EDMUND HUSSERL'İN EVRENSEL BİLGİYE YENİ BİR YAKLAŞIM DENEMESİ

Edmund Husserl'in (8.4.1859, Prossnitz/Mâren-27.4.1938, Freiburg) düşüncelerini yakından izlediğimizde, onun "Fenomenoloji" teriminin herşeyden önce yeni bir felsefi betimleme yöntemini dile getirmiş olduğunu görürüz. Felsefi betimlemenin bu yeni yöntemi, 19. yy'ın sonundan bu yana üzerinde sağlam bir deneysel psiko-lojinin kurulabileceği tek temel olmaya aday olabilecek elverişli bir a priori psikoloji disiplini ile bunun yanında bütün bilimleri yöntemsel bir revizyondan geçirmek için bir araç (organum) önerebilen evrensel bir felsefi yapıyı (Konstruktion) kurmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda ilkin fenomenolojik psikolojiye bakacak olursak şunu söyleyebiliriz: Modern, psikoloji, uzayzaman gerçekliğiyle somut ilişki içindeki "psişik olan"ın bilimi olarak, "Ego"ya ulaşan, ona bağlanan "objesine dünyada bulunan bir şey olarak bakar, yani "nesne"sine, alışılmış, virtüel ya da gerçek yapılarında, "yaşamak", "algılamak", "düşünmek", "istemek" vb gibi aktlarla-ilgi içine girerek-yaklaşır. Psişik olanda insana ve hayvana özgü varoluşsal bir tabaka gözlendiği, böyle bir yapının varlığı bilindiği için, psikoloji de antropolojinin ve zoolojinin bir dalı olarak görülebilir. Ne var ki hayvan doğası fizik gerçekliğin bir kısmını oluşturmaktadır ve fizik de gerçekliği inceleyen bir doğa bilimidir.

Husserl şöyle bir soru sorar: "Acaba doğa bilimine koşut, katışıksız bir psikoloji kurmak için, psişik ve fiziksel ok n arasına yeterince net ve kesin bir sınır çizgisi çekilebilir mi?" Ona göre, bazı sınırlı durumlar içerisinde katışıksız bir psikolojinin araştırılmasının mümkün olup olmadığı sorusu, psişik olanın temel özelliklerini kavramak için başvurulan zorunluluk ve psiko-fıziği belirleyen öğelerin çoğu tarafından olumlu bir biçimde yanıtlanmıştır.

Husserl'e göre, sınırları pek de belirsiz olmayan bir psikoloji sorununu ele almadan önce, psikolojik deneyin özelliklerini ve onun ortaya koyduğu, ona bağlı psikolojik verileri kesinlikle bilmemiz gerekir. Doğal olarak bu durumda da doğrudan deneylerimize yöneliriz. Fakat hiçbir deney, sıradan bir "yansıma" ya da "yön değiştirme" dışında, psişik olanı bütünüyle ortaya çıkarmamıza izin vermez. Çünkü içinden psişik verileri ele geçirdiğimiz psişik "deneyin edimi" üzerinde değil de, deneyin "konusu" üzerinde, o anın değerleri ve düşünceleri üzerinde kendimizi konsantre etme alışkanlığımız vardır. Aslında bu edim (Akt) psişik olanı ortaya çıkaran bir refleksiyondur, bir düşünlemedir, ve bu refleksiyon her deneye uygulanabilir.

Biz deneyin kendisinin, değerlerin, ereklerin ve kullanımların konusu, içeriği yerine, içinde bunların da "göründüğü" sübjektif deneyleri gözönüne alırız. İşte bu "görünüşler" (Erscheinungen) fenomenlerdir ve yapıları, gerçek ya da gerçek dışı olsun, nesnelerinin -konularının- "bir bilinç"'mm olmasıyla özellik kazanır. Günlük dil şu biçimdeki formülleri kullandığında "göreliliğin" bu anlamını işaret eder: bir şeyi düşünüyordum, bir şeyden korkmuştum gibi. Husserl'e göre fenomenolojik psikoloji, adını, psikolojik yanını incelediği "fenomenlerden" çekip çıkarır. Skolastik felsefeden de, özünde, fenomene ait olan "bağ"ın özelliğini göstermek için "yönelimsel" (Intentional) sıfatını ödünç alır. İmdi her bilinç yönelimseldir, yani intensiyonaldır.

Husserl'e göre "refleksiyonda bulunmayan" bilinç düzeyinde biz, "nesneler üzerine" taşınırız, onları "yönelimsel olarak görüleriz;" ve burada, refleksiyon da, bir içkin "çıkış" bulunduğunu ve bunun her türlü deneyin özelliği olduğunu açımladığı gibi, formların sınırsız çeşitliliğini de ortaya koyar. Bir şeyin bilincinde olmak, o şeye bilinç içinde boş olarak sahip olmak demek değildir. Her fenomen kendine özgü yönelimsel bir yapıya sahip olup, çözümleme sonucunda, tek tek yönelimsel öğelerin bir araya gelmesinin ve intensiyonel olarak birleşmesinin sürekli açığa çıktığı bir dizgeye de varlık kazandırır. Örnekle bir kübün algılanması, çok yönlü ve sentetik bir "intention"ü açığa çıkarır, şöyle ki: bir yandan, onu görmek için yerleşilen görüş noktalarına ve perspektif açısına göre, öte yandan da göreli biçimde "belirlenmemiş" olarak kalan ve görülmeyen, ama yine de varlığı tahmin edilen, "arka yüzü" ile gerçek biçimde algılanan "ön yüzü"nün birbirinden ayrılan farklı işlevselliği söz konusudur burada.İşie bu "görünüşler-yüzeyler akışı"mn ve onların sentezini oluşturma biçiminin gözlenmesi, her yüzeyin ve her kenarın kendiliğinden ve önceden bir şeyin "bilinci" olduğunu gösterir, bu olmadan, yeni yüzeylerin ortaya çıkışıyla tümel bilinç kendi sentetik birliğini hiçbir zaman yayamıyacak ve gerçekten de tek ve aynı objenin bilinci olmayı sürdüremiyecektir. Eğer fizik bir objenin burada-varolan olarak algılanması isteniyorsa, algısal bir ardarda gidişin yönelimsel yapısının belli bir tipe uyum sağlaması gerekir; ve bu aynı obje eğer başka modalitelere göre görülenebiliyorsa (anschauen) -yani sezgisel yolla anlaşılabiliyor, imgelenebiliyor, yeniden anımsanıyor ya da yeniden üretiliyorsa- başka değişle, yeni modifikasyonlarıyla uyum kuran bir algıda olduklarından farklı biçimlere onları dönüştüren modifikasyonlarla - bağlantı kurabiliyorsa, tüm yönelimsel biçimlerini yeniden ortaya çıkarırlar, yani görünüş kazanırlar.

Bu tüm psişik deney türleri için aynı şekilde geçerlidir. Yargıda bulunmak, değer biçmek, bir ereği amaçlamak, yargıların, değerlerin, amaç ve araçların deneyimini bilinçden boşaltmak demek olmayıp, bu edimler, herbiri kendine özgü değişmez örneğine uygun olan, yönelimsel bir akış tarafından kurulmuş olan deneyimleri de gösterirler. Husserl'e göre, fenomenolojik psikolojiye düşen anlama görevi, yönelimsel deneyimin biçimlerinin ve tiplerinin sistemli bir incelenişi ve yapılarının temel "yönelimlere" indirgenişidir. Böylece fenomenolojik psikoloji bize psişik yapıyı öğretmiş ve ruhumuzun varlığını anlamamızı sağlamış olur. Doğaldır ki bu araştırmaların geçerliliği açıkça psikologun ruhuna özgü özellikleri -tikellikleri- aşacaktır. Çünkü psişik yaşam bize yalnız kendi kendimize sahip olduğumuz bilinç içinde açımlanmaz, ama aynı zamanda öteki süjelerden aldığımız bilinç içinde de açımlanır; ve bu sonuncu deneyim kaynağı bizim kendi bilincimizde bulduğumuz şeyin yalnız iki katından fazla birşey de sunar: Bu bilinç, "bizim" olan ile "başkasının" olan arasında bulduğumuz farklılıkları da temellendirir, ve "sosyal yaşam"m özellliklerini önümüze serer. Sosyal yaşamı kuran "yönelimleri" açımlamak gibi psikolojiye fazladan bir görevin düştüğü yer de işte burasıdır.

Husserl, buradan "fenomenolojik-psikolojik indirgeme" ile "eidetik (özsel) indirgemeye (Reduktion)" geçer ve şöyle der: "Fenomenolojik psikoloji süjenin kendi kendine sahip olduğu kendinin deneyimini ve yine süjenin türetme yoluyla elde ettiği öteki süje ve toplumlar hakkındaki deneyimlerini incelemek zorundadır; ama böyle hareket eden ve çalışan psikolojinin de, psikofızik her türlü karışıklıktan sıyrılıp sıynlamadığını bilme sorusu henüz olumlu bir yanıta ve tam bir açıklığa kavuşmuş sayılmaz.Gerçekten de katışıksız (rein) bir kendinin deneyimine ve katışıksız psişik verilere ulaşılabilir mi?

Husserl'e göre Brentano'nun yönelimselliği keşfinden ve onda psişik olanın temel özelliğini göstermesinden bu yana, bu güçlük psikologları, fenomenolojik psikolojinin olabilirliğini, yani mümkün olduğunu göremez hale getirmiştir. Çünkü Psikolog her yerde kendi bilincini "dışsal" deneyimlerle ve psişik-olmayan gerçekliklerle karışmış olarak bulur. Çünkü bizim "dışsal" olarak belirttiğimiz şey, "içsel" yönelmişliğe ait değildir ve bizim "içsel yönelmişlik"e ilişkin sahip olduğumuz deneyim burada "dışsal" olarak bir deneyimi ortaya çıkarır. Yalnız fenomenleri gözlemek ve kendine özgü "yaşamını katışıksız bir biçimde bilmek isteyen fenomenolog, bir epokhe uygulamak zorundadır; yani fenomenolog, sıradan davranışa ilişkin her "sav"ı, her "tez"i "askıya almak", ve nesnel dünyaya değinen başka hiç bir yargıyı da hesaba katmamak zorundadır. Genel olarak deneyimin kendisi, bu evin, bu bedenin, bu dünyanın deneyimi, kendi özel-tikel biçimi içinde, olduğu gibi kalacaktır. Çünkü, -"yanilsamalı" bir deneyim, çelişkili bir yargının ya da benzer başka şeylerin deneyimleri sözkonusu olsa bile- bilginin nesnesi, herhangi birşey olarak, deneyim içinde betimlenmedikçe, yönelimsel bir deneyim de betimlenemez.Öte yandan anlamaya yönelik "epoklıe"miz, formülümüze göre, dünyayı "parantezler arasına" alır; dünyayı, süjenin bilinç alanının dı-şında bırakır ve onun yerine kanıtlanmış - algılanmış - yeniden anımsanmış - yargıda bulunulmuş - düşünülmüş - değerlendirilmiş, vb. bir dünya olarak "parantez içindeki dünya"yı koyar. Bu artık dünya ya da onun bölgelerinden birinin görünüşe çıktığı herhangi bir dünya alam değil, ama dünyanın "anlamı''dır. Kısaca fenomenolojik deneyimden yararlanmamız, nesnelerin "görünüşe çıkışlarının" çok yönlü biçimlerine dönmemiz ve "parantez içindeki" tek tek nesnelere yönelmemiz için, doğal gidiş içine koyduğumuz nesnelerden kendimizi ayırmamız gerekir.

Husserl'e göre fenomenolojik indirgeme ile "fenomenleri", katışıksız psişik olanı elde etmek için iki aşamadan geçilir: 1) Bir deneyimde kendisini dışlaştıran her 'Wın (tezin) köklü ve sistematik bir "epokhe" işlemine tabi tutulması; öyle ki bu "epokhe", hem tek tek nesneler hakkındaki görüşe, hem de zihnin bütünsel tutumuna uygulansın. 2) Artık "nesneleri" değil de "anlam birimlerini" gösteren çok çeşitli "görünüşleri" büyük bir dikkatle yeniden tanımak, anlamak ve betimlemek; öyle ki fenomenolojik betimleme iki kışıma ayrılsın: rioez'in betimlenişi - ya da deneyimin (Erlebnis, Experience) sübjektif olarak görülenen yanımn betimlenmesi - ve noema'nın betimlenişi - ya da deneyimde görülenen nesnenin betimlenişi.

Husserl'e göre fenomenolojik deneyim, gerçekten de kendine özgü "içsel" deneyim olarak adlandırılmaya hak kazanan tek deneyimdir, ve onun uygulanışı sınırlandırmalar kabul etmez. Nesnel gerçekliğin "parantez içine alınışına" benzer bir uygulamanın yapılabildiği ve ortaya çıkan görünüşün benzer betimlemesinin sürdürülebildiği gibi (yani "noesis" içindeki "noema"nm ortaya çıkarılışı), aynı şekilde başka bir süjenin "yaşamı" üzerinde de onu tanıtabileceğimiz bir betimleme yapabiliriz; indirgeme yöntemi başka süjeler hakkında sahip olduğumuz deneyime de uygulanabilir, yani yaygınlaştırılabilir. Öte yandan sosyal yaşamın fenomenolojik birliğini bilmek için, ortak bilinç içinde deneyimini yaptığımız bu toplumu, yalnız bireysel bilincin yönelimsel alanlarına değil, ama aynı zamanda, süjeler-arası bir indirgeme aracılığıyla, onun ortak bilincini oluşturan yönelime dek indirgeyebiliriz. Böyle genişletilmiş bir anlamda, içsel deneyimin psikolojik kavranışı, çok geniş bir yayılımı da içine almış olur böylece.

Ancak bir "ruh" oluşturmak için -yani "Ben"in birliğini kurmak, bilinç olaylarını bir noktada toplamak için- çok yönlü yönelimsel bir yaşamın birliğinden, daima "anlam" birimlerine eşlik eden bir yaşamdan daha fazla bir şeye gerek vardır. Çünkü bu "ego-süje", bireysel yaşamdan koparılamaz; o, özel ve tek tek yönelimler ile neden olduğu "alışkanlıklar" için bir ego gibi, özdeş bir "kutup" gibi direniş gösterir. Böylece fenomenolojik olarak somuta indirgenen ve somutta ele geçirilen özneler, yani "ben "ler arası ilişki (intersübjektivite), bilinçli bir varoluşu paylaşan "kişilerin" bir topluluğu olduğunu keşfeder.

Husserl'e göre fenomenolojik psikolojiden empirik ve psikofızik tüm öğeler ayıklanabilir, fakat kendisini böylece duyusal öğelerden arındırılmış olarak bulduğunda da fenomenolojik psikoloji artık "olgularla" uğraşmaz; böylece "özü" ya da "Eidos"u bakımından kapalı bir bilinç alanı düşünebilir ve fenomenlerimizi katışıksız "örnekler" olarak ele almak için onların yapaylığını (Faktizitât; facticite) gözardı edebiliriz. Fenomenlerin a priori yanlarını ve "olası" formlarını incelemeye kendimizi vermek için de bireysel ruhları ve toplumları bilmezlikten geliriz. Demek oluyor ki savunulan "tez", "kuramsal" olmak zorundadır; çünkü o böylece değişmeler içerisin-de değişmeden kalanı gün ışığına çıkaracak ve a priori olan tipik bir alanın örtüsünü üzerinden kaldıracaktır. Artık herhangi bir "türü" bizim için bilinmez olarak kalacak psişik bir varoluş bulunmayacaktır. İmdi fenomenolojik psikoloji, filozofa göre, eidetik fenomenoloji üzerinde temellendirilmek, ona dayanmak zorundadır.

Örneğin bedenlerin algısının fenomenolojisi, olgusal olarak bize kendisini sunan algılara ya da görünüşe çıkacağını bekleyebileceğimiz algılara bağlanmayacak, fakat bir bedenin algısı onsuz kavranamıyan sınırlı ya da uzayıp giden değişmez bir yapıya bağlanacaktır. Husserl'e göre,, "fenomenolojik indirgeme", gerçek içsel deneyimin fenomenlerini, "eidetik indirgeme" de psişik varoluşu yöneten temel formları açığa çıkarır. Empirik psikolojiden de o zaman modern doğa bilimince ortaya konan kesinliğe uyması beklenecektir. Daha önce kesinlikten uzak(vague) ve indüktif - empirik bir bilim olan doğa bilimi, "modem" anlamdaki yeniliğini, formların a priori sistemine borçludur; yani modern doğa bilimi varlığını gelişmeye katkıları olan katışıksız geometri, hareket ve zaman yasaları vb. gibi farklı disiplinler aracılığıyla "kavranabilen" doğanın a priori sistemine borçludur. Doğa ve psikoloji bilimlerinin yöntemleri birbirinden çok farklıdır; fakat biri gibi öteki de "özlerinin" "ussallaştırılması" bakımından yalnızca kesinlik iddiasında bulunabilirler. Bu bakımdan Psikofizik, tamamlanmış her psikolojinin ele alıp incelemek zorunda olduğu bir a priori'ye sahiptir; ama bu a priori fenomenolojik değildir, çünkü o, fizik doğanın ya da daha kesin olarak organik doğanın özüne de bağlıdır.

Husserl bu noktada 'Aşkın Fenomenoloji'yı ele alır ve şöyle der: "Aşkın Fenomenoloji'nin kökeninin Descartes'da, Fenomenolojik Psikoloji'nin başlangıcının da Locke, Berkeley ve Hume'da bulunduğu söylenebilir; bu ikinci alan, her ne kadar psikolojinin hizmetinde bir disiplin olmamış ya da yöntem olarak basit bir biçimde büyümemişse de, Descartes tarafından konulmuş olan aşkın problematiğin çözümüne katkıda bulunma aracı görevini üstlenmiştir. "Les Meditations" da serimlenen tema, Descartes'ın ortaya koyduğu felsefede sürekli ağırlığını duyuracaktır. Bu tema şöyle formüle edilebilir: Varolan olarak algıladığımız dünyanın bütünlüğü ya da tüm gerçeklik hakkında, onların tasarımlarımızın içeriği olarak yalnızca varolduklarını, onlar hakkında yalnızca yargılarımızda yargıda bulunabileceğimizi ya da daha doğrusu onların varoluşunu ancak yine onlardan aldığımız, derlediğimiz bilgilerle kanıtlayabileceğimizi söyleyebiliriz.

Husserl'e göre, işte tam da burada aşkın olana ilişkin bildiğimiz yasaya uyan ve uymayan bütün problemleri ortaya atmak için yeterli bir motiv bulunmaktadır. Çünkü "şüphe" (dubitatio) edimi ile Descartes "aşkın sübjektivite"mn üzerindeki örtüyü kaldıran ilk kişi olmuş ve ona "ego cogito"su ile ilk kavramsal belirlenimini vermiştir. Fakat Descartes'ın "aşkın zihin"(mens transzendental), Locke'un keşfetmeye giriştiği "human mind"ı olmuştur. Locke'un keşfettiği şey de psikolojide iç deneyime dönüşmüştür. Böylece psikolojisinin aşkın problemleri kuşatabileceğine ve çözüm yollarını arama işine girişebileceğine inanmak suretiyle Locke, sahte bir psikolojik felsefenin kurucusu olmuştur. Bu felsefe, kendi çift anlamı içindeki "sübjektivite" kavramının çözümlemesini yapmakta hiç kuşku duymadan ayak diremiştir. Fakat aşkın problem kendisini bir kez doğru bir biçimde ortaya koydu mu, "sübjektivite" terimini içinde saklayan çift anlamlılık (ambiguitât) da gün ışığına çıkar ve fenomenolojik psikolojiyi ilk anlamda düzenlemek ve aşkın fenomenolojiyi de ikinci anlamda ele almak üzere onarır, yeniden kurar.

Husserl burada fenomenolojik psikolojiye bir öncelik vermiştir; çünkü o kısmen felsefeye uygun bir giriş oluşturur, kısmen de aşkın fenomenolojiden daha çok doğal tutuma yakın olma avantajına sahiptir, Özsel (eidetik) olduğu gibi empirik bir disiplin de olan psikoloji, "pozitif bir bilim olup doğal bir tutum içerisinde dünyayı kendi önüne sererek, onun bütün konularının aslını, temelini açıkça ortaya döker; psikoloji, dünyayı önüne yayarak onun bütün temalarının aslını ortaya çıkarır, açımlar. Aşkın deneyime gelince onu, "aşırı" bir deneyim ve tümden "dünya-dışı" olması ölçüsünde, gerçekleştirmek zordur. Göreli yeniliğine karşın -yönelimsel çözümlemeyi kullanabildiği kadarıyla bile saltık bir yenilik olan - fenomenolojik psikoloji, herhangi bir pozitif bilime yaklaşır; ve bir kez kaynaştılar mı da, aşkın fenomenlerin üzerlerindeki örtüleri kaldırmak için, çözümlemenin ve indirgemenin formel işleyişini, bu mekanizmayı, görkemli bir biçimde yeniden kullanmak yeterlidir.Bununla birlikte, Husserl'e göre, aşkın fenomenolojinin her psikolojiden bağımsız olarak gelişebileceğinden de kuşku duymamak

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP