Miletliler'in Teorileri

Yunan materyalizminin büyük değeri, dünyanın kuruluşu üstüne mitolojiye değgin fikirlerin ve dinî mahiyetteki evrenin yaratılış bilgilerinin (cosmogoni) yerine doğanın sonsuzluğu ve yokolmazlığı doktrinini ve bütün doğa olaylarının başlangıç ve gelişme teorisini ortaya koymuş olmasındadır.

Materyalizmin en eski temsilcileri, varlığın kökünde tanrısal bir eylem değil tek maddî bir ilke, bir "ilk madde" bulunduğunu zaten ifade etmişlerdi. Demek ki onlar, dünyanın maddî niteliğini ve çeşitli olayların hareket (devinme) halindeki maddenin çeşitli biçimlerini temsil ettiklerini ileri sürüyorlar. Fizik, masalın yerini alıyor. Dünyaların meydana gelişi ve gelişim seyirleri doğal süreçlerle belirlenmiş­tir. Hattâ, yıldızlar da, Platon, Aristoteles ve stoacıların kendilerini her zaman yerleştirecekleri yerden, tanrıların katından madde sırasına gelirler.

Milet'li Thales temel unsurun su olduğunu ilân ediyordu. Aristo'ya göre, o bu görüşünü gözlem üstüne kuruyordu: her varlık, yani her bitki yaş tözlerle (cevherlerle) beslenir, herşeyin ya tohumu ya da filizi yaştır ya da neme ihtiyacı vardır. Nihayet, su donup katılaşarak ya da buharlaşarak her şeyi üretir, toprak bile suyun ya yatağı ya da deposudur.

Şunu eklemek gerekir ki, Thales, maddeyi (hyle) ancak onun içinde var olan ve onu canlandıran bir kuvvetle (zoe) birlikte tasarlıyordu. Su, hayatı ve onun bütün belirtilerini bizzat kendi özünde ihtiva eder. Bunun içindir ki ilk materyalistlerin felsefesine "hylozoisme" denilir. Bu felsefede devindiren (muharrik) devinenden (müteharrik) ayrılmamış­tır, devindiren, hareket veren, doğanın dışında değildir.

Thales'de herşeyin "tanrıyla dolu" olduğunun belirtilmesi yalnızca, maddeye gene kendisi tarafından can verildiğinin saptanması anlamına gelir.

Her hareketin nedenini bazı doğaüstü dış etkenlerde değil doğrudan doğruya maddenin içinde arayan bu felsefenin çok büyük tarihsel önemi oldu. Herzen, "Doğanın incelenmesi üzerine mektupları'nın" (Les letters sur l'etude de la nature) üçüncüsünde doğru olarak şu gözlemde bulunuyor.

"Thales'in doğaya başvurduğu andan itibaren Olympos'un kaderi çizildi; Thales, doğada gerçeği arayarak ve puta tapıcı tanımlamaları hesaba katmaksızın kendi anlayışını açıkladı, lyonyalılar'ın içinde yaşadıkları atmosfer Eleusis’in esrarlarının ölümünü filiz halinde içinde taşıyordu. îyonyalılar’ı, şeylerin temel unsuru olarak amprik bir eleman seçmeleriyle ortaya çı­kan, düşün alanındaki yetersiz kavrayışları yüzünden kınayacak bir kimse haklı olurdu; ama öte yandan Yunanlıların, ilkelerini doğanın dışında değil içinde aramaya, sonsuzu, sonu olanda, düşünceyi varlıkta, ölümsüzü ölümlüde aramaya sevkeden salt gerçekçi olan dirayeti en doğru biçmide değerlendirmek de önemlidir. Onlar, bilimsel bir alana el atmışlardı."

Devinme halindeki sonsuz bir madde kabul edilen suyun, temel unsur olarak anlaşılması, herşeyin sudan çıktığı ve suya geri döndüğü fikri, maddenin bir durumdan ötekine geçişi üstüne materyalist teorinin parlak bir taslağını teşkil ediyordu. Bilimsel ve rasyonalist yol açı­lıyordu.

L. Mabilleau bunları geçen yüzyılda çok iyi anlatıyordu:

"İngiliz kimyacısı Prout, basit olarak bilinen cisimlerin, her ne kadar bir an için indirgenemez gibi görünseler de, birbirlerinden bağımsız olamıyacaklarını bulunca, bu cisimler içinde en hafif ve en basit olanını, hidrojen'i seçti ve bunun ötekilerin ilk maddesi olduğunu, ötekilerin bunun elemanlarının gittikçe artan bir yoğunlaşması ile birbiri arkasından sırayla meydana geldiklerini tasarladı. Bu, Thates'in yapmış olduğuna benzer bir şey değil miydi? Evrensel bileştirici (terkip edici) rol ile yü­kümlü elemanın, Yunan fizikçisi tarafından yanlış seçilmiş olması ve bu yanlış seçmin, bugün çocukça bulmağa kendimizde hak gördüğümüz nedenlerle yapılmış olması o kadar önemli değildir; ilke konmuştur ve devam edecektir."

Benzerliklere elbette aşırı bir önem verilmemelidir. İlkçağ Yunan bilginlerinin hava, su, toprak vb. arasındaki kimyasal ayrılıklar üstüne hiçbir fikirleri yoktu. Bu elemanların fizik özelliklerini de hemen hemen hiç bilmiyorlardı. Bunun içindir ki örneğin ateşin topraktan, havanın ateşten, suyun havadan doğduğunu ifade ederek, çok kez, doğa olaylarının dıştaki ve görünen benzerlikleri ve ayrılıkları üzerinde duruyorlardı. Bu tanımlamalar ne kadar safça olurlarsa olsunlar, fizik ve kimyanının sonraki buluşlarına ne kadar aykırı bulunurlarsa bulunsunlar, bu durum, onların dünyanın maddî birliği (unite) konusunda derin bir önsezi taşımalarını önlemez, ve bu önsezi İlkçağ materyalizminin başlıca kazancını teşkil eder.

Thales'in vatandaşı, ve öğrencisi Anksimenes temel unsur olmak rolünü havaya verir. Seyrekleşmiş hava, ateşi, yoğunlaşmış hava rüzgârı, bulutları, suyu, toprağı ve sonunda taşı yaratır. Böylece nicelikte bir değişme nitelikte bir değişmeyi anlaşılır kılmakta, izah etmektedir.

Felsefe tarihçileri, Anaksimenesin, değişkenliği, devingenliği, biçim değiştirebilirliği ve varlığının evrenselliği ile; yağmuru, onun sonucu olarak balçığı ve ateşi meydana getirir görünüşü ile "hava"yı genel temel unsur olarak kabul etmekle, mantıklı olmak bakımından, Thales’i nasıl aştığını göstermek için kendilerini sıkıntıya sokmadılar.

Tanrılar havayı yapmadılar, ama hava tanrıları yaptı. Nasıl ki, ruhumuz (canımız) havadan yapılmış olduğu için bizi bir tüm olarak, bağlı bir bütün halinde tutar; nasıl ki soluk (souffle) ve hava da bütün dünyayı kucaklar.

Milet'deki materyalizmin üçüncü temsilcisi Anksimandros, dünyanın nitelik bakımından bütün çeşitliliğini doğrudan doğruya algılanabilir (idrak edilebilir) bir töze vardırmaktan vazgeçti ve tek ve ölümsüz temel unsurun, zaman ve mekan (etendue) ve nitelik bakı­mından sınırsız, başka bir deyimle sonsuz ve belirsiz (indetermine) olan apeiron olduğunu ileri sürdü.

Yalnız bu sonsuz madde, hiç yok olmadan, sonsuza kadar yaratıcı olabilir; o, Thaldes'in suyu, Anksimenes'in havası gibi kendiliğinden devinir, ve her şeye kendi bağrında can verir. Apeiron bütün zıtları bir kudret halinde içinde saklar; kendi öz enerjisi gereğincedir ki bütün varlıkları kendinden çıkarttırır. Bundan böyle madde kavramı somut ve duyusal anlamlardan kurtulmuştur.

Bu düşünürler, dünyayı, mitolojiye aykırı biçimde, sonsuz ve aralıksız olarak sürüp giden bir değişme ve gelişme içinde görüyorlardı, örneğin, Anaksimenes, "güneş, ay ve bütün gök cisimleri"nin, ilk baş­ta topraktan yapıldıklarını öğretiyordu; "topraktan, seyrekleşerek ateş olan nem yükseliyordu, ve bu yükselen ateşten yıldızlar oluşmuşlardı. Deney yolu ile ispattan yoksun olan bu görüşün çocuksuluğuna karşın bu, dünyayı maddesel birliği ve gelişmesi içinde ilk kavrama girişimi çok büyük bir önem taşır.

Milet'lilerin materyalizmi, tanrı tanımazlığa (ateisme) açıkça eğilim gösterir, ilkçağ geleneği Thales'i bir tanrıtanamaz olarak kabul etmeye kadar varır; çünkü, Thales tanrıları kabul etmekle birlikte onları, bütün canlı varlıklar için olduğu anlamda, bozulabilir sayıyor, ve onların, bütün bu varlıklar gibi, sudan gelme balçıktan yaratıldıklarını kabul ediyordu. Anaksimandros'a göre, sonsuz evrenin sayısız dünyaları­nın, ne oluşunda, ne gelişmesinde, ne de yok olmasında tanrıların hiçbir payı yoktu. Anaksimenes tanrıların da ilk temel unsurdan, havadan meydana geldiklerini öğretiyordu; onun ardıllarından biri, Anaksagoras ve Leukippos'un ötesindeki öğrencisi olan Apollonyalı illiryalı Diogenes bu öğretiyi tekrarlıyacaktır. Dünyanın bütün dönü­şümlerini tanrıların işe karışmasıyla değil, maddenin ölümsüz ve tanrı­sız hareketiyle açıklar.

O zamana kadar masalın, mit'in yeterli olduğu yerde bu herşeyi kavramak iradesi "çok devrimci" bir şey, "müthiş bir olay" idi.

iyon materyalistleri olayların çeşitliliğini ve sonsuz akıcılığını öğ­rettiler. Anaksimandros'un, henüz gelişmemiş bir biçimde de olsa, tek maddî temel unsurun bağrında, çeşitli olayların meydana çıkışının sebebi olan zıtlıkların varlığı sorununu ortaya koyduğunu daha önce de göstermiştik. O, apeiron'dan içinde saklı bulundurduğu zıtların: sıcak ve soğuğun, kuru ve yaşın açığa çıktıklarını ve böylece bütün şeylerin meydana geldiğini söylüyordu. Bu anlatım bir ile çoğul'un diyalektiğinin bir sanısını içinde saklar.

Anaksimandros'un 'kendiliğinden' diyalektiği, onun, apeiron'dan üreyen sayısız dünyanın kuruluşları ve yokoluşları üstüne materyalist teorisinde kendini gösterir. Theophraste, bu öğretinin değerli tanıklığı­nı yapmıştır:

"... Anaksimandros, Thales’in arkadaşı, Sınırsızlıkta, genel oluşların ve genel yokoluşların bütün nedeni yatmaktadır, diyor Anaksimandros'dan başlayaraktır ki, gökler ve genel olarak sayıları sonsuz olan duygular kuruldu diyor. Bu dünyaların yıkı­lışları ve ondan çok önce yaradılışları, sonu olmayan bir zamandan beri onların her zaman aynı olan dönüşleri sonucunu verdi."

Bu dünyaların hepsinin benzer bir kuruluşu, benzer bir yapısı ve benzer bir kaderleri vardır. Eğer nedenler aynı ise onlarla bağıntılı sonuçların da değişmez olduğu gerekircilik (determinizm) temeli üzerine kurulan büyük bilimsel yapıların önsezisini görürüz.

Kaynak: Georges Cogniot - İLKÇAG MATERYALİZMİ

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP