DÜŞÜNÜR OLARAK CÂBİR BİN HAYYAN (...devam )
|
Akıl biliminin dallan ise şunlardır; dil bilimi anlam bilimi (ilm-i ma'ânî). Anlam bilimi, varlık, mahiyet, nitelik hakkındaki sorulara cevap arar. Bu da iki alt bölüme ayrılılr: Felsefe ; yani bu tabiat bilimlerini içine alır ve nedenselliğe bağlı olarak var olan gerçekliklerin bilimidir.
Diğeri ise ulûm-i ilâhiye (teoloji); yani metafizik hakikatların ilmidir: İlk sebep, evrensel akıl ve evrensel ruh ve benzeri realitelerle uğraşır.Şer'î bilimler de tefsir, hadis ve fıkıh olmak üzere üçe ayrılır. "Kitab'ul-Ma'rife" adlı eserinde belirttiğine göre dini emirler (ordres) nurlandırıcı levh-i mahfuz alemin-den akan bir evrensel bilgiye uygun olarak tabiat-üstü aydınlatıcı idrak şeklinden gelir.
Dinî olmayan bilgiler ise aksine "ilm"e, tekillerin bilgisine tekabül eder ve bu ilhamı elde etmeye doğru bir hazırlığı, yani ilk basamağı teşkil eder. Bu "ma'rife" (bilgi) nin aleti, akıl (intellect), yani beşerî ruh halinin (psychisme) en asil unsuru olup o da, evrensel akim ferdileşmiş hâlidir. O düşünen (intelligenit) bir organ, bilincin ve idealleştirmenin biricik ama tabiaten pasif olan merkezidir.
Zihin, iki yönden bilgileri alır:
1) Üstün alemlerden gelen verileri kabul ederek,
2) Ruhun duyu kaynaklı izlenimlerini özümleyerek.
Bu iki cihet insanın ruh dünyasını yani Nefsi meydana getirir ki o da Külli Ruh'un ferdileşmesi (cüzileşmesi) ile meydana gelir. Bu iki yön yani küllî ve ferdî akıl arasında bir ahenk vardır. Akü ile ruh arasındaki ilişkileri ise, beşeri çabanın esas yönelimi belirler.
Câbîr nazarında "zahir" (Fenomen) den doğan kanunlar, akıllara ve tabiî ruhlara tekabül eder. Ama "Batın" ilmi (iç dünyaya ait ilim), ilâhi âlemden kaynağını alır ve ona uyar.Şu halde Câbir'in bilgi teorisi, aydınlanmacı, sezgici, spekülatif bir temelin yanında, tecrübenin verilerini de ihmal etmemektedir: Üstün alemlerden kaynağım alan "mizanlar", aslnda zihin (intellect) tarafından doğrudan ve sezgici bir yolla kavranmaktadır. Duyulur tecrübe ise bir destek, bir doğrulama olarak zihne müdahale etmektedir.
Buraya kadar Câbir'in bilgi hakkındaki görüşlerini nakletmeye çalıştık. Bu cümleden olarak şimdi onun bilginin teşekkülü hakkındaki diğer bazı düşüncelerini belirtelim.
Câbir, çocuğun doğumundan bir müddet sonra öğretme yoluyla bilgi edindiği fikrini tam benimsemez. Bunun gibi, çocuğun, eşya ile ilk karşlaştığı zaman kendiliğinden yaratıcı olduğu fikrini de tam benimsemez. Ona göre çocuk, bedahete (apaçıklığa) "Bizim" dediği zaman ulaşır. Yani bu, Câbir için bir şuur halidir. O, bedahetten nefste bulunan şeyi anlamaktadır. Dolayısıyla o, çocuğun tecrübeden önce zorunlu olarak bilmesini kabul etmemektedir.
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, bu hal, tecrübelerin işe karışması veya destek için müdahale etmesidir. Câbir'in bu konuda, Lebniz gibi empirizm ve rasyonalizm karışımı bir elektizme taraftar olduğu anlaşılmaktadır. Câbir, ilk Yunan filozoflarından ve bilginlerinden sık sık bahsettiğine göre, onların fikirlerini yakından tanımaktadır. Onun,bu durumda ilkçağdaki çeşitli görüşlerden daha çok Aristo'nun bilgi anlayışının tesirinde kaldığı söylenebilir.
Bilgi insanda nasıl teşekkül eder. İlk varlıklar hakkındaki bilgi tecrübe ile elde edilince ondan diğer varlıklar hakkındaki bilgilere ulaşılır. Burada istidlal (Akıl yürütme) ve ıstinbat (Hüküm çıkarma) yolları kullanılır. Bu bilgi edinme yolu görünenden görünmeyene doğaı takip edilen bir yoldur.
Burada üç usûl kullanılır:
l)Mücanese (Analoji)
2)Mecra'1-Adet (Alışkanlık ve gelenek)
3)el-Asar (sebeb-sonuç ilişkisi) eserlerin incelenmesi:
1) Mücanese: Bir kimse, bir şeyi görüp ve onun hakkında bir hüküm çıkardıktan
sonra: o şeyin bütünü veya başka bir şeyin buna benzediği sonucunu muhakeme yoluyla çıkarmasıdır. Câbir'e göre. böyle bir muhakeme, doğru (güvenilir) değildir. Câbir bu
noktada, manihezmin âlemdeki her şeyi karanlık ve aydınlık ile izah ederek bunu ale-
min dışına da yaymasının yanlışlığına işaret eder. Ona göre böyle bir akıl yürütmeden
külli bir hüküm çıkarılamaz.
2)Mccra'l-Âdel: Alışkanlık yoluyla da zarurî ve isbatî (Burhanı) bilgiye ulaşılamaz. Bu yoldan belki iknai bilgiye varılabilir. Sofistlerin yolu bu idi. Halk da günlük hayatta bu yolu kullanır.Câbir, bu metod ile kesin isbatlı bilginin doğacağını zanneden gurupları eleştirmiştir. Bunların başında dehriler (İslâm dünyasında ortaya çıkan materyalistler) gelmektedir.
3) el-Asar: Eserleri inceleyerek görülenlerden görülmeyenlere yükselmek yolu.
Câbir'e göre en emin yoldur.
Câbir, burada dehrîlerin yaratılışı inkâr etmelerinin sebebi, hiç kimsenin, evrenin başlangıcını görmemiş olmasıdır. Eğer dehrîlere. evrenin meydana gelmesinden uzun bir zaman (Dehr) sonra, diğer varlıkların yaratılışının meydana gelmesini niçin inkâr etmiyorsunuz diye sorulsa; yahut onlara inşa edilen bir şehir misâli verilse; dehrîler,bunlarn öncesiz olduğunu (kadim olduğunu) isbat edebilmek için kullandıkları illet(sebep-sonuç delili)e dayanarak kanıtlamaya çalışırlar. Onlar şöyle derler: Başlangıcını göremediğimiz şehrin yapıldığını biliyorsak, bunun örneklerini benzerlerinin yapılışını görmüş olmamızdır; halbuki âlemin kuruluşuna benzer bir örnek göremedik.
Bu durumda onlara şöyle cevap verilmelidir:
Bu, aynen, bizim söylediğimizde de vardır. Biz. âlemin oluşunu gördüğümüz Örneklerine bakarak istidlal yoluyla çıkarırız. Alem yaratılmışsa. bunun bir benzerini görmemekle beraber, gördüklerimizden yola çıkarak göremediğimiz varlıkların mevcudiyetini çıkarabiliriz. Onları inkara hacet yoktur.
Görüldüğü gibi Câbir. sebep-netice münasebetine dayanan akıl yürütme ile bilgi elde etmeyi daha emin bir yol olarak görmektedir. Halbuki, daha önce görünenden görünmeyenin çıkarılmasında Kelâmcıları tenkit etmişti.
Câbir "Nûr" ve "Zulmet" kavramlarını sisteminde kullanmakla beraber ikinci (dualist) bir anlayışa karşıdır, Maniheizmi de bu yüzden tenkit etmiştir. Bu tenkidi hem varlık, hem de bilgi anlayışı açısından yürütmektedir:
Varlık anlayışı (ontoloji) açısından ikiciliğin yanlışlığını şöyle ortaya koymaktadır.
l)Birbirine zıd sonlu şekilleri olan iki varlıktaki sayı sınırlıdır, her mahdut (sınırlı) sonludur. Her sonlunun sonu. diğerine ulaşır. Dolayısıyla ilkeler çoktur ve ikilik yanlıştır.
2) Eğer zıd iki varlığın, sonlu şekilleri yoksa, o halde tek şekilleri vardır ki bu durumda ikilik yanlıştır.
3) Birisi sonlu şekle sahip olup. diğeri değilse biri sınırlıdır, diğeri değildir. Bu takdirde ikiliğin yanlışlığı yine ortadadır.
4) Eğer iki varlık sonlu ise sınırlıdır ve sınırlı ise onları sınırlayan şey cisimdir,yahut yokluktur. Bundan dolayı ikiciliğin yanlış olduğu açıktır.
Câbir bilgi anlayışı (Epistemoloji) açısından da dualizme şu tenkitleri yöneltmektedir:
İki zıd varlıktan
1) Her biri kendi zatını bilir, ötekinin zatını bilmez.
2) Yahut kendi zatını bilmez.
3) Yahut birisi kendi zatını bilir, ötekisi kendi zatını bilmez.
4) Yahut da onlardan herbiri zatını bilir veya bilmez.
Bu durumda
a) Onlardan her birisinin bilgisi, zatını kuşatırsa onlar sonludur. Çünkü bilgi onları kuşatmakta yani kendilerini bilmektedir. Eğer sonlu iseler cisim olup sınırlıdırlar ve onları kuşatan şey de ya cisimdir yahut yokluktur. Bunlar ise ikiden, çok fazla olduğu için, ikicilik yanlıştır.
b) Eğer bilgileri zatlarını kuşatmıyorsa, kendileirni biliniyorlarsa, sonsuz olmaları imkânsızdır. Sonsuz olsalardı, sınırları olmayacaktı. Sınırsız olan şeyin hareketi yoktur. Dolayısıyla sonlu ve sınırlı olup. kendilerini sınırlayan bir çok varlık vardır.Öyleyse ikicilik yanlıştır.
Son olarak Câbir'in atom hakkındaki düşüncesini nakledeceğiz. O. asırlarca önce atomdaki büyük gücün farkına varmş ve onun parçalanabileceğim söylemiştir. O zamanki Harran Üniversitesinin başında olan Tûslu bilgin Câbir İbn Havyan (Havyan oğlu Câbir) öğrencilerine şöyle demiştir.
"Madde yoğun enerjidir. Bu yüzden Yunan fizikçilerinin maddenin bolüne bolüne bölünüp parçalanamaz en küçük bir parçayla son bulduğuna ve kitlenin bu sayısız parçalanmalardan meydana geldiğine dair iddiaları yanlıştır. Onların Cüz'in lâ yetecazza (parçalanamaz en küçük parça, atom) adını verdikleri bu nesne parçalanabilir ve bundan enerji (kudret) hasıl olur. Bu öyle bir kudrettir ki benzetmek gibi olmasın ama Allah kudreti gibidir ve bir habbeciğin (taneciğin) bir şekilde parçalanması -Allah saklasın- Bağdat gibi bir şehri yok edebilir." (M.Sertoğlu. Tarihten Sohbetler, An- kara 1994, s. 19).
Görüldüğü gibi Câbir, sadece bir bilgin değil, ihataâ derinliği olan ufuklu ve sistemli düşünen bir filozoftur da. Biz burada onun düşünce sistemini biraz tanıtmaya çalıştık. Devrindeki ve kendisinden önceki bütün bilimsel ve fikrî akımları, bilgin filozofları yakından tanıdığı kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. Böyle bir kimseyi Şiiler,İsmaililer kendilerine mal ettikleri gibi. batılı araştırıcılar bu hususta onlarla yarışmaktadırlar. Halbuki şu kısa izahattan da anlaşılacağı üzere. Câbir'in âlemin yaratılmış olduğu fikri, batınîliğin bu husustaki görünüşüne uygun düşünmemektedir.
Bu bakımdan merhum H. Ziya Ülken'in de işaret ettiği gibi. onu batıni göstermek, doğru değildir. Aslında eserlerinin hangisinin hakiki, hangisinin ona izafe edildiği hususunda çok araştırma yapılması gerekir. Câbir "Kitab'ul-Havass'il-Kebîr" adlı eserinde Bernekî ailesiyle yakınlıgını gösteren vakalar anlatmaktadır. "Kitab'ul Râhip"de ise, kendisinin Halid bin Yezîd devrine yetiştiğini söylüyor. Bermekîler Abbasiler devrine ait olduğuna göre. bu rivayetlerden Abbasîler devrine ait olanı doğru, Emevîler dönemine ait olanı uydurma olması gerekir. İbn Haldun da bu çelişkiyi görmüştür.Öyleyse sekizinci aşırın sonlarını ve dokuzuncu asrın başlarını yaşamış olduğu anlaşılan Câbir, başka bir efsanevî şahsiyetle karıştırılmış olabilir.
Son olarak şunu belirtelim:
Câbir İbn Hayvan, üzerinde önemle durulması ve onun fikir sisteminin çeşitli yönleri üzerinde etraflı araştırmalar yaplması lâzım gelen bir şahsiyettir. Burada bir sitemde bulunarak sözlerime son vermek istiyorum:
Tübitak yayınlan arasında çıkan Prof. Dr. Cemal Yıldırım'a ait "Bilimin Öncüleri" adlı kitabına bakanlar, Arşimed'den başlayarak bütün batılı bilim adamlarını ele almış; ama İslâm dünyasından bir tanesine bile yer vermemiş olduğunu hayretle görebilirler. Yaşadıklar döneme "Câbir Asrı", "İbn Heysem Asrı", "Birunî asr" gibi isimler verdikten ve Batı'daki bilimsel ve fikrî faaliyetleri derinden etkileyen bu gibi bilgilerin dünya bilmine hiç mi katkıları olmamıştır? Batılı araştırıcılar bizim Batı hayranlarndan daha insaflı galiba!
Kaynak:
- Lory, Piere; Alchemie et Mystique Eu terre D'İslâm Edition vcrdier, 1989.
- Kraus, Paul; Jâbir İbn Hayvan, Ed. Les Relies, Lettres, Paris, 1986.
- Ülken. Hilmi Ziya; İslâm Felsefesi Tarihi. İst. Üniv. Ed. Fak. Yay. İstanbul.
1957.
Diğeri ise ulûm-i ilâhiye (teoloji); yani metafizik hakikatların ilmidir: İlk sebep, evrensel akıl ve evrensel ruh ve benzeri realitelerle uğraşır.Şer'î bilimler de tefsir, hadis ve fıkıh olmak üzere üçe ayrılır. "Kitab'ul-Ma'rife" adlı eserinde belirttiğine göre dini emirler (ordres) nurlandırıcı levh-i mahfuz alemin-den akan bir evrensel bilgiye uygun olarak tabiat-üstü aydınlatıcı idrak şeklinden gelir.
Dinî olmayan bilgiler ise aksine "ilm"e, tekillerin bilgisine tekabül eder ve bu ilhamı elde etmeye doğru bir hazırlığı, yani ilk basamağı teşkil eder. Bu "ma'rife" (bilgi) nin aleti, akıl (intellect), yani beşerî ruh halinin (psychisme) en asil unsuru olup o da, evrensel akim ferdileşmiş hâlidir. O düşünen (intelligenit) bir organ, bilincin ve idealleştirmenin biricik ama tabiaten pasif olan merkezidir.
Zihin, iki yönden bilgileri alır:
1) Üstün alemlerden gelen verileri kabul ederek,
2) Ruhun duyu kaynaklı izlenimlerini özümleyerek.
Bu iki cihet insanın ruh dünyasını yani Nefsi meydana getirir ki o da Külli Ruh'un ferdileşmesi (cüzileşmesi) ile meydana gelir. Bu iki yön yani küllî ve ferdî akıl arasında bir ahenk vardır. Akü ile ruh arasındaki ilişkileri ise, beşeri çabanın esas yönelimi belirler.
Câbîr nazarında "zahir" (Fenomen) den doğan kanunlar, akıllara ve tabiî ruhlara tekabül eder. Ama "Batın" ilmi (iç dünyaya ait ilim), ilâhi âlemden kaynağını alır ve ona uyar.Şu halde Câbir'in bilgi teorisi, aydınlanmacı, sezgici, spekülatif bir temelin yanında, tecrübenin verilerini de ihmal etmemektedir: Üstün alemlerden kaynağım alan "mizanlar", aslnda zihin (intellect) tarafından doğrudan ve sezgici bir yolla kavranmaktadır. Duyulur tecrübe ise bir destek, bir doğrulama olarak zihne müdahale etmektedir.
Buraya kadar Câbir'in bilgi hakkındaki görüşlerini nakletmeye çalıştık. Bu cümleden olarak şimdi onun bilginin teşekkülü hakkındaki diğer bazı düşüncelerini belirtelim.
Câbir, çocuğun doğumundan bir müddet sonra öğretme yoluyla bilgi edindiği fikrini tam benimsemez. Bunun gibi, çocuğun, eşya ile ilk karşlaştığı zaman kendiliğinden yaratıcı olduğu fikrini de tam benimsemez. Ona göre çocuk, bedahete (apaçıklığa) "Bizim" dediği zaman ulaşır. Yani bu, Câbir için bir şuur halidir. O, bedahetten nefste bulunan şeyi anlamaktadır. Dolayısıyla o, çocuğun tecrübeden önce zorunlu olarak bilmesini kabul etmemektedir.
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, bu hal, tecrübelerin işe karışması veya destek için müdahale etmesidir. Câbir'in bu konuda, Lebniz gibi empirizm ve rasyonalizm karışımı bir elektizme taraftar olduğu anlaşılmaktadır. Câbir, ilk Yunan filozoflarından ve bilginlerinden sık sık bahsettiğine göre, onların fikirlerini yakından tanımaktadır. Onun,bu durumda ilkçağdaki çeşitli görüşlerden daha çok Aristo'nun bilgi anlayışının tesirinde kaldığı söylenebilir.
Bilgi insanda nasıl teşekkül eder. İlk varlıklar hakkındaki bilgi tecrübe ile elde edilince ondan diğer varlıklar hakkındaki bilgilere ulaşılır. Burada istidlal (Akıl yürütme) ve ıstinbat (Hüküm çıkarma) yolları kullanılır. Bu bilgi edinme yolu görünenden görünmeyene doğaı takip edilen bir yoldur.
Burada üç usûl kullanılır:
l)Mücanese (Analoji)
2)Mecra'1-Adet (Alışkanlık ve gelenek)
3)el-Asar (sebeb-sonuç ilişkisi) eserlerin incelenmesi:
1) Mücanese: Bir kimse, bir şeyi görüp ve onun hakkında bir hüküm çıkardıktan
sonra: o şeyin bütünü veya başka bir şeyin buna benzediği sonucunu muhakeme yoluyla çıkarmasıdır. Câbir'e göre. böyle bir muhakeme, doğru (güvenilir) değildir. Câbir bu
noktada, manihezmin âlemdeki her şeyi karanlık ve aydınlık ile izah ederek bunu ale-
min dışına da yaymasının yanlışlığına işaret eder. Ona göre böyle bir akıl yürütmeden
külli bir hüküm çıkarılamaz.
2)Mccra'l-Âdel: Alışkanlık yoluyla da zarurî ve isbatî (Burhanı) bilgiye ulaşılamaz. Bu yoldan belki iknai bilgiye varılabilir. Sofistlerin yolu bu idi. Halk da günlük hayatta bu yolu kullanır.Câbir, bu metod ile kesin isbatlı bilginin doğacağını zanneden gurupları eleştirmiştir. Bunların başında dehriler (İslâm dünyasında ortaya çıkan materyalistler) gelmektedir.
3) el-Asar: Eserleri inceleyerek görülenlerden görülmeyenlere yükselmek yolu.
Câbir'e göre en emin yoldur.
Câbir, burada dehrîlerin yaratılışı inkâr etmelerinin sebebi, hiç kimsenin, evrenin başlangıcını görmemiş olmasıdır. Eğer dehrîlere. evrenin meydana gelmesinden uzun bir zaman (Dehr) sonra, diğer varlıkların yaratılışının meydana gelmesini niçin inkâr etmiyorsunuz diye sorulsa; yahut onlara inşa edilen bir şehir misâli verilse; dehrîler,bunlarn öncesiz olduğunu (kadim olduğunu) isbat edebilmek için kullandıkları illet(sebep-sonuç delili)e dayanarak kanıtlamaya çalışırlar. Onlar şöyle derler: Başlangıcını göremediğimiz şehrin yapıldığını biliyorsak, bunun örneklerini benzerlerinin yapılışını görmüş olmamızdır; halbuki âlemin kuruluşuna benzer bir örnek göremedik.
Bu durumda onlara şöyle cevap verilmelidir:
Bu, aynen, bizim söylediğimizde de vardır. Biz. âlemin oluşunu gördüğümüz Örneklerine bakarak istidlal yoluyla çıkarırız. Alem yaratılmışsa. bunun bir benzerini görmemekle beraber, gördüklerimizden yola çıkarak göremediğimiz varlıkların mevcudiyetini çıkarabiliriz. Onları inkara hacet yoktur.
Görüldüğü gibi Câbir. sebep-netice münasebetine dayanan akıl yürütme ile bilgi elde etmeyi daha emin bir yol olarak görmektedir. Halbuki, daha önce görünenden görünmeyenin çıkarılmasında Kelâmcıları tenkit etmişti.
Câbir "Nûr" ve "Zulmet" kavramlarını sisteminde kullanmakla beraber ikinci (dualist) bir anlayışa karşıdır, Maniheizmi de bu yüzden tenkit etmiştir. Bu tenkidi hem varlık, hem de bilgi anlayışı açısından yürütmektedir:
Varlık anlayışı (ontoloji) açısından ikiciliğin yanlışlığını şöyle ortaya koymaktadır.
l)Birbirine zıd sonlu şekilleri olan iki varlıktaki sayı sınırlıdır, her mahdut (sınırlı) sonludur. Her sonlunun sonu. diğerine ulaşır. Dolayısıyla ilkeler çoktur ve ikilik yanlıştır.
2) Eğer zıd iki varlığın, sonlu şekilleri yoksa, o halde tek şekilleri vardır ki bu durumda ikilik yanlıştır.
3) Birisi sonlu şekle sahip olup. diğeri değilse biri sınırlıdır, diğeri değildir. Bu takdirde ikiliğin yanlışlığı yine ortadadır.
4) Eğer iki varlık sonlu ise sınırlıdır ve sınırlı ise onları sınırlayan şey cisimdir,yahut yokluktur. Bundan dolayı ikiciliğin yanlış olduğu açıktır.
Câbir bilgi anlayışı (Epistemoloji) açısından da dualizme şu tenkitleri yöneltmektedir:
İki zıd varlıktan
1) Her biri kendi zatını bilir, ötekinin zatını bilmez.
2) Yahut kendi zatını bilmez.
3) Yahut birisi kendi zatını bilir, ötekisi kendi zatını bilmez.
4) Yahut da onlardan herbiri zatını bilir veya bilmez.
Bu durumda
a) Onlardan her birisinin bilgisi, zatını kuşatırsa onlar sonludur. Çünkü bilgi onları kuşatmakta yani kendilerini bilmektedir. Eğer sonlu iseler cisim olup sınırlıdırlar ve onları kuşatan şey de ya cisimdir yahut yokluktur. Bunlar ise ikiden, çok fazla olduğu için, ikicilik yanlıştır.
b) Eğer bilgileri zatlarını kuşatmıyorsa, kendileirni biliniyorlarsa, sonsuz olmaları imkânsızdır. Sonsuz olsalardı, sınırları olmayacaktı. Sınırsız olan şeyin hareketi yoktur. Dolayısıyla sonlu ve sınırlı olup. kendilerini sınırlayan bir çok varlık vardır.Öyleyse ikicilik yanlıştır.
Son olarak Câbir'in atom hakkındaki düşüncesini nakledeceğiz. O. asırlarca önce atomdaki büyük gücün farkına varmş ve onun parçalanabileceğim söylemiştir. O zamanki Harran Üniversitesinin başında olan Tûslu bilgin Câbir İbn Havyan (Havyan oğlu Câbir) öğrencilerine şöyle demiştir.
"Madde yoğun enerjidir. Bu yüzden Yunan fizikçilerinin maddenin bolüne bolüne bölünüp parçalanamaz en küçük bir parçayla son bulduğuna ve kitlenin bu sayısız parçalanmalardan meydana geldiğine dair iddiaları yanlıştır. Onların Cüz'in lâ yetecazza (parçalanamaz en küçük parça, atom) adını verdikleri bu nesne parçalanabilir ve bundan enerji (kudret) hasıl olur. Bu öyle bir kudrettir ki benzetmek gibi olmasın ama Allah kudreti gibidir ve bir habbeciğin (taneciğin) bir şekilde parçalanması -Allah saklasın- Bağdat gibi bir şehri yok edebilir." (M.Sertoğlu. Tarihten Sohbetler, An- kara 1994, s. 19).
Görüldüğü gibi Câbir, sadece bir bilgin değil, ihataâ derinliği olan ufuklu ve sistemli düşünen bir filozoftur da. Biz burada onun düşünce sistemini biraz tanıtmaya çalıştık. Devrindeki ve kendisinden önceki bütün bilimsel ve fikrî akımları, bilgin filozofları yakından tanıdığı kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. Böyle bir kimseyi Şiiler,İsmaililer kendilerine mal ettikleri gibi. batılı araştırıcılar bu hususta onlarla yarışmaktadırlar. Halbuki şu kısa izahattan da anlaşılacağı üzere. Câbir'in âlemin yaratılmış olduğu fikri, batınîliğin bu husustaki görünüşüne uygun düşünmemektedir.
Bu bakımdan merhum H. Ziya Ülken'in de işaret ettiği gibi. onu batıni göstermek, doğru değildir. Aslında eserlerinin hangisinin hakiki, hangisinin ona izafe edildiği hususunda çok araştırma yapılması gerekir. Câbir "Kitab'ul-Havass'il-Kebîr" adlı eserinde Bernekî ailesiyle yakınlıgını gösteren vakalar anlatmaktadır. "Kitab'ul Râhip"de ise, kendisinin Halid bin Yezîd devrine yetiştiğini söylüyor. Bermekîler Abbasiler devrine ait olduğuna göre. bu rivayetlerden Abbasîler devrine ait olanı doğru, Emevîler dönemine ait olanı uydurma olması gerekir. İbn Haldun da bu çelişkiyi görmüştür.Öyleyse sekizinci aşırın sonlarını ve dokuzuncu asrın başlarını yaşamış olduğu anlaşılan Câbir, başka bir efsanevî şahsiyetle karıştırılmış olabilir.
Son olarak şunu belirtelim:
Câbir İbn Hayvan, üzerinde önemle durulması ve onun fikir sisteminin çeşitli yönleri üzerinde etraflı araştırmalar yaplması lâzım gelen bir şahsiyettir. Burada bir sitemde bulunarak sözlerime son vermek istiyorum:
Tübitak yayınlan arasında çıkan Prof. Dr. Cemal Yıldırım'a ait "Bilimin Öncüleri" adlı kitabına bakanlar, Arşimed'den başlayarak bütün batılı bilim adamlarını ele almış; ama İslâm dünyasından bir tanesine bile yer vermemiş olduğunu hayretle görebilirler. Yaşadıklar döneme "Câbir Asrı", "İbn Heysem Asrı", "Birunî asr" gibi isimler verdikten ve Batı'daki bilimsel ve fikrî faaliyetleri derinden etkileyen bu gibi bilgilerin dünya bilmine hiç mi katkıları olmamıştır? Batılı araştırıcılar bizim Batı hayranlarndan daha insaflı galiba!
Kaynak:
- Lory, Piere; Alchemie et Mystique Eu terre D'İslâm Edition vcrdier, 1989.
- Kraus, Paul; Jâbir İbn Hayvan, Ed. Les Relies, Lettres, Paris, 1986.
- Ülken. Hilmi Ziya; İslâm Felsefesi Tarihi. İst. Üniv. Ed. Fak. Yay. İstanbul.
1957.
1 Yorum
eserlerin neden kayboldugunu soylemissiniz eserler abbasilerin ve sonraki diger devletlerin siilere yaptigi baskilardan dolayi olmustur allahtan batililar birkac tanesini kurtarmiski okuyabildiniz batililara olan hayranlikta haklisiniz butun bilinen bilgilerin hala eksik oldugu kanaatindeyim nedenmi cunku 200 halkalik bir zincirde bir halka eksik olursa ozincir kopuktur kopuk olmamasi icin o halkalarin ya basta yada sonda olmasi gerekir ki bu o zincirin ya basi eksiktir veya sonu hangisinin eksik oldugunu ben soylemeden sizde tahmin etmissinizdir