GEORGE SANTAYANA FELSEFESİNDE ÖZ İLE VAROLUŞ İLİŞKİSİ


Zerrin Oral Kavas


Aristoteles bir şey ile onun özünün aynı mı yoksa farklı mı olduğunu sormuştur. Bu soru ile birlikte öz (essence) ile varoluş (existence) ilişkisi felsefenin en önemli problemlerinden biri olmuştur. Aristoteles'den önce Platon varolan dünyanın ötesindeki gerçeklik ve doğruluğun olabilirliğini göstermeye çalışmıştır. Platon gerçek,doğru,değişmez ölümsüz ve mutlak kabul ettiği ideleri sürekli değişen varolan dünyadan ayrı bir yerde düşünmüştür.

Yirminci yüzyılda bu problem, çok farklı bir tutumla filozoflar tarafından ele alınır. Bu filozoflardan George Santayana'nın felsefesinde başlangıç noktası bir varlık olarak kendine has bir alanda duran varolan maddi dünyadır. Bu naiv tutumu bakımından eski Yunan filozoflarına çok benzer. Santayana çağdaş felsefede çok etkili bir yere sahip olan aşırı varoluşçu tutumu eleştirip idealizm ile varoluşçuluk arasında orta bir yol tutmaya özen gösterir.

Varoluşçu düşünürlerde öz varoluşa kurban edilerek varoluş saygınlık kazanır, Santayana'nın amacı ise hem özün hem de varoluşun saygınlığını korumaktır.

Kierkegaard felsefesinde varoluş öylesine gizemli görülür ki, onu kuramla ya da akla uygun bir yolla açıklamak mümkün değildir. Santayana felsefesinde de varoluş olayların ve sezginin us dışı (irrasyonel) bir akışıdır, bu akış ilinek olarak insanın varoluşunda açıklanabilir. Varoluşçu filozofların amacı insanın varoluşunu soyut konumundan kurtarıp öznelliğini ve özgürlüğünü sağlamaktır. Kierkegaard özselciliğe (essentialzm) karşı çıkar ve Hegel'in sistemini de bireyin ve öznelliğin özselci sistemde yok olduğu için eleştirir. Çünkü Hegel'ci tutum öznelliği mutlağa indirger.

Varoluşçu filozoflar varoluşun öncelliğine inanırlar. Nietzsche bu inancı elden bırakmaz ve bir ateist olarak Tann öldü" tümcesi ile özlerin varlık alanlarını yok etmeye çalışır. Philon ve Plotinos'tan beri Nous ve Logos Tanrının sıfatları olarak kabuledilip özlerin yerinin Tanrının aklı olduğuna inanılmıştır. Tanrı fikri ile yaratma (varlıkların belirli değişmez doğalarına göre) kavramı aynı sayılmıştır.

Sartre göre, böylesi bir yaratma kavramı açısından insan hiçbir zaman özgür olamaz. Sartre'in amacı insan varoluşundaki özgürlüğü ve belirlenmemişliği (belirsizliği) hep elde tutmaya çalışmaktır. Sartre'a göre birşey olabilmek ancak hareket temelinde mümkündür. Hareketin temeli varoluştur. Bu yaklaşım bize Platon ve Aristoteles'i anımsatır, çünkü onların felsefesinde töz, hareket ilkesini içinde taşır. Bu yaklaşımı Santayana da benimser ve varoluş (madde) hareketin alanı olarak kabul edilir.

Sartre felsefesinde özler varlıklarını ya sadece öznede ya da hiçlikte kazanır. Özne hep geleceğe yöneliktir; böyle olunca, insan herşey olabilir ya da hiçbirşey olamaz. İnsan kendi seçimi ile kendisi için bir öz yaratır. Varoluş felsefesinde öznenin seçiminde kendisi için bir öz yaratmasında temel alacağı bir dayanak yoktur. İşte bu belirsiz durum varoluş felsefesinin en zayıf noktasıdır. Sartre özü öznenin varoluşuna hapsedip bir yerde özü varoluşa kurban etmiştir.

Santayana'nın amacı ise öz ile varoluş arasındaki ilişkiyi birini diğerine kurban etmeden dengeyi sağlamaktır. Santayana'ya göre öz ile varoluş farklı alanlara sahiptir. Özlerin alanı zaman ve mekanın ötesindedir. Varoluş ise zamanda ve mekanda olmaktır ki bu varoluş doğal olayların sürekli bir akışıdır.

Varoluş kendi alanında sürekli değişmektedir fakat öz ise kendi alanında değişmez ve ebedidir. Santayana felsefesinde öz alanı varoluş alanına önceliklidir ama varlığın bütünü değildir. Varoluş ile öz arasında öylesine derin bir ilişki vardır ki ne öz ne de varoluş birbirlerine gönderme yapmaksızın tam anlamıyla kavranamazlar.

Varoluş alanı değişimin sürekli bir akış alanıdır bu özelliği varoluşun gerçekliği hakkında kuşkular doğurur. Özellikleri bakımından yalnız inancın objesi olması ve onun ötesinde daha temel koşulların ileri sürülememesi, bu alan hakkında kuşkuları beraberinde getirir. Santayana felsefesinde kuşkuculuk,inancın bir biçimi ve aynı zamanda aklı önyargılardan arıtabilecek bir disiplin olarak kabul edilir.

Kuşkuculuk varlık alanlarının sıralınışının keşfinde bir yöntem haline gelir ama bu yöntem Santayana için ne mutlak görecelilik ne tek bencilik (solipsism) ne idealism ne de tözün veya doğruluğun reddi gibi dogmatizme asla dönüşmez. Tek benci (solipsist) için tek dürüst tutum, yalnızca ansal gerçekliği (solipsism of the presenet moment) kabul etmektir. Ansal gerçekliğin yaşanması tek bencinin (solipsist) o an kendi düşüncesinin derinliklerinde ve genel ruh halinde olmayan herşeyden sıyrılmasını sağlar. Böyle bir anda zaman, ben ve kavram aynılaşır. Bu durum tek benci için mutlak bir nesne seçebilmesinin yollarını gösterir.

Mutlak nesnenin kişiden kişiye farklı oluşu eleştir ilemez. Kimisine göre mutlak nesne Brahma, kimine göre Saltık Varlık, kimine göre ide, ahlak kurallarıdır.Ansal gerçekliği (solipsism of the present moment) yaşayan filozof için bu durum varolan dünyanın kaygılarından, sıkıntılarından, oyalamalarından kendini bağımsız kılabilmesinin tek yoludur.

Santayana felsefesinde mutlak nesne Saltık Varlıktır (Pure Being). Saltık Varlık bütün özlerin içindedir ve onlara aşkındır. Saltık Varlığın doğası bütün öz alanını kapsar. Mutlak Varlığın açığa çıkması yalnız ansal gerçekliği yaşayan kişinin ruh hali ile sezgisi (intuition) ile mümkün olabilir.

Santayana dört varlık alanı kabul eder. Bunlar: öz alanı (realm of essence), varoluş alanı (realm of existence), tin alanı (realm of spirit (intuition), doğruluk alanı (realm of truth)). Tin ve doğruluk alanları ikincil alanlar olarak kabul edilir. Santayana için temel alanlar öz ile varoluş alanlarıdır. Ama bu dört varlık alanı içinde birincil olan, taşıdığı özellikler bakımından değişmez, ebedi öz alanıdır. Eğer biz öz alanının birincil olduğunu söyleyebiliyorsak, bu söylem, ancak varoluş alanının varlığı ile mümkündür.

Tin alanı ile doğruluk alanları, öz ile varoluş alanları arasında arabulucu rolünü üstlenirler. Tin (spirit) Santayana için görülerin, sezgilerin toplamıdır ve kendine özgü bir varlık alanı vardır. Sezginin organı ruhtur (psyche). Varlığı da insanın varoluşuyla mümkündür. Tin ne öznel bir varlık ne de olgudur; ne özlere has olan estetik bir gerçekliği ne de varoluşsal bir gerçekliği vardır. Ona ait yegane gerçeklik aklın çalışmasıdır. Böylece maddi olmayan, düşünsel, akılsal ve duygusal bir varlık alanı olan tin alanı, madde olmaksızın varolamaz. Doğruluk (truth) Santayana felsefesinde temel kavramlardan biridir.

Doğruluğun dayanağı öz alanıdır ama bir varlık alanı olarak varoluş alanı ile insan varlığı ile ilişkisi yoktur anlamına gelmez. Hatta doğruluk varoluş ile ortaya çıkar çünkü tanımı gereği varoluşun tasviridir. Doğruluk alanı zamanı mümkün kılar.

Rastlantısal, geçici belirsiz ve usdışı bir yer olan dünyaya özler, şans eseri özel duyular, görüler, sezgiler yolu ile dile (discourse) söz olarak verilir. Bilgiye bu terimlerin kullanılması ile ulaşılır. Terimler özün kendisi olamazlar sadece özün görüsü, sezgisidir. Söylemde (discourse) özlerin kendisi yoktur, fakat ilgi, niyet, istek, tercih vardır, söylem özlerin ilineksel (contingent) bir araştırmasıdır,bu araştırmanın yanlı yinelenen kişisel bir boyutu vardır.

Özün sezgi yolu ile açığa çıktığı anki yoğunluğu geçerken öze ait veri (datum) bir terime dönüşüp varoluş dünyasına malolur. Bu özün sezgisi, görüsü niyetin azmin nesnesi olmaya başlar, artık bu görüyü tecrübe etmemiş kişiler tarafından da bilinebilir ve sözcüklerin anlamı kavranabilir. Böylesi bir durum varlık alanlan arasındaki ilişkiye en iyi örnektir. Örneğin biz iki sayısını sezgisini, görüsünü yaşamadan "iki kitap" açıklamasını yaparken "iki" sözcüğünü kullanırız, "iki" sözcüğünün anlamını söylem yoluyla biliriz.

İnsan yaşamının anlamı öz ve varoluş alanlarının ilişkisine bağlıdır. Eğer öz ile varoluş arasında sıkı bir bağ olmasaydı ne geçmişten ne gelecekten sözedilebilirdi, ne yaşamın sürekliliği, ne şeyler hakkında söz söyleyebilmemiz için gerekli sözcükler (terms), ne de felsefe mümkün olacaktı.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP