Estetik, Sanatların bilimi midir?
|
Estetiğin tam olarak ne Güzel'in, Güzelliğin bilimi, nede beğeni yargılarının bilimi oluşu, daha sağlam ve daha çok sayıda estetikçinin katıldığı bir başka kuramın ortaya atılmasına yol açmıştır. Estetiği genel sanat bilimi olarak tanımlayan kuramdır bu. Çoğunlukla Alman estetikçileri tarafından desteklenen -Max Dessoir’ı sayabiliriz bunların başında- bu kuramı, estetiği güzelin ve beğeninin değil sanatların felsefesi -bilimi değil- olarak tanımlayan Hegel'e kadar götürebilirsek de yine de tamamen bir Alman kuramı sayamayız.
Estetiği, bütün estetik kategorilerin, niteliklerin kullanılışlarını inceleme işine bulaştıran güçlüklerden kurtararak su götürmez biçimde pozitif bir alana yerleştiren, XX. Yüzyıl başlangıcındaki bu büyük dönüş hareketinin başında Tolstoy'u, onun Sanat Nedir? adlı incelemesini buluruz. Tolstoy bu incelemesinde (1898) Güzel düşüncesini elettirdikten ve onu sanatın bir bozuluşu olarak aldıktan sonra, sanata toplumsal amaçları yönünde bir tanım bulmağa çalışır. Sanat pozitif bir olgudur. Sanat yapıtları tümü bir dünyayı oluşturur, kurar. Doğa’nın yasalarını, örneğin yapılar ve canlı varlıklar dünyasının hareketine egemen olan yasaları incelemek ne derece doğal bir şeyse, sanat yapıtlarının oluşturduğu bu dünyanın yasalarını incelemek de o derece doğal bir şeydir. Ancak, sanatın evrensel biliminden söz ederken, estetikle sanat tarihi arasındaki ayrımı da belirtmek gerekir. Sanat tarihi, mekanda ve zamanda yer almış olan tek tek olgularla uğraşır. Estetik ise genel olguları tümevarımla araştırırken sanat tarihinden açık bir şekilde ayrılır. örneğin, herhangi bir kilisede bilmem kaçıncı pencerenin vitrayının bilmem hangi havariyi temsil ettiğini, hangi tarihte yapıldığını söylemek sanat tarihçisinin işidir de; genel olarak vitray sanatından söz etmek, bu sanatın genel kurallarının resim sanatı kurallarından nerede ayrıldığını göstermek ve bu bilgileri, o vitrayı görenler üzerinde doğurduğu etkiyi açıklamak için özel durumlara uygulamak ise estetikçinin görevidir. Ancak bu iki disiplinin arasındaki sınır, bütün ayrıntıları ile tam olarak çizilemez. Yalnız denilebilir ki, sanat tarihçisinin zaman zaman estetik düşüncelere başvurması ne derece kaçınılmaz ise estetikçinin de sanat tarihini tanıması o derece, belki ondan da çok gereklidir.
Böyle bir tanıma karşı yapılacak çıkışların ilki, tarih boyunca eksilmez bir dikkatle ilgi çekmiş bazı sorunların, bazı incelemelerin, örneğin doğal güzellikle ilgili sorun ve incelemelerin estetiğin alanı dışına çıkarılmış olmasıdır. Gerçekten de, Italyan estetikçisi Benedetto Croce gibi bazı estetikçiler estetiğin bu alanını tamamen bir kenara atarlar. Croce'ye göre Güzel, daima, artistik yaratış süreci sonunda ulaşılan, başarılan şeydir. insanın da bir parçası olduğu Doğa'nın yaratıcı gücünü yadsımak, sanatı nesnel kökeninden koparıp yalnızca düşünce alanına itmek olur bu.
Buna karşılık, sanatçının bir doğal güzellikten, diyelim bir gün batımından esinlendiği, bu doğal güzelliğin kendi üzerinde yaptığı etkiyi sanat izleyicisi üzerinde yeniden yaratmak için yapıtına koyduğu söylenirse, estetik olguyu yalnızca sanatla sınırlayan tanımın hesaba katmadığı şeyleri estetiğin alanı içine yeniden katmanın yollarını da bulmuş oluruz. Bugün, ciddi metodolojik temeller arayan bir estetiğin en kullanışlı yönelimini temsil eden bu tanımın bu noktada sağlam, etkili ve daha açıklayıcı olacağı hemen görülebilir.
Bu tanıma karşı çıkanların, Güzelliğe ve öteki estetik değerlere verilecek dikkatle, seyircinin doğa karşısındaki hatta bir sanat yapıtı karşısındaki duygularının incelenmesinin, estetikte ancak bağımlı ve uygun olmayan bir tarzda görüneceğini, estetik ile sanat biliminin iki ayrı, hatta birbirine rakip disiplin olduğunu söylemeleri doğru görünmemektedir. Çünkü biz, filozofik ve epistemolojik nedenlerle, doğadaki kurucu, düzenleyici süreçlerle sanatın benzerliğini, andırışını ifade ederken, bunda, estetik incelemelerin birliği için yetkin ve son derece uygun bir temel buluyoruz.
Estetiğin, bugün diğer bilim dallarıyla ilişkisi ve onlardan yararlanma derecesi ne olursa olsun, insanın yaratıcı etkinliğini, bu etkinliğin ortaya çıkışına katılan doğal, toplumsal ve kişisel etkenlerin neler olduğunu, bugüne kadar yaratılmış sanat yapıtlarına bakarak inceleyen, yasalarını bulmağa çalışan, bu arada devamlı gelişen etkin gerçekliği de gözden uzak tutmayan bir bilim: sanatların bilimi olmağa doğru gidişi, «estetik Güzel'in bilimidir» ya da «estetik biçimlerin bilimidir» gibi çok dar tanımların yanında yadsınamayacak bir gerçektir.
Estetiği, bütün estetik kategorilerin, niteliklerin kullanılışlarını inceleme işine bulaştıran güçlüklerden kurtararak su götürmez biçimde pozitif bir alana yerleştiren, XX. Yüzyıl başlangıcındaki bu büyük dönüş hareketinin başında Tolstoy'u, onun Sanat Nedir? adlı incelemesini buluruz. Tolstoy bu incelemesinde (1898) Güzel düşüncesini elettirdikten ve onu sanatın bir bozuluşu olarak aldıktan sonra, sanata toplumsal amaçları yönünde bir tanım bulmağa çalışır. Sanat pozitif bir olgudur. Sanat yapıtları tümü bir dünyayı oluşturur, kurar. Doğa’nın yasalarını, örneğin yapılar ve canlı varlıklar dünyasının hareketine egemen olan yasaları incelemek ne derece doğal bir şeyse, sanat yapıtlarının oluşturduğu bu dünyanın yasalarını incelemek de o derece doğal bir şeydir. Ancak, sanatın evrensel biliminden söz ederken, estetikle sanat tarihi arasındaki ayrımı da belirtmek gerekir. Sanat tarihi, mekanda ve zamanda yer almış olan tek tek olgularla uğraşır. Estetik ise genel olguları tümevarımla araştırırken sanat tarihinden açık bir şekilde ayrılır. örneğin, herhangi bir kilisede bilmem kaçıncı pencerenin vitrayının bilmem hangi havariyi temsil ettiğini, hangi tarihte yapıldığını söylemek sanat tarihçisinin işidir de; genel olarak vitray sanatından söz etmek, bu sanatın genel kurallarının resim sanatı kurallarından nerede ayrıldığını göstermek ve bu bilgileri, o vitrayı görenler üzerinde doğurduğu etkiyi açıklamak için özel durumlara uygulamak ise estetikçinin görevidir. Ancak bu iki disiplinin arasındaki sınır, bütün ayrıntıları ile tam olarak çizilemez. Yalnız denilebilir ki, sanat tarihçisinin zaman zaman estetik düşüncelere başvurması ne derece kaçınılmaz ise estetikçinin de sanat tarihini tanıması o derece, belki ondan da çok gereklidir.
Böyle bir tanıma karşı yapılacak çıkışların ilki, tarih boyunca eksilmez bir dikkatle ilgi çekmiş bazı sorunların, bazı incelemelerin, örneğin doğal güzellikle ilgili sorun ve incelemelerin estetiğin alanı dışına çıkarılmış olmasıdır. Gerçekten de, Italyan estetikçisi Benedetto Croce gibi bazı estetikçiler estetiğin bu alanını tamamen bir kenara atarlar. Croce'ye göre Güzel, daima, artistik yaratış süreci sonunda ulaşılan, başarılan şeydir. insanın da bir parçası olduğu Doğa'nın yaratıcı gücünü yadsımak, sanatı nesnel kökeninden koparıp yalnızca düşünce alanına itmek olur bu.
Buna karşılık, sanatçının bir doğal güzellikten, diyelim bir gün batımından esinlendiği, bu doğal güzelliğin kendi üzerinde yaptığı etkiyi sanat izleyicisi üzerinde yeniden yaratmak için yapıtına koyduğu söylenirse, estetik olguyu yalnızca sanatla sınırlayan tanımın hesaba katmadığı şeyleri estetiğin alanı içine yeniden katmanın yollarını da bulmuş oluruz. Bugün, ciddi metodolojik temeller arayan bir estetiğin en kullanışlı yönelimini temsil eden bu tanımın bu noktada sağlam, etkili ve daha açıklayıcı olacağı hemen görülebilir.
Bu tanıma karşı çıkanların, Güzelliğe ve öteki estetik değerlere verilecek dikkatle, seyircinin doğa karşısındaki hatta bir sanat yapıtı karşısındaki duygularının incelenmesinin, estetikte ancak bağımlı ve uygun olmayan bir tarzda görüneceğini, estetik ile sanat biliminin iki ayrı, hatta birbirine rakip disiplin olduğunu söylemeleri doğru görünmemektedir. Çünkü biz, filozofik ve epistemolojik nedenlerle, doğadaki kurucu, düzenleyici süreçlerle sanatın benzerliğini, andırışını ifade ederken, bunda, estetik incelemelerin birliği için yetkin ve son derece uygun bir temel buluyoruz.
Estetiğin, bugün diğer bilim dallarıyla ilişkisi ve onlardan yararlanma derecesi ne olursa olsun, insanın yaratıcı etkinliğini, bu etkinliğin ortaya çıkışına katılan doğal, toplumsal ve kişisel etkenlerin neler olduğunu, bugüne kadar yaratılmış sanat yapıtlarına bakarak inceleyen, yasalarını bulmağa çalışan, bu arada devamlı gelişen etkin gerçekliği de gözden uzak tutmayan bir bilim: sanatların bilimi olmağa doğru gidişi, «estetik Güzel'in bilimidir» ya da «estetik biçimlerin bilimidir» gibi çok dar tanımların yanında yadsınamayacak bir gerçektir.