MACHİAVELLİ: “ŞEYTAN” MI, “İNSAN” MI? (...devam )
|
C-) Hükümdar
Machiavelli’de devlet başkanı, devletin kendisiyle bütünleşmiştir. Devletin başında bulunan kimse ‘devlet benim’ diyebilmelidir, dolayısıyla da hükümdar halkın hiç sınır ve bağ tanımayan efendisidir.
Machiavelli, güçlü devlet için başarılı hükümdarı dillendirir. Peki, başarılı hükümdarın kıstası nedir? Başarılı hükümdar için ‘virtu’ kavramını kullanır. ‘Virtu’ (erdem) Hıristiyanlıktaki gibi alçak gönüllüğü ve namusluluğu çağrıştırmaz. Buradaki ‘virtu’, başarılı bir yöneticiyi, acımasız, muhteris ve düzenbaz kılan eylemdir. Hükümdar aksiyon adamıdır. Bu aksiyonunu da şiddet üzerine bina etmek zorunda.
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’de; “Bir boy bozulursa, bey düzeltir. Peki, bir bey bozulursa kim düzeltecek?” diye sorar. Machiavelli, Yusuf Has Hacip’in , “Bir boy bozulursa, bey düzeltir.” savını adeta teyit edercesine, “yanılan halk güzel sözlerle düzeltilir.” der. Zira, Machiavelli’ye göre ancak hükümdar halka güzel sözler söyleyebilir. Machiavelli, Yusuf Has Hacip’in sorusuna gıyabi bir cevap gönderiyor: “Kötü , bozulmuş bir hükümdar ancak çelikle düzeltilir.” Bu ifadenin altında yatan temel argüman ‘şiddet’tir.
Ahlaklı, dürüst, güvenli olma gibi kişilerin sahip olabileceği özel değerler, bir devlet adamı için lüksten öte bir şey değil. Bir kimse, birey olarak bunlara sahip olabilir. Ama bir devlet adamı asla. Zira, o bir çok kimsenin hayatından sorumludur. Bir bireyin, her zaman doğru söylemesi gerekir. Ama bir hükümdar, koruması altında bulunan kimseleri korumak için yalan söylemek zorunda kalabilir. Bir anlamda, beden için şiddet, ruh için ise yalanın gerekli olduğuna inanır.
Machiavelli’ye göre, bir hükümdar güçlü olmak istiyorsa, Papa’ya dikkat etmesi gerekir. Eğer, uzun süre iktidarda kalmaya niyetliyse Papa’nın kendi işine karışmasına izin vermemelidir. Bunu önlemenin yolu da, kendi istediği kişiyi papa seçtirmekten geçer. Eğer, istediğin kişiyi seçtiremiyorsan, en azından istemediğin kişiyi de seçtirmemelisin. Yani, yenemiyorsan , yenilmemelisin de!
Bir hükümdar kendisine yeter mi, yoksa başkasının yardımına mı muhtaçtır? Bu Machiavelli’nin en önemli sorularından biridir. Şu cevabı veriyor: “Ya insan ya da para çokluğu sayesinde ihtiyaca uygun bir ordu kurabilen ve kendilerine kim saldıracak olursa olsun ona karşı meydan muharebesi verebilen hükümdarlar, kanaatimce kendi kendine yeten hükümdarlardır.”
Her hükümdar, zalimlikten ziyade, merhametli olarak tanınmalıdır. Çünkü, hem devletin hem de hükümdarın bekası için halkın sevgisi önemlidir. Fakat, merhametin ölçüsünü fazla kaçırmamalıdır. Çevresine korku salmalıdır. Tarih göstermiştir ki, zalimce davranmayan bir çok kişi yok olup gitmiştir. Bunun en basit örneği silahsız peygamberlerdir. Eğer, yok etmezsen yok edileceğin günleri de beklemelisin. İki türlü zulüm var, Machiavelli’ye göre: Birincisi, iyi kullanılmış zulüm; kendini güven altına almak için toptan yapılmış zulümdür. İkincisi ise, kötü kullanılmış zulüm, başlangıçta az olduğu halde, zamanla sönecek yerde çoğalan zulümdür. Ardından Machiavelli, ince ince taktikler veriyor: Eğer, bir hükümdar zulmetmek istiyorsa –ki etmek zorunda- katliamları işkenceleri ve kısıtlamaları bir seferde yapmalıdır. Nasıl olsa halk unutur. Ama iyilikler, azar azar yapılmalı ki, hafızalara kazılsın, tadına daha iyi varılsın. Çünkü, böylelikle aslında az olan bu iyilikler sürekliliğinden dolayı çok büyük görünecektir.
Hükümdarın, yönetimini sürdürebilmek için başvurması gereken bir takım yöntemler, Hıristiyanlığa da insanlığa da aykırıdır. Aslında, böyle zalimlikler yapıp kral kalmaktansa, kişi bütün bunlardan kaçıp kendi halinde yaşamalıdır. Ama, kral olmayı yani iyi yoldan ayrılmayı seçerse o zaman sertlikten ve zulümden başka çare yoktur.
Hükümdar için mücadele etmenin iki yolu var: Birincisi, kanunla, ikincisi ise kuvvetledir. İlki insanlara , diğeri ise hayvanlara özgü bir şey. Çoğunlukla, ilki yetersiz kaldığından dolayı, ikinciye başvurmak zorunda kalınıyor. Bunun için bir hükümdarın, hem insanların hem de hayvanların özelliklerini iyi bilmesi gerekir. Zira, hükümdar insan ile hayvan arası bir şey. Hükümdarın, hayvan tarafını kullanması için kendisine iki hayvanı; aslan ile tilkiyi örnek alması gerekir. Çünkü, aslan tuzaklara, tilki de kurtlara karşı savunmasız. Bu nedenle, tuzakları tanımak için tilki, kurtları tanımak için de aslan olmak gerekir. Salt aslan olmaya kalkmak tek başına bir şey ifade etmez.
Machiavelli, bir hükümdarın sözünde duramayabileceğini de belirtiyor. Bütün insanlar iyi olsaydı , böyle bir sorun olmazdı. Lakin, bir hükümdar ne kadar iyi olursa olsun,karşısındaki insanlar kötü olduğundan o da sözünde durmayabilir.
Machiavelli ye göre, bir hükümdar devamlı suretle çevresindekilerle görüş alış verişi içinde olmalıdır. Ama, bunlar ‘demokratik danışmalar’ niteliğinde değil, ‘monarşik danışmalar’ niteliğindedir. Kendisi sormadıkça başkalarının fikir ileri sürmesine izin vermemelidir. Çünkü, böyle davranmakla hükümdar kendi saygısını ve karizmasını perçinler. Aksi halde, otoritesini kaybeder.
Machiavelli’yi , hükümdara, zalimlik, cinayet ve kurnazlıklar konusunda ince taktikler veren biri şeklinde tanımlamak, haksızlık olur. J. J. Rousseau’nun, Toplum Sözleşmesi’ndeki (III. kitap, VI. bölüm) “O, krallara ders verirmiş gibi görünüp, aslında halklara büyük dersler verdi.” saptaması gerçeğe daha yakın görünüyor.
D-) Din ve Ahlâk:
Avrupa’da hiçbir düşünür Machiavelli kadar din karşıtı algılanmamıştır. O, tıpkı şeytan gibi, Tanrı’ya isyan etmiş bir asi olarak görülmüştür. O’nun şeytan gibi algılanması biraz da dönemin tarihi süreci ile ilgili bir şey. O yazılarını ortaçağa özgü dini hayatın öneminin artık azaldığı bir dönemde yazmıştır. Fakat, nedense O yazdığı dönemde dinsel hayat, daldığı uykudan Protestan reformu ve kısmen de buna tepki olarak gelişen Katolik reformları tarafından aniden uyandırılıvermişti. Gerçekte 16. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde Machiavelli’nin siyasete karşı takındığı laik yaklaşım tam bir skandal olarak görülmüştür.Dikkat edilirse, bu süreç O’nun ölümü sonrasıdır. Aynı zamanda da ‘insan Machiavelli’den, ‘şeytan Machiavelli’ye geçişin öyküsüdür.
Machiavelli’nin dine mi, yoksa kiliseye mi karşı olduğu sorusu uzun süre zihinleri meşgul etmiştir. Ortaçağın tarihi sürecinde, hem Papanın kişisel, hem de papalığın bir kurum olarak yadsınamaz bir rolü vardı. Şüphesiz, kilise siyasi arenanın en büyük aktörüydü. Machiavelli’nin anlamadığı nokta şuydu: “Kilise neden dünya işlerine bu kadar çok karışıyor?” İtalya’nın bir araya gelememesinin nedeni olarak kiliseyi görüyordu. Zira, papalığın dünyevi itibar kazanmaya başlaması, İtalya’nın parçalanması ile doğru orantılıydı. Bir de kilise mahkemeleri adalet konusunda çok kötü örnek oluyorlardı. Kilise bir çok konuda olduğu gibi ahlaki açıdan da tükenmişti. Ahlaksızlık papalıkta adeta doruğa erişiyordu. Bunlardan ötürü olacak ki Machiavelli şunu söylüyordu: “Eğer, dinsiz olduğumu söylüyorsanız bunu kiliseye borçluyum.”
Machiavelli de, çağdaş düşünürlerden Schumacher gibi, “İnsanın kilisesiz yaşayabileceğini ama dinsiz asla yaşayamayacağının” farkındaydı. Machiavelli, dinin ve ahlâkın, toplumsal ve siyasal hayattaki sonuçlarına karşı ilgisiz değildi. ‘Machiavelli, yöneticinin ahlâk dışı araçları yalnız bir sonuca varmak için kullanmasını onaylıyordu, yoksa kişideki ahlâk bozukluğunun iyi bir hükümeti olanaksız kılacağından şüphe etmiyordu.’
Machiavelli’nin ahlâk ve din hakkındaki görüşleri iktidarın diğer sosyal değerler karşısındaki üstünlüğüne olan inancın örneklerindedir: “Ve dinde mistik unsura, dinin tabiat üstü, akıl üstü karakterine çoğunlukla uzaktır. Yine de dine karşı olumlu bir tavrı vardır, onun dini, yönetenin elinde, yönetilen üzerinde bir etki ve kontrol aygıtıdır. Machiavelli dinde, yoksul insanın aklını, ahlâkını ve doğruluğunu kaynaşmış olarak görür ve ‘dinin olduğu yerde orduları yönetmek ve disiplini sağlamak kolaydır.’ der.” Ve gene, ‘yalnız siyasi hakimiyet, icbar ve birlik aleti olarak dinin rolü, Machiavelli’nin şu tavsiyesinde açık hale gelir: Hükümdar yanlış olduğunu bile bile dini doktrinlerin ve mucizelere inanmanın yaygınlaşmasını desteklemelidir.’
Machiavelli’nin Hıristiyanlığa olan ilgisi felsefi ve teolojik değil, tamamen pragmatik ve siyasidir. O’nun ‘virtu’ (erdem) kavramı, Hıristiyan ahlâkına taban tabana zıttı. O’na ilham veren şey insanın asaleti ve yeryüzündeki hayatın şaşaasıydı; ve bu asaletin , alçak gönüllülük değil, gururda; kötülüğe tahammül etmekte değil, intikam almakta; nefsi körletmekte, çile çekmekte değil, cesarette; dua etmekte değil, harekette; vücudu örterek keşiş manastırlarında sürünürcesine yürümekte değil, savaşın gurur verici zırhını takarak insanın canlılığından, cesaretinden, kahramanlığından, alicenaplığından ve şaşaasından zevk ve haz duymakta olduğuna inandı ki, bu da pek tabii ideal bir insan tipiydi.
Macit Gökberk, Machiavelli’nin, ‘çağdaşı bütün hümanistler gibi Hıristiyan olmaktan çok bir ilkçağ paganı’ olduğunu söyler. Hıristiyanlığı, 16. Yüzyıl İtalya’sında modası geçmiş bir din diye saf dışı edip, Eski Yunan veya Roma’daki benzer bir din getirme amacındaydı. Yani esas gayesi, vatanseverlik hislerini ve ‘virtu’yu yayacak olan bir ‘kamu dini’. Kısacası, Machiavelli, güçlü bir devlet için Hıristiyanlığa karşı ‘teknik bir din’ öneriyordu.
Machiavelli’nin siyaset felsefesine en büyük katkılarından biri de, bir tek ahlâk değil iki tür ahlâk olduğunu söylemesidir: Özel ve kamusal ahlâk. Bu da politikanın sekülerleşmesi sürecini doğurmuştur. O, özel ve kamusal ahlâk alanlarını kesinlikle ayırır. O’nun için birey açısından geçerli olan ahlâk kuralları, devlet açısından geçerli değildir. Örneğin; bireyler cinayet işleyemezler, ama devlet işleyebilir. O buna dayanarak, Romüs’un Romülüs tarafından öldürülmesini devletin güvenlik ve bekası temelinde savunur.Kant ise, Machiavelli’nin sandığı gibi, siyasetin ahlaktan ayrılamayacağına, siyasetin ahlak önünde diz çökmesi gerektiğini savunur ve Machiavelli’yi ciddi bir eleştiriye tabi tutar.
Machiavelli bir işi yaparken, hak ve adalet sorunlarına, din ya da ahlâka uygunluk sorununa ancak başarıyla ilişkisi oranında yer vermiştir. Bundan ötürü O’nun ahlâkı siyasete feda ettiği veya amaçla aracı özdeşleştirdiği, daha doğrusu amacın her türlü aracı yasal kıldığını savunduğu iddia edilmiştir. Oysa, Machiavelli’nin belirtmek istediği, bir devlet veya devlet adamının –özellikle dış ilişkilerde- kendi ülkesinin birlik, bağımsızlık ve güvenliği için yararlı her türlü hareketi yapabileceği ilkesidir.
Sonuç:
Machiavelli’nin o çok tartışılan paradigmasını ele aldık. O’nun fikirlerinden hem ‘insan’, hem de ‘şeytan Machiavelli’ çıkarılabilir. Akademik alanda ‘insan Machiavelli’ fikrinin hakim olduğu söylenebilir. ‘Şeytan Machiavelli’ ise, politikacıların malzemesi. Siyasi arenada, ömürlerinde bir kez olsun Machiavelli’yi okumamış olan bu insanlar, sırf rakiplerini köşeye sıkıştırmak amacıyla, ağızlarına doladıkları birkaç kelimeyle birbirlerini Makyavelizmle suçlayıp duruyorlar.
Machiavelli, Batı siyasal düşüncesinde Platon ve Aristo’dan sonra gelen en önemli düşünürdür. Machiavelli’nin, kendisinden sonra gelen, Hobbes, Locke ve Bodin’den farklı ve kendine özgü bir siyaset felsefesi olduğu söylenebilir. Yakın dönemde yayınlanan bir makalede ‘siyaset sosyolojisinin bir müjdecisi’olarak ele alınmıştır. Türkiye’de, Machiavelli ile ilgili, akademik çalışma olarak, tesbit edilebildiği kadarıyla, iki yüksek lisans tezi ile birlikte, on iki civarında lisans tezi bulunmaktadır.Machiavelli, sistematik bir siyaset felsefesi ortaya koymaktan ziyade, pratik/uygulanabilir bir siyaset felsefesi ortaya koymaya çalışmıştır. O sadece somut gözlemlerden hareketle, bazı varsayımlarda bulunuyor. Sabine’e göre, bu varsayımların zayıf kalmasının nedeni, siyasal başarı ve başarısızlıkların sadece hükümdarın yeteneğine bağlanmış olmasındadır. Dolayısıyla, sınırlı gözlemlerden, yüzeysel görüşler ortaya çıkmıştır. Halbuki iyi bir düşünürün, ortaya koyacağı paradigmanın büyüklüğünün ilk şartı, tümelle ilgili olmasıdır. Machiavelli’nin paradigması, asıl kendisinden sonra sistematik hale getirilmiş ve birçok düşünüre yol gösterici olmuştur.
Kaynaklar:
Arendt, Hannah, Geçmişle Gelecek Arasında, çev. B.S. Şener, İstanbul 1996
Aru, Celâl Bürhan, Makiyavel – Nicolo Machiavelli- 1942
Bolay, S. Hayri, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, 6. baskı, Ankara 1996
Cevizci, Ahmet, Paradigma Felsefe Sözlüğü, 3. baskı, İstanbul 1999
Descartes, Réne, Metot Üzerine Konuşma, çev. M. Karasan, Ankara 1947
Ebenstein, William, Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri, İ. Özel,İstanbul 1996
Eralp, Atilla, Devlet, Sistem ve Kimlik, İstanbul 1996
Hegel, G. W. F., Seçilmiş Parçalar, çev. N. Bozkurt, İstanbul 1986
Heidegger, Martin, Özdeşlik ve ayrım, çev. N. Aça, Ankara 1997
Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul 1994
Guénon, Réne, Modern Dünyanın Bunalımı, çev. N. Avcı,İstanbul 1979
Kara, İsmail, Amel Defteri, İstanbul 1998
Maurice, Cranston(editör), Batı Düşüncesinde Siyaset Felsefeleri, çev. N. Muallimoğlu, İstanbul 1995
Machiavelli, Nicola, Hükümdar, çev. Y. Türk, İstanbul 1996
Machiavelli, Nicola, Hükümdar, çev. H. K. Karabulut, 5. Bası, İstanbul 1996
Machiavelli, Nicola, Konuşmalar [Seçilmiş Parçalar, çev. Pars Esin, haz. Mete Tunçay, age içinde]
Meriç, Cemil, Umrandan Uygarlığa, İstanbul 1996
Meriç, Cemil, Sosyoloji Notları ve Konferansları, İstanbul 1996
Popper, Karl, Açık Toplum ve Düşmanları-I, çev. M. Tunçay, İstanbul 1994
Rosenthal, Erwin, Ortaçağda İslam Siyaset Düşüncesi, çev. A. Çaksu, İstanbul 1996
Sabine, George, Siyasal Düşünceler Tarihi II, çev. A. Öktem, Ankara 1969
Thomson, David, Siyasi Düşünce Tarihi, İstanbul 1996
Tunçay, Mete, Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi II, -Seçilmiş Yazılar- Ankara 1986
Ülgener, Sabri F., Zihniyet ve Din –İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı- İstanbul 1981
Weber, Max, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev. Z. Aruoba, İstanbul 1997
Zweig, Stefan, Kendileri ile Savaşanlar, çev. G. Aytaç, Ankara 1997
Machiavelli’de devlet başkanı, devletin kendisiyle bütünleşmiştir. Devletin başında bulunan kimse ‘devlet benim’ diyebilmelidir, dolayısıyla da hükümdar halkın hiç sınır ve bağ tanımayan efendisidir.
Machiavelli, güçlü devlet için başarılı hükümdarı dillendirir. Peki, başarılı hükümdarın kıstası nedir? Başarılı hükümdar için ‘virtu’ kavramını kullanır. ‘Virtu’ (erdem) Hıristiyanlıktaki gibi alçak gönüllüğü ve namusluluğu çağrıştırmaz. Buradaki ‘virtu’, başarılı bir yöneticiyi, acımasız, muhteris ve düzenbaz kılan eylemdir. Hükümdar aksiyon adamıdır. Bu aksiyonunu da şiddet üzerine bina etmek zorunda.
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’de; “Bir boy bozulursa, bey düzeltir. Peki, bir bey bozulursa kim düzeltecek?” diye sorar. Machiavelli, Yusuf Has Hacip’in , “Bir boy bozulursa, bey düzeltir.” savını adeta teyit edercesine, “yanılan halk güzel sözlerle düzeltilir.” der. Zira, Machiavelli’ye göre ancak hükümdar halka güzel sözler söyleyebilir. Machiavelli, Yusuf Has Hacip’in sorusuna gıyabi bir cevap gönderiyor: “Kötü , bozulmuş bir hükümdar ancak çelikle düzeltilir.” Bu ifadenin altında yatan temel argüman ‘şiddet’tir.
Ahlaklı, dürüst, güvenli olma gibi kişilerin sahip olabileceği özel değerler, bir devlet adamı için lüksten öte bir şey değil. Bir kimse, birey olarak bunlara sahip olabilir. Ama bir devlet adamı asla. Zira, o bir çok kimsenin hayatından sorumludur. Bir bireyin, her zaman doğru söylemesi gerekir. Ama bir hükümdar, koruması altında bulunan kimseleri korumak için yalan söylemek zorunda kalabilir. Bir anlamda, beden için şiddet, ruh için ise yalanın gerekli olduğuna inanır.
Machiavelli’ye göre, bir hükümdar güçlü olmak istiyorsa, Papa’ya dikkat etmesi gerekir. Eğer, uzun süre iktidarda kalmaya niyetliyse Papa’nın kendi işine karışmasına izin vermemelidir. Bunu önlemenin yolu da, kendi istediği kişiyi papa seçtirmekten geçer. Eğer, istediğin kişiyi seçtiremiyorsan, en azından istemediğin kişiyi de seçtirmemelisin. Yani, yenemiyorsan , yenilmemelisin de!
Bir hükümdar kendisine yeter mi, yoksa başkasının yardımına mı muhtaçtır? Bu Machiavelli’nin en önemli sorularından biridir. Şu cevabı veriyor: “Ya insan ya da para çokluğu sayesinde ihtiyaca uygun bir ordu kurabilen ve kendilerine kim saldıracak olursa olsun ona karşı meydan muharebesi verebilen hükümdarlar, kanaatimce kendi kendine yeten hükümdarlardır.”
Her hükümdar, zalimlikten ziyade, merhametli olarak tanınmalıdır. Çünkü, hem devletin hem de hükümdarın bekası için halkın sevgisi önemlidir. Fakat, merhametin ölçüsünü fazla kaçırmamalıdır. Çevresine korku salmalıdır. Tarih göstermiştir ki, zalimce davranmayan bir çok kişi yok olup gitmiştir. Bunun en basit örneği silahsız peygamberlerdir. Eğer, yok etmezsen yok edileceğin günleri de beklemelisin. İki türlü zulüm var, Machiavelli’ye göre: Birincisi, iyi kullanılmış zulüm; kendini güven altına almak için toptan yapılmış zulümdür. İkincisi ise, kötü kullanılmış zulüm, başlangıçta az olduğu halde, zamanla sönecek yerde çoğalan zulümdür. Ardından Machiavelli, ince ince taktikler veriyor: Eğer, bir hükümdar zulmetmek istiyorsa –ki etmek zorunda- katliamları işkenceleri ve kısıtlamaları bir seferde yapmalıdır. Nasıl olsa halk unutur. Ama iyilikler, azar azar yapılmalı ki, hafızalara kazılsın, tadına daha iyi varılsın. Çünkü, böylelikle aslında az olan bu iyilikler sürekliliğinden dolayı çok büyük görünecektir.
Hükümdarın, yönetimini sürdürebilmek için başvurması gereken bir takım yöntemler, Hıristiyanlığa da insanlığa da aykırıdır. Aslında, böyle zalimlikler yapıp kral kalmaktansa, kişi bütün bunlardan kaçıp kendi halinde yaşamalıdır. Ama, kral olmayı yani iyi yoldan ayrılmayı seçerse o zaman sertlikten ve zulümden başka çare yoktur.
Hükümdar için mücadele etmenin iki yolu var: Birincisi, kanunla, ikincisi ise kuvvetledir. İlki insanlara , diğeri ise hayvanlara özgü bir şey. Çoğunlukla, ilki yetersiz kaldığından dolayı, ikinciye başvurmak zorunda kalınıyor. Bunun için bir hükümdarın, hem insanların hem de hayvanların özelliklerini iyi bilmesi gerekir. Zira, hükümdar insan ile hayvan arası bir şey. Hükümdarın, hayvan tarafını kullanması için kendisine iki hayvanı; aslan ile tilkiyi örnek alması gerekir. Çünkü, aslan tuzaklara, tilki de kurtlara karşı savunmasız. Bu nedenle, tuzakları tanımak için tilki, kurtları tanımak için de aslan olmak gerekir. Salt aslan olmaya kalkmak tek başına bir şey ifade etmez.
Machiavelli, bir hükümdarın sözünde duramayabileceğini de belirtiyor. Bütün insanlar iyi olsaydı , böyle bir sorun olmazdı. Lakin, bir hükümdar ne kadar iyi olursa olsun,karşısındaki insanlar kötü olduğundan o da sözünde durmayabilir.
Machiavelli ye göre, bir hükümdar devamlı suretle çevresindekilerle görüş alış verişi içinde olmalıdır. Ama, bunlar ‘demokratik danışmalar’ niteliğinde değil, ‘monarşik danışmalar’ niteliğindedir. Kendisi sormadıkça başkalarının fikir ileri sürmesine izin vermemelidir. Çünkü, böyle davranmakla hükümdar kendi saygısını ve karizmasını perçinler. Aksi halde, otoritesini kaybeder.
Machiavelli’yi , hükümdara, zalimlik, cinayet ve kurnazlıklar konusunda ince taktikler veren biri şeklinde tanımlamak, haksızlık olur. J. J. Rousseau’nun, Toplum Sözleşmesi’ndeki (III. kitap, VI. bölüm) “O, krallara ders verirmiş gibi görünüp, aslında halklara büyük dersler verdi.” saptaması gerçeğe daha yakın görünüyor.
D-) Din ve Ahlâk:
Avrupa’da hiçbir düşünür Machiavelli kadar din karşıtı algılanmamıştır. O, tıpkı şeytan gibi, Tanrı’ya isyan etmiş bir asi olarak görülmüştür. O’nun şeytan gibi algılanması biraz da dönemin tarihi süreci ile ilgili bir şey. O yazılarını ortaçağa özgü dini hayatın öneminin artık azaldığı bir dönemde yazmıştır. Fakat, nedense O yazdığı dönemde dinsel hayat, daldığı uykudan Protestan reformu ve kısmen de buna tepki olarak gelişen Katolik reformları tarafından aniden uyandırılıvermişti. Gerçekte 16. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde Machiavelli’nin siyasete karşı takındığı laik yaklaşım tam bir skandal olarak görülmüştür.Dikkat edilirse, bu süreç O’nun ölümü sonrasıdır. Aynı zamanda da ‘insan Machiavelli’den, ‘şeytan Machiavelli’ye geçişin öyküsüdür.
Machiavelli’nin dine mi, yoksa kiliseye mi karşı olduğu sorusu uzun süre zihinleri meşgul etmiştir. Ortaçağın tarihi sürecinde, hem Papanın kişisel, hem de papalığın bir kurum olarak yadsınamaz bir rolü vardı. Şüphesiz, kilise siyasi arenanın en büyük aktörüydü. Machiavelli’nin anlamadığı nokta şuydu: “Kilise neden dünya işlerine bu kadar çok karışıyor?” İtalya’nın bir araya gelememesinin nedeni olarak kiliseyi görüyordu. Zira, papalığın dünyevi itibar kazanmaya başlaması, İtalya’nın parçalanması ile doğru orantılıydı. Bir de kilise mahkemeleri adalet konusunda çok kötü örnek oluyorlardı. Kilise bir çok konuda olduğu gibi ahlaki açıdan da tükenmişti. Ahlaksızlık papalıkta adeta doruğa erişiyordu. Bunlardan ötürü olacak ki Machiavelli şunu söylüyordu: “Eğer, dinsiz olduğumu söylüyorsanız bunu kiliseye borçluyum.”
Machiavelli de, çağdaş düşünürlerden Schumacher gibi, “İnsanın kilisesiz yaşayabileceğini ama dinsiz asla yaşayamayacağının” farkındaydı. Machiavelli, dinin ve ahlâkın, toplumsal ve siyasal hayattaki sonuçlarına karşı ilgisiz değildi. ‘Machiavelli, yöneticinin ahlâk dışı araçları yalnız bir sonuca varmak için kullanmasını onaylıyordu, yoksa kişideki ahlâk bozukluğunun iyi bir hükümeti olanaksız kılacağından şüphe etmiyordu.’
Machiavelli’nin ahlâk ve din hakkındaki görüşleri iktidarın diğer sosyal değerler karşısındaki üstünlüğüne olan inancın örneklerindedir: “Ve dinde mistik unsura, dinin tabiat üstü, akıl üstü karakterine çoğunlukla uzaktır. Yine de dine karşı olumlu bir tavrı vardır, onun dini, yönetenin elinde, yönetilen üzerinde bir etki ve kontrol aygıtıdır. Machiavelli dinde, yoksul insanın aklını, ahlâkını ve doğruluğunu kaynaşmış olarak görür ve ‘dinin olduğu yerde orduları yönetmek ve disiplini sağlamak kolaydır.’ der.” Ve gene, ‘yalnız siyasi hakimiyet, icbar ve birlik aleti olarak dinin rolü, Machiavelli’nin şu tavsiyesinde açık hale gelir: Hükümdar yanlış olduğunu bile bile dini doktrinlerin ve mucizelere inanmanın yaygınlaşmasını desteklemelidir.’
Machiavelli’nin Hıristiyanlığa olan ilgisi felsefi ve teolojik değil, tamamen pragmatik ve siyasidir. O’nun ‘virtu’ (erdem) kavramı, Hıristiyan ahlâkına taban tabana zıttı. O’na ilham veren şey insanın asaleti ve yeryüzündeki hayatın şaşaasıydı; ve bu asaletin , alçak gönüllülük değil, gururda; kötülüğe tahammül etmekte değil, intikam almakta; nefsi körletmekte, çile çekmekte değil, cesarette; dua etmekte değil, harekette; vücudu örterek keşiş manastırlarında sürünürcesine yürümekte değil, savaşın gurur verici zırhını takarak insanın canlılığından, cesaretinden, kahramanlığından, alicenaplığından ve şaşaasından zevk ve haz duymakta olduğuna inandı ki, bu da pek tabii ideal bir insan tipiydi.
Macit Gökberk, Machiavelli’nin, ‘çağdaşı bütün hümanistler gibi Hıristiyan olmaktan çok bir ilkçağ paganı’ olduğunu söyler. Hıristiyanlığı, 16. Yüzyıl İtalya’sında modası geçmiş bir din diye saf dışı edip, Eski Yunan veya Roma’daki benzer bir din getirme amacındaydı. Yani esas gayesi, vatanseverlik hislerini ve ‘virtu’yu yayacak olan bir ‘kamu dini’. Kısacası, Machiavelli, güçlü bir devlet için Hıristiyanlığa karşı ‘teknik bir din’ öneriyordu.
Machiavelli’nin siyaset felsefesine en büyük katkılarından biri de, bir tek ahlâk değil iki tür ahlâk olduğunu söylemesidir: Özel ve kamusal ahlâk. Bu da politikanın sekülerleşmesi sürecini doğurmuştur. O, özel ve kamusal ahlâk alanlarını kesinlikle ayırır. O’nun için birey açısından geçerli olan ahlâk kuralları, devlet açısından geçerli değildir. Örneğin; bireyler cinayet işleyemezler, ama devlet işleyebilir. O buna dayanarak, Romüs’un Romülüs tarafından öldürülmesini devletin güvenlik ve bekası temelinde savunur.Kant ise, Machiavelli’nin sandığı gibi, siyasetin ahlaktan ayrılamayacağına, siyasetin ahlak önünde diz çökmesi gerektiğini savunur ve Machiavelli’yi ciddi bir eleştiriye tabi tutar.
Machiavelli bir işi yaparken, hak ve adalet sorunlarına, din ya da ahlâka uygunluk sorununa ancak başarıyla ilişkisi oranında yer vermiştir. Bundan ötürü O’nun ahlâkı siyasete feda ettiği veya amaçla aracı özdeşleştirdiği, daha doğrusu amacın her türlü aracı yasal kıldığını savunduğu iddia edilmiştir. Oysa, Machiavelli’nin belirtmek istediği, bir devlet veya devlet adamının –özellikle dış ilişkilerde- kendi ülkesinin birlik, bağımsızlık ve güvenliği için yararlı her türlü hareketi yapabileceği ilkesidir.
Sonuç:
Machiavelli’nin o çok tartışılan paradigmasını ele aldık. O’nun fikirlerinden hem ‘insan’, hem de ‘şeytan Machiavelli’ çıkarılabilir. Akademik alanda ‘insan Machiavelli’ fikrinin hakim olduğu söylenebilir. ‘Şeytan Machiavelli’ ise, politikacıların malzemesi. Siyasi arenada, ömürlerinde bir kez olsun Machiavelli’yi okumamış olan bu insanlar, sırf rakiplerini köşeye sıkıştırmak amacıyla, ağızlarına doladıkları birkaç kelimeyle birbirlerini Makyavelizmle suçlayıp duruyorlar.
Machiavelli, Batı siyasal düşüncesinde Platon ve Aristo’dan sonra gelen en önemli düşünürdür. Machiavelli’nin, kendisinden sonra gelen, Hobbes, Locke ve Bodin’den farklı ve kendine özgü bir siyaset felsefesi olduğu söylenebilir. Yakın dönemde yayınlanan bir makalede ‘siyaset sosyolojisinin bir müjdecisi’olarak ele alınmıştır. Türkiye’de, Machiavelli ile ilgili, akademik çalışma olarak, tesbit edilebildiği kadarıyla, iki yüksek lisans tezi ile birlikte, on iki civarında lisans tezi bulunmaktadır.Machiavelli, sistematik bir siyaset felsefesi ortaya koymaktan ziyade, pratik/uygulanabilir bir siyaset felsefesi ortaya koymaya çalışmıştır. O sadece somut gözlemlerden hareketle, bazı varsayımlarda bulunuyor. Sabine’e göre, bu varsayımların zayıf kalmasının nedeni, siyasal başarı ve başarısızlıkların sadece hükümdarın yeteneğine bağlanmış olmasındadır. Dolayısıyla, sınırlı gözlemlerden, yüzeysel görüşler ortaya çıkmıştır. Halbuki iyi bir düşünürün, ortaya koyacağı paradigmanın büyüklüğünün ilk şartı, tümelle ilgili olmasıdır. Machiavelli’nin paradigması, asıl kendisinden sonra sistematik hale getirilmiş ve birçok düşünüre yol gösterici olmuştur.
Kaynaklar:
Arendt, Hannah, Geçmişle Gelecek Arasında, çev. B.S. Şener, İstanbul 1996
Aru, Celâl Bürhan, Makiyavel – Nicolo Machiavelli- 1942
Bolay, S. Hayri, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, 6. baskı, Ankara 1996
Cevizci, Ahmet, Paradigma Felsefe Sözlüğü, 3. baskı, İstanbul 1999
Descartes, Réne, Metot Üzerine Konuşma, çev. M. Karasan, Ankara 1947
Ebenstein, William, Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri, İ. Özel,İstanbul 1996
Eralp, Atilla, Devlet, Sistem ve Kimlik, İstanbul 1996
Hegel, G. W. F., Seçilmiş Parçalar, çev. N. Bozkurt, İstanbul 1986
Heidegger, Martin, Özdeşlik ve ayrım, çev. N. Aça, Ankara 1997
Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul 1994
Guénon, Réne, Modern Dünyanın Bunalımı, çev. N. Avcı,İstanbul 1979
Kara, İsmail, Amel Defteri, İstanbul 1998
Maurice, Cranston(editör), Batı Düşüncesinde Siyaset Felsefeleri, çev. N. Muallimoğlu, İstanbul 1995
Machiavelli, Nicola, Hükümdar, çev. Y. Türk, İstanbul 1996
Machiavelli, Nicola, Hükümdar, çev. H. K. Karabulut, 5. Bası, İstanbul 1996
Machiavelli, Nicola, Konuşmalar [Seçilmiş Parçalar, çev. Pars Esin, haz. Mete Tunçay, age içinde]
Meriç, Cemil, Umrandan Uygarlığa, İstanbul 1996
Meriç, Cemil, Sosyoloji Notları ve Konferansları, İstanbul 1996
Popper, Karl, Açık Toplum ve Düşmanları-I, çev. M. Tunçay, İstanbul 1994
Rosenthal, Erwin, Ortaçağda İslam Siyaset Düşüncesi, çev. A. Çaksu, İstanbul 1996
Sabine, George, Siyasal Düşünceler Tarihi II, çev. A. Öktem, Ankara 1969
Thomson, David, Siyasi Düşünce Tarihi, İstanbul 1996
Tunçay, Mete, Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi II, -Seçilmiş Yazılar- Ankara 1986
Ülgener, Sabri F., Zihniyet ve Din –İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı- İstanbul 1981
Weber, Max, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev. Z. Aruoba, İstanbul 1997
Zweig, Stefan, Kendileri ile Savaşanlar, çev. G. Aytaç, Ankara 1997
1 Yorum
machiavelliyi okumayan bir devlet başkanı olduğunu sanmıyorum.aslına bakılırsa felsefesinde;bulunduğu koşullardan dolayı tepki olarak sert bir ironi düşündüğü düşünülebilir.fakat şöyle de bir durum var ulus devlet,din-devlet ilişkisi,birey-devlet ilişkisi çok somut ve pratik machiavellide.gayet bilgilendirici bir makale teşekkür ederim..