İNSANDA ÖZ VE VAROLUŞ ( ... devam )

Aşkın bir varlığa baş vurmadan da Sartre'ın fikrinin yanlışlığı anlaşılabilir. Şöyle ki: İnsanın varoluşunu meydana getirmesi seçme ile olur. İnsanın hür olması bu yüzdendir. Sartre şöyle diyor: "Biz seçen bir hürriyetiz, fakat hür olmayı seçemiyoruz. Hürriyete mahkûm ediimişizdir". İşte bu hürriyetle "İnsan hiçbir dayanağı, hiçbir yaratanı olmaksızın her an insanı yeniden icat etmeğe mahkûmdur". Böylece insan kendi kendisini meydana getiriyor, ve varoluş seçme eylemi ile ortaya çıkar.

Hürriyet içinde seçme, bir irade bir akılyürütme sonucudur. Akılyürütme olmazsa seçme olmaz, seçme olmazsa varoluş gerçekleşmez. O halde insanın varoluşundan önce bir akıl yürütmesi vardır. Yani mantığı, varoluşundan önce gelir. Mantık da her devirde her insanda aynıdır. Bu bakımdan mantık insanın özü ile ilgilidir. Değişmeyen mantığın içinde yol aldığı yollar vardır. Bunlar ana zihniyetlerdir. İşte bu ana zihniyetler de her devirde her insanda aynı niteliği taşır. Değişmeyen zihniyetler de insanın özü ile ilgilidir. Yalnız burada dikkat edilecek bir husus vardır. Zihniyetlerde değişmeyen, onların mevcudiyetidir, hakimiyet dereceleri değil, çünki belli bir zihniyetin hakimiyeti ferde ve topluma göre değişir.

Düşünme için esas olan yapı akılyürütme ile zihniyettir. Bunlar da insanın özünü teşkil ederler. İnsanın özünün bu şekilde anlaşılması Descartes'in "cogito"su ile bağlanabilir. O da varlığına dayanak olarak düşünmeyi alıyordu. Soruna bu açıdan bakınca, Sartre'ın fikrinin aksine, insanda öz varoluştan önce gelir.

Tutumla varoluşun ilgili olduğunu söylemiştim. Akla şöyle bir soru gelebilir. Tutum mu varoluşu sağlıyor, varoluş mu turumu tayin ediyor? Bunlar arasında öncelik ve sonrahk yoktur, karşılıklı etkileşimle ikisi aynı anda oluşur. Her ikisi de kazanılmış şeyler olduklarından, fert varolandan haberdar olmaya başlayınca hem bir tutuma girer hem varoluşu oluşmağa başlar. Böylece "ben" haline geien fert varolana nüfuz ettikçe, onu tanıdıkça, ondan etkilendikçe tutum ve varoluşu değişme içerisinde olur. Böylece insan aynı varoluş, aynı tutum içinde bulunamaz, sürekli değişir.

İnsan ferdi varolanla temas kurup onun bilgisini kazandığı andan itibaren kendini başkalarından ayınr, "ben" olur. Başka ifade ile insanın özü varlığa çıktığında, yani varoluşu oluşunca ben olur. Ben aynı zamanda kişidir. Fert, ben ve kişi terimlerinin ifade ettikleri anlamı açıklamak istiyorum:

Bu üç terim insanda aynı şeyin farklı açılardan ifadesidir. Her üçü de tekliği, bir tane olmayı ifade eder Bir tane olma başkalarından ayrılmadır. Bu terimlerin en geneli fert'dir. Fert diğer canlılar için de kullanılır. Bir insan da, bir at da, bir ağaç da ferttir. Fertlikde esas olan maddedir. Bir fert fizikî yapı olarak hem kendi türündeki diğer fertlerden hem de, yakın ve uzak cinsindeki fertlerden ayrılır. Aynı tür içindeki tek yumurtalı ikizler fizikî özellikleri bakımından farklılık göstermeyen benzerlikler taşısalar bile, işgal ettikleri farklı mekanlar dolayısiyle fert oldukları açıkça görülür.

Ferdin maddî niteliği yanında ben ve kişi ruhsaldır. Her ikisi de insana hastır. Ancak insan ben ve kişi olabilir. Ben ve kişi aynı şeyi ifade ederler, ama tanınmaları bakımından farklılık gösterirler. Ben insanın kendi kendisini tanımasıdır. İnsan ferdinin kendi bilincine varması ben olmasıdır. İnsan varlığa çıkışı ile ben olur. Yani insanın varoluşu onun benidir.

Bir benin başkası tarafından tanınması onun kişiliğidir. Başka ifade ile kişi, benin, başkası tarafından adlandırılmasıdır. Bir beni başka bir ben kişi olarak tanır.

İnsan ferdini tam kapsayan onun benidir. Çünki o, o hali yaşar. Kişinin bene tam uygunluğu iddia edilemez. Çünki kişinin tanınması yaşanma ile değil ikame yolu iledir, yani insan başkasını kendi beninde olup bitenlere benzeterek tanır. Bir benin tanınması onun söz ve fiillerinin yorumu ile olur. Böylece ben gerçek bir şeydir, kişi gerçeklik derecesi tayin edilemeyen bir tasavvurdur. Buradan şunu anlıyorum. Ben başka bir insanın benini onun söz ve fiillerine göre tanıyorum. Onun söz ve eylemlerini yorumlayarak ona tekabül eden bir tip tasavvur ediyorum. İşte kişi bu tasavvurdur. Bu tasavvurun o ferdin benine ne derecede uyduğunu belirlemek mümkün değildir.

İnsanların aynı mantığı kullandıkları halde aynı olay karşısında farklı sonuçlara vanp farklı davranışlarda bulunmasının sebebinin zihniyet farkı olduğunu söylemiştim, ikinci dereceden zihniyetler yani tutumlar için de durum aynıdır. Bahis konusu farklılık mantığın malzemesi olan kavramlara tutumlara göre farklı anlam vermekten gelmektedir, insanların temel kabullenmeleri vardır, kavramların anlam kazanması bu kabullenmelere göredir.

Kavramların neye göre farklı anlamlar taşıdığını iki ayn zihniyet veya tutumdan misal vererek açıklamak istiyorum :

Çoğulcu demokrasilerde temelde kabuledihniş hükümler şunlardır : Her insanın mülk edinme, bir dini kabullenme, fikrini açıkça ifade etme hakları vardır. İnsanlar bu haklarla doğarlar. Bu haklarla doğan insanlar, insan haklarını elde etmek için gereken hürriyete sahip olmalıdır. Devlet yurttaşların temel haklarını korumak ve sağlamakta yükümlüdür.

Marksist ideolojinin temelinde ise başlıca şu kabullenmeler bulunur: Sosyal olayların açıklanmasında ekonomi tek unsurdur, ekonomi alt yapıdır, diğer bütün kurumlar üst yapıyı teşkil ederler. Üst yapı alt yapıya tabidir. Toplumların tarihi ezenle ezilenlerin tarihidir, yani sınıf mücadelesidir. Ezenler üretim araçlarını elinde tutanlardır. Üretim araçları kollektifleştirilince sınıf egemenliği ortadan kalkar ve insan hür olur. Hürriyetçi demokrasilerde ileri sürülen haklar bu tabiî gelişmeyi engellemek için ezenlerin uydurdukları şeylerdir.

Görülüyor ki bu iki tutum biribirine attur. Birisinde din, mülkiyet insanın tabiî hakları, diğerinde sömürü aletidir. Şimdi sosyal problemlerin açıklanmasında, devlet yönetiminde, yapılacak akılyürütmelerin kavramları hep bu temei kabullenmelere göre anlam kazanacağından, çözümler de farklı olacaktır. Farklı anlayışa bir örnek vermek istiyorum: Rus hükümet başkanı Amerikayı ziyaretinde, bir zenci Amerikalı parlamenter, Kuruşçefin önünde, Amerikadaki hürriyetlerle ilgili bir nutuk söyler. Kuruşçefin cevabı şu olur: "Siz kendi medeni kanunuzun anlayışı, biz de bizimkinin anlayışı içindeyiz. Sizin için hürriyet olan bizim için esarettir". Bu olay, anlatmak istediğim fikri açıklamak için tipik bir örnektir.

İnsanlar tutumlar içinde bulunurlar. Bu tutumları temelde kabul ettikleri temel hükümlerden kaynaklanır. Bu temel hükümler onun zihin dünyasını sınırlar. O tutum içinde kaldıkları sûrece verecekleri her hüküm, yapacakları her davranış, temel kabullenmelere bağlı olarak onlann çerçevelediği alan içerisinde olur. Farklı hüküm verme, farklı davranış içinde bulunma, ancak temel kabullenmeleri değiştirmekle yani tutum değiştirmekle mümkün olur.

Temel zihniyetlerin üç tane olmasına rağmen, ikinci dereceden zihniyetlerin yani tutumların sayılan sınırsızdır, ideolojilere, mesleklere, edinilen kültüre göre değişir. Her üç temel zihniyetten herbirinin içinde fertlerin farklı tutumları bulunur.

Üç temel zihniyetin mevcudiyeti insana bağlı değildir. Başka ifade ile temel zihniyetler insanlar tarafından meydana getirilmiş değildir. Bunlar kişinin yapısında tabiî olarak vardır. Niteliklerinde değişmeler olmaz, yalnız fertlerdeki hakimiyet dereceleri değişir.

Cassirer mitik düşünce için söyledikleri ile zihniyetin apriori olduğuna dikkati çekmiştir. Cassirer'e göre mitik düşüncenin fonksiyonları tecrübenin verileri değildir. Onlar tecrübeyi şartlandırır. Mitik düşünce bir nevi a priori çerçeve (cadre) dir. Cassirer'in mitik düşüncede gördüğü a priorilik, yani tecrübe ile elde edilmeyen, tecrübeden önce varolma hali üç ana zihniyet için de geçerlidir. Bunlar insan olmanın şatlarından olan a priori çerçeveler, kalıplardır ve insanın özü ile ilgilidirler.

İkinci dereceden zihniyetlere yani tutumlara gelince, bunlar sonradan kazanılmışlardır. Görülen eğitim, elde edilen kültüre göre değişirler. Başka ifade ile insan tarafından meydana getirilirler. Bu sebeple tutumlar insanın varoluşu ile ilgilidir. İnsanlar temel zihniyetler içinde aldıkları tutumlarla varoluşlarının bilincine varırlar.

Öz'le varoluş ilişkisine gelince: Bunlar biribirinden ayrılmazlar, içiçedirler, aynı varlığın farklı açılardan görünüşleridir. Temelde bulunan öz varoluşla varlığını hissettirir, varoluş ise öz içinde anlam kazanır.

Ferdîn varoluşu başkası ile temas ile başlar. Eğer başkası olmasa idi fert ancak bir öz olarak kalırdı, ortaya çıkmazdı. Fert ben olunca öz varhğa çıkmış, böylece varoluş olmuştur. Öyle ise varoluşla ben aynı şeydir.

Başkası obje olandır. Obje kendi dışında varolanların hepsi olabilir. Fert obje ile ilişki kurunca ben olmaya başlar. Fertlerin objeyi kavrayışı, algılayışı, anlayışı farklı farkhdır. Fert obje ile karşılaşınca kurulan ilişkide ferde düşene alış diyorum. Alış her fertte farklıdır. Benlerin farklılığı fertlerdeki farklı alışlar yüzündendir. Alışın türü ise ferdin yaratılışından kaynaklanır. Yani fertler ayrı ayrı alışgücü ile dünyaya gelmişlerdir.

Bir kişinin yeteneğinden bahsederken kasdedüen, onun alış gücüdür. İnsan alışını kendisi seçmemiştir, yani kazanılmış bir şey değildir, doğuştan ona sahiptir. Bu sebeple alışı değiştirmek insanın elinde değildir. Eğer insanın onu değiştirme gücü olsa idi belli bir standartda karar kılınarak benler ortadan kaldırılabilirdi. Benlerin mevcudiyetinin sebebi her ferdin ayrı bir alış gücü ile yaratılmış olmasıdır.

Böylece insanın özü ile ilgili üç unsuru belirttim. Bunlar ana zihniyetler, mantık ve alıştır. Bu üç unsur aidiyet bakımından farklı özellikler gösterir. Mantık bütün insanlarda aynıdır. Alış her fertte ayrıdır. Üç ayrı zihniyet olduğu için fertler duruma göre biribirinden farklı zihniyetler içinde olurlar. Ama her fertte bu üç zihniyet vardır. Bu üç zihniyetin niteliği değişmez, ferde hakimiyeti değişir. Bir ferdin bu üç zihniyetten birisinin içine girmesi ferdin varoluşu ile ilgilidir. Ferdin içinde yaşadığı toplum, yetişme tarzı ve zihnini kullandığı alan bürünülen zihniyet türünün tayininde rol oynar. Tabii bir zihniyeti kullanmanın temelinde alış vardır. İnsanın alışa bağlı olarak edindiği bilginin kazandırdığı tutum insanı belli bir zihniyetin içine sokar.

İnsanda öz'ün varoluştan önce gelmesi, bu özü tayineden aşkın bir varlığın yani Allah'ın varlığını düşünmeye sevkeder.

İnsanın varoluşu ile ilgili duruma gelince; varoluş, fert obje ile ilişki kurarak özünü teşkileden unsurlar içerik kazanmaya başlayınca ortaya çıkar. Alış, akılyürütme, ana zihniyetler birer formdur, içerikle kendilerini gösterirler. Bu içerik sürekli değişir, bu sebeple insanın varoluşu sürekli bir oluş içerisindedir. Benliğini oluşturan bu varoluşun sürekli değişmesine rağmen benlik bilincinin hep aynı kalışının sebebi varoluşun içinde seyrettiği özdür.

Özün içeriğinin sürekli değişmesi bir zihin faaliyetidir. Zihin faaliyeti içerisine, objenin bilgisini edinme, mevcut bilgilerle yeni bilgiler elde etme, bilgileri farklı yollarla, farklı şekillerde dışarı aktarma gibi aktlar girer.

İnsan sürekli bilgi akımı içerisindedir. Bilgiyi ya doğrudan doğruya veya dolaylı yollarla elde eder. Bu bilgilerle etkiler ve etkilenir. Başka ifade ile insan sürekli iletişim içerisindedir. Elde ettiği bilgilerle, yeni şeyler ortaya koyar, davranışlar kazanır. İnsan hep bilgi iledir. Onun varoluşunun sebebi bilgidir. Bilgi fertte kalmaz, başkalarına aktarılır, farklı vasıtalarla, gittikçe gelişerek,
büyüyerek, nesilden nesile devreder ve insan türünün ortak malı olur. İsteyen bundan gücü nisbetinde faydalanır.

Böyle bir faaliyet canlılar içerisinde yalnız insana özgüdür ve bu faaliyet kültür diye adlandırılır. İnsanın varoluşunun oluşması ve onu hissetmesi kültür sayesindedir. Bu açıdan kültürü şöyle tanımlayabiliriz: Kültür insanın varolanlar hakkında, hangi yolla olursa olsun edindiği bilgilerdir. Bu bilgilere dayanarak ortaya koyduğu eser ve davranışlar, sahip olunan kültürün tezahürleridir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP