Adalet
|
(yun. dikaiosyne\ lat.justitia; fr. justice', alm. Gerechtigkeit\ ing. justice). Bir toplumda birey haklarını sağlama istemi. Hakkın egemen olması durumu. Adalet herkese hak ettiğinin verilmesi dileği ve öngörüsü üzerine kurulmuştur. Bu yüzden onu hukukun amacı olarak görmek gerekir. Epikuros şöyle der: “Doğaya uygun adalet karşılıklı olarak insanların birbirlerine zarar vermelerine engel olmaya yöneltilmiş karşılıklı bir yarar sözleşmesidir.” Filozofa göre “Adalet hiçbir zaman kendinde varolan herhangi bir şey değildir. Ama insanların karşılıklı alışverişinde, her yerde, her zaman karşılıklı olarak birbirine zarar vermemek adına bir çeşit sözleşme vardır.”
Adalet toplumsal bir olgudur, toplumsal yükümlülükler açısından eşitlik ilkesine ya da hak eşitliği ilkesine dayanır, hatta toplumsal düzeyde haklar dengesine dayanır. Eski toplumlar yaşamın temel kavramlarını tanrısal açıklamalara götürmüşlerdir. Örneğin Yunanlılar Zeus’u adaletin simgesi olarak görüyorlardı. Köylü şair Hesiodos şöyle diyordu: “Balıklar ve hayvanlar ve yırtıcı kuşlar birbirlerini yiyorlar. Ama Zeus insana adaleti verdi. Adaletin yeri Zeus’un tahtının yanındadır.” Hesiodos durmadan sevgili değiştiren tembel ve ahlaksız Zeus’u, tanrılar tanrısını, yoksulların koruyucusu olarak düşünmüştür. Aristoteles’e göre adalet duygusunun temelinde dostluk yatar; sevdiğimiz kişiler haklarını elde etsin isteriz.
M. Merleau-Ponty şöyle der: “İnsan tek başına adaletli olamaz, tek başına adaletli olduğu zaman adaletli olmaktan çıkar.” Adalet, bireysel yükümlülükler açısından da dürüstlük ilkesine dayanır, temelindeki ruhsal etken elbette bireyin kendini koruma iç güdüsüdür.
La R ochefoucauld şöyle der: “İnsanların çoğunda adalet sevgisi adaletsizliğin acısını çekme korkusundan gelir.” Eşitlik ve dürüstlük kavramlarına verilen değişik anlamlara göre adalet de değişik anlamlar alacaktır. Bazı yazarlar adalet kavramını toplumsal yaşamla ilgili tüm kavramların temeline yerleştirirler. Örneğin Diderot “Tek bir erdem vardır, o da adalettir” der. Adalet kavramı ahlakla uzaktan yakından ilgili tüm kavramlar gibi özgürlük sorununa götürülerek tartışılır. Çünkü adaletin temelinde, “adaletsizliğin acısını çekme korkusu” biçiminde de olsa bir başka biçimde de olsa özgürlük istemi vardır. Ancak istem adaleti sağlamaya yetmez, bunun için güç gereklidir. Biaise Pascal “Güçsüz iktidar adaletsizdir, adaletsiz güç zorbadır” der. Genel olarak güçle adaleti dengede tutma eğilimi ağır basar. Joubert şöyle diyor: “Güçsüz adalet de adaletsiz güç de korkunç şeydir.” Bazı yazarlar adaleti daha bireysel bir temele, ahlakçılık ya da iyilikçilik temeline oturtmak ister. Mauriac’ın bu konuda görüşü şudur: “Dünyada en korkunç şey iyilikseverlikten ayrı düşmüş adalettir.” Her ne olursa olsun, adalette süreklilik kaçınılmaz bir koşuldur, işte bu yüzden geç kalmış adalet adalet değildir.
Adalet toplumsal bir olgudur, toplumsal yükümlülükler açısından eşitlik ilkesine ya da hak eşitliği ilkesine dayanır, hatta toplumsal düzeyde haklar dengesine dayanır. Eski toplumlar yaşamın temel kavramlarını tanrısal açıklamalara götürmüşlerdir. Örneğin Yunanlılar Zeus’u adaletin simgesi olarak görüyorlardı. Köylü şair Hesiodos şöyle diyordu: “Balıklar ve hayvanlar ve yırtıcı kuşlar birbirlerini yiyorlar. Ama Zeus insana adaleti verdi. Adaletin yeri Zeus’un tahtının yanındadır.” Hesiodos durmadan sevgili değiştiren tembel ve ahlaksız Zeus’u, tanrılar tanrısını, yoksulların koruyucusu olarak düşünmüştür. Aristoteles’e göre adalet duygusunun temelinde dostluk yatar; sevdiğimiz kişiler haklarını elde etsin isteriz.
M. Merleau-Ponty şöyle der: “İnsan tek başına adaletli olamaz, tek başına adaletli olduğu zaman adaletli olmaktan çıkar.” Adalet, bireysel yükümlülükler açısından da dürüstlük ilkesine dayanır, temelindeki ruhsal etken elbette bireyin kendini koruma iç güdüsüdür.
La R ochefoucauld şöyle der: “İnsanların çoğunda adalet sevgisi adaletsizliğin acısını çekme korkusundan gelir.” Eşitlik ve dürüstlük kavramlarına verilen değişik anlamlara göre adalet de değişik anlamlar alacaktır. Bazı yazarlar adalet kavramını toplumsal yaşamla ilgili tüm kavramların temeline yerleştirirler. Örneğin Diderot “Tek bir erdem vardır, o da adalettir” der. Adalet kavramı ahlakla uzaktan yakından ilgili tüm kavramlar gibi özgürlük sorununa götürülerek tartışılır. Çünkü adaletin temelinde, “adaletsizliğin acısını çekme korkusu” biçiminde de olsa bir başka biçimde de olsa özgürlük istemi vardır. Ancak istem adaleti sağlamaya yetmez, bunun için güç gereklidir. Biaise Pascal “Güçsüz iktidar adaletsizdir, adaletsiz güç zorbadır” der. Genel olarak güçle adaleti dengede tutma eğilimi ağır basar. Joubert şöyle diyor: “Güçsüz adalet de adaletsiz güç de korkunç şeydir.” Bazı yazarlar adaleti daha bireysel bir temele, ahlakçılık ya da iyilikçilik temeline oturtmak ister. Mauriac’ın bu konuda görüşü şudur: “Dünyada en korkunç şey iyilikseverlikten ayrı düşmüş adalettir.” Her ne olursa olsun, adalette süreklilik kaçınılmaz bir koşuldur, işte bu yüzden geç kalmış adalet adalet değildir.