ILIM VE DIN

Ahmet Yüksel ÖZEMRE

İlim Nedir?

Kâinat'da vuku bulan olaylar hakkında gözlem, deney ve tefekkür sonucu elde edilip biriken bilgilerden hareketle ve kişiden kişiye değişmeyen (yani objektif) metotlar (yöntemler, yordamlar) aracılığıyla "yeni bilgi üreümi"nc ilim adı verilir. Bu kapsamda Matematik, Astronomi, Hukuk,Sanat Tarihi, vb... birer ilimdir. Ama kendine özgü bir yolu-yordamı olmasına rağmen bilgi üretmediği için mesela Fotoğrafçılık bir ilim değil, bir takını reçetelerin usulünce uygulandığında tatminkar sonuçlar veren bir meslektir. Mimarlık da böyledir. Keza bu kapsamda, hadis külliyatları bir Hadis İlmi değil yanhzca bir Hadis Bilgisi oluşturmaktadır. Buna karşılık hadislerden hareketle mezhep imamlarının vaz etmiş oldukları farklı metotları izleyerek sonuç çıkartmak demek olan Fıkıh, bir ilimdir; keza Usul-i Fıkıh dahi bir ilimdir.

İlim insanlar üzerinde sihirli bir etkiye sahiptir. Bu sebepden olsa gerek çoğu kere bir bilgi birikiminin, bir san'atın. bir mesleğin ya da bir uygulamanın "ilim"diye takdim edildiği çok sık rastlanılan hatalardandır.

İlim objektif nitelikte olur. Yani bir ilmin vardığı sonuçlar ve bu sonuçlara varış için gerçekleştirilen aşamalar yeterince akli ve fikri olgunluğa ve ilmi metotlara sahip olan kişiler tarafından aynı kapsamda algılanır. Bu bakımdan bir "Rüya ilmi"nden bahsetmenin anlamı yoktur. Keza Tarih de eğer bir olaylar ve tarihler dizisi olarak algılanırsa bir ilim değil yalnızca bir bilgi birikimi olur. Ama bu bilgi birikimi eğer Tarih'i. olaylar arasındaki sebepleri ya da en azından korrelasyonları ortaya koyan özel bir yorum yöntemiyle donatılırsa, o zaman bir Tarih İlmi'nden bahsedilebilir.

Din Nedir?

Çok nadir ve seçkin kimselerin dışında kimselerin dışında kimsenin ilişki kuramadığı, maddeten erişilemeyen (yani müteal. aşkın) ve dolayısıyla da fızik-ötesi niteliği olan bir Varlık hakkında olumlu inanç sahibi olmak ve bu seçkin kişilerin bu Varlık ile ilgili mesajlarına uymak din adını almaktadır. Din hem:

1) var olduğuna inanılan ama algılanamayan fizik-ötesi bir alem hakkında bilgi verir, ve hem de
2) gerek bu alemde, gerekse ölümden sonra gidileceğine inanılan fizik-ötesi bir alemde saadete erişmeleri için insanların bu fiziksel alemde neler yapmaları gerektiğinin reçetelerini temin eder.

Dinin temelinde, söz konusu fizik-ötesi aleme ve bu alemleri yaratana inanmak esası yatar. Bunları gözlemle, deneyle ve tefekkürle tahkik etmek imkanı yoktur. Bunu gerçekleştirdiklerini iddia edelerin bu tecrübeleri de yalnız kendilerine aittir, yani sübjektif niteliktedir. Bundan dolayı bu tecrübelerine herkesi ortak edemezler, bunlan herkese kabul de ettiremezler...

İlim ile Dinin Farklı ve Ortak Veçheleri

Din maddi alemin dışında kalan, ölçülebilme özelliği olmayanvfizik-ötesi bir aleme ve bu alem ile Evren'i yaratan, şekillendiren bir Varlığa olan olumlu inanca dayanır. Din bu fizik-ötesi alem hakkında bir takım bilgiler tebliğ eder. Din keza insanların bu fiziksel alemde nasıl davranmaları gerektiği hakkında da bilgiler tebliğ eder. Bu bakımdan, dinin, insan hayatına doğrudan doğruya norm koyan "ahlaki" bir özelliği vardır.

İlim tümüyle maddi, yani objektif bir biçimde ölçülebilme özelliği olan bir aleme, Evren'e dayanır; Evren'deki düzeni ve bu düzenin uyduğu kuralları:

1) araştırır,
2) keşfeder,
3) tahkik eder.

İlim insan hayatına doğrudan doğruya hiç bir ahlaki norm koymaz. Bununla beraber ilmin nasıl oluşturulmasını, sınırlarının niçin göz önünde bulundurulması, ilim adamlarının 1) öğrencileri, 2) toplum ve 3) devlete karşı sorumluluklarının nasıl olması gerektiğini ifade eden, norm koyucu bir "İlim Ahlakı"ndan her zaman söz etmek mümkündür. Ama bu, başlıbaşına bağımsız bir ilmi daldır.

İlim yapabilmek için, mutlaka:

1) bizden bağımsız olarak dışımızda var olan maddi bir alemin varlığına,
2) bu maddi alemden bilgi elde etmenin mümkün olduğuna, ve
3) bu maddi alemin anlaşılabilir olduğuna, yani bu alemde vuku bulan olayların:

A) tasvir edilebilir, B) açıklanabilir ve C) öngörülebilir olduklarına peşinen iman etmek şarttır. Bu iman olmazsa bu alem hakkında bilgi kazamlamıyacağı aşikardır. İşte bu husus ilim ile dinin ortak özelliğini oluşturur. Başka bir deyişle İlmin elde edilmesi önce bu imandan geçer.

XX.yüzyilda bütün Fizik İlmini alt üst eden teorileriyle tanınan Albert Einstein (1879-1955) İlmin temelindeki bu dogmaların ilkiyle ilgili olarak şunları ifade etmiştir: "İdrak edenden bağımsız bir dış aleme iman bütün tabiat ilimlerinin temelidir. Bununla beraber, yalnız duygularla idrak, bu dış alemden dolaylı bir şekilde bilgi sağladığından biz fiziksel gerçeği ancak tartışmalı yollardan kavrayabiliriz. Bunun sonucu olarak da fiziki gerçek hakkındaki bilgilerimiz asla nihai olamaz".

İlim ve dinin çok önemli ortak özelliği her ikisinin de aslında kişinin dışında ve kişiden bağımsız olmalarıdır. Yani insan, İlmin de dinin de gerçeklerine karşı pasiftir. Bunları ancak keşfeder ya da idrak eder. Bunları icad edemez. Bunların yerine kendi heva ve hevesine uygun başkalarını da vazedemez. Böyle yapsa ya da böyle yaptığını zannetse bile bu. bir gerçeğe tekabül etmez! Olsa olsa kişiliğinin ilmi idrak ve temyizden yoksun olduğunu yansıtır, ve keza, vehim ve hayal yoluyla gulyabaniîeşmiş cehaletinin de azametini gösterir.o kadar!

Mesela Fizik'de "Gravitasyon (yani Evrensel Çekim) Yasası"nı, Öklid Geometrisi'nde "Pitagor Teoremi "ni. Kimya 'da "sofra tuzunun formülü"nü. Astronomi' de "Güneş Sistemi"ni. Biyoloji'de "Genetik Yasalan"nı referandum yoluyla değiştirmek mümkün değildir. Bu kapsamda: "İlimde Demokrasi Olmaz!". Aynı şekilde açık, seçik, kesin hiçbir kanıt olmaksızın bir iddiayı referandum yoluyla bir "ilmi gerçek" olarak tescil etmek de gerçeği yansıtmaz. Çünkü bütün ilmi gerçekler insandan ve insanın iradesinden tamamen bağımsız olan bir varlığa sahiptirler.

Benzer şekilde, referandum yoluyla mesela Musevilik'de Hazret-i Musa'nın peygamberliğini iptal etmek, İslam'da namazların sayısını beşden üçe indirmek ya da Kur'an'da zikredilen büyük günahlardan birinin günah vasfını iptal etmek tümüyle muhaldir. Bu kapsamda "Dinde de Demokrasi Olmaz!". Çünkü, zaten tanımı gereği, bütün dini gerçekler insandan ve insan iradesinden tamamen bağımsız bir varlığa sahiptir.

Bununla beraber gerek ilim yobazlarının gerekse din yobazlarının, ilmin ve dinin değil de kendi heva ve heveslerinin dikte ettiği bazı iddiaları ilmi gerçek ya da dini dogma diye yutturmak üzere inatçı ve saldırgan bir tutum sergileyebilmeleri maalesef hiç de nadirattan değildir. Bu da böyle bir tutumu sergileyenin, yalnızca:

1) cehaletine,
2) adaletsizliğine,
3) temkinsizliğine,
4) vehmine ve
5) vicdanlara hükmetme tutkusuna delalet eder.

Gerçek ilim adamları, ancak, kendilerinden bağımsız olarak mevcud olan ve olmağa devam eden doğa yasalarını, prensipleri ve matematiksel bağıntıları yani ilmi gerçekleri keşfetmeğe çalışır; ve bu keşiflerinin gerçeğe uygunluğunu da objektif bir biçimde, kılı kırk yararcasına araştırırlar. Bundan ötürü de ilmi kendi heva ve heveslerine göre özgürce (!) yönlendiren efendiler değil, bunun tamamen aksine, ilmen ancak hizmetkarlarıdırlar. Gerçek ilim adamlarının ilmi gerçekleri tesbit ve teslim etmede fevkalade dürüst ve objektif olmakdan başka bir tutumları olması mümkün değildir.

İlim Ahlakının temeli de işte budur!

İlmi ilmi kıstaslara göre değil de kendi heva, heves, vehim ve çıkarlarına göre yönlendirme arzu ve ihtirasına, ibret alınması gereken, şu örnekler verilebilir:

* Papa VIII. Urbano (1568-1644) Galile'nin : 1) Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğünü te'yid etmesini, ve 2) dürbünle yaptığı gözlemler sonucu Güneş'in yüzeyinde bir takım lekeler bulunduğu tesbitini Engizisyon Mahkemesi kararıyla reddettirmiştir. Ama oybirliğiyle alınan bu karar Dünya'nın Güneş'in etrafında dönmesi gerçeğini iptal edememiştir. Aynı şekilde bu karar Güneş'in yüzeyinde gözlenebilen bir takım lekeler bulunduğu gerçeğini de ortadan kaldıramamıştır. Bugün Dünya'nın pek çok rasathanesinde gündelik olarak bu lekelerin sayıları, konumları, yer değiştirmeleri ve büyüklüklerinin değişimi ilmi olarak incelenmekledir.

* Hitler "yahudi ilmi" diye tezyif ederek Einstein'ın Rölativite Teorileri'ni Alman İlimler Akademisi'nde oybirliğiyle reddettirmiştir. Ama bu da bu teorilerin sonuçlarının keenlemyekun olmasını temin etmemiştir. Bugün nükleer reaktörlerden yarı-iletkenlere. devasa tanecik hızlandırıcılarından karadeliklere kadar pekçok uygulama ve kavram varlığım bu teorilere borçludur.

* Stcilin'in desteklediği ve güçlü makamlara getirdiği Lissenko. bu politik gücüne dayanarak, genetik ilminin yasalarını devletçe reddettirmiş ve bunların yerine kendi "Vernalizasyon" teorisini kovarak S.B.C.B.ndc bütün zirai uygulamaların bu teoriye göre icra edilmesini sağlamıştır. Bu ise bütün Sovyet zıraatinin iflasına yol açmıştır.

* Mao ise Kızıl Çin'de "Kültür Devrimi " teranesiyle marazi ve çarpık kamuoyu oluşturmak yoluyla ilmi gerçekleri değiştireceğini sanmış ve uygulamaları, belki bu yolla bazı politik rakiplerini elemek hususunda kendisine bir avantaj sağlamıştır ama İlmin Çin'de büyük bir darbe almasına sebep olmaştur.

İlim ile Din Çelişirler mi?

İlimin ve dinin dayandıkları temellerin ve kendilerine has metotların farklılığı ve kapsamları göz önünde tutulursa doktrin bazında bazı sorular doğal olarak akla gelmektedir. İlim ile Din acaba:

1) birbirini dışlayan iki olgu mudur.
2) birbiriyle çelişen iki olgu mudur, yoksa
3) birbirleriyle bağdaşabilen iki olgu mudur?

Bu kapsamda. "Galile Olayı" XVII. yüzyıldan itibaren Batı dünyasında din adamları ve aydınlar arasında gitgide büyüyen bir uçurumun açılmasına ve "Din ile özellikle pozitif ilimlerin birbirleriyle çelişik ve birbirlerini dışlayıcı oldukları" paradigma' sının (düşünce kalıbının ) egemen olmasına sebep olmuştur. Bu durum bilhassa Hıristiyan âleminde dindar ilim adamlarında, günümüze kadar süregelen, bir vicdan yarası olarak kanaya gelmiştir. Günümüz Katolik Kilisesi'nin başına geçmiş olan son birkaç aydın Papa dahi, kendilerinde Galile'nin itibarını iade etmek cesaretini bulamamışlar; bu olayın geçmişte kalan ve fazla kurcalanmaması gereken bir olay olduğunu birkaç kere vurgulamaktan öteye gidememişlerdir.

"Galile Olayı"na Batının Tepkisi

XVII.yüzyildan itibaren ilim. ortaya koyduğu gelişimle, Evren'deki olayları açıklamakta çok tatminkâr ve objektif bir çerçeve oluşturmuştur. Keza, somut ilmî uygulamalar da insanların sağlığı, refahı, emniyeti ve rahatlığı için çok başarılı sonuçlara erişmiştir. Bütün bunlar ilmin itibârını olağanüstü arttırmış ve sınırları hiç düşünülmeksizin gitgide ilim hakkında bir ideolojinin doğmasını, fakat daha sonra da bu ideolojinin dogmatik bir doktrine dönüşmesine sebep olmuştur.

Auguste Comte (1798-1857). Claude Bernard (1813-1878). Ludwig Botzmann (1844-1906) ve Pierre Duhem (1861-1916) tarafından bayraktarlığı yapılıp doktrinleştirilen ve bu bugün İlimcilik diye isimlendirilmekte olan bu doktrin Evren'deki, insan ve davranışları dahil, istisnasız bütün olayların eninde sonunda maddî, fziksel olaylara indirgenerek açıklanabileceğini savunmaktadır, ilimcilik aynı zamanda "Galile Olayı"na ve dolayısıyla Katolik Kilisesi'ne karşı da bir reaksiyoner tutumdur. Bu doğal olarak. Katolik Kilisesi ile İlmin arasındaki uçurumu daha da derinleştirmiştir.

İslam'a Göre Din ile İtim Bağdaşabilir mi?

Yeryüzündeki dinler arasında hiç biri İslâm kadar ilime önem vermiş değildir. Kur'ân'ın hemen hemen 1/ 8 ini oluşturan 750 kadar âyet inananları tabiatı tetkit etmeye, düşünmeye, aklı en iyi şekilde kullanmaya, olayların sebeplerini tefekkür etmeye davet ve teşvik etmektedir. Oysa ki insanların birbirleriyle olan sosyal ve hukuki münasebetlerini düzenleyen âyetler 250 yi geçmemektedir.

Hazret-i Peygamber'e ilk inen âyet de: "Oku!" emriyle başlamaktadır. Peygamber'den ise İlmin, ilim adamının ve ilim öğrenmenin faziletleri hakkında yüzlerce hadis rivayet edilmektedir. İşte bunlardan birkaçı:

* İlmi Çin'de dahi olsa arayın; gidin, elde edin. Çünkü ilim sahibi olmak her müslümana farzdır. Şüphe ypk ki melekler ilim sânibi olmak isteyenin üstüne kanatlarını gererler.
* İlim definelerdir. Ve o definelerin anahtarı da sorudur. Allah'ın Rahmeti üzerinize olsun soru sorun. Çünkü soruda dört kişiye ecir vardır: sorana, öğretene, dinleyene ve bunları sevene.
* İlim ile mal bütün ayıplan örter.
* İlim öğrenmeye çalışmak dine ne güzel bir yardımdır.
* Kimse, bir ilmi yaymaktan daha üstün bir sadaka veremez.
* İlminden yararlanılan âlim, ibâdetle vakit geçiren bin kişiden daha hayırlıdır.
* İlme talip olan kimseye Cennet talip olur.
* Âlim kimseyle düşüp kalkmak, oturup durmak ibâdettir.
* Âlim ile âbid arasında yetmiş derece vardır.
* Hayırsızların en hayırsızı ilim adamlarının hayırsızı, hayırlıların en hayırlısı da ilim adamlarının hayırlısıdır.
* Âlim kimsenin yüzüne bakmak ibâdettir.
* İlmi yazın ki kaybolmasın.
* ALLAH'ım ! Fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım.
* ALLAH'ım ! Beni ilimle zengin et; akılla ve yumuşaklıkla beze; kötülükten çekinmekle yücelt; kötü işlerde bulunmamakla güzelleştir.

İslâm'da ilmin ve ilim sahibinin bu kadar yüceltilmesinin hikmeti ALLAH'a izafe edilen sıfatlardan birinin de ilim sıfatı olması ve ilim sahibi bir kimsede, bu sebepten ötürü, Cenâb-ı HAK'kın bu sıfatının nurunun tecellî etmesidir.

İslâm'da ilmin kökeni ve ilmin asıl sahibi, ilmi ezelî ve ebedî olup her şeyi kuşatan ve Zât'ına dâ ilim sıfatını lâyık görmüş olan ALLAH'dır. Kur'ân'da Bakara sûresinin 255. âyetinde, meâlen: "(İnsanlar) O'nun ilminden ancak (gene) O'nun izin verdiği kadarını kuşatabilirler" denilmektedir.

İşte bütün bunlardan dolayı İslâm'da doktrin açısından din ile ilim arasında asla bir çelişki mevcûd olmamıştır. Müslümanlar da ilim ile ilgili âyetlere ve hadislere uydukları zaman parlak medeniyetler kurmuşlardır. Bunlardan yüz çevirdikleri zaman da hep gerilemişlerdir. Bugün Batı âlemi, müslüman olmamasına rağmen, bu kabil âyet ve hadislerin ruhuna uygun hareket ettiği içindir ki ilimde ve teknolojide üstünlüğü ele geçirmiştir. Ve Batı Âlemi, farkında olarak ya da olmayarak, bu âyet ve hadislerin içeriğine riâyet ettiği sürece de bu üstünlüğü elinden bırakmıyacaktır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP