Aydınlara Bildiri
|
Albert EİNSTEİN
Biz, çeşitli ulusların aydın've bilginleri, bugün ağır, tarihsel bir sorumluluk taşımak duygusuyla toplanmış bulunuyoruz. Toplanmamızı sağlıyan Fransız ve Polonyalı meslektaşlarımıza şükran borçluyuz: Önemli bir amaç uğruna topladılar bizi, amaçları bütün dünyada barış ve güvenliği korumak için bilge kişilerin etkisinden faydalanmaktır. Çok eski bir sorunla karşı karşıyayız: Bu sorunu ilk ele alanlardan biri Platon'dur: insan sorunlarını çözümlemekte kendimizi içgüdülerimize ve soydan gelme tutkularımıza bırakmaktansa, aklımızı usumuzu kullanalım diyordu.
Ama üzücü deneyler bize öğretti ki akıllı düşünce sosyal hayatımızın sorunlarını çözmiye yetmiyor. Derine, öze giden araştırmalar, bilimsel çabalar insanlık için trajik sonuçlar doğurmuştur kimi zaman. Çünkü, buluşlarıyla bilim bir yandan insanı ağır ve yorucu çabalamadan kurtarmış ve ona daha rahat, daha varlıklı bir hayat sağlamışsa da, öte yandan hayatına büyük bir kuşku sokmuş, onu tekniğin kölesi yapmıştır - üstelik de işin en kötü yönü, insanlığı yığın halinde yok edebilecek araçlar yaratmıştır. Gerçekten tüyler ürpertici bir trajedidir bu.
Ama daha da feci bir gerçek şudur: insanlık bilim ve teknoloji alanında üstün başarılar kazanan birçok bilginler yetiştirdiği halde, bizi yıpratan çeşitli politik kavgalara ve ekonomik gerginliklere uygun çözüm yolları bulamadık , uzun zamanlar. Herhalde, bireyler ve uluslar arasında beliren ekonomik çıkar çatışmaları dünyanın bugünkü tehlikeli gergin durumu doğurmuştur. İnsan ulusların barış içinde yaşamasını sağlıyacak politik ve ekenomik düzeni daha kuramamış, savaş olanaklarını ortadan kaldıracak ve yığınla in-semı yok edebilecek öldürücü araçların kullanılmasını büsbütün yasak edecek bir yöntemi daha yaratamamıştır.
Biz bilim adamları, biz ki acı bir kaderle yok edici araçların daha etkili ve daha korkunçlarının yaratılmasına yardım ettik, biz bütün gücümüzü bu silâhların insan dışı amaçlarla kullanılmasını önlemeyi ilk ve tek ödev bilmeliyiz. Bizim için bundan önemli ödev olabilir mi? Hangi toplum görevi yüreklerimize daha yakın olabilir? Kongremiz bu yönden hayatımızla ilgili bir önem taşımaktadır. Birbirimize danışmaya, düşünce alış verişi yapmaya geldik. Dünya uluslarını birbirine bağlıyan düşünce ve bilim köprülerini kurmalıyız. Ulusal sınırların kurduğu uğursuz engelleri yıkmalıyız.
Daha ufak topluluklarda insan toplum düşmanı güçleri yok etmekte daha başarılı sonuçlar elde etmiştir. Bu, örneğin, kentler içindeki hayat bakımından ve bir dereceye kacadar tek tük devletler içinde kurulan topluluklar için bir gerçektir. Bu çeşit topluluklar da gelenek ve eğitim ölçülü bir etki yaratmış ve belli sınırlar içinde yaşıyan insanların birbirleriyle uyumlu ilişkiler kurmalarını sağlamıştır. Ne var ki çeşitli devletler arasındaki alış verişte anarşiden daha kurtulamamış bulunuyoruz. Son yüz yıllarda bu bakımdan gerçek bir ilerilik sağladığımızı sanmıyorum. Uluslar arasındaki anlaşmazlıklar çoğu zaman kaba kuvvet, yani savaş yoluyla çözümlenmektedir. Sınırsız egemenlik isteği, çoğu zaman, yani maddi olanak ele geçer geçmez, saldırıcı eylemlere yol açmaktadır.
Uluslarareısı ilişkilerde görülen bu anarşi yüzyıllar boyunca insanlığın başına sonsuz belâlar, tarifsiz yıkımlar getirmiştir. Çok kez insanların gelişmesini durdurmuş, karakterlerini bozmuş, düzenlerini yıkmıştır. Kimi Zaman birçok ülkeleri temelden yok etmiştir.
Ulusların boyuna savaşa Hazırlanma isteği insanların hayatında daha başka etkiler de yaratmıştır. Son yüzyıllarda devletin yurttaşlar üzerindeki egemenliği gün geçtikçe pekleşmiş ve bu durum devletin akıllı adamlar tarafından idaree edildiği ülkelerde olduğu kadar kaba kuvvetin ağır bastığı zorbalıklarda da görülmüştür. Yurttaşlar arasında normal, barışçı ilişkileri korumak için kurulmuş olan devletin görevi modern endüstride makineleşmenin yerleşmesi ve yayılması yüzünden gün geçtikçe ağırlaşmış, çapraşıklaşmıştır. Çağdaş devlet yurttaşlarını dışardan gelebilecek saldırılara karşı korumak için korkunç ölçüler alan bir askeri düzen kurmak zorundadır. Devlet ayrıca yurttaşlarını olabilecek bir savaş için eğitmeği zorunlu görmektedir; bu «eğitim» se yalnız gençlerin düşünce ve duygularını bozmakla kalmamakta, ne yazık ki yetişkinler üzerinde de kötü etkiler bırakmaktadır. Hiçbir ülke bu bozulmayı önliyemez. Saldırı emelleri beslemiyen ülkelerin yurttaşlarını bile etkiler bu durum. Böylece yeni bir putataparlık kurulmuş, devlet güçlü etkisinden yalnız pek az kimsenin kurtulabildiği modern bir put oluvermiştir.
Ne var ki savaş eğitimi bir hayaldir. Bu son yılların teknik gelişmesi yepyeni bir askeri durum yaratmıştır. Birkaç saniyede yığınla insanı yok edebilecek, kocaman ülkeleri yerle bir edecek korkunç silâhlar icat edilmiştir. Ama bilim bu silâhlara karşı korunma çarelerini daha bulamadığı için, devlet yurttaşlarının güvenini sağlamak için tedbir alamamaktadır.
Peki, kurtuluş yolu nedir?
Hayal almıyacak bir yıkım, körü körüne bir yokoluş tehlikesine karşı insanlığın tek korunma çaresi bu silâhlan yapmak ve kullanmak yetkisini uluslarüstü bir kuruma vermektir. Ne var ki günümüzün koşulları altında milletlerin uluslarüstü bir kuruma böyle bir yetki tanımaları ancak geçmişte savaşla sonuçlanan her türlü anlaşmazhğı çözümlemek hak ve görevini vermeleri ile mümkündür. Bu yetki yasa yoluyla uluslar üstü kuruma tanındıktan sonra, ayrı ayrı devletlerin görevi daha çok içişleriyle sınırlı kalır; devlet de uluslararası güvenlik bakımından hiçbir tehlike göstermîyen sorunları çözümlemekle yetinir o zaman.
Ne yazık ki, insanlığın içinde bulunduğu durumun devrimci çarelere baş vurmayı gerektirdiğini hükümetlerin anladığını gösteren belirtiler henüz ortaya çıkmamıştır. Durumumuz geçmişteki hiçbir duruma benzetilemez. Bu yüzden geçmişte yeterli görünmüş hiçbir çare ve yönteme baş vuramayız. Düşüncemizde devrim açmak, eylemlerimizde devrim yapmak zorundayız ve dünya ulusları arasındaki ilişkileri devrimci bir anlayışla yeni baştan düzenlemek cesaretini göstermeliyiz. Dünkü klişeler bugün işimize yaramaz ve herhalde yarın büsbütün eskimiş olacaklardır. Bunu bütün dünya insanlarına anlatmak aydınların bugün yüklenecekleri en önemli toplum görevidir. Onlar ulusal baskılaı yeterince aşmak cesaretini ve dünya uluslarına kökleşmiş geleneklerini kökünden değiştirmek isteğini aşılıyabilecek kadar kudret gösterebilecekler mi?
Büyük bir çaba gerektir. Bugün başarı kazanılmazsa, uluslarüstü kurum yarın kurulacak, ama bugünkü dünyadan kalma büyük bir yıkıntı üstüne kurulacaktır. Umarız ki zamanımızda görülen uluslararası anarşinin ortadan kalkması dünyanın yıkılması pahasına olmıyacaktır, çünkü kendi kendimize hazırlamış olacağımız bu yıkımın nereye varacağını kestiremeyiz, önümüzde çok az zaman var. Bugün işe girişmezsek, yarın geç kalmış oluruz.
Biz, çeşitli ulusların aydın've bilginleri, bugün ağır, tarihsel bir sorumluluk taşımak duygusuyla toplanmış bulunuyoruz. Toplanmamızı sağlıyan Fransız ve Polonyalı meslektaşlarımıza şükran borçluyuz: Önemli bir amaç uğruna topladılar bizi, amaçları bütün dünyada barış ve güvenliği korumak için bilge kişilerin etkisinden faydalanmaktır. Çok eski bir sorunla karşı karşıyayız: Bu sorunu ilk ele alanlardan biri Platon'dur: insan sorunlarını çözümlemekte kendimizi içgüdülerimize ve soydan gelme tutkularımıza bırakmaktansa, aklımızı usumuzu kullanalım diyordu.
Ama üzücü deneyler bize öğretti ki akıllı düşünce sosyal hayatımızın sorunlarını çözmiye yetmiyor. Derine, öze giden araştırmalar, bilimsel çabalar insanlık için trajik sonuçlar doğurmuştur kimi zaman. Çünkü, buluşlarıyla bilim bir yandan insanı ağır ve yorucu çabalamadan kurtarmış ve ona daha rahat, daha varlıklı bir hayat sağlamışsa da, öte yandan hayatına büyük bir kuşku sokmuş, onu tekniğin kölesi yapmıştır - üstelik de işin en kötü yönü, insanlığı yığın halinde yok edebilecek araçlar yaratmıştır. Gerçekten tüyler ürpertici bir trajedidir bu.
Ama daha da feci bir gerçek şudur: insanlık bilim ve teknoloji alanında üstün başarılar kazanan birçok bilginler yetiştirdiği halde, bizi yıpratan çeşitli politik kavgalara ve ekonomik gerginliklere uygun çözüm yolları bulamadık , uzun zamanlar. Herhalde, bireyler ve uluslar arasında beliren ekonomik çıkar çatışmaları dünyanın bugünkü tehlikeli gergin durumu doğurmuştur. İnsan ulusların barış içinde yaşamasını sağlıyacak politik ve ekenomik düzeni daha kuramamış, savaş olanaklarını ortadan kaldıracak ve yığınla in-semı yok edebilecek öldürücü araçların kullanılmasını büsbütün yasak edecek bir yöntemi daha yaratamamıştır.
Biz bilim adamları, biz ki acı bir kaderle yok edici araçların daha etkili ve daha korkunçlarının yaratılmasına yardım ettik, biz bütün gücümüzü bu silâhların insan dışı amaçlarla kullanılmasını önlemeyi ilk ve tek ödev bilmeliyiz. Bizim için bundan önemli ödev olabilir mi? Hangi toplum görevi yüreklerimize daha yakın olabilir? Kongremiz bu yönden hayatımızla ilgili bir önem taşımaktadır. Birbirimize danışmaya, düşünce alış verişi yapmaya geldik. Dünya uluslarını birbirine bağlıyan düşünce ve bilim köprülerini kurmalıyız. Ulusal sınırların kurduğu uğursuz engelleri yıkmalıyız.
Daha ufak topluluklarda insan toplum düşmanı güçleri yok etmekte daha başarılı sonuçlar elde etmiştir. Bu, örneğin, kentler içindeki hayat bakımından ve bir dereceye kacadar tek tük devletler içinde kurulan topluluklar için bir gerçektir. Bu çeşit topluluklar da gelenek ve eğitim ölçülü bir etki yaratmış ve belli sınırlar içinde yaşıyan insanların birbirleriyle uyumlu ilişkiler kurmalarını sağlamıştır. Ne var ki çeşitli devletler arasındaki alış verişte anarşiden daha kurtulamamış bulunuyoruz. Son yüz yıllarda bu bakımdan gerçek bir ilerilik sağladığımızı sanmıyorum. Uluslar arasındaki anlaşmazlıklar çoğu zaman kaba kuvvet, yani savaş yoluyla çözümlenmektedir. Sınırsız egemenlik isteği, çoğu zaman, yani maddi olanak ele geçer geçmez, saldırıcı eylemlere yol açmaktadır.
Uluslarareısı ilişkilerde görülen bu anarşi yüzyıllar boyunca insanlığın başına sonsuz belâlar, tarifsiz yıkımlar getirmiştir. Çok kez insanların gelişmesini durdurmuş, karakterlerini bozmuş, düzenlerini yıkmıştır. Kimi Zaman birçok ülkeleri temelden yok etmiştir.
Ulusların boyuna savaşa Hazırlanma isteği insanların hayatında daha başka etkiler de yaratmıştır. Son yüzyıllarda devletin yurttaşlar üzerindeki egemenliği gün geçtikçe pekleşmiş ve bu durum devletin akıllı adamlar tarafından idaree edildiği ülkelerde olduğu kadar kaba kuvvetin ağır bastığı zorbalıklarda da görülmüştür. Yurttaşlar arasında normal, barışçı ilişkileri korumak için kurulmuş olan devletin görevi modern endüstride makineleşmenin yerleşmesi ve yayılması yüzünden gün geçtikçe ağırlaşmış, çapraşıklaşmıştır. Çağdaş devlet yurttaşlarını dışardan gelebilecek saldırılara karşı korumak için korkunç ölçüler alan bir askeri düzen kurmak zorundadır. Devlet ayrıca yurttaşlarını olabilecek bir savaş için eğitmeği zorunlu görmektedir; bu «eğitim» se yalnız gençlerin düşünce ve duygularını bozmakla kalmamakta, ne yazık ki yetişkinler üzerinde de kötü etkiler bırakmaktadır. Hiçbir ülke bu bozulmayı önliyemez. Saldırı emelleri beslemiyen ülkelerin yurttaşlarını bile etkiler bu durum. Böylece yeni bir putataparlık kurulmuş, devlet güçlü etkisinden yalnız pek az kimsenin kurtulabildiği modern bir put oluvermiştir.
Ne var ki savaş eğitimi bir hayaldir. Bu son yılların teknik gelişmesi yepyeni bir askeri durum yaratmıştır. Birkaç saniyede yığınla insanı yok edebilecek, kocaman ülkeleri yerle bir edecek korkunç silâhlar icat edilmiştir. Ama bilim bu silâhlara karşı korunma çarelerini daha bulamadığı için, devlet yurttaşlarının güvenini sağlamak için tedbir alamamaktadır.
Peki, kurtuluş yolu nedir?
Hayal almıyacak bir yıkım, körü körüne bir yokoluş tehlikesine karşı insanlığın tek korunma çaresi bu silâhlan yapmak ve kullanmak yetkisini uluslarüstü bir kuruma vermektir. Ne var ki günümüzün koşulları altında milletlerin uluslarüstü bir kuruma böyle bir yetki tanımaları ancak geçmişte savaşla sonuçlanan her türlü anlaşmazhğı çözümlemek hak ve görevini vermeleri ile mümkündür. Bu yetki yasa yoluyla uluslar üstü kuruma tanındıktan sonra, ayrı ayrı devletlerin görevi daha çok içişleriyle sınırlı kalır; devlet de uluslararası güvenlik bakımından hiçbir tehlike göstermîyen sorunları çözümlemekle yetinir o zaman.
Ne yazık ki, insanlığın içinde bulunduğu durumun devrimci çarelere baş vurmayı gerektirdiğini hükümetlerin anladığını gösteren belirtiler henüz ortaya çıkmamıştır. Durumumuz geçmişteki hiçbir duruma benzetilemez. Bu yüzden geçmişte yeterli görünmüş hiçbir çare ve yönteme baş vuramayız. Düşüncemizde devrim açmak, eylemlerimizde devrim yapmak zorundayız ve dünya ulusları arasındaki ilişkileri devrimci bir anlayışla yeni baştan düzenlemek cesaretini göstermeliyiz. Dünkü klişeler bugün işimize yaramaz ve herhalde yarın büsbütün eskimiş olacaklardır. Bunu bütün dünya insanlarına anlatmak aydınların bugün yüklenecekleri en önemli toplum görevidir. Onlar ulusal baskılaı yeterince aşmak cesaretini ve dünya uluslarına kökleşmiş geleneklerini kökünden değiştirmek isteğini aşılıyabilecek kadar kudret gösterebilecekler mi?
Büyük bir çaba gerektir. Bugün başarı kazanılmazsa, uluslarüstü kurum yarın kurulacak, ama bugünkü dünyadan kalma büyük bir yıkıntı üstüne kurulacaktır. Umarız ki zamanımızda görülen uluslararası anarşinin ortadan kalkması dünyanın yıkılması pahasına olmıyacaktır, çünkü kendi kendimize hazırlamış olacağımız bu yıkımın nereye varacağını kestiremeyiz, önümüzde çok az zaman var. Bugün işe girişmezsek, yarın geç kalmış oluruz.