NIETZSCHE FELSEFESİNDE HAKİKATİN ESTETİZE EDİLMESİ - 1

Kutsi KAHVECİ

Frıedrıch Nietzsche’nin geliştirdiği felsefi düşüncede akla karşı bir tür isyan sergilendiğini gözlemleriz. Aslında Nietzsche’nin akla olan isyanı, aklın yorumuna karşı çok güçlü bir eleştiridir. Ona göre akıl nesnel dünya hakkında yargılarda bulunur. Kendi yargılarına da kendisi tanıklık eder. Akıl, hem iddia makamı ve hem de iddianın kanıtlayıcısıdır. Nietzsche için böyle bir şey söz konusu olamaz. Bu düpedüz bir saçmalıktır. Geleneksel felsefenin aklı hem iddia makamı ve hem de kanıtlayıcı olarak ele alan yaklaşımı, Nietzsche’ye göre yüzyıllardan beri insan gerçeğini gölgeleyen bir anlayışı gündemde tutmuştur.

Nietzsche, ‘Putların Alacakaranlığı’ adlı yapıtında aklın bu yanlış kullanımını ve yorumunu eleştirir. (Nietzsche, 1991: s.27) Aklın dünya hakkında yaptığı betimlemeler anlık çekilmiş fotoğraflardır. O fotoğraflar, sürüp giden akışkan olan bir oluş dünyasını yansıtamazlar. Nitekim Nietzsche bu bağlamda, geleneksel idealist felsefi anlayışın ortaya koyduğu numen – fenomen ayrımını eleştirirken, aklın burada dünyanın hakikatine ilişkin sadece varsayımda bulunduğunu ama bu varsayımı somutlaştırarak değişmez bir hakikatmiş ve genel geçer bir olguymuş gibi gösterdiğini, oysa, aklın böyle bir uygulama ve kabule yetkisinin olmadığını, iddia eder. O, Putların Alacakaranlığı’nda; “Bu dünyanın görünür olarak üzerine kurulduğu temeller onun kendi gerçekliğini oluştururlar, başka bir gerçeklik tamamen kanıtlanamaz bir şeydir” der. Yine o, “gerçek dünya” denilen şeyin varlığın bizzat kendi özüne yönelik bir saptama olamayacağı, “gerçek dünya” ile varlığın bizzat kendisi ve oluş halinde bulunan bir sürecin çelişkisinin söz konusu edilmesi gerektiği düşüncesindedir. (Nietzsche, 1991: s.27) Bu düşünceler ışığında denilebilir ki, bizzat varlığın kendisi hakkında iddialı sözler söylemeye, tanımlar yapmaya hakkımız yoktur. Nietzsche açısından varlık hakkındaki tanımlar, ahlaki anlamda optik bir yanılsamadır. O halde dünya insanın bakışı açısından göreceli bir dünyadır.

Nietzsche açısından böyle bir dünyanın dışında başka bir dünya aramanın hiçbir anlamı yoktur. Başka bir dünya arama girişimi, yaşanılan yaşamın kendisini küçümseme ya da ondan kuşku duyma sonucunda gelişir. Bu ise, aslında, yaşamdan öç alma girişimidir. Son durumda: “başka” “daha iyi” “bir yaşamın fantazmagoryasıyla yaşamdan öç alırız.”(Nietzsche, 1991: s.27).

Kantçı idealist felsefenin dünyayı “gerçek” ve “görünen” diye ikiye ayırması, Nietzsche’nin değerlendirişiyle decadence belirtisidir. Yani çökmekte olan bir yaşamın belirtisidir. (Nietzsche, 1991: s.28) Nietzsche, geleneksel felsefenin varlığa ilişkin böyle bir sınıflamada bulunmasının aslında insan yaşamının bizzat kendini yok sayan ya da göz ardı eden bir yaklaşımı içerdiğine dikkat çeker. Burada şöyle bir soru sorulabilir: Aklın kategorize ettiği bir varlık tanımı, ya da hakikat yerine Nietzsche, yaşamın kendisini bizzat hakikat olarak mı görmektedir. Bu soruya olumlayıcı yanıt olarak bir anlamda evet diyebiliriz.

İlginçtir bu bağlamda Nietzsche, insanın bizzat kendisine, kendi dinamiklerine ve yeteneklerine atıfta bulunarak bizzat yaşamın kendisinin yüceltilmesini ve olumlanmasını ister. Bu yüzden o, dünyaya, Hıristiyan bakış tarzına ve Kant’a saldırır. Nietzsche, Deccal – Hıristiyanlığa Lanet – adlı yapıtında bu konuya şu sözleriyle işaret eder: “Hakiki Dünya’ kavramı, ahlakın dünyanın özü olduğu kavramı (yanlışlar içinde bu en berbat iki yanlış), şimdi bulandırılmış – kurnaz bir skepsis sayesinde, yeniden, kanıtlanabilir kılınmış olmasa da, artık çürütülemez kılınmıştı.... Akıl, aklın hakkı, ulaşamıyordu oraya.... Gerçeklik ‘görünüştelik’ haline sokulmuş; baştan aşağı yalandan bir dünya, varlıkların dünyası, gerçeklik haline sokulmuştu.... Kant’ın başarısı, salt bir Tanrıbilimci başarısıdır. Kant, Luther gibi, Leibniz gibi, kendi başına doğru gidemeyen Alman dürüstlüğünün yeni bir yavaşlatıcısıydı”. (Nietzsche, 1985: s.21)

Nietzsche, insan bağlamında, Kantçı bakış açısının “görünüş” diye ifade ettiği şeyin ancak değerlendirmeye alınabileceğini öne sürer. Bu yaklaşım aklın kendisini, yaşamın devingenliğine yakışır biçimde yorumlama girişimidir. Nietzsche’nin itirazı, kendi yorumunu tek doğru akıl yorumu sanmak bir yana, gerçeği olup bitenin kendisi olarak gören anlayışa karşıydı.

Nietzsche’nin amacı, bir duygu ve eylem dolayımsızlığı, insan kültürü ile tutkulu arzuları olan bir insan doğası arasında bir uyum var etmek ve bu uyumu işlemektir. Nietzsche’nin bu yönelimini metinlerinden çıkarmak kolaydır. Örneğin; Nietzsche’nin "Ahlakın Soykütüğü" adlı yapıtını dikkatli bir şekilde okumayan birisi, onun baskıcı bir Hıristiyan ahlakının insan yaşamı üzerindeki kötü etkileriyle ilgili bir tez sunduğunu düşünmeye yönlenecektir. Bu teze göre Hıristiyanlık insan doğasıyla temelden çatışmaktadır; buna karşın insanlar doğal biçimde davranmayı öğrenmelidirler. Sağlıklı bir kültür ancak o zaman ortaya çıkacaktır. Burada Nietzsche’yi, çağdaş kültürü eleştirel olarak çözümleyen biri olarak görürüz. Bize, mevcut ahlakın doğa karşıtı olduğunu söyleyen, doğaya dönüşten dem vuran ve en tuhaf ve en ciddi sorunları içinde bile yaşamı olumlamayı tavsiye eden biri olarak görünür. Nietzsche’nin doğaya yönelik bu çağrıları, yaşama övgüler düzmesi, dolaysız ve karmaşık–olmayan bir davranış tarzını savunduğunu ortaya koyar. Ama “doğa” ya da “yaşam” ne demektir?. “Doğal” ya da “yaşamı olumlayan” bir ahlakın içeriği ne olacaktır?. Aslında Nietzsche, bize bu konularda hiçbir içerik sunmaz, zaten bunu yapmak istemez de; çünkü o, tam da “doğal” bir ahlak olduğu anlayışını reddetmektedir. (Megill, 1998: s.63)

Nietzsche’nin deneyimi yirminci yüzyılın sonunda batı kültürü içinde yaşayan birçok kişinin de deneyimidir. İnsan eylemi ve düşüncesinin daha önceleri bilinmeyen katmanlarına inmeye çalışan Freud’dan sonra, insan doğasının “doğallığı” hakkında ne söylenebilir ki? Buna göre doğal olan nerede biter ve kültürel, yapay olan nerede başlar? Yani şeylerin doğasında kişinin bir davranışı öbürüne tercih etmesinin zemini kaybolmuştur, denmektedir. (Nietzsche, 1997: s.108) O halde farklı davranış tarzları arasında nasıl seçim yapılır Nietzsche’nin yanıtı, bu seçimin nihai olarak estetik zemin üzerinde yapıldığıdır. Sanatçının özgür yaratıcılığı fikri bu seçimde tayin edici bir rol oynar. Nietzsche, her şeyden çok verili olana, sanatsallıktan uzak bir biçimde teslim olmaktan nefret eder. Bu neden böyledir?  Çünkü Nietzsche bakımından yaşam, ahlaktan önce gelir. Ahlak yaşamın çok gerisine düşerse, arayışta bulunan ve canlı dile getirimi arayan kimse hayal kırıklığına uğrar ve azalan gücünün farkında olmaya başlar. Böylesi bir durumda insan, olayların yeniden bir bütünlüğünü aramaya koyulur. İnsanın bu arama işlemi psikolojik motiflerle olur, yeni bir inanç sistemi inşa eder. Teolojik meditasyon yoluyla sonunda gerçek varoluştan sonsuzca üstün olan Tanrısal tarzlara kendisini verir. Bu, toplumsal yaşayışa uygulandığında, genel uğruna, bireyin feda edilişidir. Gerçekte böyle bir genellik yoktur. Aslında olup biten şudur: İnsan verilmiş bir ahlak sistemi içinde kendi değerine inanır, sonra da bunu kaybeder, kaybettiğini fark ettiğinde ise bunu toplum içinde aramaya koyulur. (Coşar, 2001: s.17)

Böylesi bir ruhsal durum içinde bu dünya bir aldanma olarak görünür ve hakikatin öte dünyada olduğuna inanılır. Ama bu uzun süre işe yaramaz. Çünkü bilinç gelişir ve öyle bir ağırlıkla gelir ki, bireye gerçek dünyanın, saklı öbür dünyadan çok daha fazla şey verebileceğini gösterir. Bu, bütün metafizik dünyaların yıkılışıdır ve Nihilizme son şeklini verir. Şimdi aşkın amaçlardan sıyrılmış olan ve kendi kendisine kalan dünya tek gerçekliktir. O bütün ahlak yorumlarından ve değerlendirmelerinden bağımsızdır. (Nietzsche, 1968: 12 A, s.27) Bundan sonra artık yaşamın değeri amaçlılık, birlik, hakikat gibi kategorilerle açıklanamaz. Bunlar hayal gücünün yaratımları olurlar. (Nietzsche, 1968: 12 B, s.28)

Nietszche’nin hakikat’in ne’liğine dair yaklaşımı, çağdaş Nietszche yorumcularını tek bir düzlemde buluşturamamıştır. Onun hakikati değerlendirişi kendinden sonraki Nietszche uzmanlarının farklı yorumlarda ve yaklaşımlarda bulunmalarına yol açmıştır. Bunlardan önemli gördüğümüz Stewen Galt Crowell ile Philip Hugly’nin yaklaşımlarını bu konu çerçevesinde kısaca değerlendirmeye çalışacağız.

Diyebiliriz ki, Nietzsche’nin geleneksel felsefenin kabullendiği hakikate saldırısı filozofun kişiliğinde bir “yeniden değerlendirmeyle” sonuçlanır. Hakikatin aşığı, retorik düzeyinde, hakikat dışılığın tapınıcısı olur. Nietzsche’nin konumu, hakikat kavramına yönlendirilmiş herhangi bir felsefi eleştiride ortak olan bir sorunu ortaya çıkarır. Bu eleştiri hangi kriter tarafından değerlendirilecektir? Eğer hakikat kavramı bir illüzyon (yanılgı) olarak reddediliyorsa, felsefi bir iddia olarak hangi beklentilerle biz bu reddetmenin kendisine yaklaşabiliriz.

Nietzsche’nin düşüncesi insan ruhunun üretimlerini yüz ifadesinde değerlendirmenin reddi üzerine kurulmuştur. Nietzsche’nin hakikate radikal saldırısı, üzerimizdeki Tiran kültürünün ve onun ardıllarının maskesini düşürmekte yatmaktadır. Fakat eleştirinin hedefi hakikat kavramı olduğunda, hemen eleştirinin kendisini ilgilendiren refleksiv bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz: O hakikat mı? Crowell’e göre aslında Nietzsche’nin “hakikat dışılığa”olan hayranlığı, onun kendi üslubunun nasıl değerlendirilebileceğini görmemize olanak sağlaması açısından anlaşılmalıdır. Çünkü Nietszche’nin bu refleksiv probleme karşı tepkisi paradoksal bir yapı ortaya çıkarır.(Crowell, 1987: s.3) Crowell’in yukarıdaki yaklaşımına karşı Hugly, Nietzsche, hakikata dönük eleştirileriyle neyi amaçlamış olabilir diye sormaktadır. Bununla ilgili üç olasılık vardır: Birincisi, hiçbir şeyin gerçek olmadığına dayanan “hakikatsizlik” anlayışı kurma arayışı içinde olabilir. İkinci konu, hakikatın belirli kavramlaştırmalarını kendi felsefi hakikat kavramlaştırmasıyla ikame etmek istemiş olabilir. Üçüncü olarak da, Nietzsche hakikate ilişkin bütün felsefi kavramları reddetme arayışı içinde olabilir ve bu durum, bu sayede felsefeyi bu tür kavramlar ve bir hakikat kavramı gereksiniminden özgür kılma arayışıdır. Bu üçüncü yaklaşımı Nietzsche yorumcularından Philip Hugly tercih eder görünmektedir. (Hugly, 1987: s.19) Nietzsche’nin hiçbir şeyin doğru olmadığına dair yaklaşımı aslında temelsiz değildir. Fakat bu görüş hakikat nosyonundan bağımsız bir geçerlilik açıklaması sağlamak için müthiş mücadelelerle de karşı karşıya kalır.
1 | 2

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP