NIETZSCHE FELSEFESİNDE DÜRTÜ VE METAFOR KAVRAMLARI ( ... devam )
|
Metafor; kavramsal sınıflamalar ve sınırlandırmalar için kullanılan sentetik bir açıklamadır. Düşünce süreci içinde doğal olarak tanımlamalara ulaşmak, nedir'in ne olmadığına ilişkin bir ayrımdır. Yukarıda izah edilenler çerçevesinde, Nietzsche'ye göre, bir metafor tanımının da yine bir metafor, "illüzyon", olacağı açıktır. Ancak yine onun perspektifinden bakıldığında, Nietzsche'nin metaforlann tarihsel süreci, tarihsel süreçteki anlamı, insan yaşamına etkileri ve bağlantıları ile, matafor üretme süreci'nden ziyade metaforik oluşumlar olan "insan" edimlerinin yine insan eliyle Apollon-Dionysos bölünmesine yol açan kullanımları olmuştur. Söylemek istediğimiz; insan elbette metafor üretecektir. Çünkü doğayla mücadelesi ancak ürettiği metaforlarla oluşturduğu kültür sayesindedir. Bu insanın Apollon yanıdır. Nietzsche'nin buna itirazı yok. Ancak dürtülerle oluşturduğumuz metaforların yıkıcı, yokedici kullanımına itiraz etmektedir. Metaforlar arasında çok belirgin, keskin bir ayrım yapmak zor görünmekle beraber-Nietzsche'de de böyle bir ayrım yok-tamamen bize bağlı olan bir yaklaşımla varlığı anlama, anlamlandırma yönünde beş çeşit metafor belirtmek mümkün görünmektedir. Bunlar; benzeşimci (analojik) - yorumlayıcı (interpretative) - açıklayıcı (explanatory) -tasarımcı (imagi-native) ve hesaplayıcı (calculative) metaforlardır. Nietzsche bunlardan ikisi üzerinde çok durmaktadır. Bunlar benzeşimci ve açıklayıcı metaforlardır. Önemli bir nokta; Nietzsche metaforları onları üreten dürtü'lerden ayrı kullanmamaktadır. İşte Nietzsche yorumcularından bazılarının ondaki matafor kavramını işlerken eksik bıraktıkları nokta budur (Kofman, J.Hartmann, Klossowski). Bir başka nokta da; Nietzsche'deki dürtü kavramının tamamen kenarda bırakılmış olduğudur. Benzeşimci metaforlar, basit ve doğrudan anlam verirler, örneğin Thales'in "su"yu. Yorumlayıcı metaforlar; dolaylı, geriye dönüşümlü ve soyuttur. Holistik dünya görüşü, Herakleitos'un "logos"u ve Anaxagoras'in "nous"u bu gruba örnek olarak gösterilebilir. Açıklayıcı metaforlar; sınıflandıncı ve sınırlayıcı metaforlardır. Bütün tanımlamalar bu gruba girer, örneğin suyun bilimsel açıklaması "H2O". Tasarımcı metaforlar düzenleyici ve bu nedenle de kural koyucu olanlardır. Örneğin, sanat ve dinin açıklamaları. Hesaplayıcı mataforlar'a ise matematik ve mantığın açıklamaları örnek gösterilebilir.
Biraz önce de belirttiğimiz gibi Nietzsche yazılarında bu metaforlardan ikisi üzerinde çok durmaktadır. Açıklayıcı ve benzeşimci. Yine daha önce belirttiğimiz gibi; eğer metaforlar dürtü'ler tarafından üretiîiyorsa, benzeşimci metafor için dürtü ve açıklayıcı metafor için dürtü gibi bir sonuca gitmemizin yanlış olmayacağı düşüncesindeyim.
Nietzsche'ye göre insan Copernicus'dan bu yana bir bilinmeyene doğru yuvarlanmaktadır. Bunun anlamı "insan evrende kendine bir yer aramaktadır". Bilim de insan ürünlerinden birisi olarak kendisine evrende bir yer bulmasına hizmet etmeliydi. Nietzsche perspektifinden bakıldığında, bilim dürtü'sü ile üretilen bilimsel metaforlar "tarih duygusu"nun egemenliği altına girdi. Bilim insanlığı asimile etmek için bir araç olarak kullanıldı. Halbuki bilim "neşeli bilim" (Gay Science) olmalıdır. Provence lehçesinden gelen bu kavramla Nietzsche yumuşak, aydınlık, hemen her cümlesinde sevimli ve kardeşçe bir bilim, türkücü şövalye ve özgür düşünen, kabına sığmaz dans havası ile yapılan bir bilimi kastetmektedir. İtirazı yaşamı olumlamayan, bölen, parçalayan bir bilim anlayışınadır. Başka deyişle bu itiraz bilimin, bilim dürtü'sü ile üretilen metaforlannın, tarih duygusu ile İç Batı Avrupa kültürü tarafından "insanoğlunun tek doğru bilgi" kaynağı gibi gösterilmesine ve bunun sonucu olarak yapılan özümseme (assimile) ve yok etme düzeninedir. Bilim salt bilim değildir; kültürün, hayatın bir parçasıdır. Bütün insan edimleri gibi kültürel bir ihtiyaçtan doğmuştur. Salt doğa bilimleri gibi bir olgudan da bahsedilemez. Bilim insanın yaşamını kolaylaştırabilecek bir araç iken amaç haline gelmiş, dominant metaforlarla tarih duygusunun arkasında barbarlaşmıştır. Küçük çıkarlar peşine düşmüştür.
İnsan tabiatın ne son durağı, ne de cosmos'un merkezidir. Ancak bu unutulmuştur. 19. yüzyıl bütün değerler açısından hastalıklı bir yüzyıldır. Bilim de bu hastalıklı yüzyılın bir belirleyicisi, bir değer sistemi olarak görülür. Halbuki farklı olmalıydı. Bilim, bilim dürtü'sü ile insan hayatına hizmet etmeliydi, bilim ile bilgelik arasındaki gücü yaşamlarında gösteren Grek'lerde olduğu gibi. Bilim decadence'dan etkilendi. Kendini yenileyemedi. Çünkü bilim, kendi dürtüsü'nü 'dominant' kılarak insanın bilmeye olan genel dürtüsünü, bilgi dürtüsü'nü, bütün bilgi türlerinin önderi saydı. Evrende kendine yer arayan insan, evrenin hakimi olmak istedi. Arkasında tarih duygusu bulunan toplumlar bilimi, insanlığı yok etmek için, kültürleri özümsemek için bir güç olarak kullandılar. Halbuki bilim yaşama hizmet etmelidir.
Ne oldu; yıkılmış felsefeler ve teolojiler bilimin içine girdi. Tarih duyarlılığı'nın gelişmesi ile doğa bilimleri mutlak bilginin peşine düştü. Halbuki mutlak yoktur. Değerli olan kesinlik derecesi ile ölçülmeye başlandı. Olması gereken ise; insanlar için vazgeçilmezlik ölçüsü olmalıydı. Halbuki bilim doğadaki süreci anlamaya yarayabilir. İnsanlara hükmedemez. Eğer böyle olursa seçici bilgi dürtü'sü olarak karşımıza çıkar ve metaforlan bilimi kabalaştırır. Küçük çıkarlar peşinde yaşamı mahveder. 19. Yüzyıl bilimi böyle çünkü sanattan yoksun. Eğer bilgi dürtü'sünün önderi sanat olsaydı yıkım olmazdı. Sanatın unutulması, bilimin kültürel ihtiyacı yerine getirirken, felsefeyi böldü, parçaladı. Doğa bilimi mutlak bilgi peşinde en büyük bayramını kutluyor. Bilimin küçük olanı araması ve eğer bilinebiliyorsa ebedidir demesi karşısında felsefe artık kontrolden çıkmış bilgi dürtüsü'nü denetleyemez durumda. Estetik kriter canlı olanı ebediyen ele geçirmeli. Çağın en önemli konusu: En küçük şeyin en büyük etkileri. Ancak büyüklük bireylerce temsil edilir. Büyük olanı kavramak zordur.
Ne yapılmalı: Bilgiye karşı sanat; hayata dönüş, ahlaki ve estetik içgüdü'lerin güçlendirilmesi. Özde söylemek gerekirse; bilim bir kültürün, kültürün bütününe hizmet edecek bir parçası olmalı. Hayata, yaşama hizmet etmeli ve bunu yaparken de değerleri determine etmeli. Eğer bilimin metaforlan üzerine başka metaforlar egemen olursa ki-19. yüzyılda bu böyledir- bilim barbarlaşır. Küçük çıkarlar peşine gider. Ama bilgi dürtü'sünün önderi sanat olursa, bilim sanat gibi bir bilim olur. Estetik bilim, değerleri determine edecek güce sahiptir. Çünkü felsefi temellidir.
Felsefenin bütünleştirici etkisiyle, bilimin barbarlaştıncı etkisi ortadan kalkar. Felsefe bütün olarak sonsuz bilme istinası ile hareket eden insana, "bilmene sınır yok ama yapmana sınır var" diyebilir. Bu da insanın kendine bir yer bulmasıdır. Bu nasıl mümkün olacak?
Nietzsche'de analojinin sadece benzerlikler yoluyla sonuca gitmek anlamına gelmediği anlaşılmaktadır. Analoji; orijinal anlamında "orantı", "bilinmeyen-bilinemeyen", "adalet" ve "postula" anlamlarına gelmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında; bir şeyin bilgisi, bir şeyi bilmek, onun sadece niteliksel değil aynı zamanda niceliksel orantısının bilgisini de gerektirmektedir. Nietzsche'nin benzeşimci metaforlardan kastettiği buradaki anlamlarla yakından ilgilidir. Birşey ancak bütününde anlamlı olabilir. Çünkü yaşam için örnek gösterdiği Grek kültüründe Thales'in suyu "arkhe" olarak iyi-kötü ayrımı yapılmadan-hem yaratan, hemde yokeden- bütün idi. Su bir denizci için yaşam kaynağı iken bir gemi kazasında yaşamın sonudur. Ama bu onun bütünlüğünü bozmaz.
Bilinmeyen / bilinemeyenden bilinene geçiş, anlamın anlam çokluklarının bütünü olması'nın birleştiği nokta "benzeşimin"in "bütünleştirici" olması sonucunu çıkarmaktadır. Eğer sosyal hayatı oluşturan değerler sistemini pek çok değerler sisteminin oluşturduğunu anlamazsak, iyi ve kötüyü bir değer olarak sosyal hayatımızda dondurursak, bilmenin önce benzerlikler; sonra zıtlıklan ortaya koyarak mümkün olduğunu kavrayamazsak, diğer bir deyişle bütün dürtü 'lerimizi "benzeşimci dürtü" etrafında harmonize edemezsek "olması gereken bir insan"dan bahsedebiliriz. Halbuki "olması gereken gibi bir insan, olması gereken bir ağaç gibi saçma"dır.
Birey sosyal olarak, doğuştan sosyo-kültürel içgüdü'lerle dünyaya gelmektedir. Ana rahminden sosyal hayata, kültürün içine doğuyoruz. Nietzsche yorumcusu Steiner'in de belirttiği gibi birey tarihsellikle doğar. Bu hayatın bütün fenomenleridir. Nietzsche burada sadece felsefi bir yaklaşım içinde değildir. Antropolojik bir yaklaşımla yapılması gereken; estetik-kültürel dürtü'lerimizi Apollon-Dionysos güçleri ile yeniden formüle etmektir. Bütün istençlerin merkezi bir istenç etrafında toplanmasıdır. Bu ise benzeşimci metaforlarla yaşama "bütün"den bakabilmektir. Bu estetik yaşamdır. Estetik yaşam, yaşamın kendisidir. Eğer böyle olmazsa, tarihsel olarak doğan varlık, Dionysos yönünden gelen güçlerle oluşturduğu bütünlüğünü unutup, Apollon yönünde kendisini parçalamaktadır.
Nietzsche'nin mesajı bir teoriden öte felsefenin kendisidir. Eğer böyle olursa felsefe; insanın boşaldığı, kendini ifade ettiği pek çok mecrasının; örneğin din, bilim, sanat, edebiyat vb., hepsinin bir arada bütünlüğünü sağlayacak yeni metaforlarla, "illusyon'larla, değişmesini mümkün kılacaktır. Bilgi dürtüsü'nün "felsefi bilgelikle" temellenmesini mümkün kılacaktır. Bu aynı zamanda dinamik bir yaşamda "bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi" anlamına da gelir. Nietzsche'nin arzusu da budur.
Biraz önce de belirttiğimiz gibi Nietzsche yazılarında bu metaforlardan ikisi üzerinde çok durmaktadır. Açıklayıcı ve benzeşimci. Yine daha önce belirttiğimiz gibi; eğer metaforlar dürtü'ler tarafından üretiîiyorsa, benzeşimci metafor için dürtü ve açıklayıcı metafor için dürtü gibi bir sonuca gitmemizin yanlış olmayacağı düşüncesindeyim.
Nietzsche'ye göre insan Copernicus'dan bu yana bir bilinmeyene doğru yuvarlanmaktadır. Bunun anlamı "insan evrende kendine bir yer aramaktadır". Bilim de insan ürünlerinden birisi olarak kendisine evrende bir yer bulmasına hizmet etmeliydi. Nietzsche perspektifinden bakıldığında, bilim dürtü'sü ile üretilen bilimsel metaforlar "tarih duygusu"nun egemenliği altına girdi. Bilim insanlığı asimile etmek için bir araç olarak kullanıldı. Halbuki bilim "neşeli bilim" (Gay Science) olmalıdır. Provence lehçesinden gelen bu kavramla Nietzsche yumuşak, aydınlık, hemen her cümlesinde sevimli ve kardeşçe bir bilim, türkücü şövalye ve özgür düşünen, kabına sığmaz dans havası ile yapılan bir bilimi kastetmektedir. İtirazı yaşamı olumlamayan, bölen, parçalayan bir bilim anlayışınadır. Başka deyişle bu itiraz bilimin, bilim dürtü'sü ile üretilen metaforlannın, tarih duygusu ile İç Batı Avrupa kültürü tarafından "insanoğlunun tek doğru bilgi" kaynağı gibi gösterilmesine ve bunun sonucu olarak yapılan özümseme (assimile) ve yok etme düzeninedir. Bilim salt bilim değildir; kültürün, hayatın bir parçasıdır. Bütün insan edimleri gibi kültürel bir ihtiyaçtan doğmuştur. Salt doğa bilimleri gibi bir olgudan da bahsedilemez. Bilim insanın yaşamını kolaylaştırabilecek bir araç iken amaç haline gelmiş, dominant metaforlarla tarih duygusunun arkasında barbarlaşmıştır. Küçük çıkarlar peşine düşmüştür.
İnsan tabiatın ne son durağı, ne de cosmos'un merkezidir. Ancak bu unutulmuştur. 19. yüzyıl bütün değerler açısından hastalıklı bir yüzyıldır. Bilim de bu hastalıklı yüzyılın bir belirleyicisi, bir değer sistemi olarak görülür. Halbuki farklı olmalıydı. Bilim, bilim dürtü'sü ile insan hayatına hizmet etmeliydi, bilim ile bilgelik arasındaki gücü yaşamlarında gösteren Grek'lerde olduğu gibi. Bilim decadence'dan etkilendi. Kendini yenileyemedi. Çünkü bilim, kendi dürtüsü'nü 'dominant' kılarak insanın bilmeye olan genel dürtüsünü, bilgi dürtüsü'nü, bütün bilgi türlerinin önderi saydı. Evrende kendine yer arayan insan, evrenin hakimi olmak istedi. Arkasında tarih duygusu bulunan toplumlar bilimi, insanlığı yok etmek için, kültürleri özümsemek için bir güç olarak kullandılar. Halbuki bilim yaşama hizmet etmelidir.
Ne oldu; yıkılmış felsefeler ve teolojiler bilimin içine girdi. Tarih duyarlılığı'nın gelişmesi ile doğa bilimleri mutlak bilginin peşine düştü. Halbuki mutlak yoktur. Değerli olan kesinlik derecesi ile ölçülmeye başlandı. Olması gereken ise; insanlar için vazgeçilmezlik ölçüsü olmalıydı. Halbuki bilim doğadaki süreci anlamaya yarayabilir. İnsanlara hükmedemez. Eğer böyle olursa seçici bilgi dürtü'sü olarak karşımıza çıkar ve metaforlan bilimi kabalaştırır. Küçük çıkarlar peşinde yaşamı mahveder. 19. Yüzyıl bilimi böyle çünkü sanattan yoksun. Eğer bilgi dürtü'sünün önderi sanat olsaydı yıkım olmazdı. Sanatın unutulması, bilimin kültürel ihtiyacı yerine getirirken, felsefeyi böldü, parçaladı. Doğa bilimi mutlak bilgi peşinde en büyük bayramını kutluyor. Bilimin küçük olanı araması ve eğer bilinebiliyorsa ebedidir demesi karşısında felsefe artık kontrolden çıkmış bilgi dürtüsü'nü denetleyemez durumda. Estetik kriter canlı olanı ebediyen ele geçirmeli. Çağın en önemli konusu: En küçük şeyin en büyük etkileri. Ancak büyüklük bireylerce temsil edilir. Büyük olanı kavramak zordur.
Ne yapılmalı: Bilgiye karşı sanat; hayata dönüş, ahlaki ve estetik içgüdü'lerin güçlendirilmesi. Özde söylemek gerekirse; bilim bir kültürün, kültürün bütününe hizmet edecek bir parçası olmalı. Hayata, yaşama hizmet etmeli ve bunu yaparken de değerleri determine etmeli. Eğer bilimin metaforlan üzerine başka metaforlar egemen olursa ki-19. yüzyılda bu böyledir- bilim barbarlaşır. Küçük çıkarlar peşine gider. Ama bilgi dürtü'sünün önderi sanat olursa, bilim sanat gibi bir bilim olur. Estetik bilim, değerleri determine edecek güce sahiptir. Çünkü felsefi temellidir.
Felsefenin bütünleştirici etkisiyle, bilimin barbarlaştıncı etkisi ortadan kalkar. Felsefe bütün olarak sonsuz bilme istinası ile hareket eden insana, "bilmene sınır yok ama yapmana sınır var" diyebilir. Bu da insanın kendine bir yer bulmasıdır. Bu nasıl mümkün olacak?
Nietzsche'de analojinin sadece benzerlikler yoluyla sonuca gitmek anlamına gelmediği anlaşılmaktadır. Analoji; orijinal anlamında "orantı", "bilinmeyen-bilinemeyen", "adalet" ve "postula" anlamlarına gelmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında; bir şeyin bilgisi, bir şeyi bilmek, onun sadece niteliksel değil aynı zamanda niceliksel orantısının bilgisini de gerektirmektedir. Nietzsche'nin benzeşimci metaforlardan kastettiği buradaki anlamlarla yakından ilgilidir. Birşey ancak bütününde anlamlı olabilir. Çünkü yaşam için örnek gösterdiği Grek kültüründe Thales'in suyu "arkhe" olarak iyi-kötü ayrımı yapılmadan-hem yaratan, hemde yokeden- bütün idi. Su bir denizci için yaşam kaynağı iken bir gemi kazasında yaşamın sonudur. Ama bu onun bütünlüğünü bozmaz.
Bilinmeyen / bilinemeyenden bilinene geçiş, anlamın anlam çokluklarının bütünü olması'nın birleştiği nokta "benzeşimin"in "bütünleştirici" olması sonucunu çıkarmaktadır. Eğer sosyal hayatı oluşturan değerler sistemini pek çok değerler sisteminin oluşturduğunu anlamazsak, iyi ve kötüyü bir değer olarak sosyal hayatımızda dondurursak, bilmenin önce benzerlikler; sonra zıtlıklan ortaya koyarak mümkün olduğunu kavrayamazsak, diğer bir deyişle bütün dürtü 'lerimizi "benzeşimci dürtü" etrafında harmonize edemezsek "olması gereken bir insan"dan bahsedebiliriz. Halbuki "olması gereken gibi bir insan, olması gereken bir ağaç gibi saçma"dır.
Birey sosyal olarak, doğuştan sosyo-kültürel içgüdü'lerle dünyaya gelmektedir. Ana rahminden sosyal hayata, kültürün içine doğuyoruz. Nietzsche yorumcusu Steiner'in de belirttiği gibi birey tarihsellikle doğar. Bu hayatın bütün fenomenleridir. Nietzsche burada sadece felsefi bir yaklaşım içinde değildir. Antropolojik bir yaklaşımla yapılması gereken; estetik-kültürel dürtü'lerimizi Apollon-Dionysos güçleri ile yeniden formüle etmektir. Bütün istençlerin merkezi bir istenç etrafında toplanmasıdır. Bu ise benzeşimci metaforlarla yaşama "bütün"den bakabilmektir. Bu estetik yaşamdır. Estetik yaşam, yaşamın kendisidir. Eğer böyle olmazsa, tarihsel olarak doğan varlık, Dionysos yönünden gelen güçlerle oluşturduğu bütünlüğünü unutup, Apollon yönünde kendisini parçalamaktadır.
Nietzsche'nin mesajı bir teoriden öte felsefenin kendisidir. Eğer böyle olursa felsefe; insanın boşaldığı, kendini ifade ettiği pek çok mecrasının; örneğin din, bilim, sanat, edebiyat vb., hepsinin bir arada bütünlüğünü sağlayacak yeni metaforlarla, "illusyon'larla, değişmesini mümkün kılacaktır. Bilgi dürtüsü'nün "felsefi bilgelikle" temellenmesini mümkün kılacaktır. Bu aynı zamanda dinamik bir yaşamda "bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi" anlamına da gelir. Nietzsche'nin arzusu da budur.