2. Sanatsal yaratım

Ancak bir yaratımı nasıl açıklayabiliriz? Açıklamak, yeniyi eskiye, bilinmeyeni bilinene geri götürmektir. Bir yaratımı açıklamak, onun özgünlügünü, aşkınlıgını inkar etmek, yaratımın yaratıcı özelligini reddetmektir. Öte yandan eger felsefi estetik, gerçekten sanat eserlerinin sırrını keşfetme yetenegine sahipse, estetikçinin kendi payına degerli sanat eserlerini yaratabilmesi gerekir. Paul Valery acımasız bir biçimde şunu söylemekteydi: “Gerçekten bilmenin tek göstergesi, yapabilmedir.”

Filozofların evreni logos’la, yani akıl ve dille açıklama iddiasında olmalarına karşılık sanat dilin ve akıl yürüten aklın ötesinde bir şey oldugunu ileri sürer. Sanat eseriyle ilgili olarak genellikle sezgiden, esinlenmeden, dehadan söz edilir. Bu, sanat eserinin sırrının dille ifade edilemez bir şey oldugunu, şeffaf aklın yaratmak gibi analiz etmekten de aciz oldugu binlerce açıklanamaz şeyden meydana geldigini sezmek demek degil midir? Her sanat eseri güneşe benzer bir şey oldugu iddiasındadır: Gözümüzü kamaştırabilir, ama kendisine bakıp ne oldugunu araştıramayız.

Ancak sanatta tanrısal bir yaratım, bir mutlak yoktan var ediş degil de belli bir ölçüde daha önceden var olan malzemelerin biçime kavuşturulması söz konusu oldugu için sanatsal yaratımın bir analizi mümkün gibi görünmektedir. Eger Vivaldi olmamış olsaydı, Bach’ın konçertoları şimdi elimizde oldukları şekilde ortaya çıkmazlardı. Kübizm Cezanne’a çok şey borçludur. Ve Andy Warhol’un çok başarı kazanmış olan eserleri aslında tüketim toplumumuzun günlük manzaralarını, Coca-cola şişeleri, Marilyn Monroe’nun portreleri veya bir dolarlık banknotları, sonsuza kadar yeniden ele almaktan başka bir şey yapmamaktadır.

Her şeyden önce sanat eseri, bir tarihi olan ve bir toplumsal sınıfa ve çevreye ait olan bir insanın eseri olarak kalmaktadır. Psikanalistler imgelerde "estetikleşen" içtepilerin, bastırılmış oldukları için eylemlere dönüşemeyen içtepiler oldugunu göstermişlerdir. Yaratım, tutkuların üst bir plana aktarılması, yüceltilmesidir Leonardo’nun psikanalizini yapmış olan Freud Louvre’un Sainte Anne’ında Meryem’in elbisesinin kıvrımlarıyla farkında olmaksızın, irade-dışı bir biçimde çizilmiş olan bir takıntısal akbabayı keşfetmektedir. Başka psikanalistler, Greuze’ün Kırık Testi’sinde bir kızlık bozulmasının bilinçdışı sembolünü görmekte, onun, yetişkin bir kadın vücuduna, buna karşılık küçük masum bir kız çocugu başına sahip olan genç kızlarında cinsel bir bastırmanın belirtisini keşfetmektedirler. Bir sanat eleştirmeni, Vlaminck’in anarşist egilimlerini bastırmış oldugunu ve bomba atamadıgı için tüm dünyaya kan sıçratmak üzere aşırı canlı renkler kullanıp kendini özgürlüge kavuşturdugunu söylemekteydi.

Başka bazı estetikçiler, sanat eserinin salt psikolojiye indirgenmesinin ötesine geçerek, hatta bazen böyle bir indirgemeye karşı çıkarak, sanatın toplumbilimsel bir koşullandırmasını açıga çıkarmaya önem vermektedirler. Marksistlere göre sanatsal yaratım, toplumsal sınıflar arasındaki çatışmaların veya belli bir çagda insanın dogaya karşı verdigi savaşın az çok bilinç-dışı, üstü örtük ve "gizemli" bir tarzda bir başka plana aktarılması anlamına gelir. Bu analizler çogu zaman derindir. Henri Lefebvre’in Vergilius’un eserlerinin veya Elizabeth çagı tiyatrosunun piyeslerinden çogunun, görünüşlerine ragmen, "siyasal bir anlam"a sahip oldukları, Diderot’nun dramlarının, XVII. yüzyılın göz yaşartan komedilerinin burjuvazinin ekonomik atılımının bilgisiyle verimli olarak açıklanabilecegi görüşünü kabul ediyoruz.

Bununla birlikte bir sanat eserinin psikolojik veya tarihsel "kaynaklar"ının incelenmesi, sanatsal yaratımda esas olan şeyi, yani eserin degerini, onu asıl anlamında bir sanat eseri kılan şeyi bir kenara bırakmaktadır. Sanat psikolojisi veya sosyolojisi sanatta ancak sanatsal olmayan şeyi açıklamaktadır. Hayat hikayesine dayanan estetik, paradoksal olarak dehayı veya yetenegi, yani gerçek sanatçıyı geri kalan çogunluktan ayıran şeyi, herkesin hayatında var olan ve sanatçıyı diger insanlardan hiçbir biçimde farklılaştırmayan sıradan zaaflar, basit kusurlar, önemsiz sırlarla açıklama iddiasındadır. Tarihsel, sosyolojik açıklama da aynı ölçüde kısa menzilli bir açıklamadır. Rembrandt’ın dehası, devrinin Hollanda’sı ile açıklanamaz, çünkü sonuçta Hollanda’lı küçük ressamların en sonuncusu bile bu zamanı yansıtır. Ama o, Rembrandt degildir.

Sanatsal yaratımın sırrı, sanat eserinin malzemesinde, kaynaklarında degildir, tersine bu malzemeyi, bu kaynakları alıp götüren, onları sanat eserlerine dönüştüren esrarlı atılımdadır. Sanatın mucizesi, hiçbir zaman yalnızca bu verileri yansıtmaması, onları her zaman dönüştürmesi, bir başka dünyanın içine sokmak üzere onları içinde yaşadıgımız dünyadan koparmasıdır. Ne kadar bunalımlı olursa olsun (Rimbaud’nun şiirlerini, Van Gogh’un resimlerini düşünün) gerçek bir sanat, bir düzeni, bir birligi, tutku ve köleliklerin başlangıçtaki karmaşasını özgün bir uyuma, yüksek bir tutarlılıga dönüştürmeyi ortaya koyar. Malraux’un iyi bir biçimde gördügü gibi üslup, daha önce kendisini ezen hayat üzerine özgür insanın damgasını vurur ve her sanat eseri yengiye ugratılmış bir kölelige tanıklık eder: “Sanat, bir karşı-kaderdir.”

Ama sanat eserinin yaratımı hangi süreçlerle gerçekleşir? Sanatçılar "esinlenme"yi, bilinç-dışı kendiliginden yaratımı yardımlarına çagırmaktan pek hoşlanırlar. Buna göre Tartini Şeytan Sonatı’nı rüyasında bestelemiş, Coleridge Khubla Hanı’nı uykusunda yazmıştır.

George Sand, "Chopin’de yaratımın kendiliginden, mucizevi bir tarzda ortaya çıktıgı"nı, yaratımın Chopin’in onu aramaksızın, önceden tahmin etmeksizin, aniden, yüce bir biçimde, tamamlanmış olarak kendini gösterdigi"ni ileri sürmekteydi. Gerçekte bu açıklamalar şüphelidir. Henri Delocroix’nın söyledigi gibi, "Sanatçıların insanların kendilerinin ani sezgilerine, sözüm-ona esinlenmelerine inanmalarında çıkarları vardır. Gerçekte ise Nietzsche’nin söyledigi gibi iyi sanatçının hayal gücü, sürekli olarak iyi, sıradan, kötü şeyler üretir. Ancak onun son derecede keskinleşmiş olan yargı gücü bunlar arasında seçim yapar, onların bazısını dışarı atar, bazısını birleştirir." Paul Valéry şunu kabul ederken daha samimi konuşmuştur: "Tanrılar bize cömertçe bir ilk dizeyi bahşetseler de bu dize ile uyuşacak ikinci dizeyi biçimlendirmek ve bu doga-üstü bagışa layık olmak bizim işimizdir." Alain de aynı yönde olmak üzere şunu söyler: "İnsani yaratımın en yüksek yasası, ancak çalışarak yaratmaktır."

Bundan mümkün olan tek estetigin, sanat eserinin yaratılmasını kendine örnek alan bir teknisyen estetigi oldugu sonucuna mı varmalıyız? Ama böyle bir analiz ancak, usulleri açıga çıkararak sanatçıyla zanaatçıyı birbirine özdeş kılar ve gerçek problemi ıskalama tehlikesini gösterir. Bir sanat eserinin yaratımını tam olarak açıklamanın imkansız oldugunu kabul etmeliyiz. Kaynakların psikanalizci, toplumbilimci açıklaması, usullerin teknik yorumu, ancak yaratımın etrafındaki şeyleri aydınlatır. Ama bir duyarlılıgın kaygısının, tutkuların düzensizliginin ne tür bir simyayla berrak formların dengesine dönüştügünü söyleyemez. Sanat eserinin sırrını oluşturan şey, düzensizlikle düzen, duyarlılıkla üslup arasındaki bu uyumdur. Ve bir edebiyat eleştirmeninin Racine hakkındaki söyledigi şu sözü, bütün iyi sanatçılarla ilgili olarak söyleyebiliriz: "Racine bin kusuru olan bir insan ve bin meziyeti olan bir işçi oldugu için o kadar büyük bir sanatçıdır."

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP