İNANANLARIN ATEİZMİ (... devam )

İmanın, bir insanın hayat ve davranışını değiştirdiği ölçüde ancak gerçek olduğunu da daha önce belirttik. İmanın gerçekliğinin onu kabul edenin hayatı üzerindeki etkisinde yattığı söylenebilir. Ve bunun, şimdiki halde meydana gelen şeyi anlamak için temel seyri (fil directeur) beslediğini düşünüyorum. Zira gerçekten hakiki iman onu kabul edenin zorunlu olarak bir değişikliğine neden olur, (garanti olmamasına rağmen) bizzat imanın, mevcut oluşunun (présence), neden olduğu bir değişiklik olduğunu sonuca bağlamak kolaydır. Başka bir deyişle iman. inananın "zihninde" (esprit) normal sonuçlarıyla özdeşleşir. Akla uygun orantılı bazı tepkileri hatırlatan dünyanın (teist) bir yorumu olmak yerine imanın bizzat kendisi belli bir cinsin (yani dindarların) davranışı olur.

Böylece Tanrı'ya inanmak belli bir şekilde hareket etmek anlamına gelir - gerçekten inanan diye kabul edilenlerin davranış biçimi. İman tam olarak dışa vurulur. İnanmasına rağmen Tanrı yokmuş gibi davrandığı söylenilen pratik ateist ile Tanrı'nın olmadığını, veya en azından ondan emin olmadığını düşünmesine rağmen, kendisi için Tanrı varmış gibi davranan teorik ateist olan inanan karşıttırlar. Böyle bir insan sadece düzenli olarak kiliseye gidiyor değil ve hatta kutsallaştırmalara katılıyor fakat ona Tanrıya inanıp inanmadığı sorulduğu zaman olumlu olarak ve tereddütsüz cevap veriyor. Zira onun için, kiliseye gitmek vs. kesin olarak "Tanrıya inanmaya" işaret ediyor. Tıpkı geçmiş hallerdeki gibi, bu adamın iman ve pratiği tutarlı bir bütün oluşturur. O "Tanrı'ya inanmanın" "dindar olarak hareket etmeye" işaret ettiğini düşünür, (her inancın pratik dışa doğru baskısında kaynağa (orijine) yerleştirmek gereken, ve göreceğimiz gibi özellikle, Tanrı'ya inanmanın kesin olarak sözkonusu olduğu yerde birden bire ortaya çıkmaya elverişli olan karışıklığı (confusion) düşünüyor.) Ve ayrıca o, şimdi ciddi olarak kafamızda canlandıracağımız aklın niceliği için, dindarca hareket etmenin kendisi için daha iyi olduğuna inanıyor.

Tanrıya inanç olmadığı zaman, bir dini davranıştaki akla uygun motifleri göstermek güç değildir. Ayrıca ölümden sonraki hayat hakkmda,Katolik bilgi ile desteklenmiş cereyan eden bir motif, korkunun motifidir. Kurumsal pratik (iyi bir Katolik pazar ayininde hazır olan ve cuma perhizini (abstinance) gözetleyendir vs.) üzerinde kuvvetle duran, böyle bir pratiği cennet (ciel) için pasaport gibi düşünmeye yönelen ve katolik gelenekte yetişmiş bir insan, Tanrı hakkında hiçbir kanıta (conviction) sahip olmayabilir ve bununla beraber yine de cennetle cehennemin gerçekten ortaya çıktığı hal için tabii olarak dış gözlemde diretebilir. Bu insan Tanrı'nın varolduğundan hiç de emin değildir, ve eğer bu bizzat kendini etkileyebildiği ölçüde değilse, gerçekten var veya yok olduğuna kısmi bir önem vermiyor. Eğer ödüllendiren ve cezalandıran bir Tanrı varsa önemli olan O'nunla aranın iyi olmasıdır, ve bunun için de kilisenin ilkelerini (préceptes) takip etmek yetecektir. Dini hükümler (observance) böylece bir bakıma, ölümden sonraki muhtemel hayata karşı güvenlik polisi olurlar, ve inanan tabii olarak bunu kabul eden olur.

Davranışlara (gestes) bağlı kalmak, dindarca hareket etmek gerçekten Tanrı varmış gibi hareket etmek, bu esas itibarıyla dini olmayan (a-religieux) motifler için iyi yargılamadan olabilir. Objesinin hakikati hangisi olursa olsun, sosyal nedenler için Tanrı'ya imam (söz halinde ve fiil halinde) öğretmek iyidir. Amerikalı ortamlar için yazan Dr. Martin Marty, bizim kültürümüzde sadece inançsızlığın "iyi olmadığını" her çeşit inancın kabul edilebilir' olduğunu belirtti. Birazda aynı ilhamda (veine) Will Herberg, sosyal bir pozisyon vermek için memlekette kurumsal din tarafından oynanmış rolü geniş bir kısım için Amerika'da pratik dinin baskısını (pousse) yükseltti.

Hesaplanan şey, formları korumaktır, muhtevaya katılmak değil. Tanrı ister gerçek olsun isterse olmasın, din bir şeyin yerine geçer, ve imanı öğretmek (professer) önemlidir. Veya yine, sosyal bir ortama uygulanmak sözkonusu değilse dini bir davranış, şahsi ve psikolojik dengenin bir isteği gibi düşünülebilir. Bu, bizim özel bilgisizliğimize ve güçsüzlüğümüze, büyük bilinmeyenin karşısına konulmak biçiminde, karşı koymak için çok veya az tatmin edici bir teknik haline geliyor.

Gerçekten din bir kez Sen'e verdiğim içten cevap olarak değil de, somut durumun istek ve baskılan ile sürüklenmiş davranışın belli bir tipi olarak dışarıdan düşünülürse, o zaman Tanrı'nın gerçekliğine, tam olarak bağımsız, "dini" benimsemeye ve dinde diretmeye tam olarak bağlı olmayan nedenlerde sınır yoktur. Tanrı varolsun veya olmasın, bu bütün önemini kaybeder. Zira, hatta burada dini davranış, evrenin teist bir yorumunu ihtiva etmesine rağmen, böyle bir davranışın kabul edilişi, kaynağına (orijine), bu yorumun bilinen hakikatında değil, fakat bağımsız oiarak hareket eden dinle ilgisi olmadan (profane) faktörlerin tam bir serisinin hissedilen baskılarında sahip olacaktır. Dini pratik, Tann'ya çağrıya bir cevap olmak yerine, hissedilen bir ihtiyaca cevap oluyor. Ve dini davranışı rasyonel olarak kurmak yerine, hipotezle elde edilmiş olan teist yorumun, bizzat kendisi bu hususta tamamlayan kısım oluyor. Bu şartlarda Girardi'nin, ateizmin bu tipinin açıklaması olarak sağladığı (fournir) şey kesindir. O, bunun, bu cinsin "inananlarının" dini sahadaki doktrinal öğeye, özellikle, bu konuda nesnel kesinliğe (certitude) verdikleri önemin azlığından ileri geldiğini söylüyor. Bununla beraber dini doktrinin kesinliğinin (certitude) artık dini davranışın temelini oluşturmadığı, kesin olarak gerçektir. Fakat onu doğru bir şekilde anlamak önemlidir. Kesinlik (certitude) bu insanlar için, kesinliğin bizzat önemsiz olacağı anlamda, önemden yoksunluk değildir; bu, onların kesinliğe (certitude) ilgisiz olmaları, emin olmayı sevmeyecekleri de değildir. Bilhassa kesinlik (certitude) şahsi meşguliyetin veya araştırmanın konusunun önemine sahip değildir, zira ona sahip olmanın veya olmamanın bireye bağlı olduğu sanılmıyor. Objektif kesinlik (certitude) irade işi olmayıp, apaçıklıktır. Eğer onlar Tanrı konusunda şüpheli iseler bu Tanrı'nın apaçıklığının zorlayıcı olmayışı içindir -ve O'nu kim reddeder?

Ayrıca, belirttiğimiz gibi bu, kesinlik problemini pratik olarak önemsiz kılan, onların imanı anlayış biçimidir. Eğer inanmak. Tanrı varmış gibi davranmayı üzerine almaksa, o zaman hangi önem (importance), davranış sahasında, onun varoluşundan emin olup olmamaya sahip olabilir? Orada, ateistlerin -gerçekten Tanrı'nın varoluşundan emin olmayan "inanan" -bu kategorisi için inananın statüsünde hiçbir şüphe duymayan (éprouver) akıl vardır. Ateist inanan her şeyi, kim olursa olsun -hatta Tanrı, varolsa bile- kendisinden bekleneni biraz akıllıca yaptığı duygusuna sahiptir.

Gerçek şu ki o, zorlayıcı bir apaçıklığın güvenliği olmaksızın böylece davranıyor ve onun doğurduğu kesinlik (cartitude) onların nazımda bir hata olmaktan uzak değerlidir. O riskli olan dini hipotezi seçti ve onun için imanın işaret ettiği şey de budur.

Agnostik "inananın" bu çeşidi, öyle düşünüyorum ki Girardi tarafından inananların sınıfları olarak bilinen diğer teorik ateist tipinden -gerçekten iman anlayışı kesin olarak sübjektivist olan- daha sık görülmektedir. Bu sonucu için iman. Tanrı varmış gibi davranmaya indirgenmez. İman daha ziyade etraf] saran dünyayı düşünmek için ve onunla ilişkiye girmek için uygun sembollerin bir şahsî serisini kabul etmekten ibarettir. Subjektivist, Tanrı'ya inandığını söylediği zaman o bunu yapmada bizim agnostik inanandan daha fazla tereddüt etmeyecektir. O, özel olmamasına (exclusif) rağmen teolijik hitabeti (discours), insan egzistansının derin görünümlerini ifade etmenin tatmin edici bir vasıtası olarak kabul ettiğini söylemek istiyor. "Tanrı" (agnostiğe göre) var olan veya olmayan başka Aşkına işaret etmiyor; "Tanrı" insanda kesin olarak var olan bizzat insanın sırlı derinliklerine işaret eder. fakat diğerleri (çok haklı olarak) teolojik olmayan dilde tasvir etmeyi tercih edebilirler.

Bununla beraber bu durum (position), yönelmesinde çaresiz bir şekilde objektivistten başka bir şey olmayan zihnin (esprit) tabii eğilimine aykırı olur, o, belirtmeksizin geçmenin (glisser) herhangi bir riski de değildir, ve o, çevreleyen (ambiant) kültürde dayanma noktasını bulamayacaktır. Sübjektivistin "iman" anlayışı, bilinçli olarak işlenmiş olmaksızın kabul edilmesi için çok özümlenmiştir. Bu kelimenin kullanımı, derûnî ve yanlış anlaşılmaya elverişli Tanrı'ya uygun olduğu için o sadece şuurlu olmayacak, fakat "Katolik" olarak, seçtiği pozisyonla kilisesi arasındaki fark, şuuru barış haline bırakmak için çok açıktır. Oysa ki agnostik "katolik" kendi ortamıyla o denli uyuşmuştur - "seçimini yaptığı kiliseye sık sık uğramaya onu cesaretlendiren pluralist kültür, o bunu yeter ki çok ciddiye almasın, ve objektif alışkanlığının adeta kendine tamamen yapılmış bir din sağladığı bir kilise -ki o, Tanrı hakkındaki inanç noksanlığına sessizce şuursuz kalabiliyor, subjektivist "Katolik" kaçınılmaz bir şekilde isyanın farkında olduğu çizginin oldukça dışındadır.

"İnananların" ateizminin, kendi imanlarına muhalif olarak nasıl yer almadığını göstermek için yeterince konuşuldu, fakat daha ziyade bir çeşit doğal sonuç olarak bu durum ortaya çıkıyor. Pratik ateizm, sınırlı etkileyiciliğin Tanrısına inanmaktan doğuyor; "inananların" teorik ateizmi ise kendi iman anlayışlarından doğuyor.

GERÇEK İMAN VE ATEİZMİN GİZLİ İMKANI

Bize kalan şey, doğru (vraie) imanın bu iki uyumsuzluğunun (distorsion) köklerini, gerçek (authentique) imandan aldıklarım ve daima doğru (vraie) imanın geliştiği her yerde gizli, fakat gerçek (réel) imkanlar sıfatıyla takdim edildikleri biçimini göstermektir.

Hangi ateizm olursa olsun, ona müsaade etmek için yeniden önem taşıyan insan tecrübesinin ana çizgisi, aşktnhğıtı gizli özelliğidir. Tecrübemizin tamamlayan bir kısım olmasına rağmen, aşkım, öz itibariyle aynı zamanda objektifleştirmek imkansızdır. Onun meydana getiren hazır oluşu (presence), doğrudan değil, düşünceyle yakalanmış olabilir, fakat bu, sadece anlamlı işaret ve sembollerin derin düşünülmesiyle gerçekleşir. Şu anda her yerdeki tehlike, olmayan herhangi bir şeye değil, fakat doğrudan ve kavramsal takdimin imkanlarını aşan bir Mevcudiyete (Presence) baş vuran bu işaret ve semboller, bizzat Gerçeğe uygun bir tasvir olarak ele alınmaya başlıyorlar. O zaman bizim dikkatimiz, benin (moi) aralarında bağlantı bulunan ve oluşturan öğesi olan bu gizli Mevcudiyet (Presence) üzerine yönelecek yerde, idollar üzerinde merkezleşiyor. " Gizli olarak varolan şey, aynı zamanda yok oluyor. Varoluşu Problematik olan Tanrı, özel bir varlık oluyor.

Gerçekten, burada üretilen şey, ekseriyetle sadece doğrudan kendini yakalamak için benin (moi) çabalarından doğan bozulmuş kendi (soi) şuurundaki hataların benzeridir. Zira ben (moi)'in kendisini de, özü bakımından objektifleştirmek imkansızdır. Varolmanın aktif gücü olarak o, oluşturulabilen her temsili asar. Ve bununla beraber o, böyle bir temsil ve kendi (soi) imajları ile geçilemez: Madem ki başkalarına başvurulan biçim, onlarla ilişkilerin sonucunu (issue) kaçınılmaz bir şekilde etkiliyor, "ben'" sadece onun dünyaya takdim ettiği figürü değerlendirmeyi (évaluer) ve kontrol etmeyi, araştırmayı yapabiliyor. Bununla beraber hata kendinin (soi) diğerleri ile ilişkisinin sürecinde sadece bir arabulucu faktör olmaya tahsis edilen, kendinin (soi) böylece oluşturulmuş imajını, gerçek ben (moi) ile özdeşleştirmektir. Bu üretildiği zaman şahıs, gerçek kimliğinden ve gerçek eğiliminden (vocation) farklı olur ve bazı görünüşlerden başlayarak kendi projesini oluşturur. İnsan, kendinin (soi) ilişkisini ilerletmek yerine, düşünülmüş (projeté) kendi beniyle (moi) bu meşguliyeti nedeniyle, bu düzenin gerçekleşmesini bütünüyle imkansız kılar.

Benzer şeyler üretildiği zaman, Tanrı'yı, onunla sınırlandırılmış temsillerimizle özdeşleştiriyoruz. Eğer onunla şuurlu ve sosyal olarak ilişkiye girmeyi istiyorsak temsillere ihtiyacımız vardır. Fakat eğer onunla ilişkimizin sahte olması istenmiyorsa, bizim temsilleri devamlı aşmamız gerekiyor. Bununla beraber çoğunlukla bu aşma gerçekleştirilmez. Gerçekten, bunun için gerekli (requis) zihni hazırlığın o kadar büyük olduğunu, onun aşağı yukarı ihtiva edilen şeyi anlamaya insan kitlesini engellediğini, söylemeye erişilir. Bu husustaki sonuç şudur: Aşkın olan Başkası, böylece kavramsal olabilen şeye indirgeniyor; Tanrı özgüleşiyor ve onunla ilişkimiz, hatta kendi beni (moi)mizin temeli olarak görülmesi yerine dıştan gelen ve ilave edilen bir şey haline geliyor. Onun gerçekliği bizim şahsi seçimimizden önce olarak düşünülmeyip, fakat ona bağımlı olarak düşünülüyor.

Böylece yol, daha önce açıkladığımız ateizmin tiplerine açılmış oluyor. Pratik ateizm halinde, kendi sınırlanmış etkisinde (incidence) Tanrının ozgüleşmesi adımını atmak kolaydır. Oysa ki hazır oluşu, kendi benimi (moi) oluşturan olarak yakalanmış olan Başkası (Autre), tabii oiarak. yaptığım her şeyi yapmayı başaramadığım her şeyi içerir, bizzat "ben"e (moi) dıştan gelen olarak düşünülmüş üstün bir "Varlık," benim davranışımı ilgilendiren özel emirleri yaydığı ölçüde ancak içerilmiş olur (être implique). Kaideleri ile yakalanmamış bir alan dini olarak önemsizdir, yani burada Tanrı yokmuş gibi hareket edilebilir. Katoliklerin ekseriya kendi dinlerini tabii olarak bazı emirlere uymanın bir problemi gibi düşünmeleri, pratik ateizmin onlar arasındaki yayılımını gösteriyor. Tann'nın özgüleştirilmesi teorik ateizmin yolunu da hazırlıyor.

Özgüleştirilmiş olarak Tanrı, bizim şahsi hayatımızın genel temeli olarak yakalanamaz ve Tanrı olarak O, günlük karşılaşmalarımızın (rencontres) alanı dışına itilmiş olur. O, sadece gizli değil, yok olan bir Tanrı haline gelir. O saman dindar davranış O'nun hazır oluşuna ( présence) uygun bir cevap, O'nunia a priori ve gerçek (reconnu) ilişkimiz nedeniyle ortaya çıkan herhangi bir şey oyarak anlaşılmayı (être vu) bırakır, - ve bu davranış böyle bir ilişkiyi kurmak biçimi olarak düşünülür. Tanrı'nın varlığının düşünülmüş kabulü (reconnaissance) olmadığı zaman iman, tanrı varmış gibi hareket etmek için. davranışın belli bir tipine bağlanma işi haline gelir. Böyle bir bağlanmanın, bu varoluşun sağlam bir doğrulamasını bir yana atmadığı, fakat O'nun yokluğııyla uyuştuğu bir gerçektir. Bir insan, yukarıda hatırlatılmış olan motiflerin, hangisi olursa olsun, birini (inanana göre daima imanın anlamı budur), dindar bir davranış olarak kabul edebilir; bununla beraber, Tanr'nın, genel bir kabulü zorlayacak biçimde apaçık olmadığı düşüncesinde (conscient) olan kimse ile, çevresindeki, kendi konusunda geçerli olan çelişik durumları reddetmeye yeteneksiz olan kimse, Tanrı'nın var oluşu hakkında ciddi olarak şüphe içinde kalabilir.

O halde pratik ve teorik ateizm, gerçek iman krallığına davet edilmeden gelen misafirler (intrus) değildir. Onlar, daima hazır ve gerçek imkânlar olarak, hakiki imanın vakıf olduğu ( connaître), uygun bir şekilde gerçekleştirmenin imkânsızlığı ile uyuşmuş, ifade edilmek ve tasarlamak ( se représenter) ihtiyacında kök salmışlardır. Bu açıdan ateist inananların varlığı gerçeğinin bizi şaşırtması gerekmeyecektir. Bizi şaşırtan şey, orada inanan ateistlerden daha fazla olmayışıdır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP