BİLİM TARİHİ - ( devam )

Fakat bu temayı daha geniş bir bağlamda takdim eden ve onun dolaşımını
arttıran ilk adam Fransız filozofu Auguste Comte'du. Comte, bu fikri, Cours de
Philosophie Positive (1830-1842) adlı kitabında geliştirdi. Onun görüşleri,
186l'de başka bir Fransız filozofu Antoine Augustin Cournot tarafından tartışıldı;
fakat Comte'un fikirlerinin gerçek varisi ve bilim tarihinin ilk büyük öğretmeni
Paul Tannery (1843-1904) idi. 20'inci yüzyıl boyunca onun teşkil ettiği örnek,
önde gelen ülkelerde birçok bilgin tarafından takip edildi. Bilim tarihi, tamamen
kendi kanatlarıyla uçabilecek bir disiplin haline geldi, ama ona bütün zamanını
hasredebilen insanların sayısı hala çok azdı.

Bir kimse, bilimi kendi gelişim süreci içinde inceleyinceye kadar bilimsel fa-
aliyetlerin felsefi yönleri açığa çıkarılamayacağı için, filozofların bilim tarihiyle
bilhassa ilgilenmeleri gerektiğini tahmin edebilir. Bir fonksiyonu anlamak için,
sadece onu betimleyen yaydaki son noktaları dikkate almak yeterli değildir;
bütün yayı hesaba katmak gerekir. Diğer taraftan, bilim tarihçisi, bilimin felsefi
yönlerini anlamaksıztn işini memnun edici bir şekilde yapamayabilir. Birçok
bilim adamı, esasen felsefeden kaçınan bir mucit ve teknisyendi ama hiçbirisi
felsefi bir boşlukta büyümedi. Bütün bilginler, farkında olsun ya da olmasın,
zamanının dini ve felsefi yönelimlerinden etkilenir.

Bilim tarihçisinin kullandığı yöntemler, ister istemez diğer tarihçiler tarafından
kullanılan yöntemlere benzer, fakat diğer tarihçiler bilimsel hakikatlere ve ku-
ramlara müracaaat ederken, bilim tarihçileri, tamamen tarihsel olduğu kadar
bilimsel bir hazırlık döneminden de geçmelidirler. Yeterli bir bilimsel bilgiye
sahip olmaksızın bilimsel belgeleri anlamak ve değerlendirmek mümkün
değildir. Bilim tarihinin bütün güçlüğü, çifte eğitim zorunluluğundan kaynaklan-
maktadır. Bilimi bilmeyen tarihçiler ve tarihî yöntemler hakkında herhangi bir
fikri olmayan veya böyle yöntemlerin varlığından bile haberdar olmayan bilim
adamları tarafından çok hatalı incelemeler yapılmıştır.

Önemli olan nokta, şartların elverdiği ölçüde doğru olmaksızın herhangi bir
türden bilginin değersiz olacağıdır. Yöntemlerin uyuşmazlığı işte burada ortaya
çıkar. Fiziksel ölçümlere ilişkin bütün güçlüklerin tamamen farkında olan bir
fizikçi, bu güçlüklerin üstesinden en iyi şekilde geleceğine inanabilir, fakat aynı
adam, tarihsel güçlüklerin ve tarihsel dakikliğin ihtiyaç duyduğu şeylerin
farkında olmayabilir.

Bilgine benzeyen tarihçi mümkün olduğunca hatasız olmaya çalışmalıdır,
ama her durumun aynı derecede kesinliğe ihtiyaç göstermediğimde hatırlamalı-
dır. Örneğin bir nesnenin uzunluğu bildirilirken, birim ihtiyaca göre değiştirile-
bilir; mikronlarla, milimetrelerle, yardlarla veya millerle ifade edilebilir; aynı
şekilde zamanı ve bir hadisenin gününü, 21 Mart 1591 (Gregoryen) saat öğleden
önce 9-00 diyerek çok dakik bir biçimde vermek gerekebilir; diğer durumlarda,
1591 Mart'ı, 1591 veya "16'ıncı yüzyılın sonlarına doğru" demek yeterli olabilir.
Doğruluk dereceleri hatırı sayılır ölçüde değişik olmasına rağmen, bütün bu
ifadeler doğrudur. Koşulların gerektirdiğinden daha yüksek bir kesinlik derecesi
kullanmak bir nevi bilgiçliktir. Diğer taraftan, tarihçi herhangi bir konuyu
araştırırken, tarihleri ve diğer gerçekleri mümkün olduğu kadar büyük bir
dakiklikle kaydetmelidir; ters bir işlemin imkansız olduğu durumlarda.eğer
ihtiyaç duyulursa, hesaptaki dakikliği azaltmak yeterince kolay olacaktır.
Tarihsel yöntemler, fiziksel yöntemlerden genellikle daha az somut ve daha
çok narindir ve bu nedenle ayrıntılarıyla anlatılması daha zordur. Bu durum,
bilimin gelişimi ile meşgul olduğumuzda bile, tarihe konu olan şeyin insan ve
dolayısıyla kapris olduğu gerçeğiyle izah edilebilir. Bir bilim adamının tepkileri,
incelediği nesnelerin hallerinden çok daha fazla karmaşıktır. Eski ve orta
dönemleri veya Doğu bilimini araştırmak için gerekli olan yöntemler, şüphesiz,
modem hadiseleri açıklamak için ihtiyaç duyulanlardan daha güçtür. Kendi
lisanımızla anlatılan çağdaş olaylar söz konusu olduğunda, yeterince iyi bildiği-
miz geçmişi incelemek veya dilbilimsel güçlükleri hesaba katmak hemen hemen
hiç gerekmez. Diğer taraftan, bir kimse 9'uncu yüzyılda Bağdat'ta yazılmış Arapça
eserlerin ihtiva ettiği trigonometrik hususları değerlendirmeye çalışacağı zaman,
o yerin ve dönemin kültürünü hatırlayabiimesi, Arap dilini ve İslam dinini
anlayabilmesi vs. gerekir. Bu çalışma türü sadece tarihsel değil, aynı zamanda
dilbilimsel bir hüviyete de sahiptir. Bunun esası, dilbilimcilerin "metin tesisi"
olarak adlandırdıkları şeydir. Yani (bu durumda), birisi, el-Harczmî, Ilabaş el-
! lâsib ve el-Battânîgibi bilginler tarafından yazılmış olan şeyleri mümkün olduğu
kadar mükemmel bir şekilde belirlemeli ve (ya onlar tarafından yazılanlara veya
başkaları tarafından istinsah edilenlere bakarak) metinleri kesin bir şekilde lesis
etmelidir; ancak bunlar yapıldıktan sonra, bu yazarların trigonometriye ilişkin
düşünceleri emniyetle araştırılabilir. F.l-Battânî'nin bu ya da şu şekilde yazmış
olabileceğini varsaymak değersiz ve anlamsızdır.

Bir metnin tesisi, çok özel ve karmaşık bir eğitimi gerektirir. Dilbilimsel ve
tarihsel yöntemler, sadece kullanılrnaiarı esnasında elde edilecek şalisi tecrübe
vasıtasıyla öğrenilebilir ve bu öğrenme süreci hiçbir zaman bitmez.
Bilim tarihi yeni bir disiplin olduğu kadar bilim tarihi öğretimi de oldukça
yenidir. İlk kürsü 1892'de College de France'da kuruldu; fakat ehliyetsiz profe-
sörlerin tayini yüce maksadın gerçekleşmesini engelledi. Yazarın görüşüne göre,
60 sene sonra bugün, üniversite idarecileri, bu çalışmaların önemini, bunları,
lazım olan (ilmî, tarihi ve felsefi) eğitimle donatılmış ehil bilginlere emanet
 etmenin gerekliliğini, güç ve hala tecrübe safhasında olan böyle bir işin bütün
zamanı dolduran bir uğraş olması icap ettiğini takdir etmek zorundadırlar. Bilim
tarihi öğretimi, çoğu zaman, bir çeşit yan uğraş olarak, diğer bilim sahalarında
güzide bir mevkiye sahip olmakla birlikte bilim tarihi öğretiminde yeterli
olmayan kimselere emanet edilmiştir.

Bilim tarihi öğretimi, farklı yollardan olsa da, Londra, Paris, Frankfurt,
Moskova ve Ankara gibi muhtelif Avrupa ve Asya üniversitelerinde ve Harvard,
Wisconsin, Cornell, Yale, Johns Hopkins ve Brown gibi birkaç Amerikan
üniversitesinde oldukça iyi bir şekilde organize edilmiştir. Bu üniversitelerde, bu
çalışmaları doktora düzeyine kadar sürdürmek mümkündür. Profesyonel bilim
tarihçileri hala son derece azdır.

Comte, Tannery ve bu makalenin yazan tarafından tanımlandığı şekliyle bilim
tarihinin, esasen muayyen bir bilimin veya muayyen bir tekniğin tarihinden farklı
olduğuna dikkat edilmelidir, tikin teknoloji göz önüne alınacak olursa, onun
gelişiminin izahı, çok sayıda ekonomik ve sosyal araştırmayı gerektirir. İcatlar,
belirli ihtiyaçları karşılamak maksadıyla yapılır ve önemli olan her yeni icat, yeni
ihtiyaçlar yaratır ve diğer icatları içeren sonsuz bir zincire yol açar. Örneğin, ilk
buhar makinasının (motorunun) icadı, muazzam bir teknoloji kolunu yarattı.
Sadece bu motorlarla onların donanımları tedricen geliştirilmedi, fakat bunların
mevcudiyeti, trenler, vapurlar ve diğer pek çok makine gibi yeni teknik
değişimleri de akla getirdi. Teknolojinin herhangi bir dalının tarihçisi, patent
literatürüne, sınaî ve ticarî kolların her türüne ve hatta bilim tarihçisinin nadiren
ilgilendiği yasal meselelere aşina olmalıdır.

Diğer taraftan, bilim tarihçisi bilimin bütün branşlarını hesaba katmaya gayret
etmeli ve aralarındaki yoğun ve karmaşık ilişkileri dikkatle incelemelidir.
Gerçekte, onun esas amacı, bütün bilim ağacının, yani büyümesi köklerinde,
gövdesinde ve sonsuz sayıdaki dallan ile sürgünlerinde asla durmayan bir ağacın
gelişimini açıklamaktır. O, bir bilimin gelişiminin, diğer branşların gelişimini nasıl
etkilediğini izah etmelidir. Örneğin, mikroskopların ve teleskopların gelişimi,
fiziksel ve kimyasal problemlerin ve diğer teknik güçlüklerin çözümüne neden
olmuştur; daha iyi mikroskoplar doğa bilimlerinin gelişimini etkilemiş, daha iyi
teleskoplar astronomik gelişimi hızlandırmış ve atalarımızın evreninden sonsuz
derecede daha geniş bir evren (veya evrenler) tasarlamamıza olanak vermiştir.
Bilim tarihçisi, bilginler ve her türden bilgili insanlar için yazarken, okuyucu-
larının bilimsel bilgisinin oldukça karmaşık olan herhangi bir problemi anlamaya
kafi geleceğini asla varsayamaz, ve bu nedenle açıklamaları asla çok teknik
olmamalıdır. Kimya tarihçisi, okuyucusunun kimyasal incelikleri bilmesini
bekler; fakat bilim tarihçisi aynı beklentileri besleyemez; çünkü okuyucularının
çoğu kimyacılar değil, fakat hekimler veya fizikçiler, doğa bilimcileri, astronom-
lar veya matematikçiler ve filozoflar veya sosyologlardır.

Öyleyse bilim tarihi hakkında kaleme alınmış genel bir eser, tıp veya jeoloji
tarihi hakkındaki bir eserden daha az teknik olmalıdır; fakat bir tarafla kaybedi-
len, çok daha geniş olduğu için diğer tarafta kazanılır. Kimya tarihçisi daha çok
bir teknisyen, bilim tarihçisi ise daha çok bir hümanisttir; yani kelimenin tam
anlamıyla bir insanlık tarihçisidir.

Bilim tarihi, sonsuz karmaşıklıkta ve inanılmaz büyüklükte bir saha haline
geliyor; "Bu, onu incelemenin veya öğretmenin tek yoludur ve bundan ba.şka bir
yol yoktur" dernek çok gülünç olabilir. Bir çok yol, birçok görüş vardır; bunların
herbiri uygun ve yararlıdır; hiçbirisi diğerlerini dışarda bırakmaz. Bu görüşlerden
bazdan daha önce bildirilmişti. Bir milletin veya bir dönemin kültürünü mümkün
olduğu kadar mükemmel bir şekilde anlamak isteyen bir tarihçinin görüşü, sahip
olduğu bilginin kökenini ve gelişimini araştırabilen profesyonel bir bilim
adamının görüşü, büyük bilim adamları seçkin bir yazar olmadığı, olamadığı
veya olması gerekmediği için ya da bir nevi bilimsel zemine sahip olmak bir
yazarın elinde olmadığı için değerlendirmelerine bilimi dahil edebilen edebiyat
adamlarının görüşü, asli kaygısı bilim ile felsefe arasındaki karmaşık münasebet-
leri (birinin diğerini ne kadar etkilediğini) göstermek olan bir filozofun görüşü
gibi görüşler vardır. Bunlardan başka, daha dikkatli bir şekilde tetkik edilmeye
layık olan mantıksal, psikolojik ve sosyolojik olmak üzere en azından üç görüş
daha vardır.

Mantıkçılar, bilimsel gerçeklerin mantıksal dizilimini aydınlatmaya ve keşifçi-
lerin mantıksal bir yorumunu vermeye yönlendirilebilir. Keşiflerin kronolojik
sırası mantıksal sırasından çoğu kez oldukça farklı olduğu için, bunlar, araştır-
malarının sonuçları tarafından şaşırtılmaya mahkumdurlar. Sanatta olduğu gibi,
bilimde de "rüzgar dilediği yönden eser". Bazılarının bilimin mantığı olarak
adlandırdıkları şey, genellikle arada sırada işleyen ve geçmişe yönelik olan bir
şeydir ama yine de bunu ortaya çıkarmak yararlıdır. Keşifler her zaman mantıksal
bir sıraya uygun olarak yapılmaz-, fakat onları bu sıraya göre açıklamak için
yapılan zahmete değer ve bu teşebbüs işe yarar.

Yeterince mantıksal olan öğretim yöntemleri, keşif yöntemlerinin hemen
hemen tersidir. Söz gelimi inorganik kimya veya teorik mekanik gibi çok geniş
bir konumun öğretmeni, ilkin, gerçeğin yerine, çok daha sonra keşfedilmiş olsa
bile temel kavramları açıklamalıdır. Öğretmenler tarihi sırayla ilgilenmezler,
onların esas maksadı, mümkün olduğu kadar basit ve açık bir şekilde bilimi
açıklamaktır.

Diğer bir grup tarihçi ise, bilimsel faaliyetlerin şahsi yönleriyle ilgilidirler ve
şunlara benzer sorular sorarlar: Nasıl oldu da John Doe falan veya filan keşfi
yaptı? Bu akli veya hissî nedenlerle izah edilebilir mi? O, bir insan olarak diğer
bilginlerle veya diğer insanlarla nasıl mukayese edilebilir? Mizacı, işinden,
dinlenmesinden veya eğlenmesinden, başarısından veya başarısızlığından nasıl
etkilendi? Sosyal çevresi tarafından nasıl etkilendi ve sosyal çevresini nasıl
etkiledi? Kendisini nasıl ifade etti ve açığa vurdu veya neden açığa vurmakta
başarılı olamadı? Ruhunun özelliği neydi? Ondaki doğruluk, güzellik adalet ve
din sevgisi nereden nereye kadar gelişti? Çevresindeki dünyaya ilgisiz miydi,
sınırlı olan inceleme alanının dışında kalan her şeye karşı kör müydü? Sadece
psikologlar değil, fakat hümanistler de, bu sorularla sonsuz sayıdaki diğer
soruları cevaplandırmaya gayret gösterirler.

Bilim adamlarını teker teker incelemek ve onların faaliyetlerinin şahsî kökle-
rini bulmaya çalışmak yerine, bir kimse, onları bir sosyal grubun üyesi olarak
görebilir ve onlara yöneltilmiş olan sosyal baskıları araştirabilir. Resmi Sovyet
felsefesi olan "dialektik materyalizm"e (Doğu Avrupa'da söylendiği şekliyle
"diamat"a) göre bilim, şayet sosyal nedenlerle dışlanmamişsa her şeyden önce
sosyal ve ekonomik koşularla izah edilebilir. Bilim, bir sosyal boşlukta gelişme-
diği ve bilim adamlan, devletin veya işverenin pek çok şekilde istismar ettiği ve
hor gördüğü vatandaşlar olduğu için, bu tip açıklamalarda doğru bir taraf vardır.
Her bilim adamı, işini yapmak için bir parça yiyeceğe ve diğer konforlara ihtiyaç
duyar; eğer silah altına alınır ve savaşta ölürse, faaliyetleri sona erer; eğer bir
fizikçi veya bir astronom ise, fırsatları, kabul edilmiş olduğu laborafuvara {-
deneyevil veya gözlemevine bağlı olacak ve hürriyeti, idarecilerin ya da çalışma
arkadaşlarının iyi veya kötü niyetleri tarafından sınırlanacaktır. Ama hiç kimse,
onun ruhunu tamamen denetleyemez; engellenebilir veya dizginlenebilir, fakat
bilimsel düşünceleri, sosyal faktörler tarafından belirlenemez. Namuslu bilim
adamlan, sık sık maddi menfaatlarına zararlı olan faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Bilim tarihçileri, toplumun muhtelif sınıflarını ve müstesna insanların psikoloji-
sini anlamakta bize yardımcı olan bu tip uyuşmazlıkları mümkün olduğu kadar
dikkatli bir şekilde tasvir etmelidirler.

Toplumun bilim üstündeki ve bilimin toplum üstündeki tesirlerine ilişkin
meselelere tahsis edilmiş olan muazzam bir literatür "Bilim ve Toplum" genel
başlığı altında tasnif edilebilir Bu konuya mahsus kitapların çoğu, yazarın
/Toms'daki yazısında (s. 94-97) liste halinde verilmiştir; fakat bu liste eksiktir ve
her gün yeni kitaplar yayınlanmaktadır. Sosyologlar, bilim tarihindeki bu
problemlerle ve bunların sonsuz sayıdaki sonuçlarıyla ilgilenmeye teşvik edil-
mektedir.

Bilim tarihini öğrenmek için birçok kuramsal nedenin bulunduğu açıktır. Bir
bilim adamı, yaptığı işi aydınlığa kavuşturmak ve bundan aldığı hazzı arttırmak
için, bir filozof, bilimle felsefe arasında bağlantı kurmak ve sonraki değişikliklerin
hesabını vermek için, bir psikolog, insan aklının özelliklerini ve imkanlannuaraş-
tırmak için, bir sosyolog ise bilim adamlan ile onların ait oldukları sosyal gruplar
arasındaki bir çok münasebeti daha iyi anlamak için tarihi inceleyebilir.
Bir konuyu kuramsal nedenlerle inceleyen bir kimse galiba enderdir; çoğu
öğrenci yarara yönelik nedenlerle belli bir eğitime boyun eğer. Onlar, bir meslek
veya uğraşta kendilerini yeterli bir hale getirmek isterler. Konuya onların bakış
açısından bakıldığında, (sadece tarihsel araştırmalarla elde edilebilen türden bir
perspektife ihtiyacı olan bir kimsenin gereği gibi eğitilmesinde) bilim tarihi öğ-
renimi, bilim öğretmenlerinin eğitimini tamamlayacak ve kütüphanecilerin,
editörlerin, müze müdürlerinin, idarecilerin ve bilimsel uğraşlarla doğrudan veya
dolaylı olarak ilgilenen diğer kimselerin sahip olduğu gibi bilimötesi konumlara
sahip birçok öğrencinin vasıflarını iyileştireceklir.


KA YNAKÇA.

Prehistorik başlangıçlanndan günümüze değin bütün bilim tarihi-
ni kapsayan özenle hazırlanmış bir elkitabı yoktur. Diğer taraftan, aşağı yukan
tamamen bilimin belii bir branşıyla, bir dönemle, bir şahısla veya bir memleketle
ilgili sayısız kitap vardır. Bu labirentte en iyi rehber olan Horus, A Guide to the
History of ScienceCWahham, Mass, 1952) George Sarton tarafından hazırlanmıştır.
Bir cilde sığabilecek genişlikte genel bir bilim tarihi anlatımı Charles Singer'ın
Short History of Science to the Nineteenth Centur/sindc (19'uncu yüzyılın
ortalanna kadar) (Oxford 1941) ve Sir William C. Dampier'in History of Science'Mäa.
(4. Baskı, Cambridge, İng., 1949) bulunabilir.

Çok daha özenle haztrlanrnış anlatımlar ise, Lynn Thorndike'ın History of Magic
and ExperimentalScience'ı (l'inci yüzyıldan 16'ıncı yüzyala kada) (6 cilt, New York
 1923-1941), George Sarton'ın Introduction to the History of Science \ (Tlomeros -
tan l4üncü yüzyılın sonuna kadar) (5 kısım halinde 3 cilt, Baltimore 1927-1948),
George Sarton'ın History of Science'\ (prehistorik çağlardan MÖ. 4'üncü yüzyılın
sonuna kadar) (Cilt 1, Cambridge, Mass., 1952), Abraham Wolfin History of
Science, Technology and Philosophy in the Sixteentli and Seventeenth Centu-
ries'/ (yeni baskı, New York ve Londra 1951) ve aynı yazarın History of Science,
Technology and Philosopohy in the Eighteenth CenturybkWr (New York ve
Londra 1952).

Bilim 19'uncu ve 20'inci yüzyıllarda öyle farklı yönlerde, öyle inanılmaz boyut-
larda gelişti ki, onu kuşatmak hemen hemen imkansız bir hale geldi. Ludwig
Darmstaedter'in Handbuch zur Geschichte der Naturwissenschaft und der
Technik) (Berlin 1908) kronolojik sıraya göre düzenlenmiş bir keşifler lisîesidir;
M.Ö. 35OO'den 1799'a kadar geçen dönem 273 sayfadan ve ı800-1908 yıllan arasını
kapsayan dönem ise 800 sayfadan ibarettir. K. Lark-Horovitz ile Eleanor Carmicha-
elin Chronology of Scientific Development,(Washington, D.C., 1948)
çok kısa ama yararlıdır. Çağımız bilim tarihinin yazımına ilişkin güçlükler, George
Sarton tarafından "Remarks Concerning the History of Twentieth Century Science"da
tartıhşılmakîadır, Isis, 26, 53-62 (1936).
(1955)

1 Yorum

Adsız
4 Ocak 2009 14:27  

AKICI GÜZEL BİR DİLLE ÖZETLENMİŞ BİR ARAŞTIRMA.TEŞEKKÜRLER..

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP