydurma fonksiyonu (fabulation)'na bağlayarak açıklar: 'Zeka' der; 'bireyi toplumdan ayırdıkça ve bazı noktalarda toplumsal bağı kırmak için direndikçe tabiat-toplum varlığını sürdürmek zorunda olduğu için- zekanın bu dağıtıcı, kına kuvvetine karşı bir tepki gösterir.' Giderek, masallar, efsaneler, inançlar ve tasavvurlar doğar.
O, belirtildiği gibi, bize, Statik din ve Dinamik din diye iki din sunar.'Statue din', bütün şekilleriyle 'zeka-altı' bir dindir; 'kapah toplum'ca yaşatılır ve sürdürülür. 'Dinamik din'ise 'zeka-üstü'dür; 'açık toplum'da varolur. Bireyi toplumdan ayırır, insanlığa bağlar. Bütün mistikler, insana bu bağlanışın örneğini verirler.
Çağımızın temel sorunları, Bergson'a göre, 'insanlığın bedeni olan machinisme'in ölçüsüz derecede artması, fakat ruhun olduğu gibi kalmasından ileri gelmektedir. Kuşkusuz, 'demokrasinin kapah toplumu aşması', 'hürriyet ve eşitlik fikrinin yaratıcı rolü'nün belirmesi, 'barış fikrinin açık topluma yol açar gibi' olması diye özetlenebilecek birtakım gelişmeler vardır. Ancak, varolan sorunların çözümü, son tahlilde 'mekaniği mistik ile tamamlamak, mekaniğin yere doğru eğdiği insanlığın başım tekrar yükseltmek ve göğe doğru baktırmakla mümkündür.'
BATIDA BERGSON FELSEFESİNİN ETKİSİ:
XX. yüzyıl Batı felsefesi içinde behren anti-entellektüaüst isimlerde, önemli ölçüde Bergson etkisi görülür. E.le Roy, J.Chevalier, M.Blondel, Whitehead, M. Heidegger, M.de Unumuno, W.James, E.Husserl ve M.Scheier bu isimlerin başında yer alır.O'nun etkisi, salt düşünürler dünyasıyla sınırlı kalmamış; sanatta (ör; futurisme ve impressionisme) ve edebiyatta (ör; M.Proust romanı) da uzun süre varlığını devam ettirmiştir.
ÜLKEMİZ VE BERGSON FELSEFESİ:
Bergson felsefesinin belirginlik kazandığı yılların Türkiye'si, kelimenin tam anlamıyla ölüm-kalım mücadelesi veren bir ülke özelliği taşıyor: İmparatorluğun yıkılışı, fakirlik, içerden ve dışardan kuşatılmışlık ve buna karşı yeterli savunma araçlarından yoksunluk...
Anadolu'da Bergson felsefesine karşı yoğun ilgi, işte bu olumsuzluklar izinde başlayıp gelişiyor. Bir yazar, bu duruma işaret ederek, 'ruhlarda' diyor ve ekliyor; 'yeni bir kurtuluşun dikilip kendini yeniden yaratmanın kuvvet ve hararetini verecek bir felsefeye ihtiyaç vardı. İşte bu buhran devrindedir ki,Bergson felsefesi keşfedildi. Ve giderek 'Bergsonculuk' diye tanımlanan bir
hareket oluştu.
Kuşkusuz, Bergson da -başka bazı düşünürler gibi- vurgulanan şartlarda,Türkiye'ye ilkin adıyla giriyor. Başlangıçta, O'ndan söz edenlerin başında A.Şuayp, M.Şemsettin, R.Tevfik, Hüseyinzâde ve Z.Gökalp geliyor.Türkiye'de, çok geçmeden, Bergson felsefesine ilgi duyan, onu benimseyen (ve savunan) bir hareket doğuyor: Dergâh Mecmuası (1921) ve çevresi.
Dergâh dergisinde, başta İ.Hakkı, M. Sekip ve M.Emin olmak üzere bir grup aydın sözkonusu felsefeye dayanarak tam bir anti-intellectualisme örneği ortaya koyuyor. Grup; bu çıkışı yaparken, kendi dışında etkisini sürdüren iki yaklaşımı -doğal olarak- reddediyor: Gökalp'in 'sosyolojik felsefesi', bir; mekanik evrimcilik, iki.
Dergâhta toplanan aydınların, başlangıçta varolan 'doğrultu birliğTni aynen (ve uzun süre) devam ettiremedikleri bir gerçektir. Böyle de olsa, onları birleştiren ortak bir anlayışın varlığından söz etmek mümkün görünüyor: 'Batı saldırısı karşısında direnmemiz büyük bir ölüm-dirim anından ve bunun uyandırdığı son derece şiddetli hayat gerginliğinden ileri gelmektedir. Başarımızın sim, rakam, ölçü ve pozitif bilim değildir. Bunların yalnızca vasıta değeri vardır. Başarımızın sun, canlıların hayat mücadelelerindeki hakim güçleri olan içgüdülerden, 'hayat hamlesi' (élan vital)nden gelmektedir.'Bu inamştaki Dergahçı aydınlar için Millî Mücadele üe gelen mutlu sonun anlamı oldukça açıktır ve bir cümleyle özetlenebilir: 'Niceliğe karşı niteliğin,mekanizme karşı yaratıcı hamlenin zaferi'.
Dergah çevresinde toplanan aydınların çoğu -M.Şekip ve İ.Hakkı dışta tutulursa- Bergson felsefesinin yalnızca etkisinde kalmışlar; açıkçası O'nun birer 'temsilcisi' olmamışlardır. İlginçtir; M.Şekip'e Bergson'u vaktiyle tavsiye etmiş olan İ. Hakkı'nın (bile), 'pedagojiden geldiği ve küçük birtakım sosyal gruplarla ilişkisi olduğu için yazılarında sosyoloji etkisini silemediği' görülür.
Türkiye'de, Bergson felsefesini gerçekten sistemli bir şekilde dilimize aktarmış, benimsemiş ve bir yazarın çok yerinde bir ifadeyle belirttiği gibi, 'politika dışında kalması ve mizacı yüzünden bütün varlığıyla ona bağlanmış' bir felsefe adamı vardır: Mustafa Sekip Tunç. '
M. Sekip Tunç, ölene kadar Bergson felsefesine bağlı kalmış ve bütün yazılarında 'insan ruhunun belirlenmemiş olduğu'nu; onun 'bilinç-dışı' denen iç evrende tam bir hürriyet ve sürekli oluş halinde yaşadığı'nı dile getirmiş ve bunu tekrarlamıştır.Türkiye, ayrıca belirtilmeli, sözkonusu dönem (ve daha sonra) Bergson felsefesinin etkisini belirgin bir biçimde duymuş olan sanat ve edebiyat adamlarıda yetiştirmiştir: Tarihe ilgisinin temelinde yatan 'imdidad- süreklilik' fikriyle,
Milli Mücadele'yi konu alan nesirler toplamı 'Eğil Dağlar (İst, 1966) kitabıyla Yahya Kemal, 'Erenlerin Bağından' (İst, 1922) eseriyle Yakup Kadri, 'Piyale' adlı şiir kitabının (İst, 1926) başındaki 'Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar' yazısıyla Ahmet Haşim, 'Fehim Bey ve Biz' (İst,1941), 'Çamhcadaki Eniştemiz'(İst,1946) romanlanyla A.Şinasi Hisar, 'Yaşadığım Gibi' (1st. 1970), 'Beş Şehir (İst,1969), Mahur Beste' (İst, tarihsiz) kitaplarıyla A.Hamdi Tanpınar, Tohum' (1st, 1935), 'Bir Adam Yaratmak' (İst,1938) oyunlarıyla N.Fazd Kısakürek, 'Matmazel Noralyamn Koltuğu' (İst,1949), 'Yainıziz'(İst,195I) romanlarıyla Peyami Safa, 'Sanat Felsefesi' (îst,1934), 'Estetik ve Ana Sorunları'(İst, 1979) eserleriyle S.Kemal Yetkin... bu konuda örnek verebilecek isimlerdir.
Bunların adı geçen eserlerini okuyupta şu ya da bu derecede bir Bergson etkisi hissetmemek, dahası görmemek mümkün değildir.Bir noktaya daha değinmekte yarar var: Bergson felsefesinin etkisi, ona,sadece tanıtma (ve çözümleme) amaayla yaklaşan iki isimde de hayli açıktır:Ziya Somar ve Nurettin Topçu. İlkinin eseri 1939,diğerininki 1968 tarihini taşıyor.
Günümüz Türkiye'sinde, kuşkusuz yaşayan bir Bergsonculuk olduğunu söylemek imkanı yoktur. Bergson felsefesi, görüldüğü gibi, ülkemiz tarihinin bir döneminde -tam bir okul özelliği taşımamakla birlikte- epey etkili olmuş bir felsefe olarak yerini almış bulunuyor.
GİRİŞ
XX. yüzyıl başlarının Türkiye'si -anlaşılır nedenlerle- dikkate değer ölçüde bir felsefe akımının, intuitionisme (sezgjcilik)in etkisine sahne olmuştur.Bu akımın, Türkiye'de ilgiden (de) ötede bir bağlanış konusu olmasının nedenleri ve örneklerine açıklık getirmeden önce, onun- özetle de olsa- ne olduğu'nu tasvirî (descriptif) bir yöntemle ortaya koymak gerekiyor.
BERGSON FELSEFESİ
Bergson felsefesi, XX. yüzyıl Bau felsefesi içinde irrasyonalist akımın, bir başka deyimle anti-intellectualist eğilimin en ileri örneği, daha doğrusu zirvesi durumundadır.
O'nun felsefesi, zihnin hakikati araştırmada yeteneksiz olduğunu söyleyen Kant kritisizmine, 'hakikat' denen şeyi aslında 'duyumlarla tanınabilen olaylardan ibaret sayan Comte pozitivizmine, bütün zihinsel olguları duyumlara, onlan da harekete indirgeyen Taine'nin intellektualizmine, 'yaratıcılık fikri'nin hakim rol oynamadığı Darwin ve Spencer'in mekanik evrimciliğine karşı bir tepki özelliği taşır.
Kuşkusuz, Bergson, belirtilen bu yaklaşımları sorgularken; yanlışlıklarını öne sürerken iki önemli faktörün (de) etkisi alandadır:. Ülkesi Fransa'nın I.Büyük Savaş dönemi ve sonrasındaki özel şartlan, bir; Lachelier, Boutroux ve M.de Biran'ın çabalarıyla hayli gelişmiş bulunan spritualist (ruhçu) gelenek, iki; Bergson, hem döneminin hakim düşüncelerini hem de etkilendiği kaynakları irdelerken şu üç sorunun cevabım arar: Hakikat nedir? O nasıl tanınabilir? Metafizik mümkün müdür?
O'na göre, insan bilincinin 'doğrudan doğruya' verdiği mutlak bir realite-hakikat vardır: Süre (durée) . 'İç deney' süre'nin varlığım öylesine apaçık verir ki, ondan kuşku duymak mümkün olmaz. Geleneksel felsefede cevher'le kastedilen şey neyse, süre'yle de burada anlatılmak istenen aynı şeydir.
Hayat, aslında süre'den ibarettir; aralıksız bir oluştur. Zekayı kullanan bilimle hayatın bilgisine ulaşmak imkanı yoktur. Çünkü zeka (intelligence), yalnız dış evrenin-maddenin bilgisini verir. Bunu yaparken, onu unsurlarına ayırır; bozar ve değiştirir. Oysa süre (hayat), parçalanamayacak bir bütünlüktür. Zeka, olsa olsa 'sûrenin hayaleti üzerinde iş görebilir' .
Bu noktada, Bergson felsefesinin en temel kavramı karşımıza çıkıyor:Süre'nin sezgisi (intution de la durée). Süre'nin varlığını-bilgisini, insan, ancak ve ancak sezgi'yle kavrar- edinir. Süre'nin sezgisi, yalnız 'zihinsel bir sempati" ile gerçekleşir.Süre, yaşanan 'gerçek zaman'dır, bir başka anlatımla bir oluş'tur. Yani, fiziğin sinematografik yöntemle ifade ettiği zaman'dan farklıdır; kelimenin tam anlamıyla 'yaratıcı bir zaman'dır. Bu yüzden, ancak sezgi ile tanınabilir.Sezgi, öyle anlaşılıyor ki, içgüdü (instinct)'den doğmuştur. Meydana gelmeden önce içgüdü ve zeka, 'hayat hamlesi (élan vital)'nin belirip gelişmesi sürecinde ayrılarak ortaya çıkmış bulunan birer yetidir.
İçgüdü ile zekanın arasındaki fark, 'bir şiddet ve derece farkı' değil, bir mahiyet farkıdır. İçgüdü de zeka gibi alet yapar. Ancak, onun yapıcılığı ile zekanın yapıcılığı aynı şey değildir. Daha doğrusu, 'İçgüdü, ihtiyaca göre hazırlanmış bir aleti eli altında hazır bulur. Ödevini şaşılacak bir mükemmellikle yapar. Buna karşılık yapısı değişmez. Zekanın yaptığı ise, aksine çaba ile kazanılan ve daima zahmetle kullanılan kusurlu bir alettir. Bu, içgüdünün doğal aletinden daha aşağıdır.
Sezgi, Bergson'a göre, 'içgüdünün hayati çıkarlardan sıyrılarak, kendi kendisinin farkına varması'yla meydana gelir. 'Zekanın yapamadığını yapabilecek bir yeti' özelliği taşır." O, herşeyden önce, 'iç süre' ile ilgilidir. 'Üstüste gelmiş olmayan bir devamlılığı, içten olup biten bir gelişmeyi, geçmişin geleceğe bindiren şimdiki aralıksız ve eksiksiz sürüp gidişini sezip kavrar. Bu, bir bakıma,'zihnin doğrudan doğruya görülmesi'; sezgi ile zekanın birbirinden ayrılması halidir.
Bergson, sezgiyi felsefesinin yöntemi olarak kabul etmekle, metafiziğin mümkün (hatta gerekli) olduğu sonucuna varıyor.O'nun, bu çerçevede sözünü ettiği 'ikinci bilgi türü', 'yeni bilimin telkin ettiği' bir felsefe, bir metafizik, açıkçası bir 'hayat metafiziğı'dir. Tekrarlamak gerekirse, hayatın yaratıcı evrimini bilim anlamaz. Çünkü bilimi yapan zekadır.Sözkonusu metafiziği yapacak olan ise sezgidir.
Yanlış anlaşılmamalı, Bergson, kuşkusuz, bilimin farkında olan bir düşünürdür. O, yalnız bir farkı vurgular; bir yerde 'fizik bilginin' der; 'olacağı önceden bildirmek, bir dereceye kadar da olaylara hakim olmak gibi birtakım meziyetleri vardır. Fakat bunlara karşılık akıcı oluşu ve realiteden ancak geçici,rastgele durgunlukları, daha doğrusu sadece zihnimizin aldığı görünüşleri zaptetmesi gibi hususlar vardır. Bilginin ikinci türü ise, pratik bakımdan faydası olmayacak, tabiata hakim olmamıza yaramayacak, hatta zekanın bazı eğilimlerine engel olacak; fakat muvaffak olursa realitenin (sürenin) kendisini kesin olarak kucaklıyacaktır.'
Hemen her büyük düşünür gibi, Bergson da 'felsefesini tamamlamak', yani ahlak ve din konusunda ne düşündüğünü ortaya koymak ihtiyacım duymuş, bunu gerçekleştirmiş bir insandır.Bergson'a göre, ahlak ve dini ne kurmak ne de açıklamak için zeka 'yeterli bir araç' değildir. O, bu noktada tam sezgiye (de) dayanmaz; en önemli eseri olan 'Yaratıcı Evrim'deki birtakım kanıtlan adeta ödünç alır. Özellikle,hayvan düzeyinde varolan evrimin 'iki hattı'na; böceklerde içgüdüye ve insanda zekaya ulaşan evrime dikkat çeker: Hayvan topluluğunda içgüdü, insan toplumunda alışkanlık vardır.
İçgüdü, nasıl 'birincisinin zarureti' ise, alışkanlık da 'ikincisinin zarureti'dir.Bu teme! üzerinde, Bergson, iki toplum, iki ahlak ve iki dinden söz eder:Kapalı toplum, Açık toplum, 'Kapalı ahlak, Açık ahlak, Statik din ve Dinamik din.
'Kapalı toplum', statiktir; bazı bireyleri içine alır, bazılarım dışta bırakır.Burada, yakınlar, hemşehriler ve vatandaşlar sevilir. Oysa 'Açık toplum', dinamiktir; içinde 'açık ruhlu, insanlar, dolayısıyla 'insanlık aşkı' vardır. İkisi arasında bir derece farkı değil, bir mahiyet farkı bulunur. Örneğin,akraba sevgisinden insanlık sevgisine geçilemez. Birincisinde ahlak 'gayri şahsi formüller'le,ikincisinde ise, büyük şahsiyetlerin davranışlarıyla ifade edilir.
Bergson, dini, 'düşüncenin kökü içgüdüden gelen masal uydurma fonksiyonu (fabulation)'na bağlayarak açıklar: 'Zeka' der; 'bireyi toplumdan ayırdıkça ve bazı noktalarda toplumsal bağı kırmak için direndikçe tabiat-toplum varlığını sürdürmek zorunda olduğu için- zekanın bu dağıtıcı, kına kuvvetine karşı bir tepki gösterir.' Giderek, masallar, efsaneler, inançlar ve tasavvurlar doğar.
O, belirtildiği gibi, bize, Statik din ve Dinamik din diye iki din sunar.'Statue din', bütün şekilleriyle 'zeka-altı' bir dindir; 'kapah toplum'ca yaşatılır ve sürdürülür. 'Dinamik din'ise 'zeka-üstü'dür; 'açık toplum'da varolur. Bireyi toplumdan ayırır, insanlığa bağlar. Bütün mistikler, insana bu bağlanışın örneğini verirler.
Çağımızın temel sorunları, Bergson'a göre, 'insanlığın bedeni olan machinisme'in ölçüsüz derecede artması, fakat ruhun olduğu gibi kalmasından ileri gelmektedir. Kuşkusuz, 'demokrasinin kapah toplumu aşması', 'hürriyet ve eşitlik fikrinin yaratıcı rolü'nün belirmesi, 'barış fikrinin açık topluma yol açar gibi' olması diye özetlenebilecek birtakım gelişmeler vardır. Ancak, varolan sorunların çözümü, son tahlilde 'mekaniği mistik ile tamamlamak, mekaniğin yere doğru eğdiği insanlığın başım tekrar yükseltmek ve göğe doğru baktırmakla mümkündür.'
BATIDA BERGSON FELSEFESİNİN ETKİSİ:
XX. yüzyıl Batı felsefesi içinde behren anti-entellektüaüst isimlerde, önemli ölçüde Bergson etkisi görülür. E.le Roy, J.Chevalier, M.Blondel, Whitehead, M. Heidegger, M.de Unumuno, W.James, E.Husserl ve M.Scheier bu isimlerin başında yer alır.O'nun etkisi, salt düşünürler dünyasıyla sınırlı kalmamış; sanatta (ör; futurisme ve impressionisme) ve edebiyatta (ör; M.Proust romanı) da uzun süre varlığını devam ettirmiştir.
ÜLKEMİZ VE BERGSON FELSEFESİ:
Bergson felsefesinin belirginlik kazandığı yılların Türkiye'si, kelimenin tam anlamıyla ölüm-kalım mücadelesi veren bir ülke özelliği taşıyor: İmparatorluğun yıkılışı, fakirlik, içerden ve dışardan kuşatılmışlık ve buna karşı yeterli savunma araçlarından yoksunluk...
Anadolu'da Bergson felsefesine karşı yoğun ilgi, işte bu olumsuzluklar izinde başlayıp gelişiyor. Bir yazar, bu duruma işaret ederek, 'ruhlarda' diyor ve ekliyor; 'yeni bir kurtuluşun dikilip kendini yeniden yaratmanın kuvvet ve hararetini verecek bir felsefeye ihtiyaç vardı. İşte bu buhran devrindedir ki,Bergson felsefesi keşfedildi. Ve giderek 'Bergsonculuk' diye tanımlanan bir
hareket oluştu.
Kuşkusuz, Bergson da -başka bazı düşünürler gibi- vurgulanan şartlarda,Türkiye'ye ilkin adıyla giriyor. Başlangıçta, O'ndan söz edenlerin başında A.Şuayp, M.Şemsettin, R.Tevfik, Hüseyinzâde ve Z.Gökalp geliyor.Türkiye'de, çok geçmeden, Bergson felsefesine ilgi duyan, onu benimseyen (ve savunan) bir hareket doğuyor: Dergâh Mecmuası (1921) ve çevresi.
Dergâh dergisinde, başta İ.Hakkı, M. Sekip ve M.Emin olmak üzere bir grup aydın sözkonusu felsefeye dayanarak tam bir anti-intellectualisme örneği ortaya koyuyor. Grup; bu çıkışı yaparken, kendi dışında etkisini sürdüren iki yaklaşımı -doğal olarak- reddediyor: Gökalp'in 'sosyolojik felsefesi', bir; mekanik evrimcilik, iki.
Dergâhta toplanan aydınların, başlangıçta varolan 'doğrultu birliğTni aynen (ve uzun süre) devam ettiremedikleri bir gerçektir. Böyle de olsa, onları birleştiren ortak bir anlayışın varlığından söz etmek mümkün görünüyor: 'Batı saldırısı karşısında direnmemiz büyük bir ölüm-dirim anından ve bunun uyandırdığı son derece şiddetli hayat gerginliğinden ileri gelmektedir. Başarımızın sim, rakam, ölçü ve pozitif bilim değildir. Bunların yalnızca vasıta değeri vardır. Başarımızın sun, canlıların hayat mücadelelerindeki hakim güçleri olan içgüdülerden, 'hayat hamlesi' (élan vital)nden gelmektedir.'Bu inamştaki Dergahçı aydınlar için Millî Mücadele üe gelen mutlu sonun anlamı oldukça açıktır ve bir cümleyle özetlenebilir: 'Niceliğe karşı niteliğin,mekanizme karşı yaratıcı hamlenin zaferi'.
Dergah çevresinde toplanan aydınların çoğu -M.Şekip ve İ.Hakkı dışta tutulursa- Bergson felsefesinin yalnızca etkisinde kalmışlar; açıkçası O'nun birer 'temsilcisi' olmamışlardır. İlginçtir; M.Şekip'e Bergson'u vaktiyle tavsiye etmiş olan İ. Hakkı'nın (bile), 'pedagojiden geldiği ve küçük birtakım sosyal gruplarla ilişkisi olduğu için yazılarında sosyoloji etkisini silemediği' görülür.
Türkiye'de, Bergson felsefesini gerçekten sistemli bir şekilde dilimize aktarmış, benimsemiş ve bir yazarın çok yerinde bir ifadeyle belirttiği gibi, 'politika dışında kalması ve mizacı yüzünden bütün varlığıyla ona bağlanmış' bir felsefe adamı vardır: Mustafa Sekip Tunç. '
M. Sekip Tunç, ölene kadar Bergson felsefesine bağlı kalmış ve bütün yazılarında 'insan ruhunun belirlenmemiş olduğu'nu; onun 'bilinç-dışı' denen iç evrende tam bir hürriyet ve sürekli oluş halinde yaşadığı'nı dile getirmiş ve bunu tekrarlamıştır.Türkiye, ayrıca belirtilmeli, sözkonusu dönem (ve daha sonra) Bergson felsefesinin etkisini belirgin bir biçimde duymuş olan sanat ve edebiyat adamlarıda yetiştirmiştir: Tarihe ilgisinin temelinde yatan 'imdidad- süreklilik' fikriyle,
Milli Mücadele'yi konu alan nesirler toplamı 'Eğil Dağlar (İst, 1966) kitabıyla Yahya Kemal, 'Erenlerin Bağından' (İst, 1922) eseriyle Yakup Kadri, 'Piyale' adlı şiir kitabının (İst, 1926) başındaki 'Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar' yazısıyla Ahmet Haşim, 'Fehim Bey ve Biz' (İst,1941), 'Çamhcadaki Eniştemiz'(İst,1946) romanlanyla A.Şinasi Hisar, 'Yaşadığım Gibi' (1st. 1970), 'Beş Şehir (İst,1969), Mahur Beste' (İst, tarihsiz) kitaplarıyla A.Hamdi Tanpınar, Tohum' (1st, 1935), 'Bir Adam Yaratmak' (İst,1938) oyunlarıyla N.Fazd Kısakürek, 'Matmazel Noralyamn Koltuğu' (İst,1949), 'Yainıziz'(İst,195I) romanlarıyla Peyami Safa, 'Sanat Felsefesi' (îst,1934), 'Estetik ve Ana Sorunları'(İst, 1979) eserleriyle S.Kemal Yetkin... bu konuda örnek verebilecek isimlerdir.
Bunların adı geçen eserlerini okuyupta şu ya da bu derecede bir Bergson etkisi hissetmemek, dahası görmemek mümkün değildir.Bir noktaya daha değinmekte yarar var: Bergson felsefesinin etkisi, ona,sadece tanıtma (ve çözümleme) amaayla yaklaşan iki isimde de hayli açıktır:Ziya Somar ve Nurettin Topçu. İlkinin eseri 1939,diğerininki 1968 tarihini taşıyor.
Günümüz Türkiye'sinde, kuşkusuz yaşayan bir Bergsonculuk olduğunu söylemek imkanı yoktur. Bergson felsefesi, görüldüğü gibi, ülkemiz tarihinin bir döneminde -tam bir okul özelliği taşımamakla birlikte- epey etkili olmuş bir felsefe olarak yerini almış bulunuyor.