ARİSTOTELES'İN DOĞA -FİZİK- FELSEFESÎ ( .... devam )
|
FİZİK VE FELSEFENİN BİLGİ KURAMSAL BAĞDAŞIKLIĞI
Bu belirlemeler, Aristoteles'in fizik görüşünü felsefesinden ayn olarak değerlendirebilmenin güç olduğunu ortaya koyabilmek için yeterli olmakla birlikte, konunun daha fazla aydınlatılabilmesi için, onun bilgi ve bilimden ne anladığı hususuna da kısaca değinmek gerekmektedir. Bilimsel bilgiye ilişkin temel savsungulannı (argüman) ortaya koyduğu, Organon'un dördüncü kitabı olan İkinci Analitiklerde, Aristoteles bilimin amacının nedensel açıklama olduğunu ileri sürmektedir. Bu belirlemesini bilim anlayışının özeğine (merkez) koyduğumuzda, onun tüm evreni anlamaya ve açıklamaya yönelik bir dizge oluşturmayı amaçladığı açıkça anlaşılmaktadır. Öyleyse onun için bilim (fizik-doğa felsefesi) amacı nedensel açıklama yapmak olan "insana özgü" bir yetidir.
Çünkü ona göre insanı diğer canlılardan ayıran en önemli fark duyum ve deneyden gelen tümel yargılara varma yetisine sahip olmasıdır. Bu konuda şunları belirtmektedir:
"İnsanı saymasak bütün öteki hayvanlar, imgeler ile hatırlamalara sahip olarak yaşarlar. Onların deneysel bilgiden çok az bir pay almalarına karşılık, insan cinsi sanat [tekhne] ve akıl yürütmeye [logismos] kadar yükselir... İnsanlar, bilim ile sanata deney aracılığıyla erişirler.... Deneyle kazanılmış bir dizi kavramdan bir nesneler sınıfına ilişkin tümel bir yargı oluşturulduğunda [bütün benzer durumlara uygulanabilir] sanat ortaya çıkar."
Bu noktadan sonra sorulması gereken soru şu olmalıdır: İnsanın birçok yetisi bulunduğuna göre, neden yalnızca "belirli" bir türüne "bilim" denmektedir? Bu sorunun yanıtı açıktır: Doğasına uygun kalmak. Zaten bilimin konusu da "öz ya da olduğundan başka türlü olamayandır" veya değişime uğramamaktır. Yukarıda serimlenen kitap içerikleri de açıkça "doğal olmayan" durumların "neden" öyle olduğunun açıklanmasının gerekliliğini belirtmektedir. Bu durumda Aristoteles'e göre, bir şeyin bilimsel araştırmaya konu olabilmesi demek, onun "doğal" durumunu kaybetmesi; bilimsel açıklama da bunun nedenini ortaya koymak demektir. Başka bir söylemle, "bir nesnenin ilmi [bilgisi] ancak nedeni bilindiğinde elde edilmiş olur".
NEDENSELLİK ZİNCİRİ
Böylece doğal olarak, Aristoteles nedenlerin araştırılması işini de doğa filozofuna vermiştir. Bundan dolayı, doğa filozofunun görevi, değişimin nedenlerini bulmaktır. Bunun için de bir oluşta söz konusu olan öğelere bakmak ve "neden" veya niçin sorusunu bunlara uygulamak gerekmektedir. Çünkü amacımız bilmektir ve her bir nesne konusunda 'ne için'i (dia ti) kavramadıkça o nesneyi bildiğimizi düşünemeyiz. Bu nedenle oluş, yokoluş ve her tür doğal değişme üzerine bu yapılmalıdır ki, onların ilkelerini bilip araştırdığımız her nesneyi bu ilkelere götürmeyi deneyebilelim." Bu yapıldığında her oluşun dört öğesinin bulunduğu görülecektir:
1. Oluşun kendisinden meydana geldiği şey, yani madde,
2. Oluşan şeyin biçimi, yani form,
3. Oluşan şeye biçimini veren, yani etken.
4. Oluşan şeyin niçin oluştuğu, yani erek,
Aristoteles'e göre, doğada bu nedenler geçerlidir ve doğa filozofuna düşen görev de bunların hepsi üzerine bilgi edinmek, 'ne için'i bütün bunlara uygulamaktır. Çünkü ancak bu yapılırsa, yani "ne için" maddeye, biçime, devindiriciye ve ereksel nedene indirgenirse, doğaya uygun bir açıklama yapılmış olur. Bununla birlikte, kendi deyimiyle,çoğu kez üçü tek bir nedene indirgenebilmektedir: "nedir" ile "ereksel neden" tek şey,ilk devinim kaynağı da bunlarla biçimce aynı şey ... . Dolayısıyla "ne için" hem maddeye, hem "nedir"e hem de ilk devindiriciye (etken) bakılarak açıklanabilir. Öyleyse,Aristoteles'e göre form, etken ve erek aslında tek bir başlık altında birleşebilirler. Bu durumda gerçekte iki neden kalmış olur: madde ve form. Bu konuda şunları belirtir:
"Olan şeyler içinde bazıları doğanın, bazıları sanatın, nihayet başka bazıları rastlantının ürünleridirler. Olan her şey, bir şey vasıtasıyla ve bir şeyden hareketle bir şey olur.Bu "bir şey"den de her kategori (yani töz, nicelik, nitelik veya yer kategorisi) bakımından olmayı kastediyorum. Doğal meydana gelişler (generations), doğal olan şeylerin meydana gelmeleridir. Onlann kendilerinden meydana geldikleri şeye madde adını veririz.... Ayrıca gerek doğa, gerekse sanat tarafından meydana getirilen her şeyin bir maddesi vardır. ... Nihayet meydana gelmenin kendisi vasıtasıyla ortaya çıktığı, gerçekleştiği şey de doğadır. Ancak bu, bir başka varlıkta bulunmakla birlikte, form ve tür bakımından aynı olan anlamında doğadır."
Görüldüğü üzere, Aristoteles için ister doğal isterse yapma sonucunda gerçekleşmiş olsun, her varlığa gelişin bir maddesinin ve bir formunun olması zorunludur. Çünkü bu iki neden her varlığa gelişin zorunlu başlangıcıdırlar. Bundan dolayı da, meydana getirilmiş olamazlar. Dolayısıyla, her oluştan öncedirler, çünkü hiç bir oluş onlar olmadan olamaz. Form ve madde birbirleriyle çelişik ve zıt da değillerdir. Öyle olsaydı onların birleşmeleri olanaksız olurdu. Madde ve form birbirlerinden ayrılmayan kavramlardır.Aralarında uyuşmazlık şöyle dursun birbirlerini çeker ve tamamlarlar. İşte bu geçiş, bu karışma harekettir, gelişmedir, şekil değiştirmedir. Madde ile form arasındaki zıtlık çok azdır, çünkü her şey hem biri hem öteki olur. Örneğin tunç veya mermer işlenmemiş madene göre form, heykele göre ise maddedir. Ancak, her şeyin form ve maddesinin olmasının bir tek istisnası vardır, en yüksek varlık, kendi deyimiyle, "zorunlu olarak ezeliebedi hareketsiz töz"' olan tanrı. Tanrı saf formdur, maddesizdir, başka bir deyişle "duyusal şeylerden ayrı bir varhk"tır. Böyle bir tözün hiçbir büyüklüğe ve parçaya sahip olamayacağı ve dolayısıyla da bölünemez olduğu, aynı zamanda uzamsallığımn bulunmadığı ve etkiden de arınık olacağı açıktır. Bu nedenle tanrı en yüksek varlık, mutlak mükemmelliktir. Ondan daha üst düzeye geçişi sağlayan madde yoktur. Ezeli ve ebedi olarak fiil halinde olan varlık, eşyanın hem devindiricisi ve doğurucu nedeni, hem formu, hem de amacıdır. Kendisi devinimsiz olup devindiricidir.
Bu ilk devindirici, nedensellik ilkesinin bir sonucudur. Her devinim, devinen şeyin varlığından başka, bir de devindiricinin bulunmasını gerektirir. Bu devindirici de devinimini başka devindiriciden ahr. Böylece sonsuza kadar giden nedenler dizisi bulunmadığı için, zorunlu olarak bir devindiricide durmak gerekir. Bu ilk devindirici ebedi bir devinimle sonsuz zaman boyunca devindirir. Öyleyse şu açık: o bölünemez, parçası yoktur, hiçbir büyüklük taşımaz.
EVREN VE FİZİK GÖRÜŞÜ
Aristoteles'in Evren Dizgesi
Aristoteles'e göre içinde yaşadığımız dünya gerçekten varolan bir dünyadır. Bu temel varsayım, Aristoteles'in İnsana, Doğaya ve Evrene farklı bir yaklaşımda bulunmasını sağlamıştır. Bu yaklaşımda, Platon tarafından ortaya konulan, problemleri salt us yoluyla irdelemek yerine, çok daha tutarlı olarak kabul edebileceğimiz gözlem ve deney yoluyla incelemek ön plana alınmıştır. Aslında her iki filozofun da sorguladığı temel sorun var olanın nelerden oluştuğu ve temel niteliklerinin ne olduğudur. Aristoteles'e göre bu görünen (gerçek) dünya varolan bir dünyadır ve bu dünyadaki görünen (gerçek) nesnelerin görünen (gerçek) değişimlerinin nedensel açıklamasını yapmak da bilimin konusunu oluşturur. Biz bu dünyanın bilgisini duyularımızla ediniriz. Bu anlamda duyularımızın bize gösterdiği tek bir evren vardır. Bu evren her yeri kaplamaktadır. Madde ve form ilkeleri gereği, "evrenin dışı" veya "evrenin ötesi" gibi belirlemeler olanaklı değildir.
Evren iç içe geçmiş kürelerden oluşmuştur. En içte, yani evrenin merkezinde Yer bulunmaktadır. Yer'den sonra Ay küresi ve sırasıyla Merkür,Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn küreleri yer almaktadır. En dışta ise Sabit Yıldızlar küresi bulunmaktadır.Bu küre Yetkin Varlık küresidir ve evreni çevrelemektedir. Ancak, duyumlarımız bize bu tek evrenin her tarafının aynı unsurlardan oluşmadığını,Yer'den Ay'a kadar olan kısmının, yani Ay-altının farkh, Ay'dan Sabit Yıldızlar Küresi'ne kadar olan kısmının,yani Ay-üstünün ise farklı unsurlardan oluştuğunu göstermektedir. Böylece evreni Ay-altı ve Ay-üstü olmak üzere iki kısma ayıran Aristoteles'e göre, evrenin Ay-üstü kısmı ve Aristoteles'in Evren Dizgesi burada yer alan gök nesneleri, eterden oluşmuştur; eterin, mükemmel doğası, buraya ezelî ve ebedî bir mükemmellik sağlamaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak, burada oluş ve bozuluş söz konusu değildir. Sadece, özsel bir değişime yol açmayan yer değiştirme (lokomotion) vardır ve bu devinim türü de sürekli, kendini yineleyen döngüsel bir devinimdir. Bu nedenle gök çok farklı özelliklere sahiptir. Burasının temel maddesi olan eter saydamdır. Bunun gibi gezegenleri taşıyan küreler de saydamdır. Ay da dahil olmak üzere, her gezegen için bir küre vardır. Gezegenler bu kürelere çakılıdır. Küre hareket ettiğinde, gezegen de hareket etmektedir. Küreleri Devinimsiz ilk devindirici devindirmektedir. Bu Tanrıdır. Tanrı bir ilk devinim vermiştir. Bu devinim iç içe geçmiş olan diğer kürelere de geçmiştir. İlk devindirici aynı zamanda evrenin çevresindedir.
Buna karşılık, Ay-altı Evren, her türlü değişimin, oluş ve bozuluşun yer aldığı bir evrendir. Burası, ağdıklarına göre, Yer'in merkezinden yukarıya doğru sıralanan dört temel unsurdan, yani toprak, su, hava ve ateşten oluşmuştur. Bu dört unsurun dizilişini belirleyen de ağırlıklarıdır. Toprak, diğer üçüne Sıcak oranla daha ağır olduğu için, en altta, ateş ise en hafif olduğu için, en üstte bulunur. Bundan dolayi ağır nesneler sürekli olarak merkezde bulunurlar ve merkeze doğru hareket ederler. Merkez Nemli Kuru ağır unsurdan oluşan nesnenin "doğal yer"idir. Daha hafif olan su ise toprağın üzerinde yer alır.
Buna göre sudan sonra hava ve ondan sonra da ateş sıralanmaktadır. Bu sıralanış da, unsurların Soğuk doğal yeridir ve doğal yer değişmez. Aynı zamanda Aristoteles'e göre, bu öğeler, kuru.yaş, sıcak ve soğuk gibi birbirlerine karşıt dört niteliğin bireşiminden oluşmuştur. En temel ve indirgenemeyecek olan da bunlardır.
Varlık biçimlerinin mükemmel olmaları veya olmamaları da Yer'in merkezine olan uzaklıklarına göre değişir. Bir varlık Yer'e ne kadar uzaksa, o kadar mükemmeldir. Bundan dolayı, merkezde bulunan Yer mükemmel olmadığı halde, merkeze en uzakta bulunan Sabit Yıldızlar Küresi mükemmeldir. Bu mükemmel küre, aynı zamanda Tanrı, yani ilk devindiricidir.
Böylece Aristoteles'in kavrayışında evrendeki her öğenin doğal bir yerinin olduğunu ve yerinden oynatılan nesnenin de tekrar doğal yerine dönmek için bir eğilim taşıdığının varsayıldığını anlıyoruz. Başka bir deyişle yerinden oynatılan görülebilen bir nesnenin niteliğinde ağırlık taşıyan unsur neyse, nesne o unsurun belirlediği doğal yere doğru gidecektir. Örneğin taşta ağır basan unsur toprak olduğundan, o daima yere doğru gidecektir.
DEĞİŞİM ve DEVİNİM
Yapılan farklı olan bu iki evrende, doğal olarak farklı fizik kanunları geçerli olacaktır. Ay-üstünde bulunan gök nesneleri, taşıyıcı kürelere yapışık oldukları için düzgün dairesel yörüngeler çizerken, her tür değişimin yer aldığı Ay-altında ise birbirinden farklı iki tür devinim söz konusudur: doğal ve zorunlu devinim. Dış bir kuvvetin uygulanması sonucu gerçekleşen devinime Zorunlu Devinim, kuvvet ortadan kalktıktan sonra nesnenin kendi doğa] yerine doğru yaptığı devinime de Doğal Devinim denir.
Aristoteles'e göre, kuvvete bağlı olarak gerçekleşen Zorunlu Devinim de iki türlüdür: Devinimi sağlayan kuvvet, nesne üzerindeki etkisini, nesnenin deviniminin her anında sürdürüyorsa, buna Sürekli Zorunlu Devinim, ilk devinimi sağladıktan sonra kesiliyorsa, buna da Süreli Zorunlu Devinim denir. Bununla birlikte, Aristoteles, kuvvet olmaksızın devinimin de olamayacağına inandığından, Süreli Zorunlu Devinim'in oluşabilmesi için, devindiren kuvvetin, ilk devinimin verilmesinden sonra, nesnenin yol aldığı ortama aktarıldığı düşüncesini benimsemek zorunda kalmıştır. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi, görünen dünyadaki, görünen nesnelerin devinimlerim ele alan Aristoteles,bu dünyada kuvvet uygulanmadan gerçekleşen her hangi bir devinim gözlemlememiştir.
Nitekim Fizik'in yedinci kitabında, "eğer devinim ilkesini kendinde taşımıyorsa, devinen her nesnenin başka bir şey tarafından devindirilmesi zorunludur" demektedir. Bundan dolayı, haklı olarak Aristoteles bütün devinimlerin bir "neden" sonucu ortaya çıktığını ve bir nesnenin ancak kendisini devindiren bir şey olursa devineceği savına ulaşmıştır. Bu durumda, Zorunlu Devinim'de, devinimi sağlayan etmen dış bir kuvvet iken, Doğal Devinim'de ise nesnenin ağırlığıdır. "Kuvvetsiz (nedensiz) devinim olmaz" belirlemesi böylece Aristoteles mekaniğinin değişmez temel ilkesi haline gelmiştir. Çünkü zaten gerçekte gündelik yaşamda gözlemlenen devinimler ve sağduyu da bu ilkeyi desteklemektedir. Örneğin, devamlı kuvvet uygulanmadıkça, at arabası gitmemekte, yük kaldınlamamaktadır.
Diğer taraftan, Aristoteles, ister doğal ister zorunlu olsun, her iki devinimin de bir "ortam" içerisinde meydana gelmesinin gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Nedensellik ilkesi gereği, zaten her tür maddeden arınık olmak anlamına gelen "boşluk" olanaklı olamayacağına göre, ideal bir ortamda yani "boşlukta" devinimi düşünmek de söz konusu olamaz. Diğer taraftan boşlukta devinimin olabileceğini düşünmek, hızın sonsuz olabileceğini kabul etmek demektir. Sonsuz hızı kabul etmek demek ise, devinen nesnenin aynı anda birden fazla "yer"de bulunmasını kabul etmek demektir ki, bu açıkçası olanaksız, mantıksız ve saçmadır. Öyleyse her devinim dirençli, yani gerçek bir ortamda söz konusudur ve bundan dolayı da, devinimin devamlılığı, onu meydana getiren nedenin (kuvvet) devamlılığına bağlıdır. Bunun tek istisnası canlı varlıklardır. Çünkü yalnızca canlılar kendiliğinden ve kendi istenciyle hareket ederler. Aristoteles'e göre, aynı zamanda, nesnenin devinmesi için hem bir devindiricinin olması, hem de onun devindirdiğiyle "fiziksel bağ"ınin olması gerekmektedir.
Bütün bunlardan, Aristoteles'in hemen her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp, tasarladığı anlaşılmaktadır. Ancak, yine de, onun bu görüşlerinin savunulmasında zorlanılan bazı yönlerinin bulunduğu görülmektedir. Bu problemli noktalardan birisi, Süreli Zorunlu Devinim'e ilişkindir. Bugünkü terminolojide "fırlatılma devinimi" (projectile motion) olarak adlandırabileceğimiz bu devinimde nesne fırlatıldıktan sonra, devindiriciyle fiziksel bağı koptuktan sonra da bir süre yol almaya devam etmektedir. Aristoteles uygulanan kuvvet kesildikten sonra meydana gelen bu türden devinimlerin devamlılığını "ortamın" sağladığını ileri sürmektedir.
Yani nesneye bir kez kuvvet uygulandığında, bu kuvvet ortama geçmekte ve ortam, nesneyi örneğin diski bir süre daha taşımaktadır. Burada nesneyle temas halinde olan ortam havadır. Dolayısıyla, kuvvet uygulanınca diskin önündeki hava itilmekte, itilince de boşluk oluşmaktadır. Aristoteles fiziğine göre, boşluk olamayacağı için, disk bu kısmı dolduracak ve sonuçta devinim de gerçekleşmiş olacaktır.
Bu aslında çok başarılı olmayan ve biraz da aceleye getirilmiş bir açıklamadır. Çünkü daha önce,devinim için gerçek dirençli bir ortamın gerekliliğinden söz edilmişti. Öyleyse ortam aslında devinimi destekleyen değil, engelleyen bir unsurdur. Bundan dolayı Aristoteles'in bu son sayıltısı anlamsız görünmektedir. Bu nedenle onun Orta Çağ izleyicileri bu durumun daha iyi bir açıklamasını yapmaya çalışmışlar ve sonuçta Impetus kavramım geliştirmişlerdir. On dördüncü yüzyıldan on altıncı yüzyıla kadar mekanikte egemen olan hareket ettirici kuvvet fikri de böylece doğmuştur.
Bunlardan kalkarak Aristoteles'in genel devinim veya dinamik formülünü yazmak olanaklıdır. Aristoteles'e göre, fırlatılan bir nesnenin hızı (V), ona uygulanan kuvvetle (F) doğru, nesnenin içinde bulunduğu ortamın yoğunluğuyla (R=direnç) ters orantılıdır. Bu ifadelerden Aristoteles'in devinim kuramının temel sonuçlarını çıkarmak olanaklıdır.
1. Devinimin gerçekleşmesi içinolmahdır.
2. F=R olduğunda devinim gerçekleşmez.
3. R=0 olduğunda hız sonsuz olur.
4. R>F olduğunda devinim gerçekleşmez.
Açıklamalarından açıkça Aristoteles'in evrenin her yanının madde ile dolu olduğunu ve ister istemez bir direncin varlığını kabul ettiğini ve direncin de asla sıfır olamayacağını savunduğunu anlıyoruz. Çünkü eğer direnç sıfır olsaydı; bu durumda (sonsuz) olurdu. Sonsuz hızın ise Aristoteles için bir anlamı yok. Çünkü hız sonsuz olunca zaman diye bir şey olmayacak ve nesne aynı anda birçok değişik noktada bulunabilecektir. Bu ise çelişkili bir durumdur ve zamansız hareket düşünülemeyeceğinden anlamsızdır.
DEĞERLENDİRME
Bu belirlemeler ışığında Aristoteles'in devinim kuramını değerlendirirsek; onun konuya gözlemsel yaklaştığım, gözlemleri doğrultusunda kuramını oluşturduğunu, gördüğünü anlamak istediğini ve hız kavramının bugün için fazla anlamlı olmadığını söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, Aristoteles'in açıklamalarının kinematik anlamda bir değeri yok. Bu dönemde henüz kinematik ve dinamik ayrımı olmadığından, haklı olarak Aristoteles salt dinamik açıdan konuyu ele almıştır.
Aristoteles'in oluşturduğu bu fizik ve evren görüşü kendisinden sonra az çok değişime uğramışsa da uzun yıllar egemen olmuştur. Özellikle "bir nesneyi ittiğimizde, aynı zamanda havayı da itmiş oluruz" savı değişik yorumlara yol açmış ve onun Orta Çağ yorumcuları fırlatılan nesnelere ilişkin devinimi Aristotelesçi ilkelere uyumlu hale getirmeye çalışmışlardır. Bunun yanında bir sorun yaratmıyormuş gibi görünen doğal devinimin gittikçe hızlanan bir yapı taşıması da ayrıca anlaşılmaya ve açıklanmaya gerek duyulan bir diğer nokta olmuştur. Çünkü Aristoteles bu sıkıntıyı fark ederek, sabit kuvvet ve sabit direnç değişmeyen bir devinim sağlar savını geliştirmişti. Ancak dediği gibi yere düşen nesne ile ona direnç gösteren ortam aynı kaldığı halde, yine de bir ivmelerime söz konusu olmaktadır. Bu problemi de ancak Galileo çözümleyebilmiştir.
Bu belirlemeler, Aristoteles'in fizik görüşünü felsefesinden ayn olarak değerlendirebilmenin güç olduğunu ortaya koyabilmek için yeterli olmakla birlikte, konunun daha fazla aydınlatılabilmesi için, onun bilgi ve bilimden ne anladığı hususuna da kısaca değinmek gerekmektedir. Bilimsel bilgiye ilişkin temel savsungulannı (argüman) ortaya koyduğu, Organon'un dördüncü kitabı olan İkinci Analitiklerde, Aristoteles bilimin amacının nedensel açıklama olduğunu ileri sürmektedir. Bu belirlemesini bilim anlayışının özeğine (merkez) koyduğumuzda, onun tüm evreni anlamaya ve açıklamaya yönelik bir dizge oluşturmayı amaçladığı açıkça anlaşılmaktadır. Öyleyse onun için bilim (fizik-doğa felsefesi) amacı nedensel açıklama yapmak olan "insana özgü" bir yetidir.
Çünkü ona göre insanı diğer canlılardan ayıran en önemli fark duyum ve deneyden gelen tümel yargılara varma yetisine sahip olmasıdır. Bu konuda şunları belirtmektedir:
"İnsanı saymasak bütün öteki hayvanlar, imgeler ile hatırlamalara sahip olarak yaşarlar. Onların deneysel bilgiden çok az bir pay almalarına karşılık, insan cinsi sanat [tekhne] ve akıl yürütmeye [logismos] kadar yükselir... İnsanlar, bilim ile sanata deney aracılığıyla erişirler.... Deneyle kazanılmış bir dizi kavramdan bir nesneler sınıfına ilişkin tümel bir yargı oluşturulduğunda [bütün benzer durumlara uygulanabilir] sanat ortaya çıkar."
Bu noktadan sonra sorulması gereken soru şu olmalıdır: İnsanın birçok yetisi bulunduğuna göre, neden yalnızca "belirli" bir türüne "bilim" denmektedir? Bu sorunun yanıtı açıktır: Doğasına uygun kalmak. Zaten bilimin konusu da "öz ya da olduğundan başka türlü olamayandır" veya değişime uğramamaktır. Yukarıda serimlenen kitap içerikleri de açıkça "doğal olmayan" durumların "neden" öyle olduğunun açıklanmasının gerekliliğini belirtmektedir. Bu durumda Aristoteles'e göre, bir şeyin bilimsel araştırmaya konu olabilmesi demek, onun "doğal" durumunu kaybetmesi; bilimsel açıklama da bunun nedenini ortaya koymak demektir. Başka bir söylemle, "bir nesnenin ilmi [bilgisi] ancak nedeni bilindiğinde elde edilmiş olur".
NEDENSELLİK ZİNCİRİ
Böylece doğal olarak, Aristoteles nedenlerin araştırılması işini de doğa filozofuna vermiştir. Bundan dolayı, doğa filozofunun görevi, değişimin nedenlerini bulmaktır. Bunun için de bir oluşta söz konusu olan öğelere bakmak ve "neden" veya niçin sorusunu bunlara uygulamak gerekmektedir. Çünkü amacımız bilmektir ve her bir nesne konusunda 'ne için'i (dia ti) kavramadıkça o nesneyi bildiğimizi düşünemeyiz. Bu nedenle oluş, yokoluş ve her tür doğal değişme üzerine bu yapılmalıdır ki, onların ilkelerini bilip araştırdığımız her nesneyi bu ilkelere götürmeyi deneyebilelim." Bu yapıldığında her oluşun dört öğesinin bulunduğu görülecektir:
1. Oluşun kendisinden meydana geldiği şey, yani madde,
2. Oluşan şeyin biçimi, yani form,
3. Oluşan şeye biçimini veren, yani etken.
4. Oluşan şeyin niçin oluştuğu, yani erek,
Aristoteles'e göre, doğada bu nedenler geçerlidir ve doğa filozofuna düşen görev de bunların hepsi üzerine bilgi edinmek, 'ne için'i bütün bunlara uygulamaktır. Çünkü ancak bu yapılırsa, yani "ne için" maddeye, biçime, devindiriciye ve ereksel nedene indirgenirse, doğaya uygun bir açıklama yapılmış olur. Bununla birlikte, kendi deyimiyle,çoğu kez üçü tek bir nedene indirgenebilmektedir: "nedir" ile "ereksel neden" tek şey,ilk devinim kaynağı da bunlarla biçimce aynı şey ... . Dolayısıyla "ne için" hem maddeye, hem "nedir"e hem de ilk devindiriciye (etken) bakılarak açıklanabilir. Öyleyse,Aristoteles'e göre form, etken ve erek aslında tek bir başlık altında birleşebilirler. Bu durumda gerçekte iki neden kalmış olur: madde ve form. Bu konuda şunları belirtir:
"Olan şeyler içinde bazıları doğanın, bazıları sanatın, nihayet başka bazıları rastlantının ürünleridirler. Olan her şey, bir şey vasıtasıyla ve bir şeyden hareketle bir şey olur.Bu "bir şey"den de her kategori (yani töz, nicelik, nitelik veya yer kategorisi) bakımından olmayı kastediyorum. Doğal meydana gelişler (generations), doğal olan şeylerin meydana gelmeleridir. Onlann kendilerinden meydana geldikleri şeye madde adını veririz.... Ayrıca gerek doğa, gerekse sanat tarafından meydana getirilen her şeyin bir maddesi vardır. ... Nihayet meydana gelmenin kendisi vasıtasıyla ortaya çıktığı, gerçekleştiği şey de doğadır. Ancak bu, bir başka varlıkta bulunmakla birlikte, form ve tür bakımından aynı olan anlamında doğadır."
Görüldüğü üzere, Aristoteles için ister doğal isterse yapma sonucunda gerçekleşmiş olsun, her varlığa gelişin bir maddesinin ve bir formunun olması zorunludur. Çünkü bu iki neden her varlığa gelişin zorunlu başlangıcıdırlar. Bundan dolayı da, meydana getirilmiş olamazlar. Dolayısıyla, her oluştan öncedirler, çünkü hiç bir oluş onlar olmadan olamaz. Form ve madde birbirleriyle çelişik ve zıt da değillerdir. Öyle olsaydı onların birleşmeleri olanaksız olurdu. Madde ve form birbirlerinden ayrılmayan kavramlardır.Aralarında uyuşmazlık şöyle dursun birbirlerini çeker ve tamamlarlar. İşte bu geçiş, bu karışma harekettir, gelişmedir, şekil değiştirmedir. Madde ile form arasındaki zıtlık çok azdır, çünkü her şey hem biri hem öteki olur. Örneğin tunç veya mermer işlenmemiş madene göre form, heykele göre ise maddedir. Ancak, her şeyin form ve maddesinin olmasının bir tek istisnası vardır, en yüksek varlık, kendi deyimiyle, "zorunlu olarak ezeliebedi hareketsiz töz"' olan tanrı. Tanrı saf formdur, maddesizdir, başka bir deyişle "duyusal şeylerden ayrı bir varhk"tır. Böyle bir tözün hiçbir büyüklüğe ve parçaya sahip olamayacağı ve dolayısıyla da bölünemez olduğu, aynı zamanda uzamsallığımn bulunmadığı ve etkiden de arınık olacağı açıktır. Bu nedenle tanrı en yüksek varlık, mutlak mükemmelliktir. Ondan daha üst düzeye geçişi sağlayan madde yoktur. Ezeli ve ebedi olarak fiil halinde olan varlık, eşyanın hem devindiricisi ve doğurucu nedeni, hem formu, hem de amacıdır. Kendisi devinimsiz olup devindiricidir.
Bu ilk devindirici, nedensellik ilkesinin bir sonucudur. Her devinim, devinen şeyin varlığından başka, bir de devindiricinin bulunmasını gerektirir. Bu devindirici de devinimini başka devindiriciden ahr. Böylece sonsuza kadar giden nedenler dizisi bulunmadığı için, zorunlu olarak bir devindiricide durmak gerekir. Bu ilk devindirici ebedi bir devinimle sonsuz zaman boyunca devindirir. Öyleyse şu açık: o bölünemez, parçası yoktur, hiçbir büyüklük taşımaz.
EVREN VE FİZİK GÖRÜŞÜ
Aristoteles'in Evren Dizgesi
Aristoteles'e göre içinde yaşadığımız dünya gerçekten varolan bir dünyadır. Bu temel varsayım, Aristoteles'in İnsana, Doğaya ve Evrene farklı bir yaklaşımda bulunmasını sağlamıştır. Bu yaklaşımda, Platon tarafından ortaya konulan, problemleri salt us yoluyla irdelemek yerine, çok daha tutarlı olarak kabul edebileceğimiz gözlem ve deney yoluyla incelemek ön plana alınmıştır. Aslında her iki filozofun da sorguladığı temel sorun var olanın nelerden oluştuğu ve temel niteliklerinin ne olduğudur. Aristoteles'e göre bu görünen (gerçek) dünya varolan bir dünyadır ve bu dünyadaki görünen (gerçek) nesnelerin görünen (gerçek) değişimlerinin nedensel açıklamasını yapmak da bilimin konusunu oluşturur. Biz bu dünyanın bilgisini duyularımızla ediniriz. Bu anlamda duyularımızın bize gösterdiği tek bir evren vardır. Bu evren her yeri kaplamaktadır. Madde ve form ilkeleri gereği, "evrenin dışı" veya "evrenin ötesi" gibi belirlemeler olanaklı değildir.
Evren iç içe geçmiş kürelerden oluşmuştur. En içte, yani evrenin merkezinde Yer bulunmaktadır. Yer'den sonra Ay küresi ve sırasıyla Merkür,Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn küreleri yer almaktadır. En dışta ise Sabit Yıldızlar küresi bulunmaktadır.Bu küre Yetkin Varlık küresidir ve evreni çevrelemektedir. Ancak, duyumlarımız bize bu tek evrenin her tarafının aynı unsurlardan oluşmadığını,Yer'den Ay'a kadar olan kısmının, yani Ay-altının farkh, Ay'dan Sabit Yıldızlar Küresi'ne kadar olan kısmının,yani Ay-üstünün ise farklı unsurlardan oluştuğunu göstermektedir. Böylece evreni Ay-altı ve Ay-üstü olmak üzere iki kısma ayıran Aristoteles'e göre, evrenin Ay-üstü kısmı ve Aristoteles'in Evren Dizgesi burada yer alan gök nesneleri, eterden oluşmuştur; eterin, mükemmel doğası, buraya ezelî ve ebedî bir mükemmellik sağlamaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak, burada oluş ve bozuluş söz konusu değildir. Sadece, özsel bir değişime yol açmayan yer değiştirme (lokomotion) vardır ve bu devinim türü de sürekli, kendini yineleyen döngüsel bir devinimdir. Bu nedenle gök çok farklı özelliklere sahiptir. Burasının temel maddesi olan eter saydamdır. Bunun gibi gezegenleri taşıyan küreler de saydamdır. Ay da dahil olmak üzere, her gezegen için bir küre vardır. Gezegenler bu kürelere çakılıdır. Küre hareket ettiğinde, gezegen de hareket etmektedir. Küreleri Devinimsiz ilk devindirici devindirmektedir. Bu Tanrıdır. Tanrı bir ilk devinim vermiştir. Bu devinim iç içe geçmiş olan diğer kürelere de geçmiştir. İlk devindirici aynı zamanda evrenin çevresindedir.
Buna karşılık, Ay-altı Evren, her türlü değişimin, oluş ve bozuluşun yer aldığı bir evrendir. Burası, ağdıklarına göre, Yer'in merkezinden yukarıya doğru sıralanan dört temel unsurdan, yani toprak, su, hava ve ateşten oluşmuştur. Bu dört unsurun dizilişini belirleyen de ağırlıklarıdır. Toprak, diğer üçüne Sıcak oranla daha ağır olduğu için, en altta, ateş ise en hafif olduğu için, en üstte bulunur. Bundan dolayi ağır nesneler sürekli olarak merkezde bulunurlar ve merkeze doğru hareket ederler. Merkez Nemli Kuru ağır unsurdan oluşan nesnenin "doğal yer"idir. Daha hafif olan su ise toprağın üzerinde yer alır.
Buna göre sudan sonra hava ve ondan sonra da ateş sıralanmaktadır. Bu sıralanış da, unsurların Soğuk doğal yeridir ve doğal yer değişmez. Aynı zamanda Aristoteles'e göre, bu öğeler, kuru.yaş, sıcak ve soğuk gibi birbirlerine karşıt dört niteliğin bireşiminden oluşmuştur. En temel ve indirgenemeyecek olan da bunlardır.
Varlık biçimlerinin mükemmel olmaları veya olmamaları da Yer'in merkezine olan uzaklıklarına göre değişir. Bir varlık Yer'e ne kadar uzaksa, o kadar mükemmeldir. Bundan dolayı, merkezde bulunan Yer mükemmel olmadığı halde, merkeze en uzakta bulunan Sabit Yıldızlar Küresi mükemmeldir. Bu mükemmel küre, aynı zamanda Tanrı, yani ilk devindiricidir.
Böylece Aristoteles'in kavrayışında evrendeki her öğenin doğal bir yerinin olduğunu ve yerinden oynatılan nesnenin de tekrar doğal yerine dönmek için bir eğilim taşıdığının varsayıldığını anlıyoruz. Başka bir deyişle yerinden oynatılan görülebilen bir nesnenin niteliğinde ağırlık taşıyan unsur neyse, nesne o unsurun belirlediği doğal yere doğru gidecektir. Örneğin taşta ağır basan unsur toprak olduğundan, o daima yere doğru gidecektir.
DEĞİŞİM ve DEVİNİM
Yapılan farklı olan bu iki evrende, doğal olarak farklı fizik kanunları geçerli olacaktır. Ay-üstünde bulunan gök nesneleri, taşıyıcı kürelere yapışık oldukları için düzgün dairesel yörüngeler çizerken, her tür değişimin yer aldığı Ay-altında ise birbirinden farklı iki tür devinim söz konusudur: doğal ve zorunlu devinim. Dış bir kuvvetin uygulanması sonucu gerçekleşen devinime Zorunlu Devinim, kuvvet ortadan kalktıktan sonra nesnenin kendi doğa] yerine doğru yaptığı devinime de Doğal Devinim denir.
Aristoteles'e göre, kuvvete bağlı olarak gerçekleşen Zorunlu Devinim de iki türlüdür: Devinimi sağlayan kuvvet, nesne üzerindeki etkisini, nesnenin deviniminin her anında sürdürüyorsa, buna Sürekli Zorunlu Devinim, ilk devinimi sağladıktan sonra kesiliyorsa, buna da Süreli Zorunlu Devinim denir. Bununla birlikte, Aristoteles, kuvvet olmaksızın devinimin de olamayacağına inandığından, Süreli Zorunlu Devinim'in oluşabilmesi için, devindiren kuvvetin, ilk devinimin verilmesinden sonra, nesnenin yol aldığı ortama aktarıldığı düşüncesini benimsemek zorunda kalmıştır. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi, görünen dünyadaki, görünen nesnelerin devinimlerim ele alan Aristoteles,bu dünyada kuvvet uygulanmadan gerçekleşen her hangi bir devinim gözlemlememiştir.
Nitekim Fizik'in yedinci kitabında, "eğer devinim ilkesini kendinde taşımıyorsa, devinen her nesnenin başka bir şey tarafından devindirilmesi zorunludur" demektedir. Bundan dolayı, haklı olarak Aristoteles bütün devinimlerin bir "neden" sonucu ortaya çıktığını ve bir nesnenin ancak kendisini devindiren bir şey olursa devineceği savına ulaşmıştır. Bu durumda, Zorunlu Devinim'de, devinimi sağlayan etmen dış bir kuvvet iken, Doğal Devinim'de ise nesnenin ağırlığıdır. "Kuvvetsiz (nedensiz) devinim olmaz" belirlemesi böylece Aristoteles mekaniğinin değişmez temel ilkesi haline gelmiştir. Çünkü zaten gerçekte gündelik yaşamda gözlemlenen devinimler ve sağduyu da bu ilkeyi desteklemektedir. Örneğin, devamlı kuvvet uygulanmadıkça, at arabası gitmemekte, yük kaldınlamamaktadır.
Diğer taraftan, Aristoteles, ister doğal ister zorunlu olsun, her iki devinimin de bir "ortam" içerisinde meydana gelmesinin gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Nedensellik ilkesi gereği, zaten her tür maddeden arınık olmak anlamına gelen "boşluk" olanaklı olamayacağına göre, ideal bir ortamda yani "boşlukta" devinimi düşünmek de söz konusu olamaz. Diğer taraftan boşlukta devinimin olabileceğini düşünmek, hızın sonsuz olabileceğini kabul etmek demektir. Sonsuz hızı kabul etmek demek ise, devinen nesnenin aynı anda birden fazla "yer"de bulunmasını kabul etmek demektir ki, bu açıkçası olanaksız, mantıksız ve saçmadır. Öyleyse her devinim dirençli, yani gerçek bir ortamda söz konusudur ve bundan dolayı da, devinimin devamlılığı, onu meydana getiren nedenin (kuvvet) devamlılığına bağlıdır. Bunun tek istisnası canlı varlıklardır. Çünkü yalnızca canlılar kendiliğinden ve kendi istenciyle hareket ederler. Aristoteles'e göre, aynı zamanda, nesnenin devinmesi için hem bir devindiricinin olması, hem de onun devindirdiğiyle "fiziksel bağ"ınin olması gerekmektedir.
Bütün bunlardan, Aristoteles'in hemen her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp, tasarladığı anlaşılmaktadır. Ancak, yine de, onun bu görüşlerinin savunulmasında zorlanılan bazı yönlerinin bulunduğu görülmektedir. Bu problemli noktalardan birisi, Süreli Zorunlu Devinim'e ilişkindir. Bugünkü terminolojide "fırlatılma devinimi" (projectile motion) olarak adlandırabileceğimiz bu devinimde nesne fırlatıldıktan sonra, devindiriciyle fiziksel bağı koptuktan sonra da bir süre yol almaya devam etmektedir. Aristoteles uygulanan kuvvet kesildikten sonra meydana gelen bu türden devinimlerin devamlılığını "ortamın" sağladığını ileri sürmektedir.
Yani nesneye bir kez kuvvet uygulandığında, bu kuvvet ortama geçmekte ve ortam, nesneyi örneğin diski bir süre daha taşımaktadır. Burada nesneyle temas halinde olan ortam havadır. Dolayısıyla, kuvvet uygulanınca diskin önündeki hava itilmekte, itilince de boşluk oluşmaktadır. Aristoteles fiziğine göre, boşluk olamayacağı için, disk bu kısmı dolduracak ve sonuçta devinim de gerçekleşmiş olacaktır.
Bu aslında çok başarılı olmayan ve biraz da aceleye getirilmiş bir açıklamadır. Çünkü daha önce,devinim için gerçek dirençli bir ortamın gerekliliğinden söz edilmişti. Öyleyse ortam aslında devinimi destekleyen değil, engelleyen bir unsurdur. Bundan dolayı Aristoteles'in bu son sayıltısı anlamsız görünmektedir. Bu nedenle onun Orta Çağ izleyicileri bu durumun daha iyi bir açıklamasını yapmaya çalışmışlar ve sonuçta Impetus kavramım geliştirmişlerdir. On dördüncü yüzyıldan on altıncı yüzyıla kadar mekanikte egemen olan hareket ettirici kuvvet fikri de böylece doğmuştur.
Bunlardan kalkarak Aristoteles'in genel devinim veya dinamik formülünü yazmak olanaklıdır. Aristoteles'e göre, fırlatılan bir nesnenin hızı (V), ona uygulanan kuvvetle (F) doğru, nesnenin içinde bulunduğu ortamın yoğunluğuyla (R=direnç) ters orantılıdır. Bu ifadelerden Aristoteles'in devinim kuramının temel sonuçlarını çıkarmak olanaklıdır.
1. Devinimin gerçekleşmesi içinolmahdır.
2. F=R olduğunda devinim gerçekleşmez.
3. R=0 olduğunda hız sonsuz olur.
4. R>F olduğunda devinim gerçekleşmez.
Açıklamalarından açıkça Aristoteles'in evrenin her yanının madde ile dolu olduğunu ve ister istemez bir direncin varlığını kabul ettiğini ve direncin de asla sıfır olamayacağını savunduğunu anlıyoruz. Çünkü eğer direnç sıfır olsaydı; bu durumda (sonsuz) olurdu. Sonsuz hızın ise Aristoteles için bir anlamı yok. Çünkü hız sonsuz olunca zaman diye bir şey olmayacak ve nesne aynı anda birçok değişik noktada bulunabilecektir. Bu ise çelişkili bir durumdur ve zamansız hareket düşünülemeyeceğinden anlamsızdır.
DEĞERLENDİRME
Bu belirlemeler ışığında Aristoteles'in devinim kuramını değerlendirirsek; onun konuya gözlemsel yaklaştığım, gözlemleri doğrultusunda kuramını oluşturduğunu, gördüğünü anlamak istediğini ve hız kavramının bugün için fazla anlamlı olmadığını söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, Aristoteles'in açıklamalarının kinematik anlamda bir değeri yok. Bu dönemde henüz kinematik ve dinamik ayrımı olmadığından, haklı olarak Aristoteles salt dinamik açıdan konuyu ele almıştır.
Aristoteles'in oluşturduğu bu fizik ve evren görüşü kendisinden sonra az çok değişime uğramışsa da uzun yıllar egemen olmuştur. Özellikle "bir nesneyi ittiğimizde, aynı zamanda havayı da itmiş oluruz" savı değişik yorumlara yol açmış ve onun Orta Çağ yorumcuları fırlatılan nesnelere ilişkin devinimi Aristotelesçi ilkelere uyumlu hale getirmeye çalışmışlardır. Bunun yanında bir sorun yaratmıyormuş gibi görünen doğal devinimin gittikçe hızlanan bir yapı taşıması da ayrıca anlaşılmaya ve açıklanmaya gerek duyulan bir diğer nokta olmuştur. Çünkü Aristoteles bu sıkıntıyı fark ederek, sabit kuvvet ve sabit direnç değişmeyen bir devinim sağlar savını geliştirmişti. Ancak dediği gibi yere düşen nesne ile ona direnç gösteren ortam aynı kaldığı halde, yine de bir ivmelerime söz konusu olmaktadır. Bu problemi de ancak Galileo çözümleyebilmiştir.
4 Yorumlar
çooook teşekkür ederim bu değerli bilgiler için gerçekten anlaşılır ve açıklayıcı olmuş
Teşekkür edierim yararlı bilgi
Kitabın aynısı olmus resmen Pegem Akademi
Harik bir anlatış tarzı👌