4. Güzel

1. Platon’dan Hegel’e

Estetik seyretmenin, bana varlıgını keşfettirdigi bu deger nedir?

Güzel, kendini bana somut, duyusal bir biçim altında, formlar, renkler, sesler olarak gösterir. O halde o duyusal görünüşlerin empirik dünyasına, Platon’dan beri bütün filozofların bizi aşmaya davet ettikleri dolaysız deneyiminin yüzeysel ve pırıltılı dünyasına mı aittir? O zaman sanatın dünyası, bir hayaller ve yanılgılar dünyası olacaktır. Ama sanat bizzat Platon’un kendisine göre bir yanılgı degildir, bir işaret, imadır. Platoncu kuramda duyusal güzellik, İdea’nın bir yansısıdır ve sanatçı, görünüşlerin altında gizlenmiş olan gerçek bir dünyanın varlıgından haber veren insandır. Bunu anlamak için Platon’un düşüş metafizigini hatırlamamız gerekir. Ruh, bu dünyada cisimleşmeden önce, Varlık’ın hakikati tarafından aydınlanmış olarak saf  İdealar dünyasında yaşamaktaydı. Kendisi için bir zindan olan bedene (sôma sema) düştügünden bu yana, onun görüşü kararmıştır. Estetik deneyim, bu durumda, İdealar dünyasına yeniden ulaşmak isteyen ruhun önünde bulunan en uygun yol olarak ortaya çıkmaktadır. Hayranlık verici bir bedeni veya bir sanat eserini görmenin yarattıgı heyecan, bedene düşmüş olan ve bu dünyada cisimleşmesinden önce seyrettigi İdealar dünyasını bulanık bir şekilde hatırlayan ruhun uyanması gibidir. Platon’a göre aşk deneyimi, en alt düzeyde olan, ancak en sık rastlanan ve en kolay yaşanan estetik deneyimdir. Böylece platoncu ruhun yükselişine ilişkin diyalektik, güzel bir bedene, daha sonra bütün güzel bedenlere, arkasından güzel biçimlere duyulan aşkla başlar. Güzel ruhlara, güzel erdemlere, güzel bilimlere duyulan aşkla devam eder.

Diyalektik yükselişin son safhası, duyusal güzelligin ancak bir sembolü oldugu ve somut olanı içine aldıgı İdea’nın bilgisidir. O halde güzellik, görünüşünden başka bir şeydir. O, İdea anlamına gelir. Böylece Platon’un kendisi, metafiziginin en derin fikirlerini şiirsel benzetmeler, efsaneler aracılıgıyla ifade eder. Efsanenin şiiri, sert ve kuru ifadesi birçok okuyucu tarafından anlaşılmayacak olan felsefi dogruyu, hem gizler, hem de ima eder. Efsane gibi bütün diger sanat formlarında da aynı durum söz konusudur: Sanat, saf  İdea’nın somut ve duyusal bir kılık altında ifade edilmesidir.

XIX. yüzyılın başında Hegel’in ünlü estetik kuramı, tarihsel bir perspektifle zenginleşmiş olarak platoncu çizgi üzerine yerleşir. Ona göre güzellik, her zaman İdea’nın duyusal görüntüsüdür. Din gibi sanatın da gerçek içerigi İdea’nın gerçek ve nihai ifadesi degildir. Sanat, tam dogruyu ifade etmez, sadece dogrunun somutta bürünebilecegi görüntüyü ifade eder. "Sanat eserinde, hakikatin sadece belli bir alanı ve belli bir derecesi, yani duyusal olana aktarılması ve orada konusuna uygun bir şekilde görünmesi mümkün olan bir hakikat sergilenebilir." Platon’da oldugu gibi Hegel’de de bir diyalektik vardır, ancak Platon’un diyalektiginin kişisel bir dünyadan elini etegini çekme ve yükselme olmasına, estetik heyecandan hareketle birbirini izleyen aşamalarla saf İdea’yı elde etmeye muvaffak olan bir ruhun manevi yolculugu olmasına karşılık, Hegel’de bireyin yükselişinin yerine bir tarih felsefesi geçer. Örnegin, eski Mısır’ın (dev büyüklükteki piramitler gibi) acayip ve ölçüsüz sanat eserlerinin temsil ettigi "sembolik" sanatın "tezi"nin arkasından, tanrıların artık canavarlar degil de uyumlu biçimlere sahip yakışıklı atletler olarak tasarlandıkları Yunan sanatının "antitez"i gelir. Sentezi ise Hegel’in "romantik" diye nitelendirdigi sanat oluşturur. Bu sanat Hıristiyanlıkla başlayan ve bir önceki dönemin insani degerini korumakla birlikte onun cansız soguklugunu reddeden sanattır. Bu üçüncü aşamada, Yunan sükuneti terk edilir; heykeltraşlık, resim, müzik ve şiir, ruhun mücadeleleri ve acılarını ifade eder. Ancak sanatın şaheserleri İdea’ya, mutlak Ruh’a nihai olarak sahip olmayı ifade etmezler. "Yalnızca sonunda gerçekte ne ise o olan varlık" nihai ifadesini, sadece felsefede -ve garip bir şekilde Hegel’in felsefesinde- bulur. Böylece dinin hakikati gibi sanatın da hakikati yalnızca, İdea’nın biricik dogru ifadesi olan felsefede bulunur. Benedetto Croce, Hegel’in estetiginin "sanatın bütün biçimlerini sırayla gözden geçirdigi"ni ve "onların tümünü, üzerinde felsefe yazıtının bulundugu bir mezara koydugu"nu söylemektedir. Sanat, İdea’nın kılık degiştirmiş, örtük bir ifadesi oldugundan Hegel, "sanatın düşünce önünde ölümü"nden söz edebilmektedir. Güzel, sadece dogrunun bulanık bir keşfidir. Hegel’de veya Platon’da sanat yalnızca diyalektigin bir ugrak yeri, İdeanın fethine giden yolda geçici bir aşamadır.

2. Kant estetiginin ana iddiaları

Kant’ın XVII. yüzyıldan bu yana Yargı Gücünün Eleştirisi’nde teklif ettigi estetik, şüphesiz güzellik degerinin kendine özgülügüne daha fazla saygı göstermektedir. Kant’ın analizleri bize aşılmamış görünmektedir. Şüphesiz daha iyi anlamak için onları, Kant’ın felsefesinin bütünü içine yerleştirmek gerekir. Burada Kant’ın, kendilerinden hareket ederek, estetik degerin özelligini belirttigi dört ünlü formülü hatırlatmakla yetinecegiz:

1. Estetik haz, bir nesneyi veya bir temsil biçimini hiçbir çıkar gütmeyen bir hoşlanma veya hoşlanmama duygusuyla yargılama yetisidir. Bu hoşlanma duygusunun konusu olan şeye, güzel denir.

2. Kavramsız olarak herkesin hoşuna giden şey, güzeldir.

3. Güzellik, bir nesnede, kendisine herhangi bir eregin tasarımı eşlik etmeksizin algılanan bir ereksellik biçimidir.

4. Kavramsız olarak zorunlu bir hoşlanma duygusunun nesnesi kabul edilen şey, güzeldir.

a) Birinci formül, güzelligi faydalı olanla veya tamamen öznel olan bir çıkar, bir hazla tanımlayan bütün dogacı estetiklerin karşısına konabilir. Sanat eserinin verdigi haz, biyolojik bir egilimin doyurulması degildir. Yeme arzusu uyandıran bir "natürmort" veya cinsel bir arzu uyandıran "çıplak kadın" resmi, bizim için bir sanat eseri olma özelligini kaybederler. Tensel arzularımızı doyuran hayali gıdalar olmaları şöyle dursun, çıkar gütmeyen bir seyretmenin nesneleri olan sanat eserleri, bizi bu arzudan kurtarırlar. Bu noktada Kant’ın bir ögrencisi olan Schopenhauer’ın iyi bir biçimde gördügü şey, budur. Ona göre, estetik davranışın çıkar peşinde koşmayışı, bencil ve kör yaşama istegine en iyi çaredir. Estetik seyir beni hayran bırakır, onda ben arzularımın zorbalıgından kurtulurum. Trajik tiyatro özellikle bu kölece yaşama istegini çıkar gütmeyen seyretmeye dönüştürme özelligine sahiptir. Onda yaşama isteginin ateşliligi, bir seyir, bir seyretme konusu olur. Aynı şekilde müzik, kendisini nesnelleştirerek bizi bu yaşama isteginden kurtarır (Allegro arzunun yükselişi, adagio onun doyurulmasının arkasından gelen hayal kırıklıgı anlamına gelir).

b) Şimdi Kant’ın estetik degerin temelinde bulunan çift anlamlılıgı hayranlık verici bir biçimde aydınlıga kavuşturan ikinci ve dördüncü formüllerini inceleyelim. Estetik haz yargısında, evrensel, zorunlu, ama akıl-dışı, kavrama yabancı bir şey vardır. Bu iki noktayı göz önüne alalım: Şüphesiz bir sanat eserinin güzelligi, öznel veya kolektif bir duyguya baglı degildir. O, evrensel bir degere sahip olma iddiasındadır. Burada anlaşılmamış sanat eserlerinin var olması olgusunun kendisini kesinlikle geçersiz kılmadıgı bir evrensellik, olgu evrenselligi degil, bir hak evrenselligi söz konusudur. Sonuçta birçok insan matematikten de anlamamaktadır, ama bundan dolayı matematik dogru ve geçerli olmaktan çıkmamaktadır. Güzelin evrenselligini gösteren şey, gerçekten güzel bir sanat eserinin onu doguran psikolojik ve toplumsal koşullar artık aşılmış oldugunda dahi kültürlü bir çevrede hayranlar bulmaya devam etmesidir. Bizim toplumumuz artık kesinlikte Homeros’un içinde yaşadıgı toplum degildir, ama Odysseus, şiirinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Etienne Souriau’nun dogru bir şekilde söyledigi gibi, "Don Juan’ın valsi, Mozart’ın çagdaşlarının gözünde, bu dansı, üç zamanlı Fransız saray dansına (menuet) karşıt olarak köylü dansı kılan toplumsal karakterini çagdaş insan için kaybetmiştir. Ama bu kaybedişin, müzigi müziksel varlıgına indirgemek dışında ne sonucu olmuştur?". Bu müziksel varlık, bütün sosyo-psikolojik tikellikleri aşar. Olgusal olarak degil, hak bakımından evrensel olan estetik deger, aynı zamanda zorunludur. Vermeer’in diger herhangi bir önemsiz Hollanda’lı ressamdan üstün oldugunu kabul etmemek imkansızdır. Racine’in trajedilerinin Voltaire’in trajedilerinden daha güzel oldugunu kabul etmemek imkansızdır vb.

Ancak bu evrensellik ve bu zorunluluk "kavramsız olarak" tanınır. Bir sanat eserinin degeri soguk akıl yürütmelerle kanıtlanabilir bir şey degildir. O duyulur, kanıtlanmaz. Racine’den haz almam için, Boileau’nın Şiir Sanatı’nı okumuş olmama ihtiyaç yoktur. Estetik duygu, anlıkla hayal gücü arasında önceden görülemez, bir tür mucizevi bir uyum gerçekleştirir. Kant için estetik duygu, salt öznel bir zevkle evrensel bir yargı arasındaki çelişkiyi somut olarak çözer. Kant’a göre estetik zevk, sadece bir duygu yargısı (Gefühlsurteil) degildir, aynı zamanda bir yargı duygusu (Urteilsgefühl), başka deyişle duyguyu konu alan zorunlu bir tümeldir.

c) Şimdi estetik degere, "ereksiz bir ereksellik" yükleyen Kant’ın üçüncü formülünü açıklamamız gerekmektedir. Sanat eseri, bir uyum oldugu için, bir ereksellige sahiptir. Bu "ereksiz" bir erekselliktir, çünkü sanat eserinin uyumu kendisinden başka bir şey degildir sanatın dışında bulunan bir eregin hizmetinde degildir. Onun bu, bir eregi olmayışını, örnegin, temsilin sonunda aktörlerin seyirciyi selamlamaları iyi bir biçimde ifade eder. Onlar el ele tutuşurlar ve seyirciye teşekkür ederler. Böylece daha önce olanların bir oyundan başka bir şey olmadıgı anlaşılır. Sanata "dıştan" olan bir eregin olmaması platoncu ve hegelci sanat kuramlarına karşı çıkma imkanını verir görünmektedir. O halde bir sanat eserinin estetik degerini felsefi dogrulugu veya ahlaksal niyetlerine göre yargılamamalıyız.

Sanatçı bir haberci degildir. Bir davaya baglanan sanatı -ki böyle bir sanat gerçekten sanatsal olabilir- sistemli olarak dışarı atmaksızın, bir sanat eserinin asıl anlamında sanatsal degerini meydana getiren şeyin onun bir davaya baglanması, herhangi bir ahlaksal, siyasal, dinsel idealin hizmetine koşulması olmadıgına işaret edecegiz. Gaétan Picon, haklı olarak, Pharsale kabartmalarının, sadece Demeter ve Koré’nin tanrıçalıgına inananlar, katedrallerin ise sadece Nazareth’li İsa’nın Tanrı olduguna inananlar için hayranlık uyandırıcı şeyler olmadıgını hatırlatmaktadır. Hatta belki Malraux’nun işaret ettigi gibi, estetik degerler dünyaya "gerçek Tanrı"nın heykelini bir "put"un karşısına koymaktan vazgeçerek "her iki heykel"e de hayran olunmaya başlandıgı gün girmiştir.

3. Güzel sanatlar

Estetik, felsefi bir disiplindir ve felsefe, birlik ve tutarlılıga aşıktır. O halde estetikçilerin, estetik ifadelerin çeşitliligini bir "sistem"e göre düzenlemeye çalışmalarına şaşırmamak gerekir. Önce güzel sanatların hiyerarşik bir düzene göre sınıflandırılmaları girişimlerinden söz etmek gerekmektedir. Charles Lalo, bu girişimlerin zayıflıgını göstermiştir, çünkü her hiyerarşi bu hiyerarşiyi kuranın felsefi görüşlerine baglıdır. Böylece Hegel ve Schopenhauer’ın birbirine karşıt hiyerarşileri, kendi felsefeleri göz önünde bulundurularak açıklanabilir. Hegel için sanat İdea’yı somut bir biçim altında göstermekten başka bir işleve sahip olmadıgından, onun en yüksek biçimi edebiyat, en aşagı biçimi müziktir. Çünkü müzik, her türlü fikirden en kolayca vazgeçebilen bir sanattır. Buna karşılık hegelci tümmantıkçılıga tamamen karşı çıkarak evrenin tözünü bilinç-dışı ve saçma bir yaşama isteginin meydana getirdigini ileri süren Schopenhauer, aklın dilini konuşmayıp varlıgın derinliklerini harekete geçirdigi için müzigin sanatlar arasında birinci sanat oldugu sonucuna varır.

Klasik sistemler, genel olarak uzaya ilişkin sanatlarla, zamana ilişkin sanatlar ayrımını yapmakla yetinirler. Üç plastik sanatın (mimari, heykeltraşlık ve resim) karşısına, üç ritm sanatını (dans, müzik ve şiir) koyarlar. Hem uzayla, hem zamanla ilişkisi olan sinema sanatı, bu bakış açısından yedinci sanat olarak adlandırılır. Ancak ne romana, ne tiyatroya yer veren bu sınıflamanın yetersiz olması bir yana, Souriau’yu izleyerek, buradaki plastik ve ritmik zıtlıgını eleştirebiliriz. Plastik sanatlarda da zaman vardır ve ritmik sanatlar da bazen uzay sanatları kadar uzayla ilgilidir. Şiirde uzay önemlidir. Guillaume Apollinaire’in Calligrammes’ının tipografisi o kadar önemlidir ki o olmasa şiirleri anlaşılamaz. Uzay, müzikte de önemlidir. Orkestranın çalgılarının sahnedeki yerleri, salonu dolduran sesin hacmini bir yana bıraksak bile, müzikte sesler yüksek ve alçaktır, yükselir ve alçalırlar. Öte yandan anıtların görsel görüntüleri saatler ve mevsimlere göre degişmez mi? Yunan tapınaklarının ihtişamının ayrılmaz bir parçası olan zamansal özelligi inkar etmek de faydasızdır. Van Gogh’un resimlerindeki sinirli zamanı, Matisse’in resimlerindeki durgun, uyuşuk zamanı görmemek mümkün degildir.

Alain de kendi payına bir sanatlar sınıflaması yapmıştır. Bu sınıflamanın ilkesi, toplum sanatları (dans, tiyatro) ve bireysel sanatlar (resim, heykeltraşlık) ayrımıdır. Bu sonuncular "mevcut insani düzenin dogrudan katkısı olmaksızın sanatçının şeyle ilişkisi" ile açıklanırlar.

En basiti, belki sanatları duyu organlarından hareketle sınıflandırmak ve dokunsalkassal sanatlardan (spor ve dans), görsel sanatlardan (mimari, resim, heykeltraşlık), işitmeye dayanan sanatlarından (müzik ve edebiyat), görme ve işitmenin sentezine dayanan sanatlardan (tiyatro ve sinema) söz etmektir.

Souriau, Sanatların Sınıflandırılmaları’nda iki ilkeye dayanan bir sınıflandırma önerir: Önce çizgiler, hacımlar, renkler, parlaklıklar, hareketler, çıkarılan sesler ve müzikal sesler ayrımı; sonra birinci dereceden sanatlar (temsili olmayan sanatlar) ve ikinci dereceden sanatlar (temsili sanatlar) ayrımı.

ANA FİKİRLER

Bir zamanlar Anatole France şöyle yazmıştı: "Bay Bergeret’nin küçük köpegi yenebilir olmayan gögün mavisine hiçbir zaman bakmazdı." Estetik degerler, ancak bir insani bakış veya kulak için öyledirler. Kelimenin gerçek, yani sanatla ilgili anlamında güzel, ne tensellige, ne sıradan bir çıkara indirgenebilir. Kant, XVIII. yüzyıldan bu yana estetik degerin kendine özgülügünü iyi bir biçimde göstermiştir. Güzele ilişkin yargı, "kavramsız", yani aklın kuralları veya normlarından çıkarılamaz olmakla birlikte çıkar gütmeyen, evrensel ve zorunlu bir yargıdır (Başka deyişle onda öznel veya keyfi olan hiçbir şey yoktur). Racine’in bir trajedisinin güzelligini bana kabul ettirmesi için Boileau’nun Şiir Sanatı’nı bilmek ihtiyacında degilim.

 Çagdaş sanat felsefesi basit bir fenomenoloji, açıklama olmaktan çok betimleme, kendisine ihanet edilmeksizin bir başka deneyime indirgenmesi mümkün olmayan bir deneyimin betimlenmesi olma iddiasındadır. Psikanalistler ve sosyologlar, sanat eserini çevreleyen şeyler, onların konuları veya malzemeleri hakkında bize bilgi verebilirler, ama güzellik olmak bakımından güzellik degeri üzerinde bize herhangi bir açıklamada bulunamazlar. Leonardo da Vinci’nin psikanalizini yapmış olan Freud, belki bizi Louvre’daki Saint Anne tablosunda Meryem’in elbisesinin kıvrımlarına farkında olunmaksızın çizilmiş takıntısal bir akbabanın varlıgını görmeye davet etmekte haksız degildir. Ama Freud’un açıklamadıgı şey, Leonardo’nun çalışmasının niçin bir şaheser oldugudur. Tarihsel ve sosyolojik açıklama da aynı ölçüde kısa menzillidir. Rembrandt’ın dehası, döneminin Hollanda’sından hareketle açıklanamaz, çünkü sonuçta en önemsiz Hollanda’lı bir resim ustası da kendi zamanını yansıtmaktadır, ama o bir Rembrandt degildir. Sanat sosyolojisi gibi psikoloji de sanatta her zaman ancak sanatsal olmayan şeyi açıklar.

Tensellige, maddi çıkarlara indirgenemez olan estetik deger, aynı şekilde ahlaka da indirgenemez. (Kendini siyasal, ahlaksal veya dinsel amaçların hizmetine koşan) bir davaya "baglanan" bir sanat olabilir, ama sanat eserinin degerini meydana getiren "baglanma" degildir. Hatta belki Malraux’un ileri sürdügü gibi estetik degerler insanların artık "gerçek Tanrı"nın heykelini bir "put"un karşısına koymakla yetinmedikleri, her ikisine de hayranlık duymayı ögrendikleri gün dünyaya girmiştir. Estetik deger o gün ahlaksal ve dinsel degerler yanında kendine özgü varlıgını kazanmıştır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP