Soru 31 : Tasavvufun, felsefe açısından taşıdığı gerçek önem nereden geliyor?
|
İslâm dini, toplum hayatını, insanın bilgisini, eylemini, ne umud edebileceğini, alınyazısının ne olduğunu kesin açıklamalar ve kurallar halinde ortaya koymuş bir dindir, insanoğlunun hem maddî ıhem manevî hayatını en ince ayrıntısına (teferruatına) kadar, belli ilkelere ve kurallara bağlamıştır. İslâm dininde, Hıristiyanlıkta gördüğümüz kilise yoktur, tanrı ile kişi arasına bir başka kurum (müessese) girmemiş gibi görünür. Bununla birlikte, islâm dininin dogmaları (nasları), insanoğlunun hayatı ile ilintili her şeyi belirlemiş, kurallara bağlamış, anlamlarını açıklamıştır. Sağlıklı yaşamak için ne yapmak gerektiğinden, hukuk kurallarının nasıl olması gerektiğine; cinsel hayattan ölümden sonra başımıza neler geleceğine kadar her şey, islâm dininden çıkarılan yasalarla ve dogmalarla belirlenmiş ve açıklanmıştır, islâm dininin en yaygın ve etkili akımı olan «ehli sünnet», bu kuralları apaçık şekilde ortaya koymuştur. İslâm dogmalarını olduğu gibi kabul edenler ve bunlardan ayrılmayanlar «ehli sünnet» akımı içinde yer alırlar. Bu dinî görüşte, genel kuralların, tek tek insanların araştırma, eleştirme, ıbuima, bağlanma ve inanma çabasının yerine geçtiği görülür. Bu özelliğe sadece islâm dininde rastlamıyoruz. Gelişmiş dinlerin hemen hepsi (Musevilik, Hıristiyanlık) tek insana karşı bu çeşit genel kuralları ve dogmaları ileri sürmüşlerdir.
Tasavvufun önemi ve özelliği, bu genel çerçeve içinde, tek insanın yaşantısını, deneyini, hakikati arayışını ve bulmak hakkını bir ilke olarak ileri sürmüş olmasıdır. Tasavvuf, dinin, ileri sürdüğü ilkeleri yani dinin emirlerini, yasaklarını, açıklamalarını ve yüklediği ödevleri, altında bambaşka ve derin anlamlar yatan dışşekiller, örtüler, kabuklar olarak görmektedir. Bu örtüleri kaldırarak, gerçek ve derin anlama inmek, insan hayatının ve alınyazısının gerçek anlamını bulmak, tasavvufun başlıca amacıdır. Burada, daha önce ilkçağ felsefesini açıklarken belirttiğimiz gibi, felsefî bir davranışla karşı karşıyayız. Hakikat açıkça verilmiş değildir, belki de hakikatin sadece dışgörünüşü, kabuğu verilmiştir, insan, bu dışgörünüşü aşıp, gerçek anlama, bilgeliğe, ahlâklı ve temiz bir hayat yaşamaya yönelmek zorundadır. Tasavvuf, bütün gerçek felsefî çabala gibi genel kuralları, açıklamaları, buyrukları ve yasakları aşarak, doğru - olana, hakikî-olana yönelen, onu arayan bir bilgelik çabasıdır. Gerçi, dışgörünüşten. iç hakikate götü ren yoldan geçmek için bazı kurallara uymak gereklidir ama bu yolculuk ve serüven yine de tek kişinin kendisinin yaptığı, kendisinin yaşadığı, kesinliğini kendisinin bildiği bir yaşantıdır. Bundan ötürü tasavvuf insana güvenme, insana inanma ve insanı yüceltmedir. Mutasavvıf şair Nesimî bu görüşü eşsiz mısralarında şöyle dile getiriyor:
Can mülkünün armağanı
sensin Tendir bu cihan,
ki canı sensin.
İslâm dini çerçevesi içinde ortaya çıktığı için hem ondan yararlanmış hem de kimi zaman «ehli sünnet» görüşüne aykırı düşmüş olan tasavvuf; sathî ve yalancı dünya değerlerinden yüzçevirdiği; kişinin kendi yaşantısını, sezgisini, eylemini ve hem kendisiyle hem de dışgerçekle savaşını anlamlı ve hakikî bir hayata varışın temelleri olarak kabul ettiği için, felsefî düşüncenin ve davranışın özüne uygun, ilgi çekici ve orijinal bir çabadır. Bu çaba, kuralların ve dogmaların, körü körüne kabul edilmiş inançların ve sadece şekille ilgili düşüncelerin ötesinde, insanoğlunun yaşantısı, duygusu, iyilik özlemi, daha âdil ve doğru bir düzen isteği ile eyleminin sağlam bir bütün teşkil etmesine yönelmesi bakımından ayrı bir önem taşır.