PLATON ve ARİSTOTELES’TE BİLGİNİN OBJESİNE UYGUNLUĞU PROBLEMİ ( ... devam )

Diğer taraftan, Platon’a göre, sanı ve bilgi farklı etkilere yol açarlar,
çünkü sanının yanlışa açık olduğu yerde, bilgi hiçbir zaman yanlış olamaz,
yani her zaman doğrudur. Bilgi, idealara ilişkin olmasından dolayı, açık
seçik ve kesindir. Buna karşın sanı, açık seçiklikten yoksun olup, kesin
değildir. Farklı etkilere yol açmaktan başka, onlar farklı nesnelere de
sahiptirler. Oysa gerçekte bilginin yanlış olamayışı, açık ve kesin oluşu
doğrudan doğruya onun nesnelerinin doğasından, onların değişmez, kalıcı ve
sürekli olmalarından kaynaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle, bilginin yanlış
olamayışı, onun, nesne olarak, kendinde olduğu biçimiyle varlığa sahip
olmasından ileri gelmektedir; buna karşın sanının yanlış olabilirliği onun
yalnızca varlığın görünüşüne ulaşabilmesinin bir sonucudur. Bundan dolayı,
sanı ile bilginin aynı nesnelere sahip olabilmeleri olanaksızdır .

Platon’a göre, bir şeye ilişkin olarak bir bilgimiz varsa, bu bilginin
yanlış olabilmesi, o şey hakkında yanlışa düşmemiz olanaksızdır. Bilgi,
yanlış olma olasılığını tamamen dışlar. Bu durum, Platon’un bilginin
nesnelerinin, her ne iseler gerçekten, mutlak ve koşulsuz, ezelî-ebedî ve
zorunlu olarak o olan şeyler olması gerektiği düşüncesine sahip olduğunu
çok iyi bir biçimde gözler önüne serer. Çünkü, yalnızca bir yüklem ya da
niteliğe, gerçekten, mutlak ve koşulsuz, ezelî-ebedî ve zorunlu olarak sahip
olan bir şey, o yüklem ya da niteliğe, kendisine ilişkin olarak yanlışa düşme
olasılığını tümüyle dışta bırakacak şekilde olur. Bir şey bir yüklem ya da
niteliğe yalnızca belli yerlerde ya da belli zamanlarda veya belli durumlarda
ya da belli bazı bakış açılarından ya da belli kişilere göre, kısacası bilen
öznelere ve birtakım koşullara göreli olarak sahip olursa, o şeye söz konusu
yüklem ya da niteliği yüklerken yanlışa düşebiliriz; dolayısıyla ona ilişkin
olarak doğru ve kesin bilgiye sahip olamayız. Buna göre, bilgi yanlış
olamazsa, o yalnızca aktüel yanlışı değil, ancak yanlış olma olasılığının
bizzat kendisini dışta bırakır; öyleyse bilginin nesnesi bileni yanlışa
düşürebilecek bir nesne olamaz; o kendisine yüklenen niteliğe gerçekten,
mutlak ve koşulsuz, ezelî-ebedî ve zorunlu olarak sahip olmak zorundadır .
Çünkü düşüncede ve sözde yanlışı doğuran, var olmayanı söylemek ve
düşünmektir . Yanlış olan yerde aldanma olur. Nerede aldanma varsa
kesinlikle her şey hayallerle, kopyalarla doludur. Oysa doğru bilgi hayali,
yansımayı değil; asıl gerçekliği, kendisine konu edinir. “Theaitetos
oturuyor” denildiği zaman, bu söz Theaitetos üzerindedir. “Theaitetos
uçuyor” sözü de Theaitetos üzerinedir. Ama bu sözler geçerlikleri
bakımından belli bir niteliğe sahiptirler; biri doğru, diğeri yanlıştır. Doğru
olan var olanı olduğu gibi dile getirmiş; yanlış olan da var olandan başka bir
şey söylemiştir; var olmayanın var olduğunu söylemiştir. Bir kimse
hakkında, aynı olanı başka olarak, var olmayanı var olarak söyleyen isim ve
fiil yığını, yanlış bir sözdür. Yanlış söz olunca, şüphesiz yanlış düşünce,
yanlış kanı, yanlış hayal de olacaktır. Çünkü düşünce ile söz aynı şeydir.
Düşünce ruhun kendi kendisi ile yaptığı içten ve sessiz bir konuşmadır. Kanı
ise, ruhta ve düşüncede sessizce yapılan bir “evet” ve “hayır” demektir.
Kanı, kendiliğinden olmayıp duyum yoluyla olursa ona “hayal” denir .

Kısacası, Platon, bilgiyi sanıdan ayıran önemli bir özellik olarak
yanlış olamamazlık özelliğini doğrudan doğruya bilginin nesnelerine
dayandırmakta ve bilginin objesine uygun olması gerektiğini
vurgulamaktadır. Bir başka deyişle, onun bilgiyi sanıdan ayırırken, bilginin
onsuz olunamaz koşulu olan doğruluk özelliğini, bilen özne yerine,
bütünüyle bilginin nesnelerinde aradığını ve bulduğunu tesbit ediyoruz. Bu,
Platon’un epistemolojisinde öznenin bir anlamda mevcut olmayıp, her yerde
ve çok büyük ölçüde nesnenin ön plana çıktığını söylemekle eşanlamlıdır.
Çünkü Platon, bilginin doğruluğunu ve bu arada kesinliğini doğrudan
doğruya ideaların değişmezliğine, süreklilik ve kalıcılığına bağlamaktadır.
Demek ki, Platon’a göre doğru bilgi, mutlak ve koşulsuz olarak her ne ise o
olanın bilgisidir .

Buraya kadar yapmış olduğumuz açıklamalardan anlaşılacağı gibi,
Platon’a göre doğru-kesin bilgi, objesini olduğu gibi ifade eden ve ona
uygun olan bilgidir. Platon’un bu anlayışı, Aristoteles’in de ontolojik temelli
bilgi anlayışına ve buna bağlı olarak bilginin doğruluğunun objesine uygun
olmasıyla dile getirilebileceği şeklindeki görüşüne temel hazırlamıştır.
Aristoteles, hocası Platon gibi, objelerden bağımsız, kendi başına
“idea” türü bir varlık kabul etmiyorsa da, bilginin doğruluğu konusunda
hocasının bu konudaki düşüncelerinden esinlenmiştir. Aristoteles’e göre,
doğruluğun araştırılması bir anlamda güç, bir başka anlamda kolaydır.
Bunun kanıtı, hiç kimsenin tam olarak onu elde edememesi, ancak öte
yandan insan türü olarak ondan uzak da olmamamızdır. Herkesin şeylerin
doğası hakkında söyleyecek doğru bir şeyi vardır. Bu şeyin kendisi,
doğrulukla ilgili olarak az bir şey veya bir hiç değerindeyse de bütün
düşüncelerin bir araya gelmesi, oldukça çok şeyi meydana getirir. Bundan
dolayı doğrulukla ilgili durum, atasözündeki duruma benzer görünmektedir:
“Bir kapıya kim isabet ettiremez.” Bu bakımdan ele alınırsa, bu araştırma
kolaydır. Fakat doğruluk konusunda biri şeylerin kendilerinden , diğeri
zihnimizin zayıflığından ileri gelen iki güçlük vardır. Ancak asıl güçlük
kendimizden kaynaklanan güçlüktür. Çünkü yarasanın gözlerinin gün ışığı
karşısındaki durumu neyse, ruhumuzdaki aklımızın şeyler içinde doğaları
gereği en apaçık olanları karşısındaki durum odur .

Aristoteles’e göre bilgi varlığın bilgisidir. Ancak bu varlık Platon’da
olduğu gibi tikel olanlardan bağımsız, kendi başına bir “idea” değil, tikel
olanların ta kendisidir. Bilginin doğruluğu da bu varlıklara uygunluğunda
ortaya çıkmaktadır. Çünkü Aristoteles’e göre, Doğru anlamında varlıkla
yanlış anlamında var olmamak birleşme ve ayrılmadan ibarettir. Yani
yüklem ve öznenin birleşme ve ayrılması. “Doğru ile yanlış, birlikte çelişik
yargıları paylaşırlar. Çünkü doğru, özne ile yüklemin gerçek birleşmelerinin
olumlanması ve gerçek ayrılmalarının olumsuzlanmasıdır. Yanlış ise bu
olumlama ve olumsuzlamanın çelişiği olandır.” Örneğin; “İnsan, canlıdır.”
doğru. “İnsan, canlı değildir,” yanlış. “İnsan yılandır.” yanlış. “İnsan yılan
değildir.” doğru. Doğruluk ve yanlışlık, sanki iyi doğru; kötü, yanlış
olanmış gibi, şeylerin kendilerinde değildir, düşüncededir. Basit doğalar ve
özler gözönüne alındığı zaman, doğru ve yanlış düşüncede bile değildir.
Aristoteles’e göre, birleşme ve ayrılma şeylerde değil, düşüncededir.
Çünkü düşünce, verilen bir özne ile ilgili olarak ona bir özü veya bir niteliği
bir niceliği ya da başka bir şeyi bağlar veya onu ondan ayırır . O’na göre
varlık ve var olmayan kavramları farklı anlamlarda kullanıldığı gibi en dar
anlamında “doğru” ve “yanlış” ile ilgili olarak kullanılırlar. “İmdi doğruluk
ve yanlışlık nesneler açısından onların birleşme ve ayrılmalarına tabidir; öyle
ki, ayrı olanı ayrı olan olarak, birleşik olanı birleşik olan olarak düşünen
doğru düşünmekte, düşünmesi nesnelerin durumuna aykırı bir durumda olan
ise yanlış düşünmektedir... Doğru bir biçimde senin beyaz olduğunu
düşündüğümüz için sen beyaz değilsin, ancak sen beyaz olduğun içindir ki,
senin beyaz olduğunu söylerken bir doğruyu söylemiş oluruz.” Çünkü
noolojik (düşünsel) doğruluğu belirleyen, ontolojik (varlıksal) doğruluktur.

Aristoteles, doğruluğun ancak düşüncede bulunduğunu savunmakta, yalnız
noolojik bir bağın ontolojik bir bağa karşılık gelmesi gerektiğini
eklemektedir. Ancak bir yargının ya da bir ifadenin her zaman doğru
olabilmesi için onun konusunun veya objesinin zorunluluk özelliği taşıyan
varlıklar sferi içerisinde olması gerekir. Çünkü O’na göre, olumsal
(contingent) şeyler söz konusu olduğunda aynı kanı veya aynı beyan doğru
ve yanlış olur ve onun belli bir zamanda doğru, başka bir zamanda ise yanlış
olması olanaklıdır. Buna karşılık başka türlü olmaları olanaklı olmayan
varlıklara gelince; onlarla ilgili olarak bir kanı belli bir zamanda doğru,
başka bir zamanda yanlış olmaz; aynı kanılar her zaman doğru veya her
zaman yanlıştırlar . Buraya kadar yapmış olduğumuz açıklamalarda
‘Aristoteles bileşik varlıklardan hareketle bilginin doğruluğunu ortaya
koymaya çalışıyordu. Oysa bileşik olmayan varlıklarla ilgili olarak doğru,
kavranan şeyi kavrama ve beyan etmedir. Çünkü basit doğaların kavranması
bir sezgi, dolaysız bir temas, kavranan şeyin kendisi gibi bölünmez bir sezgi,
bir dokunmadır. Basit doğa ancak zorunlu olarak şeye uygun olan düşünce
tarafından bütünü ile kavranabilir. Aristoteles’e göre bir şeyin doğası
üzerinde –ilineksel bir anlamda olmak dışında- yanılmak olanaklı değildir.
Aynı durum bileşik olmayan tözler için de söz konusudur. Onlarla ilgili
olarak yanlış içinde olmak olanaklı değildir ve onların tümü bilkuvve değil,
bilfiil vardırlar. Basit doğa, bileşik bir önermenin bir öğesi olmak
bakımından basittir. Ancak o bizzat kendisinde, cins ve ayrımdan meydana
gelen bir öğedir. Onunla ilgili olarak yanlış, bu son bakış açısından göz
önüne alındığında, ilineksel anlamda bir yanlış olacaktır.

Aristoteles’e göre, bir öz olan ve bilfiil varolan her şeyle ilgili olarak
yanlış olanaklı değildir. Onların bilgisi ya vardır veya yoktur. Ancak onlarla
ilgili olarak onların ne olduklarını yani filanca tür bir doğaya sahip olup
olmadıklarını araştırmak gerekir. Doğru kavrama ile kavranan nesnel
varlıkla, yanlış olarak göz önüne alınan var-olmamaya gelince, bir durumda,
özne ile yüklem gerçekten birleşik olduğunda doğru, birleşik olmadıklarında
ise yanlış söz konusudur. Bir başka durumda ise eğer nesne varsa, belli bir
tarzda vardır ve eğer bir tarzda var değilse kesinlikle var değildir. Doğru da
bu varlıkları bilmektir. Bu durumda onlarla ilgili olarak ne yanlış ne doğru
söz konusudur. Sadece bilgisizlik vardır . Bileşik şeylerle ilgili olarak
denebilir ki, onlar bileşik olduklarında vardırlar, bileşik olmadıklarında
yokturlar. Bileşik olmayan şeylere gelince, onlar bir başka şeyle her türlü
ilişkilerinden ayrı olarak bizzat kendilerinde gözönüne alınmak
durumundadırlar. Onlar ya vardır veya yoktur. A’ A dır veya hiçbir şey
değildir. Başka deyişle zihindeki kavrama-kavramama seçeneğine, burada
nesnede bir aracı olmaksızın var-olma ve var-olmama karşılık gelmektedir.
Sonuç olarak denilebilir ki, hem Platon ve hem de Aristoteles,
bilginin doğruluğunu, o bilginin objesine uygun olmasında görmektedirler.
Ancak Platon’da bilginin objesi aşkın konumda kabul edilen idealar iken,
Aristoteles’te bilginin objesi duyulur dünyada yer alan ve bizim “bu” ya da
“şu” diye gösterebileceğimiz tek tek nesnelerdir

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP