Soru 78 : Ruh (Zihin) nasıl gelişir?
|
insan bilincinde, tabiatın ide'den ayrıdüşmüşlüğünün, yabancılaşmasının ortadan kalktığını söyledik.Demek ki,tabiatı hakikati; düşüncede,ruhta,zihinde bulunmaktadır. Tabiat, insanoğlunda, kendisini -bilen varlık, yani sadece kendisinde- varlık değil kendisi - için varlık haline gelmektedir. Ama zihnin kendi kendisini tanıması birden bire olmaz; birçok adımların atılması, birçok uğraklardan geçilmesi gerekir. Zihin (insanoğlunun düşüncesi ve aynı zamanda mutlak varlık yani ide) kendisine yönelmiş özgür bir varlık, kendisini bilip tanıyan bağımsız bir gerçeklik yani kendisi-için varlık haline gelmek için, tabiattan yavaş yavaş sıyrılır. Bundan ötürü zihin, başlangıçta, içinde bulunduğu iklim şartları, ortaya çıktığı yer, mensup olduğu ırk ve milliyet tarafından belirlenmiştir. Henüz gelişmemiş bir ruh halindedir ve bu haliyle antropoloji biliminin araştırma ve inceleme konusunu teşkil eder. Ruhun henüz tabiattan tamamen sıyrılamadığı bu aşamada, ona tekabül eden kavrayış biçimi «duyum» dur. Ruh daha sonraki aşamada «duyguya» ya da «duyuşa» geçer.
Duyuş'un en gelişmiş ve tamamlanmış şekli «kendini - duyuş» tur. «Kendini - duyuş» ise bilince götüren bir ara - basamaktır. Bilinç, böylece, duyum, algı ve anlayış aşamalarından geçerek kendini özgür bir Ben (ruh, zihin) olarak tanır. Başka benleri de tanır ve kabul eder. Böylece ahlâklılık ve devlet ortaya çıkar. Bu durum ben'in, kendi içinde kalmaktan kurtularak genel kurallara ve öznelliklen nesnelliğe yükselmesi demektir. Böylece herkes için geçerli olan, herkesi kavrayan nesnel zihin (Ruh) ortaya çıkmış olur. Nesnel Ruh, hukuk, devlet, ahlâklılık şeklinde kendini ortaya koyar ve geliştirir. Tarih dediğimiz şey halklarda beliren zihnin gelişmesinden başka şey değildir.
Tarihin belli bir anında belli bir halk, zihnin (ruhun) gelişimini üzerine alır ve gerçekleştirir. Ruhun, hukuk, devlet, ahlâk ve tarih alamndaki bu nesnelleşmesi boyunca; kendine dönüşü, kendini tanıması; mutlak ide'ye dönmesi ve onun bilincine varması da söz konusudur, özel isteklerin, tutkuların ve eğilimlerin alanında, herkes için geçerli nesnel ilkeleri ortaya koyarak bunları hukuk, ahlâk, devlet şeklinde kabul eden Ruh, bütün şartlardan sıyrılarak kendini tanımaya, kendi maddî - olmayan özünü bilip görmeye; bunun mutlak bir varlık olduğunu farketmeye başlar. Böylece «Mutlak Ruh» haline gelir. Mutlak Ruh'un birinci aşaması «sanat»tır. Sanat, İde'nin sezgiyle ve doğrudan doğruya tanınıp bilinerek ortaya konulmasıdır.
İkinci aşaması ise «din» dir. Din, İde'nin doğrudan doğruya görüp bildiğimiz bütün varlıklara üstün olduğunun keşin olarak kavranmasıdır. Sonlu ve tikel (tek tek) olan bütün varlıkların mutlak varlık tarafından kapsandığının, bu varlıkların ona boyun eğdiklerinin kabul edilmesidir. Mutlak Ruh'un üçüncü aşaması ise «felsefe» dir. Felsefe hem sanatın hem de dinin aşılması ve onların içlerinde taşıdıkları hakikatin daha üst bir düzeyde kavranmasıdır. Felsefe, ide'yi, mutlak varlık olarak kavrar ve onu hem maddî olmayan bir düşünce hem de elle tutulup gözle görülebilen bütün varlıkların birliği olarak kavrar.
Duyuş'un en gelişmiş ve tamamlanmış şekli «kendini - duyuş» tur. «Kendini - duyuş» ise bilince götüren bir ara - basamaktır. Bilinç, böylece, duyum, algı ve anlayış aşamalarından geçerek kendini özgür bir Ben (ruh, zihin) olarak tanır. Başka benleri de tanır ve kabul eder. Böylece ahlâklılık ve devlet ortaya çıkar. Bu durum ben'in, kendi içinde kalmaktan kurtularak genel kurallara ve öznelliklen nesnelliğe yükselmesi demektir. Böylece herkes için geçerli olan, herkesi kavrayan nesnel zihin (Ruh) ortaya çıkmış olur. Nesnel Ruh, hukuk, devlet, ahlâklılık şeklinde kendini ortaya koyar ve geliştirir. Tarih dediğimiz şey halklarda beliren zihnin gelişmesinden başka şey değildir.
Tarihin belli bir anında belli bir halk, zihnin (ruhun) gelişimini üzerine alır ve gerçekleştirir. Ruhun, hukuk, devlet, ahlâk ve tarih alamndaki bu nesnelleşmesi boyunca; kendine dönüşü, kendini tanıması; mutlak ide'ye dönmesi ve onun bilincine varması da söz konusudur, özel isteklerin, tutkuların ve eğilimlerin alanında, herkes için geçerli nesnel ilkeleri ortaya koyarak bunları hukuk, ahlâk, devlet şeklinde kabul eden Ruh, bütün şartlardan sıyrılarak kendini tanımaya, kendi maddî - olmayan özünü bilip görmeye; bunun mutlak bir varlık olduğunu farketmeye başlar. Böylece «Mutlak Ruh» haline gelir. Mutlak Ruh'un birinci aşaması «sanat»tır. Sanat, İde'nin sezgiyle ve doğrudan doğruya tanınıp bilinerek ortaya konulmasıdır.
İkinci aşaması ise «din» dir. Din, İde'nin doğrudan doğruya görüp bildiğimiz bütün varlıklara üstün olduğunun keşin olarak kavranmasıdır. Sonlu ve tikel (tek tek) olan bütün varlıkların mutlak varlık tarafından kapsandığının, bu varlıkların ona boyun eğdiklerinin kabul edilmesidir. Mutlak Ruh'un üçüncü aşaması ise «felsefe» dir. Felsefe hem sanatın hem de dinin aşılması ve onların içlerinde taşıdıkları hakikatin daha üst bir düzeyde kavranmasıdır. Felsefe, ide'yi, mutlak varlık olarak kavrar ve onu hem maddî olmayan bir düşünce hem de elle tutulup gözle görülebilen bütün varlıkların birliği olarak kavrar.