Bilgi Kavramının Tanımı
|
Prof.Dr. İsmet Gedik
Önce “Bilgi” kavramıyla neyi kast ettiğimi net bir şekilde belirteyim. Bir şakul düşünün. Bildiğiniz gibi, şakul hep yerin merkezine doğru yönelir. Peki yerin merkezi ne demek? Şu demek: Gravite veya yer çekimi denilen güç sistemi vardır; ve bu güç sistemiyle tüm maddeler birbirlerini kütleleriyle doğru orantılı, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olacak şekilde (f=m1•m2/r2) çekerler! Dünyamızdaki tüm maddeler birbirlerine yapışarak bir küre şeklinde kümeleştikleri için, dünyamızdaki tüm maddelerin toplamının oluşturduğu (yaklaşık 6.1021 tonluk) toplam bir çekim gücü oluşur ve yeryüzündeki bir madde için, bu toplam çekim gücü, yerin merkezindeymiş gibi bir bileşke oluşturur. Bu nedenle, elimizden düşen her nesne, bu merkezi çekim kuvvetini algılayarak, yerin merkezine doğru düşerler. Şakul de aynen öyle. Yeryüzü düz değildir. Yüksek dağların olduğu bölgeler vardır; derin göllerin veya denizlerin olduğu bölgeler vardır. İşte ilginç nokta burada başlar: Bir şakul, düz bir ovada iken tam yerin merkezine doğru yönelirken, yüksek bir dağın dibine geldiğinde, tam yerin merkezine yönelmeyip, biraz dağa doğru eğilerek yönelir, çünkü dağın kütlesi küçümsenecek bir şey değildir ve gözle görülebilir derecede bir sapma etkisi yapar. Yani elimizden bırakılan bir taş, dağın kütlesini de yukarıdaki formüle göre ekstradan hesaplayıp, oluşan sonuca göre bir açıyla "düşer"! Peki bir taş veya demir parçası, yakındaki bir dağda kaç ton malzeme olduğunu, aralarında kaç metre mesafe olduğunu nasıl bu kadar hassas olarak saptayıp da ona göre düşüyor? Aynı durum denizlerdeki gel-git olayında da ortaya çıkar. Ayın dünya etrafında dönmesine uygun olarak, denizlerdeki sular, ayın bulunduğu tarafa doğru kayarak, dünyanın o tarafında yükselip "gel" olayını başlatırken, doğal olarak, dünyanın Ay'a uzak tarafındaki denizlerdeki su seviyesi düşer ve "git" olayı oluşur. Hele Güneş ve Ay aynı hizaya gelip, çekim kuvvetleri bir-birlerine eklenince, bu "gel-git" oranı daha da artar. Denizlerdeki su zerrecikleri, ayın veya güneşin ne kadar kütlesi olduğunu, ne kadar uzakta olduklarını nasıl biliyorlar ve yukarıdaki formüle yerleştirerek (bizlerin karmaşık matematiksel işlemlerle zar-zor yapabildiğimiz dereceden çok daha) hassas olarak bu karmaşık hesaplamaları yapıp, ona göre kendilerine bir yön belirliyorlar? Akılları bu işlere yetmeyenler hemen kestirmeden gidip, "Bu Allah'ın işidir" veya "Bu doğanın bir işidir" deyip, işin içinden çıkarlar. Ama asıl sorun işte bu ya: "Allah (veya doğa) olayları nasıl etkileyip-yönlendiriyor? Allah'ı (veya doğayı) nasıl anlayıp-yorumlamalıyız?"
Doğa ve dünyanın sürekli değişim-dönüşüm içinde olması sonucu ortaya çıkan “değişim-dönüşümler” göstergesine zaman denir; yani zaman her şeyde var olan bir sürekli-değişim-dönüşümlülüğün sonucudur. Bizim yaşadığımız evrensel sistem sürekli bir genişleme içinde olduğundan, fizik ilkeleri gereği, enerji ve momentin evrensel ölçekte sabit tutulması gerekliliği karşısında, tüm varlıklar, enerji yoğunluğu gittikçe azalan ortamlarda yaşamak (veya bulunmak) durumuyla karşı karşıyadırlar. Bu durumda, tüm varlıklar, sürekli değişim-dönüşüm içindeki bu sisteme uyum sağlayabilmek için, çevrelerindeki değişim-dönüşümleri algılayıp, yapılarında da bunlara uygun değişim-dönüşümlere giderler. Her hangi bir şeyin yapılabilmesi, “bilgi” ile olası olduğundan, her varlık, belli bir “bilgi” oluşturur ve bu bilgiye göre davranır. Bilgi, var olan şeyleri ve bunlara ait özellikleri gözlemleyip, bu şeylerden ve özelliklerinden yararlanarak daha ekonomik bir yapısallaşmaya gitmektir. Bu temel tanımdan sonra, “bilgi” dediğimiz şeyin nasıl oluşturulduğunu inceleyelim.
Bilgiler Nasıl Oluşur?
15-20 bin yıl öncelerinde yaşayan insanları düşünün; henüz hala mağaralarda yaşıyor. Ama dünyanın her yerinde barınacak mağara yok, bol besin bulunan düz yerlerde yaşamanın bir çaresini arıyorlar. Kafalarındaki mevcut bilgilere göre bulabildikleri çözüm, toprağı kazıp bir çukur oluşturmak ve bu çukurun üzerini, öldürdükleri hayvan derileriyle örtmek. Pek ideal değil ama, yine de bir çözüm. Ama sürekli daha iyi bir çözüm arayışı içindeler. Zamanla çamurun kurutulmasıyla kerpiç gibi sert bir malzeme üretmeyi başarırlar ve bu şekilde, ağaçlardan elde ettikleri parçalardan da yararlanarak, kerpiç evler yapılmaya başlanır.
Şimdi bu yeni bilgilerin o insanların beyninde nasıl oluştuklarını günümüz nöro-fizyolojik bilgilerine göre tasarlamaya çalışalım.
Çevresini gözlemleyen bir insanın gözleri ağaçları görür; ağaç, beyindeki hücrelerce şöyle bir görüntüyü simgeleyen biyo-fiziko-kimyasal bir sinyale dönüştürülür. Beyindeki hücrelerce bu sinyal oluşturulduğunda, “ağaç” hatırlanır veya düşünülmüş olur. Ağacın parçalarına ayrılması ile oluşan tahta veya kalas gibi kısımlar da yine benzer şekilde sinyallere dönüştürülerek beyindeki bilgi deposuna yüklenirler. Benzer şekilde, doğada gözlenen tüm nesneler (toprak, su, taş, taşın parçaları olan mineraller, bitki ve hayvan türleri, vs.) birer sinyal olarak beyinde depolanırlar ve gereksinim duyulduğunda hatırlanıp, işleme konulurlar. Toprağın suyla karıştırılmasından oluşan ve istenilen formda kurutulduğunda kerpiç gibi sert bir yapı taşına dönüşen nesne “kerpiç” olarak ayrı bir kavram, ayrı bir madde olarak depolanır. Kerpiç ve ağaç parçalarının kombinasyonundan oluşan “ev” kavramı ayrı bir sinyal olarak depolanır. Beyindeki hücreler, gece-gündüz sürekli beyindeki bu bilgileri kullanarak doğa ve dünyadaki değişim-dönüşümlere karşı yeni çözümler oluşturma çabasındadırlar. Bunun için geceleri rüyalar şeklinde senaryolar oluşturulurken, gündüzleri somut deneyler, ve tasarımlar yapılır.
Kerpiç, ev, tahta gibi kavramlar sadece bu nesneleri gözlemleyip, bunları tanımlayıcı sinyaller oluşturabilen hücre-şirketleri (örn. insan) için vardırlar. Yani bu tür kavramlar hücreler arası bağlantılar ve etkileşimlerle oluşturulurlar. Tek bir hücre için kerpiç veya ağaç gibi kavramlar yoktur. Tek bir hücre için, başka hücreler ve onların yaptıkları vardır; her gün karşı-karşıya oldukları, şeker, su, her türlü mineral, her türlü protein, amino-asit, tüm kimyasal elementler, vs. gibi mikro ölçekli varlıklar ve bu varlıkları simgeleyen sinyaller onların bilgi-depolarında vardır. Dolayısıyla, yiyip-içtiğimiz her türlü besin, hücrelerimiz tarafından bu mikro-boyutlu parçalarına ayrılarak tek tek algılanıp, gerekli analiz ve sentezler yapılır ve sindirim denilen işlem gerçekleşir! Anlaşılacağı üzere, hücrenin ufku küçüktür; hücreler-şirketinin (insanın veya başka bir hayvanın) ufku genişlemiştir. Görüldüğü üzere, biz insanların gerçekleştirdiği tüm eylemler, gerçekte beden içindeki hücrelerce yapılıyor. Bizler sadece onların belli işlemleri gerçekleştirebilmek için oluşturdukları birer aygıtız. Bedenlerimizin tasarımcıları da, tamircileri de hücrelerimizdir. Kısacası, bedenimiz ve canımız tamamen onlarındır. Bir yerimiz yaralandığında, yarayı onlar kapatmaya başlarlar; bedenimize bir zararlı mikrop girdiğinde, o zararlı mikropla savaşacak “askerleri” de onlar yetiştirirler, oluşacak “ordunun sayısını” da onlar ayarlarlar; deniz kenarındaki evimizden kalkıp, 2-3 bin metrelik bir yaylada yaşamaya başladığımızda, o yükseklikte oksijen oranını azaldığını algılayıp, bu az yoğunluktaki oksijenden gerektiği kadarını taşımak için gerekli oksijen taşıyıcı (alyuvar) sayısını artıran da yine hücrelerimizdir; uzayda bir uydu içinde yaşamaya başlayan bir bedende, gravite kuvvetinin azalması nedeniyle, her zıplayışta 3-5 m. yükselip, kafası tavana çarpan insanlarda, gravite kuvvetinin azaldığını algılayıp, bu kadar yükselmeyi gerektirecek kas hücrelerine gerek olmadığı kararını alan ve fazla kas hücrelerinin intihar etmelerini sağlayanlar da yine hücrelerimizin taa kendileridir!!! Bir darbeyle beynimizdeki hücreler arası bağlantıların hasar görmesi durumunda, bilincimiz kaybolur; soğukta donmaya başladığımızda, tüm hareket yeteneklerimizin yavaş yavaş kaybolması, en sonunda düşünce bile üretemez duruma gelip, tüm bilincimizi ve hareketliliğimizi kaybetmemiz de hücreler arası bağlantıların donmasının bir sonucudur. Beynimizde bir tümör (ur) büyür ve bu ur çevresine baskı yapıp, hücreler arası bağlantıları zedelerse, bağlantıları zedelenen hücrelerin kontrolünde olan organlarımız felç olmuş olurlar. Sindirim sistemindeki hücreler boş kaldıklarında, şirket merkezine sinyal gönderince, beden yemek peşinde koşmaya başlar; seks organlarındaki hücrelerde üretilen ve depolanan "nesli devam ettirme bilgisi" sinyalleri şirket merkezine ulaşınca, "mart kedisi" gibi dolaşmaya başlanır; vs. Sözün kısası, biz insanlar, tamamen hücrelerimizin güdümünde birer vasıtayız!
Bilgi Oluşumuyla Örgütlenme Arası İlişki Şimdi bu "bilgi" dediğimiz kavramın nasıl bir şey olduğuna bakalım. Malum, doğa ve dünya sürekli değişim içinde olduğuna (yani zaman denilen olgu ortadan kaldırılamadığına) göre, bu "bilgi" olgusunun bu değişimlerle ilişkisi nasıl?
Bakınız, günümüzde sivil-toplum örgütleri denilen guruplaşmalar ortaya çıkmakta ve insanlar “tepeden bir otoriteden (liderden, vs.)” emir almadan, tamamen kendi kişisel iç dürtüleriyle bir araya gelip, toplumsal hayat sistemlerinin rayına oturtulması için neler yapılması gerekliliği konusunda çözümler ortaya koymaya çalışıyorlar; yani “bilgi oluşturuyorlar”
Hücrelerimiz de bizlerin bedenleri olan “hücre-şirketlerini” aynen böyle oluşturmuşlardır; ve doğadaki bu şekilde, içten dışa doğru gelişen, küçüklerin-büyükleri oluşturma sistemine “sinerjetik sistem” denilmektedir. Bu sistemin fiziksel ve matematiksel temelleri synergetic-fizik dalında “information & self-organization” olarak ortaya konulmuştur.
“Bilgi”siz hiçbir yapılamamakta, oluşturulamamaktadır, çünkü, bilgi varlıkları birleştiren “bağlayıcı” unsurdur. "Bilgi"nin öğeleri yönlendirici kuvvet oluşturmasını bir örnekle gösterelim: "Şu (...) meşhur kişi pazar günü saat 14de Trabzon-Atapark'da olacak." şeklinde bir bilgi yayıldığını düşünelim. Kafasında o kişi hakkında bir bilgi bulunan ve o kişiye güvenen tüm insanlar o gün o saatte, o meydanda toplanmaya başlar!
Maddelerin bir araya gelerek çeşitli bileşikler, çeşitli kümeleşmeler oluşturulması da aynen böyle olmaktadır. Bilgiyi ortaya atan kişi dünyanın bir ucunda, öğelerin birleşmesi ise dünyanın öteki ucundaki bir noktada olabilir! İşte bu durum, atom-altı-parçacıkların "nonlocality" özelliğinden kaynaklanır. Her öğe kendine has bir "bilgi" ile donatılmıştır ve bu bilgi, o maddeye has bir elektro-manyetik dalga olarak ondan çevresine yayılır. Maddenin en temel parçacıkları simetrik yapıdadırlar ve karşılıklı olarak birbirlerini tamamlarlar; yani aralarında alıcı-verici, amaç-hedef ilişkisi vardır. Onlardaki bu temel özellik, onların entegrasyonundan oluşan tüm daha büyük öğeler için de geçerlidir ve bu şekilde proton-elktron, anyon-katyon, erkek-dişi gibi tüm sistemler arasında sinyal alış-verişleri gerçekleşmeye başlar ve tüm maddeler birbirleriyle belli bir oranda karşılıklı olarak etkileşirler. Aynı tür bilgi-dalgaları, o tür bilgi-çipine sahip tüm öğelerde aynı anda aynı etkiyi yapar ve öğeler ortak davranışa girerler. Fizikçilerin "bosons" dedikleri kuvvet iletici öğeler de aynen böyle tanımlanmaktadırlar.
Bilginin “bağlayıcılık-birleştiricilik” işlevinin sağlanabilmesi, bileşenlerin hepsinde aynı türde bilginin yerleşik olmasına bağlıdır; yoksa öğeler birbirlerine yapışamazlar. (Aynı türde olan canlıların birbirleriyle eşleşip, yeni bir canlı ortaya koyabildikleri; ama farklı tür veya cinslere ait canlıların döllenmelerinin ise asla yeni bir canlı oluşumuna olanak sağlayamadıkları olgusu, bileşenlerdeki bilgilerin birbirleriyle uyumlu olmamasındandır.) Dolayısıyla, insanlar karşılıklı olarak birbirleriyle anlaşıp-uzlaşıp doğru bir toplumsal sistem oluşturamıyorlarsa, bunun iki nedeni vardır: 1- Bilgiler birbirinden farklıdır; 2- Bilgiler doğal sisteme uygun değildir, yani negatif-bilgi söz konusudur. İnsanlar arası ilişkilerde her iki neden de maalesef söz konusudur. “Negatif-bilgi” kavramı biraz sonra açıklanacaktır.
İki farklı Bilgi Sistemi Oluşumu ve Aktarımı Vardır!
Dünyaya yeni gelen bir çocuğun beynindeki bilgi depolayıcı hücreler, henüz birbirleriyle bağlantı oluşturmamışlardır. Bu nedenle yeni doğan bir çocukta henüz bilgi ve bilinç oluşmamıştır. Duyu organlarından gelen verilere göre, ilgili sinir hücreleri bir-birleriyle, zaman içinde gerekli bağlantıları yaparak, söz konusu bilgiyi betimleyecek gerekli sinyal ardışımlarını oluşturmaya başlarlar ve bu şekilde çocuk büyüdükçe, çevresiyle etkileştikçe, bilgi ve bilinç-sistemi de o oranda artmaya başlar.
Bir insanın oluşum ve gelişimini, düşünce ve davranışlarını etkileyen "bilgiler" iki ayrı kategoride bulunur.
Birincisi Kalıtsal Bilgiler olup, hücrelerin içlerindeki genlerde depolanırlar. Bu kalıtsal bilgilere göre bedenin genel çatısı ve işleyişi oluşturulur ve çocuk dünyaya gelir. Hemen çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte, şekilde gösterilen sarı hattın üstündeki 2 nolu beyin bölgesi büyümeye başlar ve bu büyüyen bölgedeki sinir hücreleri kendi aralarında örgütlenmeye başlayarak, duyu organlarından gelen verileri işleyecek ve yorumlayacak, yaşanılan ortama uygun bir işletim sistemi bilgileri oluşturmaya başlarlar. Eğitsel Bilgiler! Bu bilgiler sonradan büyüyen, beynin 2 nolu bölgesindeki hücreler arası örgütlenmelerde depolanırlar ve tamamen duyu organlarında gelen verilere uygun olurlar! İşte bu nedenle, eğitim çok çok önemlidir, ne ekersek onu biçmek zorunda kalırız.
(Hücreler, değişim-dönüşüm içindeki bir doğa ve dünya içinde oluşup-geliştiklerinden, oluşturacakları bedenlerin çevreye uyumunu kolaylaştırmak için, dış ortam verilerini işleyecek örgütlenme işlemini, dışarıdan aktarılacak verilere göre, sonradan yapmaktadırlar! Bu nedenden dolayıdır ki, bir karınca, yumurtadan çıktığı anda algıladığı ilk kokuyu, ait olduğu kolonininki olarak kabul eder; bir ördek, yumurtadan çıktığı anda gördüğü ilk hareket eden canlıyı en-yakını kabul eder; örn. o canlı bir insansa, o insanın peşinden asla ayrılmaz! Yani, dünyaya yeni gelen bir canlıya, nelerin kendisi için iyi, nelerin kötü olacağı bilgileri önceden verilmemiştir, çünkü doğa ve dünya sürekli bir değişim ve dönüşüm içindedir.) İnsanlarda da bu özellik aynen vardır ve çocuklarımızın düşünce ve davranışları, çocukluk evresinde onlara aktarılan ilk bilgilerle denetlenirler!)
İnsanlarda da bu özellik aynen vardır ve insanların düşünce ve davranışları, çocukluk evresinde onlara aktarılan ilk bilgilerle denetlenirler! Çocukluk dönemi sonrasında vereceğiniz başka bilgilerle, daha önceden oluşturulmuş olan bu ilk işletim sistemini değiştiremezsiniz! Bu saptama çok çok önemlidir, çünkü "doğru" olgusunun saptanmasının 2. ön şartıdır.
Önce “Bilgi” kavramıyla neyi kast ettiğimi net bir şekilde belirteyim. Bir şakul düşünün. Bildiğiniz gibi, şakul hep yerin merkezine doğru yönelir. Peki yerin merkezi ne demek? Şu demek: Gravite veya yer çekimi denilen güç sistemi vardır; ve bu güç sistemiyle tüm maddeler birbirlerini kütleleriyle doğru orantılı, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olacak şekilde (f=m1•m2/r2) çekerler! Dünyamızdaki tüm maddeler birbirlerine yapışarak bir küre şeklinde kümeleştikleri için, dünyamızdaki tüm maddelerin toplamının oluşturduğu (yaklaşık 6.1021 tonluk) toplam bir çekim gücü oluşur ve yeryüzündeki bir madde için, bu toplam çekim gücü, yerin merkezindeymiş gibi bir bileşke oluşturur. Bu nedenle, elimizden düşen her nesne, bu merkezi çekim kuvvetini algılayarak, yerin merkezine doğru düşerler. Şakul de aynen öyle. Yeryüzü düz değildir. Yüksek dağların olduğu bölgeler vardır; derin göllerin veya denizlerin olduğu bölgeler vardır. İşte ilginç nokta burada başlar: Bir şakul, düz bir ovada iken tam yerin merkezine doğru yönelirken, yüksek bir dağın dibine geldiğinde, tam yerin merkezine yönelmeyip, biraz dağa doğru eğilerek yönelir, çünkü dağın kütlesi küçümsenecek bir şey değildir ve gözle görülebilir derecede bir sapma etkisi yapar. Yani elimizden bırakılan bir taş, dağın kütlesini de yukarıdaki formüle göre ekstradan hesaplayıp, oluşan sonuca göre bir açıyla "düşer"! Peki bir taş veya demir parçası, yakındaki bir dağda kaç ton malzeme olduğunu, aralarında kaç metre mesafe olduğunu nasıl bu kadar hassas olarak saptayıp da ona göre düşüyor? Aynı durum denizlerdeki gel-git olayında da ortaya çıkar. Ayın dünya etrafında dönmesine uygun olarak, denizlerdeki sular, ayın bulunduğu tarafa doğru kayarak, dünyanın o tarafında yükselip "gel" olayını başlatırken, doğal olarak, dünyanın Ay'a uzak tarafındaki denizlerdeki su seviyesi düşer ve "git" olayı oluşur. Hele Güneş ve Ay aynı hizaya gelip, çekim kuvvetleri bir-birlerine eklenince, bu "gel-git" oranı daha da artar. Denizlerdeki su zerrecikleri, ayın veya güneşin ne kadar kütlesi olduğunu, ne kadar uzakta olduklarını nasıl biliyorlar ve yukarıdaki formüle yerleştirerek (bizlerin karmaşık matematiksel işlemlerle zar-zor yapabildiğimiz dereceden çok daha) hassas olarak bu karmaşık hesaplamaları yapıp, ona göre kendilerine bir yön belirliyorlar? Akılları bu işlere yetmeyenler hemen kestirmeden gidip, "Bu Allah'ın işidir" veya "Bu doğanın bir işidir" deyip, işin içinden çıkarlar. Ama asıl sorun işte bu ya: "Allah (veya doğa) olayları nasıl etkileyip-yönlendiriyor? Allah'ı (veya doğayı) nasıl anlayıp-yorumlamalıyız?"
Doğa ve dünyanın sürekli değişim-dönüşüm içinde olması sonucu ortaya çıkan “değişim-dönüşümler” göstergesine zaman denir; yani zaman her şeyde var olan bir sürekli-değişim-dönüşümlülüğün sonucudur. Bizim yaşadığımız evrensel sistem sürekli bir genişleme içinde olduğundan, fizik ilkeleri gereği, enerji ve momentin evrensel ölçekte sabit tutulması gerekliliği karşısında, tüm varlıklar, enerji yoğunluğu gittikçe azalan ortamlarda yaşamak (veya bulunmak) durumuyla karşı karşıyadırlar. Bu durumda, tüm varlıklar, sürekli değişim-dönüşüm içindeki bu sisteme uyum sağlayabilmek için, çevrelerindeki değişim-dönüşümleri algılayıp, yapılarında da bunlara uygun değişim-dönüşümlere giderler. Her hangi bir şeyin yapılabilmesi, “bilgi” ile olası olduğundan, her varlık, belli bir “bilgi” oluşturur ve bu bilgiye göre davranır. Bilgi, var olan şeyleri ve bunlara ait özellikleri gözlemleyip, bu şeylerden ve özelliklerinden yararlanarak daha ekonomik bir yapısallaşmaya gitmektir. Bu temel tanımdan sonra, “bilgi” dediğimiz şeyin nasıl oluşturulduğunu inceleyelim.
Bilgiler Nasıl Oluşur?
15-20 bin yıl öncelerinde yaşayan insanları düşünün; henüz hala mağaralarda yaşıyor. Ama dünyanın her yerinde barınacak mağara yok, bol besin bulunan düz yerlerde yaşamanın bir çaresini arıyorlar. Kafalarındaki mevcut bilgilere göre bulabildikleri çözüm, toprağı kazıp bir çukur oluşturmak ve bu çukurun üzerini, öldürdükleri hayvan derileriyle örtmek. Pek ideal değil ama, yine de bir çözüm. Ama sürekli daha iyi bir çözüm arayışı içindeler. Zamanla çamurun kurutulmasıyla kerpiç gibi sert bir malzeme üretmeyi başarırlar ve bu şekilde, ağaçlardan elde ettikleri parçalardan da yararlanarak, kerpiç evler yapılmaya başlanır.
Şimdi bu yeni bilgilerin o insanların beyninde nasıl oluştuklarını günümüz nöro-fizyolojik bilgilerine göre tasarlamaya çalışalım.
Çevresini gözlemleyen bir insanın gözleri ağaçları görür; ağaç, beyindeki hücrelerce şöyle bir görüntüyü simgeleyen biyo-fiziko-kimyasal bir sinyale dönüştürülür. Beyindeki hücrelerce bu sinyal oluşturulduğunda, “ağaç” hatırlanır veya düşünülmüş olur. Ağacın parçalarına ayrılması ile oluşan tahta veya kalas gibi kısımlar da yine benzer şekilde sinyallere dönüştürülerek beyindeki bilgi deposuna yüklenirler. Benzer şekilde, doğada gözlenen tüm nesneler (toprak, su, taş, taşın parçaları olan mineraller, bitki ve hayvan türleri, vs.) birer sinyal olarak beyinde depolanırlar ve gereksinim duyulduğunda hatırlanıp, işleme konulurlar. Toprağın suyla karıştırılmasından oluşan ve istenilen formda kurutulduğunda kerpiç gibi sert bir yapı taşına dönüşen nesne “kerpiç” olarak ayrı bir kavram, ayrı bir madde olarak depolanır. Kerpiç ve ağaç parçalarının kombinasyonundan oluşan “ev” kavramı ayrı bir sinyal olarak depolanır. Beyindeki hücreler, gece-gündüz sürekli beyindeki bu bilgileri kullanarak doğa ve dünyadaki değişim-dönüşümlere karşı yeni çözümler oluşturma çabasındadırlar. Bunun için geceleri rüyalar şeklinde senaryolar oluşturulurken, gündüzleri somut deneyler, ve tasarımlar yapılır.
Kerpiç, ev, tahta gibi kavramlar sadece bu nesneleri gözlemleyip, bunları tanımlayıcı sinyaller oluşturabilen hücre-şirketleri (örn. insan) için vardırlar. Yani bu tür kavramlar hücreler arası bağlantılar ve etkileşimlerle oluşturulurlar. Tek bir hücre için kerpiç veya ağaç gibi kavramlar yoktur. Tek bir hücre için, başka hücreler ve onların yaptıkları vardır; her gün karşı-karşıya oldukları, şeker, su, her türlü mineral, her türlü protein, amino-asit, tüm kimyasal elementler, vs. gibi mikro ölçekli varlıklar ve bu varlıkları simgeleyen sinyaller onların bilgi-depolarında vardır. Dolayısıyla, yiyip-içtiğimiz her türlü besin, hücrelerimiz tarafından bu mikro-boyutlu parçalarına ayrılarak tek tek algılanıp, gerekli analiz ve sentezler yapılır ve sindirim denilen işlem gerçekleşir! Anlaşılacağı üzere, hücrenin ufku küçüktür; hücreler-şirketinin (insanın veya başka bir hayvanın) ufku genişlemiştir. Görüldüğü üzere, biz insanların gerçekleştirdiği tüm eylemler, gerçekte beden içindeki hücrelerce yapılıyor. Bizler sadece onların belli işlemleri gerçekleştirebilmek için oluşturdukları birer aygıtız. Bedenlerimizin tasarımcıları da, tamircileri de hücrelerimizdir. Kısacası, bedenimiz ve canımız tamamen onlarındır. Bir yerimiz yaralandığında, yarayı onlar kapatmaya başlarlar; bedenimize bir zararlı mikrop girdiğinde, o zararlı mikropla savaşacak “askerleri” de onlar yetiştirirler, oluşacak “ordunun sayısını” da onlar ayarlarlar; deniz kenarındaki evimizden kalkıp, 2-3 bin metrelik bir yaylada yaşamaya başladığımızda, o yükseklikte oksijen oranını azaldığını algılayıp, bu az yoğunluktaki oksijenden gerektiği kadarını taşımak için gerekli oksijen taşıyıcı (alyuvar) sayısını artıran da yine hücrelerimizdir; uzayda bir uydu içinde yaşamaya başlayan bir bedende, gravite kuvvetinin azalması nedeniyle, her zıplayışta 3-5 m. yükselip, kafası tavana çarpan insanlarda, gravite kuvvetinin azaldığını algılayıp, bu kadar yükselmeyi gerektirecek kas hücrelerine gerek olmadığı kararını alan ve fazla kas hücrelerinin intihar etmelerini sağlayanlar da yine hücrelerimizin taa kendileridir!!! Bir darbeyle beynimizdeki hücreler arası bağlantıların hasar görmesi durumunda, bilincimiz kaybolur; soğukta donmaya başladığımızda, tüm hareket yeteneklerimizin yavaş yavaş kaybolması, en sonunda düşünce bile üretemez duruma gelip, tüm bilincimizi ve hareketliliğimizi kaybetmemiz de hücreler arası bağlantıların donmasının bir sonucudur. Beynimizde bir tümör (ur) büyür ve bu ur çevresine baskı yapıp, hücreler arası bağlantıları zedelerse, bağlantıları zedelenen hücrelerin kontrolünde olan organlarımız felç olmuş olurlar. Sindirim sistemindeki hücreler boş kaldıklarında, şirket merkezine sinyal gönderince, beden yemek peşinde koşmaya başlar; seks organlarındaki hücrelerde üretilen ve depolanan "nesli devam ettirme bilgisi" sinyalleri şirket merkezine ulaşınca, "mart kedisi" gibi dolaşmaya başlanır; vs. Sözün kısası, biz insanlar, tamamen hücrelerimizin güdümünde birer vasıtayız!
Bilgi Oluşumuyla Örgütlenme Arası İlişki Şimdi bu "bilgi" dediğimiz kavramın nasıl bir şey olduğuna bakalım. Malum, doğa ve dünya sürekli değişim içinde olduğuna (yani zaman denilen olgu ortadan kaldırılamadığına) göre, bu "bilgi" olgusunun bu değişimlerle ilişkisi nasıl?
Bakınız, günümüzde sivil-toplum örgütleri denilen guruplaşmalar ortaya çıkmakta ve insanlar “tepeden bir otoriteden (liderden, vs.)” emir almadan, tamamen kendi kişisel iç dürtüleriyle bir araya gelip, toplumsal hayat sistemlerinin rayına oturtulması için neler yapılması gerekliliği konusunda çözümler ortaya koymaya çalışıyorlar; yani “bilgi oluşturuyorlar”
Hücrelerimiz de bizlerin bedenleri olan “hücre-şirketlerini” aynen böyle oluşturmuşlardır; ve doğadaki bu şekilde, içten dışa doğru gelişen, küçüklerin-büyükleri oluşturma sistemine “sinerjetik sistem” denilmektedir. Bu sistemin fiziksel ve matematiksel temelleri synergetic-fizik dalında “information & self-organization” olarak ortaya konulmuştur.
“Bilgi”siz hiçbir yapılamamakta, oluşturulamamaktadır, çünkü, bilgi varlıkları birleştiren “bağlayıcı” unsurdur. "Bilgi"nin öğeleri yönlendirici kuvvet oluşturmasını bir örnekle gösterelim: "Şu (...) meşhur kişi pazar günü saat 14de Trabzon-Atapark'da olacak." şeklinde bir bilgi yayıldığını düşünelim. Kafasında o kişi hakkında bir bilgi bulunan ve o kişiye güvenen tüm insanlar o gün o saatte, o meydanda toplanmaya başlar!
Maddelerin bir araya gelerek çeşitli bileşikler, çeşitli kümeleşmeler oluşturulması da aynen böyle olmaktadır. Bilgiyi ortaya atan kişi dünyanın bir ucunda, öğelerin birleşmesi ise dünyanın öteki ucundaki bir noktada olabilir! İşte bu durum, atom-altı-parçacıkların "nonlocality" özelliğinden kaynaklanır. Her öğe kendine has bir "bilgi" ile donatılmıştır ve bu bilgi, o maddeye has bir elektro-manyetik dalga olarak ondan çevresine yayılır. Maddenin en temel parçacıkları simetrik yapıdadırlar ve karşılıklı olarak birbirlerini tamamlarlar; yani aralarında alıcı-verici, amaç-hedef ilişkisi vardır. Onlardaki bu temel özellik, onların entegrasyonundan oluşan tüm daha büyük öğeler için de geçerlidir ve bu şekilde proton-elktron, anyon-katyon, erkek-dişi gibi tüm sistemler arasında sinyal alış-verişleri gerçekleşmeye başlar ve tüm maddeler birbirleriyle belli bir oranda karşılıklı olarak etkileşirler. Aynı tür bilgi-dalgaları, o tür bilgi-çipine sahip tüm öğelerde aynı anda aynı etkiyi yapar ve öğeler ortak davranışa girerler. Fizikçilerin "bosons" dedikleri kuvvet iletici öğeler de aynen böyle tanımlanmaktadırlar.
Bilginin “bağlayıcılık-birleştiricilik” işlevinin sağlanabilmesi, bileşenlerin hepsinde aynı türde bilginin yerleşik olmasına bağlıdır; yoksa öğeler birbirlerine yapışamazlar. (Aynı türde olan canlıların birbirleriyle eşleşip, yeni bir canlı ortaya koyabildikleri; ama farklı tür veya cinslere ait canlıların döllenmelerinin ise asla yeni bir canlı oluşumuna olanak sağlayamadıkları olgusu, bileşenlerdeki bilgilerin birbirleriyle uyumlu olmamasındandır.) Dolayısıyla, insanlar karşılıklı olarak birbirleriyle anlaşıp-uzlaşıp doğru bir toplumsal sistem oluşturamıyorlarsa, bunun iki nedeni vardır: 1- Bilgiler birbirinden farklıdır; 2- Bilgiler doğal sisteme uygun değildir, yani negatif-bilgi söz konusudur. İnsanlar arası ilişkilerde her iki neden de maalesef söz konusudur. “Negatif-bilgi” kavramı biraz sonra açıklanacaktır.
İki farklı Bilgi Sistemi Oluşumu ve Aktarımı Vardır!
Dünyaya yeni gelen bir çocuğun beynindeki bilgi depolayıcı hücreler, henüz birbirleriyle bağlantı oluşturmamışlardır. Bu nedenle yeni doğan bir çocukta henüz bilgi ve bilinç oluşmamıştır. Duyu organlarından gelen verilere göre, ilgili sinir hücreleri bir-birleriyle, zaman içinde gerekli bağlantıları yaparak, söz konusu bilgiyi betimleyecek gerekli sinyal ardışımlarını oluşturmaya başlarlar ve bu şekilde çocuk büyüdükçe, çevresiyle etkileştikçe, bilgi ve bilinç-sistemi de o oranda artmaya başlar.
Bir insanın oluşum ve gelişimini, düşünce ve davranışlarını etkileyen "bilgiler" iki ayrı kategoride bulunur.
Birincisi Kalıtsal Bilgiler olup, hücrelerin içlerindeki genlerde depolanırlar. Bu kalıtsal bilgilere göre bedenin genel çatısı ve işleyişi oluşturulur ve çocuk dünyaya gelir. Hemen çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte, şekilde gösterilen sarı hattın üstündeki 2 nolu beyin bölgesi büyümeye başlar ve bu büyüyen bölgedeki sinir hücreleri kendi aralarında örgütlenmeye başlayarak, duyu organlarından gelen verileri işleyecek ve yorumlayacak, yaşanılan ortama uygun bir işletim sistemi bilgileri oluşturmaya başlarlar. Eğitsel Bilgiler! Bu bilgiler sonradan büyüyen, beynin 2 nolu bölgesindeki hücreler arası örgütlenmelerde depolanırlar ve tamamen duyu organlarında gelen verilere uygun olurlar! İşte bu nedenle, eğitim çok çok önemlidir, ne ekersek onu biçmek zorunda kalırız.
(Hücreler, değişim-dönüşüm içindeki bir doğa ve dünya içinde oluşup-geliştiklerinden, oluşturacakları bedenlerin çevreye uyumunu kolaylaştırmak için, dış ortam verilerini işleyecek örgütlenme işlemini, dışarıdan aktarılacak verilere göre, sonradan yapmaktadırlar! Bu nedenden dolayıdır ki, bir karınca, yumurtadan çıktığı anda algıladığı ilk kokuyu, ait olduğu kolonininki olarak kabul eder; bir ördek, yumurtadan çıktığı anda gördüğü ilk hareket eden canlıyı en-yakını kabul eder; örn. o canlı bir insansa, o insanın peşinden asla ayrılmaz! Yani, dünyaya yeni gelen bir canlıya, nelerin kendisi için iyi, nelerin kötü olacağı bilgileri önceden verilmemiştir, çünkü doğa ve dünya sürekli bir değişim ve dönüşüm içindedir.) İnsanlarda da bu özellik aynen vardır ve çocuklarımızın düşünce ve davranışları, çocukluk evresinde onlara aktarılan ilk bilgilerle denetlenirler!)
İnsanlarda da bu özellik aynen vardır ve insanların düşünce ve davranışları, çocukluk evresinde onlara aktarılan ilk bilgilerle denetlenirler! Çocukluk dönemi sonrasında vereceğiniz başka bilgilerle, daha önceden oluşturulmuş olan bu ilk işletim sistemini değiştiremezsiniz! Bu saptama çok çok önemlidir, çünkü "doğru" olgusunun saptanmasının 2. ön şartıdır.