VARLIKLARIN PRENSİPLERİ FÂRÂBÎ'NİN SUDUR DOKTRİNİNDE TEMEL PRENSİP (...devam)

Bu durumda ikincilerin, ikinci sebeplerin varlığı ve hepsinin bir semavî cisme ihtiyaç duyduğunu, el-Evvel'in, ikincilerin de dahil tüm varlıkların ilk sebebi olduğunu gösterir. İkincilerin varlığı, sudur halinde iken, ikincilerden semavî cisimlerin varlığı "zorunlu varlık" kategorisine aittir. Meselâ, Fârâbî, ay üstü âlemin varlığım müzakere ederken buna açıklık getirir . Bu kavram, semavî cisimler ve gök kürelerinin varlığının maddesindeki çokluk probleminin cevabına hizmet eder. İkincinin, zorunlu semavî cisme olan ilişkisi manevî bir tabiattır.

"İkincilerin sayısı semavî cisimlerin sayısına denktir. İkinciler, ruhanîler (Spiritualities) ve melekler olarak adlandınlmalıdır" .

Bu temel üzerinde, el-Evvel, ilk akim varlığının ezelî sudur sebebi olarak anlaşılmıştır. Sonra İlk Akıl, hem ikinci akim varlığının hem de ilk kürenin ve hem de bu kürenin hareketinin ezelî sudur sebebidir. Sudur süreci, ay küresini harekete geçiren ve sudur eden onuncu akla gelinceye kadar zorunlu bir varlık olarak devam eder. Onuncu akıl, Fârâbî tarafından Faal Akıl olarak adlandırılmıştır. Dahilî aklı, varlığa getirme fonksiyonu da dahil olmak üzere bu akılların üç görevlerinin olduğu da belirtilmelidir.

Faal Akıl Kavramı

Fârâbi'nin Faal Akıl kavramı üzerinde de tartışılacak iki konu vardır. Bu aklın; tabiatı ve işlevi hakkında kısa bir açıklama:

Faal Akıl, aynı zamanda onuncu akıl olarak da isimlendirilir ve dokuzuncu akıl, el-Evvel'i akdettiğinde onun vasıtasıyla ve zorunlu bir sudur yoluyla bu akıl varlığa gelir . Faal Akıl, ne madde ne de arazdır. Maddî bir varlık değildir. Varlığı için hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. O, özünde birdir. Fârâbî, onu ruh kavramı ile tanımlar. Bu varlığa, Kur'an da sık sık işaret eder, onu kutsal ruh (al-ruh, al-kuds, al-rûh al-amîn) olarak tanımlar.

Ruh; Kur'an'da, vahyin aracısı olarak hizmet gören Cebrail diye tanımlanmıştır. Bu yüzden Fârâbî, Faal Aklı, vahiy melekleri ve Kur'an'da zikredilden diğer meleklerle bir görür .

Fârâbî'ye göre, Faal Akıl, ay altı âleme ait, bedenin sudur sebebidir. Bu, insanların ve hayvanların ruhlarını ve sonradan varlığa gelecek potansiyel insan akıllarını da kapsayan ayaltı âlemin tüm tabiî şekillerini içerir. Faal Aklın insan zekâsıyla olan ilişkilerindeki fonksiyonu; insan üzerine inayet (kayra) sağlamaktır .

Faal Akilın; insan aklını potansiyel düzeyden fiilî düzeye yönelterek, ayaltı âlemin mükemmeliyetini tamamlama fonksiyonu vardır . Fârâbî'ye göre; insanın düşünme potansiyeli, kendi başına fiilî akü olamaz. Fakat onun potansiyelden fiile geçmesi için cisimsiz fiilî akla ihtiyacı vardır. Bu bağlamda Fârâbî şöyle der:

"Potansiyel akledüebilirler, akıl tarafından fiilî olarak akledildiğinde fiilî akledilir olurlar. Fakat kendilerini fiilî yapacak, potansiyelden fiile dönüştürecek başka bir şeye ihtiyaç duyarlar. Onları potansiyelden fiile dönüştürecek başka bir şeye ihtiyaç duyarlar. Onları potansiyelden fiile dönüştüren aracı bir varlıktır. Onun özü, maddeden ayrı,cüzî bir türün fiilî aklıdır" .

Bu ifadeden anlaşılıyor ki; Fârâbî'nin ilgili olduğu Faal Aklın varlığı ayaltı âleme mükemmeliyet verir. Bu mükemmeliyetin kaynağı semavî cisimlerden inen güçlerden değildir. Faal Aklın çalışmasının anlaşmasındaki yol, Fârâbî tarafından, güneş ışığı mecazıyla ifade edilmiştir. Fârâbî bu mecazıyla güneş ışığının dört fonksiyonu olduğunu ifade eder:

- îlk olarak, ışık, potansiyel görünümü, fiili görünüme çevirir.
- İkinci olarak ışık,potansiyel görülebilir renklerin görülür olmasına sebep olur.
- Üçüncü olarak, ışık bizzat göze görülür
- Son olarak, ışığın kendisi, göze görülen ışığı üreten güneşi oluşturur.

Fârâbî bu durumu şöyle açıklar:

"Faal Akıl, potansiyel olan madddîaklı sağlar. Güneş olmadan göz göremezse, Faal Akıl olmadan diğer akıllar da icrada bulunamazlar. Güneşin ışıkla olan ilişkisi, Faal Aklın diğer akıllarla olan ilişkisi gibidir. Görme, maddede olan bir yetidir ve ondan (maddeden) önce görür. Görme, hem bilkuvve görene (göz), hem de bilkuvve görünene (renklere) bilfiil gören ve bilfiil görünen ışığı verir. Gözün bakışına ışığı veren güneştir, iki şeyi birleştiren ve renklere ışık veren odur. Faal Akıl'dan bir ışık alır ki, onunla bu ışığın sebebi olan Faal Aklı ve bu ışığın kendisini ve kuvve halinden fiil haline geçen ma'külleri kavraması mümkün olur" .

Böylece, ışık ve güneş metaforundan hareketle, Faal Akıl, potansiyel maddî akılda çizgiler çizen, ışığa benzer bir üretici olarak anlaşılmalıdır. Potansiyel maddî aklı, fiilî akla ya da diğer bir ifadeyle potansiyel akledilebüir düşüncelere dönüştürür. Bu da insan aklı olarak bilinir.

"Benzer yolla maddî akıl, görme olayında ışığa karşılık gelen şeyin farkında olur, onun aracılığı ile maddî akıl üzerinde resmedilmiş şeyin sebebi olan aklı da fiilî olarak bilmiş olur. Yine onun aracdığı ile potansiyel olarak akledilirler ve fiilî akledilir olurlar. Bu kez sırayla maddî akıl, potansiyel akıl olduktan sonra fiilî akıl olur? ".

el-Evvel ve İkinciler Arasındaki İlişki

el-Evvelin ikincilerin varlığının ve ikincilerin altında olan diğer varlıkların vasıtasız sebebi olduğu esası üzerine bir çok soru ortaya çıkmaktadır. Bu ikincilerin, diğer varlıkların vasıtasız sebebi olarak değerlendirilmesi anlamına mı gelir? Ya da diğer varlıkların varlığı, ikincilerin varlığı vasıtasıyla mı mümkün olmaktadır? Diğer varlıkları varlığa getirmek için, ikincilerin yanı sıra el-Evvel'in, ikinci sebebi olarak ikincilerin ilişkileriyle desteklendiği anlamına mı gelir?

a) İlk Sebebin, Diğer Varlıkları Varlığa Getirmek İçin Diğerlerine İhtiyacı Yoktur

Fârâbî, son soru üzerinde açıkça durur. İlk sebebin şüphe götürmez şekilde mükemmel olduğunu öne sürer. Sudur sürecinde, bu yüzden, onun teorik "ikinciler" postülası, ilk sebebi mükemmellikten az bir şekilde sağladığını, önermeyi gerektirmez. Bu durumun savunmasında, sebepsel işleyişleri açısından varlığın inen üç mertebe teorisini düzenler. Onlar, onun adlandırdığı üzere, ilk, orta ve sondur.

"İlk, orta ve son'un bulunduğu varlık sınıflarını biliyoruz. Son'un sebepleri vardır. Fakat aşağısında sebepler yoktur. Ortanın, onların üstünde ve altında sebebi varken, el-Evvel aşağısında bulunanların sebebiyken kendisinin üstünde bir sebebi yoktur"

Açıktır ki, bu sebepler serisinin temelinde, "İlk sebep, sebepsizdir". Orta sebep ikincilerden türeyen sebeplerden sebeplenmiştir. Varlığın sebebi olarak, ilk sebepten zorunlu olarak sudur etmeleri anlamında, onlar bir yönden de aşağı varlıkların sebepleridir. Sonuçta, son sebep üst sebeplerce sebeplenir. Aşağı varlıklardan etkilenmez. Bu "son sebep; Faal Akıl'dır". Bu üç varlık, ne cisimdir, ne de cisimlere istidatlıdırlar.

el-Evvel, diğer varlıkların sebebi olarak oluştuğundan ve sebepsiz olduğundan, onun her türlü eksiklikten uzak olduğuna inanmak mantıklıdır. Şayet durum böyleyse, ikinci sebepleri, orta sebepler olarak ilk sebepten daha mükemmel bir konumda ele almak kabul edilemez. Bu sebeple; el-Evvel'den daha mükemmel ve tam bir şeyin olması mümkün değildir. Fârâbî bu durumu şöyle ifade eder:

"Her şeyde bir tür noksanlık varken, O her türlü noksanlıktan münezzehtir. el-Evvel tüm noksanlıklarından beridir. Böylece O'nun varlığı, en kusursuz varlıktır ve bütün varlıklardan öncedir. Onun varlığından hiçbir şey daha mükemmel olamaz. Hiçbir varlık onun varlığından önce olamaz. Mükemmel varlık zincirinin en yüksek, kusursuz varlığıdır" .

Diğer taraftan, orta sebep, ilk sebebe nispeten daha üstün sayılırsa o artık, orta sebep olmayacaktır ki, el-Evvel olacaktır, bu da saçmadır. Şayet, o el-Evyel ile sebeplilik kapasitesini paylaşsaydı ilk olmayacaktı ki, bu da Fârâbî'ye göre muhaldir. el-Evvel aşağıdaki gibi tanımlanabilirdi.

"Hiçbir varlık, O'nun varlığı gibi ve O nun varlığının mertebesinde olamaz. O öyle bir varlıktır ki, O'nun var olması ne "onunla" ne "ondan" oldu ve ne de "onun oldu" denecek hiçbir sebep bulunamaz".

Fârâbî'nin burada ispatlamaya çalıştığı şey, eğer el-Evvel diğer varlıkların sebebi olmada yetersiz olursa bu durumda, ilk sebep olup olmayacağıdır. Bu yüzden ikinci sebeplerden tabiatı el-Evvel'in varlığına bağlıdır. İkinci, el-Evvel'e bağlı olduğundan, el-Evvel gibi mükemmel olamaz. Bu anlamda varlıklar, mükemmellikte çeşitlilik gösterir.

Yukarıdaki sınıflama sayesinde, ikincilerin, bedenli varlıkların, ikinci sebepleri olarak onları varlığa getirmeleri için, el-Evvel'in destekleyici bir varlık olarak algılanmaması ispatlanmıştır. Şeyleri varlığa getirmede, (ikinciler) vasıta sebeptirler, el-Evvel'e dayanırlar. İnen düzen, ya da mükemmellik mertebesi onların tabiatını ve ilk sebebe olan ilişkinin fonksiyonunu belginleştirmeye çalışır. Sudur ve zorunlu varlık sürecinde -bu ikinciler, kendi başlarına etkili olmadıkları gibi bedensel varlıkları da varlığa getirmeye güç yetiremezler. Kendi öz cevherlerim düşünür ya da akiederler. Böylece el-Evvel'i aklederler.

b) el-Evvel ve İkinciler Farkı

Böylece el-Evvel ve ikincilerin özlerinin cisimsiz olmaları aynı olmaları anlamına gelmez. Öyleyse, bu maddesizleri cisimsiz iki farklı varlık yapan nedir? Bu soruya Fârâbî, en az iki cevap verir. Öncelikle o, varlıkların sınıflandırılmasını zorunlu ve mümkün üzerine kurar. el-Evvel, ilke, ikincisi, sonrakine aittir. Fârâbî, el-EvvePin varlığının kuvve halinde değil fiilî olduğunu belirtir.

"Bu yüzden onun varlığı ve cevheri madûm (non-existence)'la karışmaz.
Hiçbir şekilde kuvve bir varlığı da yoktur. Var olmaması için de bir imkân yoktur"

Öte yandan ikinciler, varlığa gelmeden önce, sadece varlık imkânına sahip, varlık potansiyellidirler. Burada ikisi arasında bir ayınm vardır. İkincinin varlığı mümkün olup, fiilî olmadığından zorunlu olarak cevheri de mümkün olur. Gayri maddî olmasına rağmen, bilkuvve potansiyel olanın zorunlu olanla aynı olduğu düşünülemez.

Bununla birlikte, el-Evvel'in varlığı zorunlu ve fiilî olduğundan cevherinin de zorunlu olduğu açıklanmış oldu. Bu yüzden eî-Evvel ve ikincilerin cevherde cisimsizlik anlamında aynı olduklarından onlar varlık açısından da benzer değillerdir. Bu zorunlu varlık, başka bir şeyin varlığı sebebiyledir. Bu yüzden ikinciler kuvve varlık sınıflandırmasına dahil olmalarına rağmen, el-Evvel'in sebep oluşu, ikincilerin kuvve varlıkları için de zorunlu olur. Fakat onların zorunlu varlığı daima dayanmış olduğu, hiçbir şeyle denkleştirilemeyecek olan el-Evvel'in sebepliliği üzerine dayalıdır. Fârâbî'nin sudur teorisinde evrenin varlığı, varlıkların prensipleri ve anlayışını kapsayan müzakeremizi sonuçlandırmaktayız.

el-Evvel, evrenin sebebi ve kendisinin sebebidir. Bu yüzden evren ilâhî insiyatifin ürünüdür. Fârâbî, bu başlangıcı, ya da sebepliliği, sudur semasıyla resimlendirir. Ona göre; sudur teorisi yaratılış meselesi için en yeterli cevaptır. Kindî (ö. 873), ilk müslüman filozof ki Fârâbî'den öncedir, bu fikri benimsemez. Kindî, bu probleme, kelâmcıların ortaya koydukları "yoktan yaratma" ile mutabık çözüm bulur. Fârâbî, sudur teorisini, yaratılış meselesine yeni bir çözüm olarak sunan ilk müslüman filozof olarak kabul edilir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP