KUHN ve BİLİMSEL DEVRİMLERİN YAPISI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME (devamı)

Öyleyse bilimsel devrim, eski kuramın doğa ile ilişkisinden ortaya çıkan aykırılıkları gidermek için yapılmaz; ve eski ile yeni kuramlar mantıksal olarak bağdaşmazlar.Bağdaşsalardı farklılık oluşmazdı. Dolayısıyla ard arda gelen bilimsel kuramların birbirlerini bir mantık silsilesi halinde içerdikleri düşüncesi doğru değildir. Dolayısıyla bilimsel gelişme birikimsel olamaz. Bir kuram devrimsel bir biçimde diğerinin yerini alır.

Sonraki kuram bir önceki kurama göre problemleri daha ayrıntılı ve başarılı bir biçimde çözümler ve bu anlamda bir gelişme söz konusudur. Yeni paradigma ile bütün olgular yeni bir anlam kazanır ve önceki paradigmanın çözümleyemediği anormal durumlar,normal bilimin doğal bir parçası haline gelirler. Dünya görüşleri değişik olduğundan yeni ve eski paradigmaları ölçmek, değerlendirmek söz konusu bile değildir. Paradigmanın değişmesiyle birlikte dünya görüşü de değişmektedir. Bundan dolayı paradigma değişikliği bilim adamlarının araştırma ile bağlanmış oldukları dünyayı farklı şekilde görmelerine neden olur. Öyle ki, bilim adamının dünyasında önceden ördek sayılan nesne devrimden sonra tavşan olmuştur. Bu nedenle devrim dönemlerinde, yani olağan bilimsel gelenek değiştiği zamanlar, bilim adamı çevresini algılamayı yeniden öğrenmek zorundadır. Bunun sonucunda da araştırma dünyası bir çok noktada eskiden yaşadığı dünyayla bağdaşmayan ölçüler taşıyacaktır. Paradigmaların birbirleriyle bağdaştınlamamalarımn nedeni de budur. Örneğin Aristoteles ve Galileo bir ipe bağlı olarak sallanan taşa baksalardı, bu aynı fenomeni nasıl anlamlandıracaklardı? Aristoteles için bu fenomen engellenmiş bir düşme, Galileo için ise bir sarkaçtır. Sonuçta paradigma değiştiğinde, dünya değişmese bile, biiim adamının artık farklı bir dünyada çalıştığı kesindir.

Çünkü paradigma varsa onu geliştiren çabanın en önemli kısmı zaten verilerin yorumlanmasıdır. Ancak bu yorumlayıcı çaba paradigmayı yalnızca ayrıştırmakta fakat yanlışlarım düzeltememektedir. Zaten paradigmaların olağan bilim tarafından düzeltilmelerine de olanak yoktur. Olağan bilimin bu konuda yapabildiği tek şey aykırılıkların tanınmasıyla bunalımlara yol açmaktır. Bunların son bulması ise, irade veya yorumlama ile değil, kalıp değiştirmeye benzer oldukça ani ve düzensiz bazı olaylarla mümkündür. Bu durumlarda bilim adamları gözlerin birden açılması yahut bir yıldırım çakması ile o zamana kadar karanlıkta kalmış bir bulmacanın aydınlanmasından ve bütün parçalarının bir çözüme varabilecek şekilde yeni bir gözle görülmesinden söz ederler.

Kuhn'un yukarıda serimlenen düşüncelerinin değerlendirmesine geçmeden önce son bir soru daha sormamız gerekmektedir: Bilimsel ilerleme madem ki devrimsel bir süreçtir, neden bilim tarihinde devrimler sıkça görülmemiş ve bilimsel ilerleme hep birikimsel bir süreç, ya da Kuhn'un deyimiyle sadece alışılmış şekliyle bilimsel bilgiye yapılmış birer katkı olarak değerlendirilmiştir?

Kuhn'un yanıtı açıktır: Çünkü devrimler bir tür "görünmezlik" taşımaktadırlar.Toplumda ya da bilim topluluklarında devrimlerin bu türden bir fenomen olarak algılanmalarının elbette bazı temel nedenleri vardır. Hem bilim adamları hem de bilim dışındaki kişilerin, yaratıcı bilimsel faaliyet hakkında zihinlerinde bulundurdukları imgeyi yaratan "yetkili" kaynaklar, bilimsel devrimlerin varlığını ve önemini sistematik bir şekilde, kısmen de son derece işlevsel nedenler yüzünden, örtmeye çalışırlar. Kuhn'a göre bu "yetkili" kaynaklar şunlardır:

1. Ders Kitapları,
2. Popüler Bilim Kitapları,
3. Felsefe Kitapları.

Bunların her üçü de ele aldıkları sorunların, verilerin ve kuramların bütünü evvelce geliştirilmiş ve çoğunlukla da yazıldıkları zamanki bilim topluluğunun bağlı olduğu paradigmalarla bütünleşmiş durumdadır. Sonuçta bilimin tarihini doğrusal ya da birikimsel göstermek yönünde ısrarlı bir eğilim oluşur ve devrimler gizlenmiş olur. Ayrıca her devrim sonrası bu yapıtlar yeniden kurgulanır. Ancak bu kurgulama bazen yanlış yapılır ve sonuçta yine devrim görünmez ve ortaya çıkan sonuç sanki bir birikimin son noktasiymış gibi algılanır. Oysaki asıl olan devrim ve ilerlemedir.

Kuhn'a göre, ister bir keşif, ister bir kuram olsun, doğanın değişik tarzda yorumlanması demek
olan devrim ilk önce birkaç bireyin zihninde ortaya çıkar. Bilimi ve dünyayı farklı şekilde görmeyi ilk öğrenen onlardır. Onların bu geçişi yapabilme yeteneklerini kolaylaştıran ve mesleğin diğer üyelerinin farkında olmadıkları iki koşul vardır. Bu gibi insanların dikkati her seferinde bunalım yaratan sorunlar üzerinde yoğun şekilde toplanmıştır. Ayrıca hepsi de ya o kadar genç yahut da bunalımın baş gösterdiği alanda o kadar yenidirler ki, uygulama onları eski paradigmanın belirlediği kurallara ve dünya görüşüne, çağdaşlarının çoğunluğu gibi koşullayamamıştır. Kuhn'un bu belirlemesi önemli bir gerçekliğe sahip olsa da, yine de bir bilim topluluğunu olağan bilimin bir geleneğini terk ederek bir diğerini yeğlemeye nelerin ittiğini yeterince açıkîamamaktadır.

Ancak olağan bilimsel etkinliği bir bulmaca çözme etkinliği olarak algılamasına dayanarak bir belirlemede bulunmak olanaklı gözükmektedir ve kendisi de bunu denemiştir.Ona göre bir araştırmacı, olağan bilimle uğraştığı ölçüde bulmaca çözen bir kişidir, paradigma sınayan biri değil. Belli bir bulmacanın çözümünü ararken bazı almaşıkları deneyip, istenen sonucu vermeyenleri bir kenara atsa da, bunu yaparken paradigmayı sınamaz. Paradigmanın sınanması yalnızca önemli bulmacalar bir türlü çözülemeyip, bunalım baş gösterdiği zaman yapılan bir işlemdir.' Öyleyse, bilimsel devrimler artan olgusal baskı sonucunda, hemen hemen istenç dışı olarak ve nadiren ortaya çıkan olağan dışı bilimsel süreçlerdir ve bilimsel ilerleme de bu süreç sonucunda gerçekleşmektedir.

Burada Kuhn'un bilimsel ilerlemenin biçimi üzerine yaptığı esaslı tartışmanın sonuna gelmiş olmaktayız. Ancak çok temel bir problemin daha gündeme gelmesi kaçınılmaz görünmektedir. Çünkü bu anlayışta ilerleme kavramının sadece bilim için kullanıldığı görülmektedir. Bu ise belki de Kuhn'un geleneksel bilim anlayışına bağlı düşünceden ayrıldığı tek nokta olması bakımından büyük değer taşımaktadır. Çünkü, bir yerleşik kuramdan, yani paradigmadan diğerine geçme edimi felsefede ve sanatta da karşılaşılan bir durumdur. Ancak sadece düzenli olarak ileri gitme ayrıcalığı bilime tanınmıştır. Öyleyse bunun da bazı temel nedenlerinin bulunması gerekir.

Kuhn da bu gerçeklikten hareketle "ilerleme neden yalnızca bilim adını verdiğimiz uğraşlara saklı bir ayrıcalık olsun? Diye sormaktadır. Ona göre bunun temel nedenlerinden birisi bilim terimine yüklenen anlamla ilgilidir. Genel olarak olgun bir bilimsel topluluğun üyeleri tek bir paradigma yahut da yakından ilişkili bir dizi paradigma üzerinde çalışma yaparlar. Farklı bilimsel topluluklar çok ender olarak aynı sorunları incelerler. Bu gibi olağan dışı durumlarda da farklı çevreler yalnızca birkaç ana paradigmayı ortaklaşa kullanırlar. Fakat söz konusu bilim adamları olsun ya da olmasın, herhangi bir tek topluluğun içinden bakıldığında, başarılı yaratıcı çalışmanın sonucu gerçekten de ilerlemedir. Öyleyse bilimsel ilerleme aslında bir bakıştan kaynaklanmaktadır. Bilime olan bakış ve aşın güven bunu doğurmaktadır. Diğer bir neden ise, birbirlerinin amaçlarını ve kıstaslarını sorgulayan rakip okulların her zaman bilimde bulunmamasıdır. Böyle olduğu için olağan bilimsel toplulukların ilerlemesini görmek daha kolay olmaktadır.

Buna bağlı olarak ortaya çıkan bir diğer neden de, devrimlerden sonra ortak bir paradigmanın kabul edilmesinden dolayı,topluluk üyeleri bütün dikkatlerini ilgilendikleri görüngülerin en ince ve kapalı kalmış tarafları üzerinde toplarlar. Bu da yeni sorunların çözümlenmesindeki etkinliği artırır. Ve nihayet bilim topluluğunda çok seslilik olmadığı için bilim adamı bir problemi çözüp diğerine geçmek için dikkatini dağıtmak zorunda kalmaz. Bu da daha fazla problem çözmek demektir.

Bunun anlamı şudur: Bilimsel bir çevre paradigmanın olağan koşullarda tanımladığı bulmaca yahut sorunları çözmek için son derece etkin bir araçtır. Bu koşullarda söz konusu sorunları çözümlemenin de ilerlemeden başak bir sonucu olamaz. Devrimler karşıt saflardan birinin tam zaferiyle sonuçlanır. Bu durumda kazanan kişinin zafer sonucunu ilerleme olarak nitelememesi zaten düşünülemez. Bu anlamada kazanan kesim için devrim sonucunun ilerleme olması gerekir. Devrimle birlikte eski paradigmayı kapsayan kitap ve makalelerin çoğu da bilimsel dikkate değer bulunmayarak bir kenara itilir. Böylece bilim adamı geçmişi bugünkü konumuna düz bir çizgi halinde varmış olarak görme eğilimine girer ve geçmiş ilerleme olarak görülmeye başlar.Diğer taraftan her paradigma değişiminden sonra yeni paradigma aşamasında doğa biraz daha ayrıntılı ve incelikle anlaşılmaktadır. Bu da ilerlemenin diğer bir nedenidir.

Değerlendirme

Kuhn ve diğer bilim felsefecilerinin temel amacı aslında bilimi aydınlatmaktır. Bu nedenle bu kitap bilimsel gelişmeyi geleneğe bağlı bir dizi dönem olarak ve bu akışı kesen birikim dışı aşamalar şeklinde betimleyerek açıklama yoluna gitmiştir. Ancak asıl çarpıcı yönü bilimsel gelişme sürecini üslûp, zevk ve kuramsal yapı açısından meydana gelen devrimci kesilmelerle dönemlemesidir.

Diğer önemli bir boyutu da bilimsel gelişmenin diğer alanlardaki gelişmeyle büyük bir benzerlik taşıdığının, ancak farklı olarak gelişmenin sonucunda bilimde bir ilerlemenin söz konusu olduğunun belirtilmesidir. Bu yönüyle Kuhn, bilimsel araştırmanın ürünlerinin yapısından çok, bilimsel bilginin kendisiyle elde edildiği dinamik süreçle ilgilenmektedir. Bundan dolayı olguların yanında bilimsel çalışmanın ruhu üzerinde de durmaktadır. Çalışmasının pek çok yerinde bilimsel toplulukların ortak özellikleri üzerinde durması da bu nedenden kaynaklanmaktadır.

Bir başka önemli belirlemesi de, olağan bilim döneminde bilim adamlarının ileri sürdükleri teorileri test etmediklerini, aksine olağan bilim döneminde test edilenin bilim adamının yeteneği olduğunu ileri sürmesidir. Ona göre aslında testler olağan bilimin bir parçasıdır. Ancak test edilen teori değil, deneycinin bulmaca çözme yeteneğidir. Eğer böyle bir testin sonucu olumsuz çıkarsa bu sonuç kuramı vurmaz, deneyci üzerine geri teper.

Kuhn'un bu değerlendirmesinin bütünüyle doğru olmadığı anlaşılmaktadır.Çünkü,test etme, bilim olma iddiasında bulunan bütün disiplinler için vazgeçilmez bir koşuldur ve bilime "sağlam ve güvenilir" olma niteliğini kazandıran da bu test etme işlemidir. Zira, bilimsel bilgiyi diğer bilgi türlerinden ayıran en önemli etmen de bu test etme sürecidir. Bu süreci başarıyla geçen bilgi, bir tür "tartışmazlık statüsü" elde etmektedir. Dolayısıyla, Kuhn'un ayırmaya çalıştığı gibi, test kuramı değil, kuramcıyı sınama işlemidir belirlemesi anlamsızlaşmaktadır. Çünkü, her doğrulama, doğal olarak kuramı da test işlemine tabi tutmaktadır. Nitekim bu konuda Popper da Kuhn'dan farklı olarak ister teoriysen, isterse deneyci olsun bir biiim adamı önermeler veya önerme sistemleri öne sürer ve onları adım adım teste tabi tutar demektedir. Hatta ona göre, deneysel bilimler alanında bilim adamları varsayımlar ve teori sistemleri inşa ederek onları gözlem ve deneye tabi tutmaktadırlar. Hatta günümüz bilim felsefecilerinden Watkins de Popper'ın güvendiği bir bilim kriteri olan test etmek eylemini, fiilen test edilmiş olmak anlamında değil,daha çok test edilebilir olma, diğer koşulların eşit olduğu durumda, en fazla test edilebilir ve daha iyi test edilebilir olma olarak anlamaktadır. Bu açıkçası bir bilimsel kuram yerine, önceki henüz test karşısında başarısızlığa uğramamış olsa bile, daha fazla test edilebilir bir kuramın getirilmesi gerektiğini belirtmektedir.

Yerleşik bilim anlayışına aykırı gelen bir diğer belirlemesi de kuram seçimine ilişkindir. Kuhn'a göre kuram seçimi bilimle ilgisi olmayan bir seçme işlemidir ve bundan dolayı da bilimde özgür düşünme yok demektir. O zaman bir bilim adamı egemen kuramın yerine yeni bir kuramı sadece artan ampirik baskıdan dolayı getirmektedir. Oysa bu belirleme doğru değildir.Çünkü seçim yalnızca ampirik baskı sonucu değil,serbestçe geliştirilmiş yeni bir kuram olduğu için yapılmaktadır. Hatta bir bilimsel bunalım ampirik nedenlerden çok kuramsal nedenlerle ortaya çıkabilir. O zaman bilimde Kuhn'un varsaydığından daha fazla özgür düşünme var demektir.

Diğer taraftan bilim tarihinin ana çizgileriyle Kuhn'un öngördüğü yaklaşıma benzer şekilde ilerlediğini belirtmek yerinde olur. Yani tipik bir dönemin, olağan bilim dönemine ve onu izleyen kısa ve heyecan dolu bir olağan dışı bilim dönemine ve tekrar yeni bir olağan bilim dönemine bıraktığı doğrudur.Ancak olağan bilimin adeta bir cemaat kimliği taşıdığı savı doğru değildir. Çünkü olağan bilim, olağan dışı bilime yol açıyorsa, o zaman bilim toplulukları kapalı cemaatten daha fazla özgür düşünceye sahiptirler ve yeni kuram seçimi de bu bağlamda ortaya çıkmaktadır. Bu ise bilimin dogmatik bir yapısı olduğu görüşünü geçersiz kılmaktadır. Zaten bu sav diğer pek çok bilim felsefecisince kabul edilmemiştir. Örneğin Popper bilimin temelde eleştirel olduğuna inanmakta ve hatta Kuhn'un devrimci bilim aşamasını bu eleştiriye dayanan yönüne bağlamaktadır. Ona göre bilim eleştiriyle kontrol edilen cüretkâr hipotezlerden oluşmaktadır.

Diğer bir önemli nokta da, Kuhn'un ortaya koymuş olduğu paradigma değişimi ya da bilimsel devrim kavramlarıyla Camap'ın pozitivist yaklaşımı arasında büyük bir benzerliğin bulunmasıdır. Hatta bu iki düşünürün pek çok konuda yakın müttefik olduklarını söylemek bile mümkündür. Kuhn'un olağan bilim tanımlaması Carnap'ın bilimsel dil anlayışıyla bağdaşmaktadır. Aynı şekilde Kuhncu paradigma değişimi olan bilimsel devrim de, Carnapçı anlamda bir bilimsel dilden diğerine geçiş anlamına gelmektedir.Bu da Kuhn'un aslında yukarıda da vurgulandığı üzere bilimsel topluluğun ya da etkinliğin gerçek ruhunu tanımaya dayanmayan bir zeminde ve bütünüyle dilsel bir bağlamda yaptığı değerlendirme olarak karşımıza çıkmakta ve Kuhn'un mantıkçı pozitivist anlayışı öldürdüğü savını geçersiz kılmaktadır. Çünkü, Carnap'ın devrimci bilimsel değişim görüşleri Kuhn'un aynntılandırdığı görüşlere oldukça benzerlik taşımaktadır. Bu da mantıkçı amprist görüşün Kuhn tarafından çürütüldüğü yaygın inancını büyük ölçüde anlamsızlaştırmakta ve daha çok konunun ayrıntısında gizlenmiş olan anlam kaymalarının dikkate alınmadığını göstermektedir.

Kuhn'un Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı çalışmasının yayımlandığı andan itibaren büyük bir tartışma ortamı yaratmış olduğu ve pek çok bilim ve düşün adamı tarafından sık sık bu kitabın yayımlanmasının 20. yüzyıl bilim felsefesinde büyük bir dönüm noktası olarak tanımlandığı ve bilim topluluklarının bu büyük başarı karşısında epeyce sarsıldığı bir gerçektir. Ancak, Kuhn'un düşüncelerini "yeni bilim felsefesi" ve "mantıkçı ampirizmin ölümü" olarak görmek, Bilimsel Devrimlerin Yapısında, içkin bir biçimde ve özellikle de dilsel bir bağlamda betimlenmiş anlatımlar göz önüne alındığında, bu belirlemelerin henüz tam anlamıyla somutlaşmadığı açığa çıkmaktadır. Bu nedenle her şeyden önce şunu vurgulamakta yarar vardır: Kuhn'un görüşlerini yanıtlamaya çalışırken, 196O'lı ve 1970'li yıllardaki bilim felsefesi, kuramın mantıksal yapısı,doğrulama ve açıklama kavramlarıyla daha az ilgilenir hale gelirmiş aktüel bilimsel usavurma ve bilimsel değişimin tarihsel yapısıyla daha fazla ilgilenmeye başlamıştır.

Bu bağlamda Kuhn'un görüşlerini değerlendirdiğimizde, yaygın etkisine ve olağanüstü düşünsel örgüsüne karşın, aslında onun yaklaşımının radikalliğinin gerçek olmaktan daha çok, görünürde olduğu açığa çıkmaktadır.

Diğer taraftan, Kuhn'un belirlediği olağan bilim, devrim, olağan bilim şeklindeki dönemlemeleri astronomiye uygun düşmektedir, ancak örneğin biyoloji ya da optiğe denk düşmemektedir. Bilim tarihi her bilimsel alanda, dominant tek kurama dayanarak ilerleyen bir dominant kuramlar zincirinden ibaret olduğu savını desteklememektedir.

Optikte birden fazla kurama dayalı bir ilerleme söz konusu olmaktadır. Bu anlamda Kuhn ya da diğer bilim felsefecileri bilime ilişkin temel öneme sahip problemleri dile getirmişlerdir. Bilimin doğasıyla ilgili derin kavrayışlarda bulunmuşlardır. Ancak hiçbirinin bilimin ya da bilimsel serüvenin özünü tam olarak yansıtacak kanıtlara sahip olmadıkları böylece açığa çıkmaktadır.

Burada çok temel bir sorunla karşı karşıya kalındığı açıktır. Çünkü durum böyleyse, o zaman "bilimi nasıl anlayabiliriz?" sorusuna yanıt bulmak gerekmektedir. Bunun için bir yol, bir bilim dalında ortaya çıkan tarihsel gelişimi izlemek olabilir. Tarihsel verilere dayanarak bir kuramın doğası hakkında bilgi sahibi olunabilir. Ancak burada da tarihsel veriler içerisinde, örneğin Faraday'm gerçekten ne tür bir düşünceye dayanarak kuramım ortaya koyduğunu, doğrudan doğruya Faraday'm bildirdiği bir belgeye dayandırmak her zaman olanaklı olmamaktadır.

İkinci bir yol da sosyolojik yaklaşımdır. Yani bilim topluluklarının gerçek yapısının ne olduğunun anlaşılmaya çalışılmasıdır. Oysa ne Kuhn ne de diğer bilim felsefecileri bu bilgiye sahip değillerdir. Bugün de sahip değiliz. Örneğin bilim adamlarının ne kadarı son belirlemede bilimin ne olduğuyla gerçekten ilgilenmektedirler. Bu durumda Kuhn'un bilim adamlarının ne yaptıklarına ilişkin savları, onların bilimi bu şekilde icra ettiklerinin kesin kanıtı yokken ileri sürülmüştür.

Kuhn'un bu anlayışı her şeyden önce ve çoğunlukla bilim adamının toplumsal psikolojisine ve doğal sosyolojisine dayandırılmış genellemelerden oluşmaktadır. Elbette ki, bilim adamı da sosyal psikolojik bir varlıktır ve bu boyutuyla bilimsel işlem sürecine katılmaktadır. Ancak, bunu bilgide bir "mutlak" olamasa bile, sıradan bir "göreliliğin" kanıtı olarak kullanmak, sanırım tam anlamıyla bir bilimsellik ölçütünden uzaklaşmaya neden olmaktadır. Oysa bugün artık çok daha iyi bilinmektedir ki, bilim adamının olsun, bilimse) etkinliğin doğasının olsun, taşıması olanak dahilinde bulunan "bilim dışı" tutumların, keyfîliğin ve göreliliğin önüne geçebilecek donanımlar da geliştirilmiştir.

Modern çağ ile birlikte başlayan bilimsel çalışma anlayışı, bilimi sistemli ve tutarlı bir uğraş olarak anlamaktadır. Bu anlayışın dayandırıldığı temel ilkelerden birisi, bilim adamının diğer entelektüel uğraş mensuplarından daha fazla kişisel sorumlulukla karşı karşıya bırakmayı öngörmektedir. Bilim adamı düşüncesini ya da Kuhn'un deyimiyle "inancını" özgürce ileri sürecek, ancak aynı zamanda o düşüncenin "tartışmazlık statüsü" elde edebilmesi için gerekli olan, kanıtlamayı da yine kendisi üstlenecektir. Bu ise bilimde, herhangi bir diğer disiplinde bulunmayacak ölçüde bir "bana göreliğin"açıkça reddedilmesidir.

Bu davranışın diğer bir sonucu da, bilimsel ürünlerin doğruluk değeri olan olasılık kavramının, ilk başta yarattığı kesinlikten uzaklaşma izlenimidir. Aslında bilimde söz konusu olan olasılık, bilimin gerçek doğasına en uygun anlatım biçimidir. Çünkü "doğru" ya da "yanlış" bilim önermelerinin doğruluk değeri olamayacak kadar sıradan kavramlardır. Bilim önermeleri, diğer pek çok şeyin yanında, geleceği de öngörmek durumunda olduklarından, daima bir "olabilirlik sınır kavramı" içerisinde formüle edilmek durumundadırlar. Bu "olabilirlik sınır kavramı"nın gerçekleşme oranı yükseldikçe "doğruya" azaldıkça da "yanlışa" yaklaşıldığı söylenebilir, ancak bu durum o önermenin bilimselliğine zarar vermez.

Benzer şekilde bilim adamına, uğraştığı alana ilişkin kesinlik değeri yüksek bilimsel önermeler elde edebilme olanağı sağlayan matematik ve deney gibi araçların bulunduğunu da söylemek yerinde olacaktır. Daima düşüncenin, dilin doğasından kaynaklanan "kaypak" niteliğinin yaratacağı aldanmalardan kaçınmak veya Francis Bacon'un dediği gibi, Çarşı Pazar İdolleri'nin bilginin doğasını karartmasını önlemek için, niteliksel anlatımdan, niceliksel anlatıma geçmesini sağlamak, bu bakımdan büyük önem taşımaktadır. Yine Modern dönemden bu yana bilim adamları bu aracı çok başarılı bir biçimde kullanmaktadırlar ve kullanmaya da devam edeceklerdir Aynı şey, bilimin ussal yönünü ampirik öğe ile desteklemek anlamına gelen, deneysel yöntem için de söz konusudur.

KAYNAKÇA

Grunberg, Teo & Irzık, Gürol, "Carnap and Kuhn: Arch Enemies or Close Allies?", Bri-
tish Journal for Philosophy of Science, 46, 1995.
Kuhn, Thomas, S., The Structure of Scientif Revolutions, Chicago 1970.
Kuhn, Thomas S., Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çeviren: Nilüfer Kuyaş, İstanbul 1982.
Popper, Karl Raimund, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Çevirenler: İlknur Aka & İbra-
him Turan, YKY, İstanbul 1998.
Reisch, George A., "Did Kuhn Logical Empiricism?", Philosophy of Science, 58, 1991.
Serdar, Ziyauddin, Thomas Kuhn ve Bilim Savaşları, Çeviren: Ebru Kılıç, İstanbul
2001.
Watkins, John, "Olağan Bilime Hayır", Bilginin Gelişimi ve Bilginin Gelişimiyle ilgili
Teorilerin Eleştirisi, Editör: Imre Lakatos & Alan Musgrave, Çeviren: Hüsamettin
Arslan, İstanbul 1992.
Abstract
On Thomas Kuhn and The Structure of Scientific Revolutions
My aim in this article is to interprète the book written on history and philosophy of
science, The Structure of Scientific Revolutions, by the renown philosopher Thomas Sa-
muel Kuhn. In his well known book, The Structure of Scientific Revolutions, he argued
that scientific research and thought are defined by "paradigms" or conceptual world-
views, that consist of formal theories, classic experiments, and trusted methods. Scien-
tists typically accept a prevailing paradigm and try to extend its scope by refining theo-
ries, explaining puzzling data, and establishing more precise measures of standards and
phenomena. Eventually, however, their efforts may generate insoluble theoretical prob-
lems or experimental anomalies that expose a paradigm's inadequacies or contradict it
altogether. This accumulation of difficulties triggers a crisis that can only be resolved by
an intellectual revolution that replaces an old paradigm with a new one.
I discussed the topics of "paradigms", "conceptual world-views" and "scientific
progress" in parallel with Kuhn's thuoghts. According to my comment, his project of the
scientific progress is remarkable because of which it based on the data obtaining in his-
tory of science.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP