KIERKEGAARD'DA VAROLUŞÇU MANTIK OLARAK "YA/YA DA" HEGEL'İN MANTIĞI İLE BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR - 2

Yaşama paradoksları söz konusu olduğunda, Ya/Ya da ile karşı karşıya kaldığı için seçim yapmaya mecbur kalmış, karar veren konumda olan bir 'kendi' vardır. Bu önemli bir andır çünkü bireyin tüm yaşamı bu seçime göre belirlenecektir. Ancak belirtmemiz gerekir ki burada sözü geçen seçim, kişinin gelecek varoluşu üzerinde ciddi bir etkisi olacağı önemli bir anda yapılan seçimdir, yani, kişinin "dönüm noktasında" durduğu zaman karşılaştığı seçimdir, her hangi bir zamanda yapılan seçim değil. Jamie Ferreira'nın dediği gibi, Kierkegaard'ın seçim anlayışı "alternatifler arasından birini seçme modeli olarak ele alınamaz, bu seçim daha ziyade kendini paradoksal bir faaliyet, bir dönüşüm" olarak gösterir.

Hegel'in dizgesi, varoluşçu bireyin deneyimine uygulanamaz çünkü karar veren 'kendi', kurgusal birlik uğruna karşıtlığın iki tarafını da seçmeye çalışarak çelişkileri çözemez. İki taraf arasında karar vererek ikilemleri çözüme ulaştırabilir. Bu, karar veren konumda olan 'kendi' için doğrudur. Diğer taraftan, uç karşitlan birarada ve kendisini de onların içerisinde anlamak isteyen bir 'kendi' vardır. O anda, kişi bir karar verme durumu ile karşı karşıya değildir. O, karşitları birleştirme gibi zor bir durumla yüz yüze gelmiştir; bir başka deyişle, birey böyle bir durumda ikilemi olduğu gibi yaşar. "En büyük karşıtları birarada anlamak" öznel olma mücadelesidir ve bu sebeple "varoluş çok büyük bir çelişki içerir." Öznel düşünür çelişki içerisinde kalmakla yükümlüdür, kendisini ondan soyutlamakla değil. Birinci durumda, yani, karar veren 'kendi'nin durumunda, birey karar vererek çelişkinin üstesinden gelir. İkinci durumda ise, karşitlan varoluş içerisinde birleştirme yoluyla çelişkiyi çözme çabası söz konusudur (kurgusal birlik içerisinde değil). Uç karşıtları birarada anlamak isteyen bir 'kendi'yi ortaya koyan bu ikinci durum, Hegel'in dizgesinin bir uygulaması gibi görülebilse de değildir çünkü Kierkegaardcı karşıtların birliği kurgusal bir dolayhlıktan değil, deneyimlenen bir birlikteliği ortaya koyan bir Ya/Ya da'dan ibarettir. Bu sebeple Kierkegaard bize, varoluşçu mantık olarak nitelendirdiğimiz, çelişkinin etik-varoluşçu tarafını göstermeye çalışır. Bu açıdan bakıldığında çelişki, varoluşçu olgulara içkin bir varoluşçu mantığın temelini oluşturur.

Varoluş, Kierkegaard'a göre, "karar vermenin ıstırabı"dır. Bunun sebeplerinden bir tanesi Kierkegaard'ın aynı anda birbirine zıt duygulan deneyimlemiş olduğu ve Ya/Ya da'larla yüz yüze gelmek durumunda kaldığı kendi yaşam-deneyimleridir. Kierkegaard yaşadıklarını yazan bir filozoftur. Bu, elbette, Hegel'in kurgusal dizgesiyle hiçbir şekilde bağdaşmaz. Jones bu bağdaşmazlığı şöyle ifade etmektedir:

"Bir tanesi, düşünürün yansız üstünlük noktası açısından karar vermenin ıstırabını seyreden bir gözlemcinin özelliğidir, bu kişi tutkusuzca kam, teri, ve gözyaşlarını dışardan "not eder." Diğer unsur ise katılımcının özelliğidir, bu kişi karar vermenin ıstırabına katılır ve bunu doğrudan doğruya deneyimler: kanar, terler, ve karar verenle birlikte göz yaşı döker".

Kierkegaard, deneyimlediği varoluşçu olguların farkındadır ve bu sebeple kendisini çelişkileriyle birlikte olan kişi olarak nitelendirir. Şöyle der: "Yaşadığım sürece, çelişki içinde yaşarım, çünkü yaşam bir çelişkidir," ve bireyin varoluşunun çelişkiyle birlikte başladığını iddia eder. Bu varoluşçu deneyimin Ya/Ya da ile başladığı anlamına gelir. Peki bu ne tür bir Ya/Ya da'dır.

Karar veren durumunda olan 'kendi' etik paradoksları yaşamında bir kriz gibi deneyimler. Bu paradoksların kaynağı "seçim"dir ve seçim "etik olana geçişme (transition)"dir; bir "sıçrama'dır, yani "niteliksel bir karar"dır, Bu 'kendi'nin estetik dönemden etik döneme sıçramasıdır. Seçim mutlak olduğunda, yani 'kendi'nin Tanrıya teslim olması durumunda sıçrama etik dönemden dini dönemedir. 'Kendi' bu üç dönemde sırasıyla, olduğu haliyle kişiliğini ortaya koyan bir 'kendi', oluşan bir 'kendi' ve tövbe eden bir 'kendi'dir. Tüm bu dönemlerde birey varoluşunu gerçekleştirir. Estetik dönemde birey hakiki bir seçim yapamaz çünkü 'anlık' yaşar, bir anlamda günlük yaşamında keyfi seçimler yaparak yaşar. Günlük keyfi seçimlerin dışında bu dönemde yine Ya/Ya da larla karşılaşır, ancak karar verme konumunda değildir. Tam tersine, seçim yapmaz çünkü ne tür seçim yaparsa yapsm, yapacağı seçimden pişmanlık duyacağım keşfeder ve böylelikle karar vermenin ıstırabıyla karşılaşır. Kierkegaard, Ya/Ya da ile karşılaşıldığında, yaşam görüşünün tek bir cümlede toplandığını söyler. Böyle bir durumda kişi yalnızca "Ya/Ya da" der:

"Ya/Ya da. Bu benim özdeyişimdir, ve bu kelimeler, gramercilerin düşündüğü gibi, ayıran bağlaçlar değildir, hayır, bunlar ayrılmaksızm birbirlerine aittir ve bu yüzden tek bir kelime olarak yazılmalıdırlar çünkü birleşimlerinde insanlığa haykırdığım bir ünlemi oluştururlar".

Kierkegaard, yaşama bilgeliğinin bu deyişin içinde yattığını düşünür. Ya/Ya da tek bir kelimedir ve bu sebeple Hegel'in Mantık Bilimi'ndeki anlamanın "ya...ya da sından çok farklıdır. Kierkegaard Ya/Ya da, anlamaya ait olan bir akıl yürütme değildir. Hegel'in mantık dizgesindeki kavrayışın ilk aşamasını ortaya koyan "ya...ya da" tek yanlılığa ve sabit belirlenimlere karşılık gelir. Burada ise seçimin olmadığı, sabitlenecek veya belirlenecek bir şeyin olmadığı bir ifade söz konusudur. Hatta birey Ya/Ya da'nın iki tarafını da seçmenin boşunalığından ötürü pişmanlık içindedir.

Kierkegaard, tüm insanlığa Ya/Ya da diye haykırarak bireyin çıkmazını göstermeye çalışır. Yapılacak bir seçim yoktur. Genel olarak kişi, özellikle günlük yaşamı içerisinde, kararsızlık halinden kurtulabilmek için seçim yapar. Ancak çıkmazı çıkmaz yapan şey, kaçınılmaksızın pişmanlığa götüren kararsızlık halidir. Kişi ne seçim yaparsa yapsın, pişmanlık duyacağı için umutsuzca Ya/Ya da diye haykırır:

"Evlen ve pişmanlık duyacaksın. Evlenme, ve yine pişmanlık duyacaksın. Evlen ya da evlenme, iki şekilde de pişmanlık duyacaksın. Evlensen de evlenmesen de, iki şekilde de pişmanlık duyacaksın. Dünyanın budalalıklarına gül, ve pişmanlık duyacaksın; bunlar için gözyaşı dök, ve yine pişmanlık duyacaksın. Dünyanın budalalıklarına gül ya da gözyaşı dök, iki şekilde de pişmanlık duyacaksın. Dünyanın budalalıklarına gülsen de gözyaşı döksen de, iki şekilde de pişmanlık duyacaksın."

Kişinin yaşam görüşü işte bu şekilde Ya/Ya da âz. toplanır. Estetik dönem söz konusu olduğunda birey karşıtları birleştirme konumunda değildir çünkü karşıtları birleştirme, çelişkinin üstesinden gelmeyi gerektirir. Ancak çelişkinin üstesinden gelinemese de, kişi yalnızca Ya/Ya da diyerek yine de kendisini çelişkiden bağımsızlaştırıyor gibidir. Burada Ya/Ya da'yı Hem/Hem de olarak düşünebiliriz çünkü Kierkegaard, estetik yaşamın "hem olabilecek olanın hem de olamayacak olanın üzerine kurulu" olduğunu iddia eder. Bu betimlemeler bize varoluşçu mantığın izlerini gösterir.

Görüyoruz ki Ya/Ya da farklı şekillerde kendini ortaya koyabiliyor. Burada, örneğin, "hem olabilecek olan hem de olamayacak olan" olarak ortaya koyuyor. Evlilik hem olabilir hem de olamayabilir, hiç farketmez (nasıl olsa pişmanlık duyacaksın). Bu yüzdendir ki birey umutsuzca Ya/Ya da diye haykırır. Ancak bu deyiş 'ebediyet' anlamını da beraberinde getirir. Kierkegaard, "gerçek ebediyet ya/ya da'nın arkasında değil önünde yatar" der. Hegel'in mantık dizgesinin tersine, Ya/Ya da maksimi, düşüncede sonluluğu gerektiren sınırlayıcı bir engel değildir, tam tersine, ebedi olan Ya/Ya da'nın kendi doğasındadır.

Hegel, anlamanın "ya...ya da" mantığının yalnızca sınırlayıcı tarafını görmüştür. Kierkegaard ise Ya/Ya da'ya. has diyalektiği keşfeder, bir başka deyişle, Ya/Ya da'ya içkin bilgeliği.

Kierkegaard'ın Ya/Ya da'sına baktığımız zaman, estetik, etik ve dini dönemlere ait olan diyalektiği görürüz. Kierkegaard, Ya/Ya da adlı eserinde müzik ve edebiyat tarihinden tanınmış karakterleri kullanarak bu farklı diyalektikleri belirlemeye çalışır. Her bir karakter kendi durumuna uygun olarak bir tür tutku ortaya koyar. Hemen her tutkunun da kendi diyalektiği vardır. Betimlenen her karakter tektir ve kendine özgü durumunun hakikatini ortaya koyar. Bu sebeple Kierkegaard'ın diyalektiği Hegel'in diyalektiği gibi nesnel değil (Kierkegaard bu diyalektiğe 'niceliksel diyalektik' adını verir) özneldir (Kierkegaard bu diyalektiğe de 'niteliksel diyalektik' adını verir). Niteliksel diyalektik, niceliksel diyalektiğin tersine, "bilinenin doğası" ile değil bilenin ne "bilmeyi ara(ştır)dığı" ile olan bağıntısıdır. Değişme, düşüncenin içeriğinden kişinin düşünceyi kendi yaşamında nasıl yaşadığına doğrudur. Şöyle der Kierkegaard: "Genel olarak, diyalektik daha ziyade soyut olarak düşünülür (neredeyse yalnızca mantıksal işlemler düşünülür).

Ancak yaşam kişiye çok çabuk birçok türde diyalektik olduğunu öğretir." Bu yüzdendir ki Kierkegaard felsefe için şiirsel anlatım yolunu seçmiştir. Hatta denebilir ki, bu şiirsel yazı tarzının kendisi "yaşamın olumsallığı içerisindeki ifadesidir." Her karaktere, her tutkuya özgü diyalektik ancak şiirsel bir anlatımla ifade edilebilir. Bu diyalektik örneklerinden bir tanesi bir kadına- Goethe'nin Clavigo'sundaki Marie Beaumarchais'ye özgü diyalektiktir. Marie, nişanlısı onu terkettiği için bir ihtilaf yaşar. Sevgilisinin onu aldatıp aldatmadığım sorgular ve her iki durum için de iyi sebepler bulur, böylece sorgulama işlemi bir türlü bitmez. O, ikilemi bir çözüme ulaştırmadan olduğu gibi yaşar. O, varoluşçu mantığın ipuçlarını ortaya koyan varoluşçu bir çelişki yaşar. Marie'nin sorgulamasının bir türlü bitmemesi, Kierkegaard'a göre, kadına özgü bir diyalektiktir:

"Bir kadının diyalektiği dikkate değerdir, ve ancak onu gözlemlemeye fırsat bulmuş bir kişi taklit edebilir, öte yandan gelmiş geçmiş en büyük diyalektikçi bunu ortaya çıkarmaya çalışırken kendisini deli olarak kurgulayabilir."

Bu tikel varoluşçu deneyimler, Hegel'in kurgusal nesnel diyalektiği içerisinde bir yer edinemezler çünkü Hegel, tek tek bireylerin yaşamlarına özgü diyalektikleri kavramakla ilgilenmemiştir, zaten, Kierkegaard'a göre, başaramaz da. Kierkegaard, Ya/Ya da adlı eserinin bir başka yerinde en mutsuz insanı tasvir eder:

"Yaşlanamaz, çünkü hiçbir zaman genç olmamıştır; bir anlamda ölemez, çünkü aslında yaşamamıştır; bir anlamda yaşayamaz, çünkü aslında zaten ölmüştür...tutkusu yoktur, bundan yoksun olduğu için değil, ama aynı zamanda karşıt tutkuya sahip olduğu için".

En mutsuz insan "hem yaşlanan ve hem de yaşlanmayan," ve "ne yaşlanan ne de yaşlanmayan" insan gibidir; "hem ölmüş ve hem de ölmemiş," "ne ölmüş ne de ölmemiş" insandır. Çelişkinin üstesinden gelmeye çalışmak hiçliğe götürür gibidir. Bu yüzden Cross, estetik dönemdeki bireyi "yenilmiş" olarak nitelendirir. Bu dönemdeki birey kendisini "değerli ve anlamlı bir yaşamın zorunlu şartlarının buluşmadığı" bir durum içerisinde bulur. Ancak Kierkegaard, birkaç sayfa sonra farklı bir sonuç getirir:

"Gördünüz, dil işlemez hale gelir, ve düşünce kanşır, çünkü kimdir gerçekten en mutlu olan ama en mutsuz olan ve kimdir en mutsuz olan ama en mutlu olan."
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP