3. islam uygarlıgına karşı batı uygarlıgı

Batıcılar, Avrupacılar da kendi içlerinde çok farklı grupları, kişileri bir araya getirir. Aslına bakılırsa batıcılar içinde Avrupa’nın, Batı uygarlıgının tüm kurum ve kavramları, degerleriyle bir bütün olarak alınıp Osmanlı-Müslüman uygarlıgı yerine geçirilmesini savunan pek kimse yoktur. En azından Cumhuriyet’e, Atatürk devrimlerine kadar böyle bir topyekün uygarlık degiştirme projesini bilinçli ve sistemli olarak ayrıntılı bir biçimde savunan ve sergileyen bir düşünür mevcut degildir. Batıcıların büyük kısmının temel düşüncesi, Tanzimat’ın Batı’nın salt askeri, bilimsel ve teknik yeniliklerinin kabulünün Osmanlı devleti ve toplumunu kurtarmak için yeterli olmayacagının artık ortaya çıktıgı düşüncesidir. Onlar siyasi, devlet teşkilatı ile ilgili sorunların temelinde toplumla, toplumsal yapı ve zihniyetle ilgili sorunların bulundugunu kavramışlardır. Genç Osmanlıların uzun yıllar bir ideal olarak peşinden koştukları ve gerçekleştikleri takdirde, Osmanlı devleti ve toplumunun kurtuluşa erişecegini düşündükleri meşrutiyet, parlamenter rejim ve özgürlügün gerçekleşmesi, Osmanlı toplumunun ve halkının durumunda önemli bir degişiklik meydana getirmemiştir. Geriligin sorumlusu sadece hükümdar, onun mutlakiyetçi kötü yönetimi degildir. Toplumun kendisi, toplumu oluşturan sınıflar, gruplar, bireylerin kendileri, zihniyetleri çagın gerisindedir. O halde dikkatimiz, toplumun kendisine yönelmeli, onu yöneten yasalar, toplumsal kurumlarla bireysel zihniyet arasındaki ilişkiler ortaya çıkarılmalıdır.

a. Batıcılıgın en güçlü kolu: Pozitivizm

Osmanlı aydınları arasında, daha XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fransa’da A.Comte tarafından ortaya atılan ve E. Renan, Littre, Mill gibi başka bazı düşünürler tarafından da benimsenen pozitivizme karşı yaygın bir hayranlık vardır. Osmanlılarda başta Şinasi, Ahmet Rıza, Ahmet Şuayp olmak üzere Beşir Fuat, Hüseyin Cahit Yalçın, hatta Ziya Gökalp gibi aydınları pozitivist görüşü benimsemeye iten başlıca nedenler şunlardır:

A. Comte, insanlıgın teolojik, metafizik ve pozitif olmak üzere üç zihin aşamasından geçtigini ve etraflarında olup biten şeyleri bu zihniyete uygun olarak açıkladıgını ileri sürmekteydi. Comte’a göre insanlık, içinde bulundugu yüzyılda artık ilk iki aşamayı geride bırakmış ve pozitif zihin ve bilim aşamasına geçmişti Bundan başka pozitivizm yine bildigimiz gibi sadece metafizik bir kuram, bir bilgi kuramı degildi. Aynı zamanda XIX. yüz- yılın devrimlerle çalkanan toplumunu istikrara kavuşturmaya çalışan bir toplumu yeniden düzenleme, inşa etme projesiydi. A. Comte, toplumun ayrı ve bagımsız bir bilimin, sosyolojinin konusu olabilecek bir özellikte oldugunu, toplumsal olayların birtakım dogal yasalara uygun olarak meydana geldigini, bu yasaların bilimsel yöntemlerle anlaşılıp açıklanmasının mümkün oldugunu, dolayısıyla sosyolojinin, yani toplumun biliminin verilerine uygun olarak toplumu, toplumsal kurumları, siyaseti, devleti arzu ettigimiz yönde şekillendirip düzenleme gücüne sahip oldugumuzu ileri sürmekteydi. Bu görüşlere uygun olarak olarak yine bu kitabın Devlet’i ele alan XII. Bölümünde gördügümüz gibi, St. Simon’un bir ögrencisi olan A. Comte’un düşledigi toplumda yöneticiler, toplumu yöneten yasaların bilgisine sahip olan bir seçkinler grubu, bilim adamları ve filozoflardan meydana gelen bir teknokratlar grubu olacaktı. Böyle bir kuramın kendilerini Osmanlı toplumunun bilginleri veya filozofları olarak gören aydın yöneticilerine, bürokratlarına ne kadar cazip gelecegi ve onların toplum mühendisligi projelerine ne kadar uygun düşecegi aşikardı. Eger bu kuram dogruysa, Osmanlı toplumunun içinde bulundugu büyük kriz, büyük kargaşa, pozitif bilimlerin bilgisine sahip seçkin bir zümre olan aydın bürokratların önderligiyle aşılabilir ve böylece topluma hem istikrar ve düzen gelebilir, hem de Osmanlı toplumu çagdaş uygarlıga, yani Batı uygarlıgına ulaşma yolunda hızlı bir ilerleme içine girebilirdi. Nitekim Osmanlı aydın bürokratlarının kurdugu bir seçkinler grubu, daha sonra bir siyasi parti olan ittihat ve Terakki cemiyeti Fransız pozitivistlerinin bu "düzen ve ilerleme" sloganını "birlik ve ilerleme" sloganına çevirerek teşkilatın temel düsturu haline getirecektir. Yine bu ana görüşlerdir ki, Osmanlı toplumunun en iyi egitim görmüş bir zümresi olan asker bürokrat-aydınlarını ittihat ve Terakki partisinden sonra da yönetime zaman zaman el koymaya itecek uygun bir ideolojiyi ve bu ideolojinin etkileri zamanınımıza kadar devam edecektir. Cumhuriyet döneminin yönetici aydın-bürokratlarının akıl ve bilim adına yönetime el koyma ve toplumu akla ve bilime uygun reformlarla ilerletme projelerinin gerisinde esas olarak bu inanç ve ideoloji bulunacaktır.

Bu genel ideolojinin, dünya görüşünün çeşitli uzantıları da Osmanlı pozitivistleri tarafından dile getirilmiştir. A. Comte’un, boş inançların, modası geçmiş tarihsel kurumların başında saydıgı geleneksel din yerine, insanlık idealini, insanlık dinini geçirmek düşüncesi, kozmopolitizmi, Şinasi’nin ünlü "Vatanım yeryüzü, milletim insanlıktır" sloganında ve bu sloganı oldugu gibi tekrarlayan Tevfik Fikret’te ifadesini bulur. Ahmet Rıza da geleneksel dini düşünce ve inançları degersiz görerek, dinin yerine pozitivist düşünceyi geçirmek gerektigini açıkça ilan eder ve dünya vatandaşlıgı fikrini savunur. Pozitivizmin bilim dinini, bilimciligini, bunun bir uzantısı olan materyalizmini Beşir Fuat kişisel hayatı ve intiharı ile temsil eder. Hüseyin Cahit Yalçın, pozitivist filozoflardan Stuart Mill’in "Özgürlük Üzerine", E.Renan’ın "isa’nın Hayatı", H. Taine’in "ingiliz Edebiyatı Tarihi" adlı eserlerini Osmanlı Türkçe’sine çevirir ve pozitivizmin edebi-estetik cephesini Osmanlı okuyucusuna tanıtır. Gökalp’ın ünlü "Sakın hakkım var deme,- hak yok vazife vardır" sözü yine bu kitabın Hak ve Şiddet’i ele alan XI. Bölümünde gördügümüz, A. Comte’un, herkesin herkese karşı ödevlerini yapması durumunda herkesin hakkının güvence altına alınmış olacagı, dolayısıyla haklardan bahsetmenin gerekli olmayacagı, bu nedenle haklardan söz etmenin dogru olmadıgı görüşünün vulger bir ifadesinden başka bir şey degildir.

Nihayet Tevfik Fikret ünlü Tarih-i Kadim ve Tarih-i Kadime Zeyl şiirlerinde XVIII. yüzyıl aydınlanmacılarından kaynaklanan geleneksel din ve Tanrı eleştirileriyle de birleştirerek pozitivizmin dine düşman duygularını ve saldırılarını en parlak bir biçimde dile getirir. Yine Tarih-i Kadim’de Fikret’in, pozitivistlerin insanlıgın tüm geçmiş tarihini teolojik ve metafizik zihniyetin hakim oldugu, bir boş inançlar tarihi olarak görmelerinin bir yansımasını ve onu bu niteligi ile mahkum edişini görürüz. Haluk’un Amentüsü adlı şiirinde ise Fikret, yine pozitivist inanışın ana iddiası olarak akıl ve bilgiyi kendilerine inanmamız ve hayatımızda kılavuz olarak benimsememiz gereken dogru yol göstericiler olarak sunar ve fen ve bilimin, insanlıgın önünde yeni, altın bir çag açacagına inanır -Atatürk’ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözüyle karşılaştırın-. Fikret’in hümanizmini de pozitivist inanışın bir sonucu olarak görmemizde bir mahzur yoktur.

b. Prens Sabahattin ve liberalizm

Osmanlı aydınları arasında ilginin, siyasi ve idari sorunlardan sosyal ve kültürel sorunlara kaymasının en iyi örneklerinden biri, dar anlamda liberal olmamakla birlikte Türkiye’de geniş anlamda liberalizmin kurucusu oldugu kabul edilen Prens Sabahattin’dir. Prens Sabahattin, dar anlamda bir liberal degildir, çünkü kendisini bir liberal olarak tanımlamadıgı gibi beslendigi kaynaklar da klasik liberalizmin, yani ekonomik liberalizmin, liberal devlet, liberal demokrasi, liberal ahlak anlayışının kuramını yapmış olan J.Locke, David Hume, Jeremy Bentham, Adam Smith gibi büyük ingiliz filozofları, hukukçuları, ekonomi yazarları degildir. Bununla birlikte o, toplumsal gelişmenin kaynagını bireyci girişimde ve idari olarak merkeziyetsizlikte görmesi bakımından, geniş anlamda, liberal görüşü temsil eden bir düşünür olarak ele alınabilir. Sabahattin, toplumları cemaatçi ve merkeziyetçi toplumlarla, bireyci girişime önem veren ve idari olarak merkeziyetsiz bir yapıya sahip olan toplumlar olarak ikiye ayırır. Ona göre bu ikincinin en iyi örnegi Anglo-Sakson toplumlar, özel olarak ingiltere’dir. Meşrutiyet, sadece siyasal yapıda bir degişiklik anlamına gelir. Onu toplumsal yapıda reformlarla tamamlamadıkça Osmanlı imparatorlugu çökmeye mahkumdur. Yapılması gereken Osmanlı toplumunda egitim yoluyla bireyci bir zihin, bireysel girişim ruhunu yaratmak, ziraat, sanayi ve ticarete agırlık vererek bir burjuva sınıfını meydana getirmek, böylece devlette etkin olan bürokrasi ruhunu, bürokrat memurların nüfuzunu ortadan kaldırmaktır. Prens Sabahattin de pozitivistler gibi, toplumbilim yoluyla ve yapay olarak toplumu degiştirmenin mümkün olduguna inanmaktadır. Ancak onun bu konuda örnek aldıgı akım, A. Comte ve okulu degil, Fransa’da le Play tarafından kurulmuş ve kendi zamanında E. Desmolins gibi yazarlar tarafından devam ettirilen toplumbilim okuludur.

Prens Sabahattin’in liberalligi oldukça şüpheli bir düşünür olmasına karşılık Osmanlıların son döneminde daha bilinçli ve daha geniş kapsamlı bir liberal görüşün varlıgını gösteren işaretler de vardır. Eger liberalizmin ayırt edici özellikleri olarak ekonomide özgür girişimi, pazar ekonomisini, siyasette bütün yurttaşların eşit olarak siyasal yönetime katılmasını, kişi hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasını, hukuk devletini, sosyal ve kültürel alanda, içinde din ve ahlak dahil olmak üzere bütün kurumların rasyonel düşünce temelinde sorgulanmasını ve din ve düşünce özgürlügünün savunulmasını görüyorsak, böyle bir liberal görüşün bu dönemde birçok insan tarafından benimsendigini ve savunuldugunu söyleyebiliriz. Bu dünya görüşüne mensup aydınlar arasında Mehmet Cavit, liberal ekonomik kuramın genel bir sergilenmesi ve savunulmasını temsil eder. Cavit, devletin ekonomiye müdahelesine ve korumacılık politikasına şiddetle karşı çıkar ve liberal ekonomiyle liberal siyaset arasındaki sıkı ilişkileri vurgular, liberal ekonomik gelişmenin liberal siyasal demokratik bir toplumu gerektirdigini belirtir. Yukarıda pozitivist gelenek içinde yer alan düşüncelerinden söz ettigimiz Ahmet Şuayp, düşünce özgürlügünün ayrılmaz bir parçası olarak din ve vicdan özgürlügünü savunmasıyla, bu özgürlügün saglanması için din ve devlet işlerinin birbirlerinden ayrılması gerektigi yönündeki analiziyle, paranın insanları özgürleştirdigi, toplumsal sorunların yalnızca ekonomik gelişme ile çözülebilecegi tarzındaki fikirleriyle liberal gelenek içinde de yer alır. Tevfik Fikret de hümanizmi, evrenselciligi, dinsel alanda serbest düşünceyi savunması ve savaş aleyhtarlıgı gibi fikirleriyle, hem Aydınlanma gelenegi içinde yer alır, hem de liberalizmin temel degerleriyle uyum içinde olan bir dünya görüşünü temsil eder.

c. Abdullah Cevdet ve köktenci batıcılık

Batıcılar arasında her zaman tutarlı veya sistemli olmamakla birlikte bazı çok cesur, devrimci fikirler Abdullah Cevdet tarafından dile getirilir. Abdullah Cevdet, modernleşmenin sadece siyasi ve idari kurumlarda degişiklikle gerçekleşemeyecegini, onun toplumsal ve ekonomik yapılardaki degişmeleri de aşarak kültürün kendisine, zihniyetin kendisine uzanması gerektigini düşünür. Bu baglamda olmak üzere, modernleşmeye uygun bir zihniyet yapısına sahip olunması gerektigini savunur. Batı’nın anlaşılması için onun kültürünün tanınması gerektigini, bunun için Batı klasiklerinin dilimize çevrilmesi ve onların derin anlamlarına nüfuz edilmesinin zorunlu oldugunu yazar. Bu arada daha sonra Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilecek olan bazı reformlarla ilgili önerilerini ortaya atar. Bunlar, laiklik, Arap harflerinin atılarak yerine Latin alfabesinin kabulü, islam hukuku yerine Batı hukukunun geçirilmesi, kadınlara erkeklerle tam eşitlik verilmesi, alaturka tartı ve ölçüler yerine uluslararası tartı ve ölçüler sisteminin benimsenmesi önerileridir.

1 Yorum

MAHİR KANIK
15 Mart 2010 23:53  

Atatürk zamanında gelen devrim ve yeniliklerin sanıldığı gibi bir anda çıkmadığına örnek olacak çok güzel bir makale.Eğer cumguriyet dönemini iyi analiz etmek istiyorsak tanzimat döneminden sonrasına çok iyi bakmalıyız.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP