JEAN-PAUL SARTRE'LA SÖYLEŞİ (... devam )
|
yapmak hiç aklınıza gelmedi.
J.P.S. — Yalnızca savaş sırasında bir günce tutmuştum. Savaş yıllarında her gün kafamdan geçenleri yazıyordum. Ama bunu önemsiz bir uğraş olarak görüyordum. Edebiyat bir seçme eylemiyle, kimi özellikleri yadsıyıp kimilerini benimsemekle başlar. Edebiyat günceyle uyuşmayan bir etkinliktir, çünkü güncedeki seçme eylemi hemen hemen içten geldiği gibidir ve açıklanamaz.
S.de B. — Bununla birlikte işlenmemiş diye adlandırabileceğimiz bu tür bir edebiyatta sizin başarılı olduğunuz bir dal vardı. Özellikle gençlik yıllarınızda büyük bir mektup yazarı olma yolundaydınız. Ayrı olduğumuz yıllarda bana uzun uzun mektuplar yazıyordunuz. Yalnız bana değil, kimi zaman Olga'ya da, yaptığımızyolculukları anlatan on iki sayfalık mektuplar yazıyordunuz. Askerliğinizi yaparken de bana, kimi kez on beş gün süreyle her gün çok ama çok uzun mektuplar yazdınız. Bu mektuplar sizin için ne gibi bir anlam taşıyordu?
S.de B. — Neden?
J.P.S — Çünkü üstünde yeterince çalışılmamış şeyler bunlar. Ama bunun dışında kalan durumlar da var kuşkusuz: Sözgelimi Diderot'nun Sophie Volland'a yazdığı mektuplar. Ben bu mektupları hiçbir karalama yapmadan, bir solukta yazar ve mektubu gönderdiğim kişiden başka bir okuru gözönünde tutmazdım; demek ki bu mektuplar geçerli bir edebiyat çalışması değildi benim için.
S.de B. — Evet ama mektup yazmayı çok seviyordunuz yine de.
J.P.S. — Evet çok seviyordum.
S.de B. — Kuşkusuz bunlar ilerde yayımlanacak; çünkü çok canlı ve çok eğlendirici mektuplardı.
J.P.S. — Kısacası, mektuplarım bir güncel işlevi yerine getiriyordu.
S.de B. — Geçen gün, ünlü yazarların yaşamının sizi çok etkilediğini söylüyordunuz Voltaire'in, Rousseau'nun ve ötekilerin yazdıkları mektupların büyük önem taşıması ve basılmış olmaları mı siz mektup yazmaya yöneltti?
J.P.S. — Mektup yazarken edebiyata yönelik hiç bir amacım yoktu.
S.de B. — Yayımlamadığınız, bütünlemediğiniz kitaplara gelelim yeniden. Bu konuda biraz konuşmanızı istiyorum.
J.P.S. — Sanırım bütün yazarlar için geçerli bu.
S.de B. — Yayımlamadığınız kitapların sayısını yaklaşık olarak söyleyebilir misiniz?
J.P.S. — La Leğende de le Verite (Gerçeğin Efsanesi).
S.de B. — La Leğende de la Verite'nin durumu başka. Bu kitap geri çevrilmiş, yalnızca bir bölümü yayımlanmıştı... Ama buna karşılık oldukça önemli bir yapıt olan La Psyche vardı: Neydi tam olarak bu kitap?
J.P.S. — La Psyche, bir yıl süreyle Heidegger'i ve özellikle Husserl'i okuduktan sonra Almanya dönüşü yazılmıştı.
S.de B — O sıralarda La Transcendance de Vegoyu (Ben'in Aşkırilığı) yazmış ve yayımlamıştınız. Ne var ki bu metin sonra unutuldu; ortadan kalktı, ama daha sonra Mile Le Bon tarafından yeniden yayımlandı. Ben'in Aşkınlığı ile La Psyche arasın
da bir bağlantı vardı.
J.P.S. — Evet. Bu kitaptan kalkarak tasarladım La Psyche'yi. La Psyche ruhsal olan şeyin betimlenmesiydi. Felsefe açısından öznelliği yaşama noktasına nasıl varılır? İşte bu soru aynı zamanda duygulardan, heyecanlardan söz eden La Psyche'de açıklanıyordu...
S.de B. — Bunları bilincin dışında yer alan ruhsal şeyler olarak ele alıyordunuz. Asıl düşünceniz buydu.
J.P.S. — Evet buydu.
S.de B. — Tıpkı benin aşkın olması gibi...
J.P.S. — Duygular da...
S.de B. — ... duygular da, heyecanlar da aşkındı. Ruhsal alanı kucaklayan oldukça büyük bir denemeydi bu.
J.P.S. — Varlık ve Hiçlik kadar önemli bir kitap olabilirdi.
S.de B. — La Theorie des Emotions (Heyecanların Kuramı). La Psyche'nin bir bölümünü oluşturmuyor muydu?
J.P.S. — Evet onun bir bölümüydü.
S.de B. — Niçin Heyecanların Kuramı'm tuttunuz da —tutmakta haklıydınız, çünkü çok iyi bir bölümdür bu— La Psyche'nin öbür bölümlerini attınız?
J.P.S. — Çünkü La Psyche'deki öbür bölümlerde, Husserl'in görüşlerini yineliyor ve bunları değişik bir anlatımla açıklıyordum, ama yine de katkısız bir Husserl'di burada söz konusu olan. Kendimden kattığım bir şey yoktu. Buna karşılık Heyecanların
Kuramı'm özgün olduğu için sakladım.
S.de B. — Demek ki La Psyche, bir yana ittiğiniz ilk kitaplardan biri.
J.P.S. — Evet yalnızca bir bölümünü tuttum bu kitabın...
S.de B. — ... Daha sonra Varlık ve Hiçlik'in ardından ahlâk kuramı üstüne bir kitap yazmaya başladınız,
J.P.S. — Evet yazmak istiyordum, ama daha sonraya bıraktım.
S.de B. — İşte bu çalışmada Nietzsche üstüne uzun ve güzel bir inceleme de yer alıyordu.
J.P.S. — Gerçekten de Nietzsche üstüne yazdığım inceleme bu kitabın bir bölümünü oluşturuyordu. Ayrıca, Mallarme üstüne de yaklaşık olarak iki yüz sayfa yazdım.
S.de B. — A evet! Mallerme'nin bütün şiirlerini çok ayrıntılı olarak açıklıyordunuz. Niçin yayımlanmadı?
J.P.S. — Bitmedi de ondan. Arada bir bırakıyor sonra yenidan ele alıyordum bu kitabı.
S.de B. — Peki ahlak kuramı olarak adlandırmadığınız ve insan davranışlarının fenomenolojik bir incelemesi, bazı davranışların bir eleştirisi olan ve Nietzsche üstüne yaptığınız incelemeyle bağlantısı olan bu çalışmalar bütününü niçin bıraktınız?
J.P.S. — Bırakmadım. Bunlar geliştirilmek amacıyla alınmış notlardı.
S.de B. — Öyle sanıyorum ki çalışmalarınızdaki fenomenolojik yan, size çok fazla idealist görünmüştü.
J.P.S. — Evet, tam anlamıyla öyle.
S.de B. — Bir çözümleme yapmak size çok idealistçe geliyordu...
J.P.S. — Çözümleme değil, betimleme.
S.de B. — Evet, değişik insan davranışlarının betimlemesini yapmak size çok idealistçe geliyordu. Bütünlemediğiniz daha başka şeyler de var. Tintoretto üstüne uzun bir inceleme yazmıştınız, bunun bir bölümünü de Les Temps Modernes'de yayımladınız Bu çalışmayı niçin bir taslak halinde bıraktınız.
J.P.S. — Sıkılmaya başlamıştım da ondan.. .
S.de B. — ... Yazmayı düşündüğünüz, ama gerçekleştiremediğiniz başka edebiyat ve felsefe yazılarınız var mı?
J.P.S. — Bir Amerikan Üniversitesi için hazırladığım ahlak kitabı vardı. O üniversitede vereceğim dört beş konferansın metinlerini yazmaya başlamıştım. Daha sonra bunları yazmayı da sürdürdüm. Bu konuda yığınla not aldım. Bugün bu notlar ne oldu bilmiyorum. Her halde evde bir yerlerdedir. Ahlak üstüne alınmış yığınla not.
S.de B. — Ahlak ve siyaset ilişkisi üstüne değil miydi bu notlar?
J.P.S. — Evet.
S.de B. — Peki bu çalışmayı niye bıraktınız?
J.P.S. — Çünkü felsefe yapmaktan bıkmıştım. Siz de bilirsiniz ki, benim felsefe çalışmalarım hep böyle olmuştur. Varlık ve Hiçlik'i yazdıktan sonra iyice yoruldum. Bu kitabın da arkasını getirebilirdim, ama yapmadım. Felsefeyle edebiyat arasında
yer alabilecek Saint Genet'yi yazdım. Daha sonra ise Diyalektik Aklın Eleştirisi'ni gerçekleştirdim, ama bunun da arkasını getiremedim.
S.de B. — Tarihsel açıdan yığınla inceleme yapmanız gerekiyordu da ondan değil mi?
J.P.S. — Evet. Elli yıllık bir süreyi araştırmak ve bu elli yıl üstüne bilgi edinmek için gerekli bütün yöntemleri de incelemeliydim. Üstelik konunun en ince ayrıntısına kadar da inmeliydim.
S.de B. — Yapıtlarınızın şu ana kadar hiç sözünü etmediğimiz, ama çok önemli olan başka bir yanı daha var: Tiyatro... Tiyatro oyunları yazmaya başlayışınızı nasıl açıklıyorsunuz, sizin açınızdan önemi nedir ! bunun?
J.P.S. — Tiyatro yapıtları yazacağımı her zaman düşünmüşümdür. ..
S.de B. — ... Gençlik yıllarınızda oyun yazmak aklınıza geldi mi?
J.P.S. — A evet, çeşitli parodiler, operetler yazdım.
S.de B. — Ya daha sonra? Barino'dan da söz etmek gerekir sanırım.
J.P.S. — Tutukluluk yıllarımda, pazar günleri büyük bir hangarda tiyatro oyunları oynayan sanatçılar topluluğuna katılmıştım; dekorları da kendimiz yapardık, yazı yazan bir aydın olduğum için Noel'de benden bir piyes yazmamı istediler. Ben de son derece kötü olan, ama içinde yine de bir tiyatro düşüncesi bulunan Bariona'yı yazdım. Ama her şey bir yana, bana tiyatro zevkini veren de bu oyun olmuştur.
S.de B. — Bana bu konuda mektuplar yollayıp bundan böyle tiyatro yazacağınızı söylemiştiniz. Bariona bağlanmalı bir tiyatro oyunuydu: Romalıların Filistin'e girmelerini konu edinerek aslında Alman işgalindeki Fransa'dan söz ediyordunuz.
J.P.S. — Bunu Almanlar anlamadılar. Onlar yalnızca Noel üstüne yazılmış bir oyun olarak görüyorlardı bunu; ama tutuklu Fransızlar her şeyi anlamışlar ve piyesim onların ilgisini çekmişti.
S.de B. — Daha sonra Sinekler'i yazdınız. Bu oyunu hangi koşullarda gerçekleştirdiğinizi anlatır mısınız biraz bize?
J.P.S. — Sizin gibi ben de Olga Kozakiyeviç'in arkadaşıydım. Olga Dullin'in yanında tiyatro sanatını öğreniyordu ve ona şans tanınması gerekiyordu. Duilin'e bir oyun yazma önerisinde bulundum.
S.de B. — Sinekler, sizin için neyi simgeliyordu?
J.P.S. — Sinekler işlenmesi gereken bir efsane, çağdaş bir anlam verilmesi gereken bir konuydu. Amagemnon ile karısının öyküsünü, annesinin Oreste tarafından öldürülüşünü ve Erinye'leri olduğu gibi almış, onlara başka bir anlam vermiştim. Gerçekten de Alman işgaliyle ilgili yeni bir boyut katmıştım.
S.de B. — Biraz daha açıklar mısınız?
J.P.S. — Sinekler'de, özgürlükten, kendi mutlak özgürlüğümden, insan olarak özgürlüğümden ve özellikle de Alman işgalindeki Fransızların özgürlüğünden söz etmek istiyordum.
S.de B. — Oyununuzu sahnede izlemek sizde nasıl bir etki yaptı? Bir yanda oyunu izleyen halk, öbür yanda yapıtınız vardı. Bir kitabın yayımlanması ile bunun arasında ne gibi bir ayrım var?
J.P.S. — Oyunumu seyretmekten pek hoşlanmıyordum. Dullin dostumdu. Sahneye koyma konusunda onunla tartıştım. Bu konuda pek bilgim yoktu, ama yine de tartıştım onunla. Sahneye koyucunun çalışması öylesine önemliydi ki, kendimi sahnede pekbulamadım. Yazdıklarımdan kaynaklanan ama yazdıklarımla pek ilgisi olmayan bir şey oynanıyordu sahnede. Daha sonraki oyunlarımda aynı duyguyu yaşamadım, çünkü bu işi de kendim yapmaya başladım.
S.de B. — Bütün oyunlarınızı gözden geçirmeyelim de, siz bana tiyatro çalışmasıyla, gerçek anlamda edebiyat çalışması arasındaki ayrımın ne olduğunu söyleyin.
J.P.S. — Her şeyden önce, konuyu yakalamak çok zor oluyor. Oyun yazarken genellikle on beş gün, bir ay, bir buçuk ay masamın başında otururum, kimi kez kafamda bir tek tümce vardır.
S.de B. — A evet söylemiştiniz.
J.P.S. — Kimi kez de kafamda belli belirsiz bir konu oluşur.
S.de B. — Yani çoğunlukla oyunlarınız belli koşulların yarattığı yapıtlardı. İşlemek istediğiniz belli bir konu yoktu.
J.P.S. — Evet öyle...