TANRITANIMAZLIK ÜSTÜNE
|
Francis BACON
Kutsal Efsaneler'deki,1 Talmud'daki, Kuran'daki bütün masallara bile inanırım da bu evrenin ruhsuz bir yapısı olduğuna inanamam. Onun için Tanrı, kendisini tanımayanları inandırma çabasıyla mucize yaratmak gerekliliğini hiçbir zaman duymamıştır, çünkü Tanrının sıradan işleri bile onları inandırmaya yetecek durumdadır. Evet, sığ bir felsefe bilgisi insanı tanrıtanımazlığa yöneltir, ama derin bilgi de gelir en sonunda dine dayanır; çünkü insan kafası olayları dağınık olarak tek tek incelediği zaman çoğunlukla ikinci derecede şeylere saplanır kalır ilerleyemez, ama ayrı durumları birbirine geçmiş halkalardan oluşan bir bütün içinde görürse, ister istemez her şeye yeterli bir Tanrının varlığına inanır.
Tanrıtanımazlıkla en çok suçlandırılan Leukippos2, Demokritos, Epikuros felsefe okulu bile dinin gerekliliğine en iyi kanıtları vermiştir, çünkü sonsuz bir düzen içine yerleştirilmiş dört değişken öğe ile değişmez bir tözün bir Tanrıyı gereksinmeyeceğine inanmak, gelişigüzel saçılmış sonsuz küçük yuvarın ya da parçacığın bu düzeni bu güzelliği tanrısal bir güç olmadan yaratabileceğine inanmaktan bin kez daha kolaydır. Kutsal Kitap "Deli, içinden Tanrı yoktur diye düşündü," demez; böylece deli kendi kendine, yürekten inandığı kesin bildiği bir şeyden daha çok, olmasını istediği şeyi söyler.3 Tanrı yoktur diyenler arasında, böyle demeyi çıkarına uygun bulmayan yoktur. Tanrıtanımazlığın insanların gönlünden çok dilinde olduğunu en güzel gösteren şey, tanrıtanımazların inançlarından kuşkuları varmışçasına başkalarına hep kendi düşüncelerinden söz etmeleri, sanki onların da katılmasıyla daha bir güven kazanmaya çalışmalarıdır. Üstelik tanrıtanımazlar başka mezheplerde olduğu gibi kendilerine çömez de toplamaya çalışırlar. En önemlisi, bunlardan kimisinin işkencelere katlanıp gene de inançlarından dönmemeleridir, oysa Tanrının olmadığına gerçekten inansalar, bunca sıkıntıya girmelerinin ne gereği kalır? Epikuros'u, "kutsal yaratıklar vardır ama kendi keyiflerine bakar dünyanın yönetimini hiç umursamazlar," dediği için ün kazanmak amacıyla ikiyüzlülük etmekle suçlarlar: oysa, dediklerine göre zamanında hoş görünmek için böyle konuşuyor, gerçekte gizliden gizliye Tanrıya inanıyordu. Ama bütün bunların yakıştırmaca olduğuna da kuşku yok, çünkü onun sözleri tanrısal, soylu sözlerdir: "Non Deos vulgi negare profanum; sed vulgi opiniones Diis applicare profanum."4 Bundan öte bir şeyi Platon bile söyleyemezdi. Epikuros, evreni tanrıların yönettiğini yadsıma gücünü kendinde bulmakla birlikte, tanrıların varlığını yadsımayı göze alamamıştı. Kızılderililerde inanılan her tanrının belli bir adı vardır ama Tanrı sözcüğü yoktur, tıpkı paganların dilinde de Jüpiter, Apollo, Mars vb. türünden adlar bulunmakla birlikte Tanrı sözcüğünün bulunmayışı gibi. Bütün bunlar, o barbar toplumların bile Tanrıyı bütün genişliğiyle kavrayamasalar da onunla ilgili bir sezgileri olduğunu gösterir. Böylece, tanrıtanımazlara karşı, vahşiler de en ince düşünen filozofların yanında yer alır.
Düşünür olan tanrıtanımazlar azdır: bir Diagoras,5 bir Bion,6 bir Lukianos,7 ile birtakım başkaları belki. Ama bunların sayısı gene de gerçekte olduğundan daha yüksek görünür, çünkü yerleşmiş bir dine ya da kör inanca saldıran herkese, karşıtları hemen tanrıtanımaz damgasını basıverir. Büyük tanrıtanımazlar gerçekten ikiyüzlüdürler, kutsal şeylerden alabildiğine duygusuzlukla söz ederler hep, en sonunda da sırım gibi duygusuz kalırlar. Tanrıtanımazlığın bir nedeni dinde birçok ayrılıkların baş göstermesidir, çünkü tek bir ana bölünme iki yana da hız verir ama birçok bölünmeler tanrıtanımazlığa yol açar. Başka bir neden, papazların yüz kızartıcı davranışlarının St. Bernard'ın dediği duruma varmasıdır: "Non est jam dicere, ut populus, sic sacerdos; quia nec sic populus, ut sacerdos."8 Üçüncü neden, kutsal şeyleri bayağıca horgörme alışkanlığıdır, bu yavaş yavaş din saygısını ortadan kaldırır. Son neden de, barış ile mutluluk içindeki aydın zamanlardır, çünkü kargaşalıklarla sıkıntılar insanın düşüncesini dine daha çok yöneltir. Tanrının varlığını yadsıyanlar insanın soyluluğunu da yadsımış olurlar, çünkü insan kuşkusuz, bedeni yönünden hayvanların akrabasıdır; ruhuyla da Tanrının akrabası olmazsa, bayağı, aşağılık bir yaratık durumuna düşer. Öte yandan, tanrıtanımazlık insan ruhunun büyüklüğünü, insan varlığının yüceliğine olan inancı da zedeler.
Bir köpeği örnek alalım: kendisinden daha yüksek değerde bir yaratık (Melior Natura) ya da bir tanrı olarak gördüğü insanın bakımı altındaki köpek öyle yavuzlanır ki, kendinden daha yüksek bir varlığa inanmasa hiçbir zaman erişemeyeceği işler başarır. Tıpkı bunun gibi, insan da Tanrının koruyuculuğu ile bağışına sığındı zaman, içinde kendi başına erişemeyeceği türden bir güç ile inanç bulur. Bu bakımdan, tanrıtanımazlık her yönüyle olduğu gibi, insanoğlunu, insan yaradılışının güçsüzlüğünden silkinip yükselme olanaklarından yoksun bırakmasıyla da tiksinç bir şeydir. Bu hem bireyler hem de uluslar için böyledir. Gelmiş geçmiş hiçbir devlet Roma'nın yüceliğine erişmemiştir. Bu devlet için Cicero'nun dediklerine kulak verelim: "Quam volumus, licet, Patres conscripti, nos amemus, tamen nec numero Hispanos nec robore Gallos, nec calliditate Poenos, nec artibus Graecos nec, denique hoc ipso huius gentis et terrae domestico notıvque sensu Italos ipsos et Latinos, sed peitate, ac religione, atque hac una sapientia, quod Deorum immortalium numine omnia regi, gubernarique perspeximus, omnes gentes nationesque superavimus."9
Notlar:
l- Kutsal Efsaneler, Legenda Aurea, on üçüncü yüzyılda Nova Başpiskoposu Jacobus Voraigne'in, gelmiş geçmiş ermişlerin mucizelerini, yaşamöykülerini kapsayan derlemesi. 1260'ta yayımlanmıştı.
2- Leukippos, atomcu düşünce kuramının öncüsüdür. Bu kuram, öğrencisi Abderalı Demokritos (İ.Ö. 460-335) elinde daha da geliştirilmiş. Demokritos, deneyci felsefenin babası sayılır. Epikuros da fizik öğretisinde atomcu okulun ilkelerini benimsemiştir. Atomculara göre evrende, her şeyin temeli dört öğe, bir de değişmez töz vardır.
3- Kutsal Kitap, Mezmurlar, XIV,1; LIII,1.
4- "Bayağı insanların tanrılarına inanmamak kutsala saygısızlık değil, tanrıları, bayağı insanların düşünceleriyle nitelemek kutsala saygısızlıktır." Diogenes Laertios X, 123.
5- Diagoras, İ.Ö. 450 dolaylarında yaşamış, tanrıtanımazlığıyla ünlü Atinalı bir filozoftu. Dini uluorta kötülediği için, çoğu kimsenin öfkesini üstüne çekmiş, Korinthos'a kaçmak zorunda kalmış, orda sürgünde ölmüştü.
6- İ.Ö. üçüncü yüzyılın ikinci yarısında yaşamış, Theophrastos, Theodor gibi tanrıtanımaz filozofların öğrencisi olan bir düşünür. O da dinle sürekli alay etmiştir.
7 Samsatlı Lukianos (İ.S. 115-200)da mitologyadaki pagan tanrılarıyla, gününün felsefe öğretileriyle alay eden yazılar yazmıştı.
8- "Şimdi artık, böyle topluluğun böyle de papazı olur denemez, çünkü gerçekte topluluk papazlar kadar kötü değil." St. Bernard (İ.S. 1091-1153), Kilise babalarının sonuncusu olarak anılır. Bu söz Sermones ad Pastores yapıtından bir alıntıdır.
9- "Kendimizi istediğimiz kadar övelim, sayın büyükler, ne sayıca İspanyollara, ne güçlülük yönünden Galyalılara, ne kurnazlıkta Kartacalılara, ne sanatta Yunanlılara erişebiliriz. Ne de bu toprağın, bu ulusun özelliği olan yurt sevgisinde, İtalyanlarla Latinlere erişebiliriz. Ama inancımızla, dinimizle, bütün varlıkların ölümsüz tanrılarla yönetilip gözetildiğini gören eşsiz bilgeliğimizle; bütün soyları bütün ulusları geride bıraktık. "Haruspicum Responsis, IX.
Kutsal Efsaneler'deki,1 Talmud'daki, Kuran'daki bütün masallara bile inanırım da bu evrenin ruhsuz bir yapısı olduğuna inanamam. Onun için Tanrı, kendisini tanımayanları inandırma çabasıyla mucize yaratmak gerekliliğini hiçbir zaman duymamıştır, çünkü Tanrının sıradan işleri bile onları inandırmaya yetecek durumdadır. Evet, sığ bir felsefe bilgisi insanı tanrıtanımazlığa yöneltir, ama derin bilgi de gelir en sonunda dine dayanır; çünkü insan kafası olayları dağınık olarak tek tek incelediği zaman çoğunlukla ikinci derecede şeylere saplanır kalır ilerleyemez, ama ayrı durumları birbirine geçmiş halkalardan oluşan bir bütün içinde görürse, ister istemez her şeye yeterli bir Tanrının varlığına inanır.
Tanrıtanımazlıkla en çok suçlandırılan Leukippos2, Demokritos, Epikuros felsefe okulu bile dinin gerekliliğine en iyi kanıtları vermiştir, çünkü sonsuz bir düzen içine yerleştirilmiş dört değişken öğe ile değişmez bir tözün bir Tanrıyı gereksinmeyeceğine inanmak, gelişigüzel saçılmış sonsuz küçük yuvarın ya da parçacığın bu düzeni bu güzelliği tanrısal bir güç olmadan yaratabileceğine inanmaktan bin kez daha kolaydır. Kutsal Kitap "Deli, içinden Tanrı yoktur diye düşündü," demez; böylece deli kendi kendine, yürekten inandığı kesin bildiği bir şeyden daha çok, olmasını istediği şeyi söyler.3 Tanrı yoktur diyenler arasında, böyle demeyi çıkarına uygun bulmayan yoktur. Tanrıtanımazlığın insanların gönlünden çok dilinde olduğunu en güzel gösteren şey, tanrıtanımazların inançlarından kuşkuları varmışçasına başkalarına hep kendi düşüncelerinden söz etmeleri, sanki onların da katılmasıyla daha bir güven kazanmaya çalışmalarıdır. Üstelik tanrıtanımazlar başka mezheplerde olduğu gibi kendilerine çömez de toplamaya çalışırlar. En önemlisi, bunlardan kimisinin işkencelere katlanıp gene de inançlarından dönmemeleridir, oysa Tanrının olmadığına gerçekten inansalar, bunca sıkıntıya girmelerinin ne gereği kalır? Epikuros'u, "kutsal yaratıklar vardır ama kendi keyiflerine bakar dünyanın yönetimini hiç umursamazlar," dediği için ün kazanmak amacıyla ikiyüzlülük etmekle suçlarlar: oysa, dediklerine göre zamanında hoş görünmek için böyle konuşuyor, gerçekte gizliden gizliye Tanrıya inanıyordu. Ama bütün bunların yakıştırmaca olduğuna da kuşku yok, çünkü onun sözleri tanrısal, soylu sözlerdir: "Non Deos vulgi negare profanum; sed vulgi opiniones Diis applicare profanum."4 Bundan öte bir şeyi Platon bile söyleyemezdi. Epikuros, evreni tanrıların yönettiğini yadsıma gücünü kendinde bulmakla birlikte, tanrıların varlığını yadsımayı göze alamamıştı. Kızılderililerde inanılan her tanrının belli bir adı vardır ama Tanrı sözcüğü yoktur, tıpkı paganların dilinde de Jüpiter, Apollo, Mars vb. türünden adlar bulunmakla birlikte Tanrı sözcüğünün bulunmayışı gibi. Bütün bunlar, o barbar toplumların bile Tanrıyı bütün genişliğiyle kavrayamasalar da onunla ilgili bir sezgileri olduğunu gösterir. Böylece, tanrıtanımazlara karşı, vahşiler de en ince düşünen filozofların yanında yer alır.
Düşünür olan tanrıtanımazlar azdır: bir Diagoras,5 bir Bion,6 bir Lukianos,7 ile birtakım başkaları belki. Ama bunların sayısı gene de gerçekte olduğundan daha yüksek görünür, çünkü yerleşmiş bir dine ya da kör inanca saldıran herkese, karşıtları hemen tanrıtanımaz damgasını basıverir. Büyük tanrıtanımazlar gerçekten ikiyüzlüdürler, kutsal şeylerden alabildiğine duygusuzlukla söz ederler hep, en sonunda da sırım gibi duygusuz kalırlar. Tanrıtanımazlığın bir nedeni dinde birçok ayrılıkların baş göstermesidir, çünkü tek bir ana bölünme iki yana da hız verir ama birçok bölünmeler tanrıtanımazlığa yol açar. Başka bir neden, papazların yüz kızartıcı davranışlarının St. Bernard'ın dediği duruma varmasıdır: "Non est jam dicere, ut populus, sic sacerdos; quia nec sic populus, ut sacerdos."8 Üçüncü neden, kutsal şeyleri bayağıca horgörme alışkanlığıdır, bu yavaş yavaş din saygısını ortadan kaldırır. Son neden de, barış ile mutluluk içindeki aydın zamanlardır, çünkü kargaşalıklarla sıkıntılar insanın düşüncesini dine daha çok yöneltir. Tanrının varlığını yadsıyanlar insanın soyluluğunu da yadsımış olurlar, çünkü insan kuşkusuz, bedeni yönünden hayvanların akrabasıdır; ruhuyla da Tanrının akrabası olmazsa, bayağı, aşağılık bir yaratık durumuna düşer. Öte yandan, tanrıtanımazlık insan ruhunun büyüklüğünü, insan varlığının yüceliğine olan inancı da zedeler.
Bir köpeği örnek alalım: kendisinden daha yüksek değerde bir yaratık (Melior Natura) ya da bir tanrı olarak gördüğü insanın bakımı altındaki köpek öyle yavuzlanır ki, kendinden daha yüksek bir varlığa inanmasa hiçbir zaman erişemeyeceği işler başarır. Tıpkı bunun gibi, insan da Tanrının koruyuculuğu ile bağışına sığındı zaman, içinde kendi başına erişemeyeceği türden bir güç ile inanç bulur. Bu bakımdan, tanrıtanımazlık her yönüyle olduğu gibi, insanoğlunu, insan yaradılışının güçsüzlüğünden silkinip yükselme olanaklarından yoksun bırakmasıyla da tiksinç bir şeydir. Bu hem bireyler hem de uluslar için böyledir. Gelmiş geçmiş hiçbir devlet Roma'nın yüceliğine erişmemiştir. Bu devlet için Cicero'nun dediklerine kulak verelim: "Quam volumus, licet, Patres conscripti, nos amemus, tamen nec numero Hispanos nec robore Gallos, nec calliditate Poenos, nec artibus Graecos nec, denique hoc ipso huius gentis et terrae domestico notıvque sensu Italos ipsos et Latinos, sed peitate, ac religione, atque hac una sapientia, quod Deorum immortalium numine omnia regi, gubernarique perspeximus, omnes gentes nationesque superavimus."9
Notlar:
l- Kutsal Efsaneler, Legenda Aurea, on üçüncü yüzyılda Nova Başpiskoposu Jacobus Voraigne'in, gelmiş geçmiş ermişlerin mucizelerini, yaşamöykülerini kapsayan derlemesi. 1260'ta yayımlanmıştı.
2- Leukippos, atomcu düşünce kuramının öncüsüdür. Bu kuram, öğrencisi Abderalı Demokritos (İ.Ö. 460-335) elinde daha da geliştirilmiş. Demokritos, deneyci felsefenin babası sayılır. Epikuros da fizik öğretisinde atomcu okulun ilkelerini benimsemiştir. Atomculara göre evrende, her şeyin temeli dört öğe, bir de değişmez töz vardır.
3- Kutsal Kitap, Mezmurlar, XIV,1; LIII,1.
4- "Bayağı insanların tanrılarına inanmamak kutsala saygısızlık değil, tanrıları, bayağı insanların düşünceleriyle nitelemek kutsala saygısızlıktır." Diogenes Laertios X, 123.
5- Diagoras, İ.Ö. 450 dolaylarında yaşamış, tanrıtanımazlığıyla ünlü Atinalı bir filozoftu. Dini uluorta kötülediği için, çoğu kimsenin öfkesini üstüne çekmiş, Korinthos'a kaçmak zorunda kalmış, orda sürgünde ölmüştü.
6- İ.Ö. üçüncü yüzyılın ikinci yarısında yaşamış, Theophrastos, Theodor gibi tanrıtanımaz filozofların öğrencisi olan bir düşünür. O da dinle sürekli alay etmiştir.
7 Samsatlı Lukianos (İ.S. 115-200)da mitologyadaki pagan tanrılarıyla, gününün felsefe öğretileriyle alay eden yazılar yazmıştı.
8- "Şimdi artık, böyle topluluğun böyle de papazı olur denemez, çünkü gerçekte topluluk papazlar kadar kötü değil." St. Bernard (İ.S. 1091-1153), Kilise babalarının sonuncusu olarak anılır. Bu söz Sermones ad Pastores yapıtından bir alıntıdır.
9- "Kendimizi istediğimiz kadar övelim, sayın büyükler, ne sayıca İspanyollara, ne güçlülük yönünden Galyalılara, ne kurnazlıkta Kartacalılara, ne sanatta Yunanlılara erişebiliriz. Ne de bu toprağın, bu ulusun özelliği olan yurt sevgisinde, İtalyanlarla Latinlere erişebiliriz. Ama inancımızla, dinimizle, bütün varlıkların ölümsüz tanrılarla yönetilip gözetildiğini gören eşsiz bilgeliğimizle; bütün soyları bütün ulusları geride bıraktık. "Haruspicum Responsis, IX.