PLATON’UN İDELERİ’NE BAZI İSLAM DÜŞÜNÜRLERİNCE YAPILAN ATIF VE DEĞERLENDİRMELER - ( devam )
|
İşraki filozofların savundukları Muallak İdeler Alemi’ne benzer bazı alem anlayışlarının, Tasavvuf’ta da bulunduğunu görmekteyiz. Ancak tasavvufçular bu aleme; İlahî Kudret Alemi, nefs-i mutmainnenin ulaştığı âlem, İlahî Mutlak Gizlilik Alemi, Ceberût Âlem, İlahî Tecellîler, Berzah ve Misâl Âlemi gibi farklı isimler vermişlerdir. Onların bu âlem ile ilgili görüşleri, Muallak İdeler Âlemi’ne oldukça benzemektedir.
Muallak İdeler Âlemi ile Tasavvuf’taki Misal Âlemi arasındaki benzerliği göstermesi bakımından, Kayserili Davud’un, Misal Âlemi hakkındaki görüşlerinin, bize bu hususta yeterli bilgiyi vereceği kanaatindeyiz. Kayserili Davud'a göre Misâl Âlemi, nurânî cevherden oluşan bir âlemdir. Bu âlem; nicelik ve duyusal olması açısından cismanî cevherlere, nuranî olması açısından ise soyut aklî cevhere benzemektedir. Dolayısı ile Misal Alemi, ne birleşik maddî bir cisim, ne de soyut aklî bir cevherdir. Bu âlem, a’razî bir âlem olmayıp, soyut saydam cevherlerle, maddî yoğun cismanî cevherler arasında ayırt edici bir sınırdır. Misâl Âlemi; arşı, kürsüyü, yedi göğü, yerleri ve felekleri içine almaktadır. Hatta, Hz. Peygamber’in miracı bile bu âlemde gerçekleşmiştir. Bu âlemde bulunan suretlerin gölgesi, cisimler âlemindeki varlıkların suretlerini meydana getirir. Misâl Alemi’nde bulunan bir varlığın suretinin, Cisimler Alemi’nde gerçekleşmesi için, bu suretlerin cismanî bir şekle bürünmesi gerekir. Meselâ, bu âlemde bulunan Cebrail, Cisimler Alemi’ne geldiği zaman, kendi aslî suretinde değil insan suretinde görünmüştür.
Kayserili Davud’un tanımladığı Misal Âlemi, biraz sonra da belirteceğimiz gibi, İşrakî filozoflarca Muallak İdeler Âlemi’nde bulunduğu iddia edilen beldelerden Hurkalya ile benzer özellikler taşımaktadır. Zira Hurkalya da, kendisinde cismani hayat ve Kutsal Akıl’ın bulunduğu felek, dünya ile ahiret arasında bulunan Misâl Âlemi, Berzah hayatı, toplum içinde yaşanılan ferdî hayat ve sekizinci iklim gibi anlamlara gelmektedir. Hatta Hz. Peygamber’in Mirac hadisesini Hurkalya olarak değerlendirenler bile bulunmaktadır. Bu değerlendirmeye göre Hz. Peygamber, Mirac gecesinde dört unsurdan tamamen sıyrılmak sûretiyle öyle bir hale gelmiştir ki, maddî âlem ile manevî âlem arasında bir berzah olmuştur. İşte buna Hurkalya denilmektedir.
Muallak İdeler Âlemi ile Tasavvuf’taki benzer âlemlerin karşılaştırmasını yaptıktan sonra, şimdi de bu âlemle ilgili, üzerinde durmamız gereken üç terimden bahsetmek istiyoruz. Bu terimler, Câbulk, Câburs ve Hurkalya terimleridir. İşrakî filozoflar bu terimleri, Muallak İdeler Âlemi’nde bulunan üç gizemli belde olarak kabul ederken, tasavvufçulardan bazıları bu terimleri, tasavvufî birer makam olarak görmektedirler.
İşrakî filozoflara göre, bu üç beldenin varlığı, bir hadis ile sabittir. Zira Hz. Peygamber, “Câbulk ve Câburs unsurlar âlemine ait ideler, Hurkalya ise felekler âlemine ait idelerdir” buyurarak bu beldelerin varlığı hakkında bilgi vermiştir38. Yani, Câbulk ve Caburs, Cisimler Alemi’ne ait beldelerin idesi, Hurkalya ise, Felekler Alemi’ne ait beldelerin idesidir.
Bazı işrakî filozoflara göre, iyi kimselerin ruhları öldükten sonra Câbulk’a gider ve işledikleri güzel ameller, kendilerine güzel sûretler olarak gösterilir. Kötü kimselerin ruhları ise öldükten sonra Câburs’a gider ve onların yaptıkları ameller de kendilerine kötü sûretler şeklinde gösterilir. Bazı filozoflara göre ise Câbulk, Akıllar âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan ve dünyadaki bütün varlıkların sûretlerinin, Câburs ise dünyada iken kazanılan amellerin birer sûretinin bulunduğu bir berzahtır. Yani Câbulk; hem soyut, hem de somut olan varlıkların ideleri olduğu halde, Caburs, sadece soyut varlıkların idesi olarak kabul edilmektedir. Bu beldelere gizemli veya mistik beldeler adı da verilmektedir.
Sühreverdî’ye, göre bu beldeler, vecd halinde erişilen ve uyku ile uyanıklık arasında görülen tezahürler veya sadık rüyalarda görülen aklî sûretlerin içinde bulunduğu yerlerdir. Hatta kendisi bu beldelerden Câburs’ta Aristoteles ile görüştüğünü de iddia etmektedir.
Tasavvufçular ise, bu terimlere bazı tasavvufî anlamlar yüklemişlerdir. Meselâ, bazı tasavvufçulara göre Câbulk, vücub ve imkan dairelerini içine alan ulûhiyet mertebesidir. Eşyanın esas sûreti burada mevcut olup, bütün varlıkların doğuş yeridir. Câburs ise bütün hakikatlerin zuhur yeri olan insanın varlığıdır. İlahî zatın aydınlığından doğan her şey, insanın varlığında son bulur. Bundan dolayı Câbulk’un doğuda Câburs’un ise batıda olduğuna inanılır.
Bazı tasavvufçulara göre ise Câbulk, mutlak varlık ile âlem arasında bir berzahtır. Câburs ise Tanrı’nın bütün sıfatlarını toplayan varlık, yani insandır. Câbulk’tan doğan, yani mutlak varlıktan zuhur eden; Câburs’ta batar, yani insan varlığına dönüşür. Bir başka anlayışa göre ise Câbulk, manevî eğitime başlayan bir talibin gerçeğe ulaşma yolunda ilk, Câburs da, mutlak varlık âlemine ulaşmada son duraktır.
Görüldüğü gibi tasavvufçular da bu iki belde hakkında farklı görüşler bildirmişlerdir. Fakat onların bu mesele ile ilgili görüşlerini, ruh anlayışları ile birlikte değerlendirdiğimiz zaman, bu beldeler hakkındaki kanaatimiz daha netleşecektir. Tasavvufçular, ruhun bedene girmeden önce Ruhlar Alemi’nden Misal Alemi’ne geldiğini ve burada bir süre kalarak bedene girmek için hazırlık yaptığını iddia ederler. Bu süre içerisinde kaldıkları yer, bu âlemdeki Câbulk ve Câburs beldeleri olabilir. Aynı şekilde ruhun bedenden çıktıktan sonra varacağı ve Berzah denilen âlem de yine bu âlemdir. Çünkü tasavvufçulara göre Misal Âlemi, hem ruhun bedene girmeden önce bulunduğu âleme, hem de bedenden ayrıldıktan sonra varacağı âleme verilen bir isimdir. Ancak bu iki âlem, aynı âlem olmasına rağmen, ruhun bedene girmeden önceki bilgisi ile bedene girdikten sonraki bilgisi farklı olduğu için, iki farklı âlem gibi algılanmaktadır. Halbuki bu ikilik Misal Alemi’nden değil, bu âlem hakkındaki bilgiden kaynaklanmaktadır.
İşrakî filozofların savundukları Muallak İdeler Âlemi fikrinin, İslam Tasavvufu’ndaki Misal Âlemi ile bir çok bakımdan benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu itibarla, Tasavvuf’taki alem anlayışlarının, İşrakiler üzerinde etkili olduğu da söylenebilir. Bunun yanında, Platon’un alem anlayışının da İşrakiler üzerinde etkili olduğu kanaatindeyiz. Zira Platon “Timaios” adlı eserinde varlıklar hakkındaki görüşlerini belirtirken, iki ayrı varlıktan bahsetmekte, ancak üçüncü bir varlığın da bulunduğunu ima etmektedir.
Platon, bu varlıkların birincisini şöyle tarif eder:
“Böyle olunca her şeyden önce, doğmamış ve yok olmayacak, içine hiçbir yabancı nesne kabul etmeyen, kendi de başka hiçbir şeyin içine girmeyen, gözle görülmeyen, bütün duyularla duyulmayan, yalnız kavram tarafından görülebilen değişmez şekli kabul etmek lazımdır.”
Bu varlık bilindiği gibi Platon’un “İdea” dediği şeydir.
Platon, İkinci bir varlığı ise şöyle açıklar:
“Aynı adı taşıyan ve ona benzeyen, ama duyularla duyulan, doğan, her zaman hareket halinde olan, belli bir yerde doğup sonradan orayı bırakarak yok olan ve duyguya bağlı kanaatle duyulabilen ikinci bir tür varlıktır.”.
Bu varlık ise Platon’un “Görünüşler Âlemi” dediği varlıktır. Platon’daki bu iki alem hakkında zaten bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Ancak Platon’da, üçüncü bir alem veya üçüncü bir varlık anlayışının bulunduğu fikri üzerinde, kesin bir kanaat oluşmamıştır. Ancak, bu hususta yapılan araştırmalar neticesinde ortaya çıkan görüşleri değerlendirdiğimizde, Platon’un, üçüncü bir alem ve dolayısıyla üçüncü bir varlık çeşidi fikrine sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Platon’un, üçüncü bir tür olarak bahsettiği varlık ise, İdeler Âlemi ile Görünüşler Âlemi arasında bulunan ve İşrakîler’in Muallak İdeler Âlemi dediği âleme benzer bir âlemdir. Platon, bu âlem ile ilgili olarak da şöyle demektedir:
“Nihayet her zaman yok olmayan, doğan her nesneye bir yer veren üçüncü bir türü vardır. Bu tür, ancak duygunun giremediği, karışık bir düşünüşle sezilebilir; ona, olsa olsa, zorla inanılabilir. Biz onu bir rüyada imiş gibi, kendi kendimize var olan her şeyin mutlaka belli bir yerde bulunması, belli bir yeri olması gerektiğini, ne yeryüzünde ne de göğün altında yeri olmayan hiçbir şey bulunmadığını söyleyerek fark edebiliriz.”.
Platon’un bu sözlerinden, İdeler ile Görünüşler âlemindeki varlıklardan başka, üçüncü bir varlıktan da söz ettiğini anlamaktayız. Ancak bu varlık, rüyâ gibi varlığı ve yokluğu kesin olarak belirlenemeyen ve diğer iki varlığa benzemekle birlikte onlardan tamamen farklı olan bir varlıktır. Zira İdeler gerçek varlıklardır. Görünüş Alemi’ndeki varlıklar ise tamamen birer yansıma ve gölge gibidir. Bu üçüncü tür varlık ise, ikisinin arasında bulunan ve her ikisine benzemekle birlikte ikisinden de farklı olan, değişik bir varlıktır.
Buna benzer bir düşünceyi Platon, Philebos isimli eserinde de dile getirmektedir. Baştan sona Sokrates ile Protarkhos arasında bir diyalog şeklindeki konuşmalarından meydana gelen eserde, üçüncü bir varlık türünden şöyle bahsedilmektedir:
“Sokrates- Demedik miydi ki, Tanrı evrende biri sonsuz, öbürü de sonlu olmak üzere, iki öğe oluşturmuştur?
Protarkhos- Evet.
Sokrates- Bu öğeleri iki tür olarak sayalım ve bunların biribirine karışmasından çıkan türü de, üçüncü tür sayalım.”
Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi, Platon’da üçüncü bir varlık türünün bulunduğunu görmekteyiz. Zira Aristoteles de, Platon’un varlık anlayışını izah ederken, cisimler ve idelerin dışında üçüncü bir varlıktan bahsetmektedir. Ona göre bu varlık, matematiksel nesnelerdir. Bunlar ezelî ve ebedî varlıklar olup, hareketsiz olmaları bakımından cisimlerden ve sayıca birden fazla olmaları bakımından da idelerden ayrılan “aracı” gerçekliklerdir.
Ahmet Arslan, Aristoteles’in yukarıdaki ifâdelerini açıklarken, Platon’un varlıklar hiyerarşisine değinmekte ve Platon’un temel olarak üç tür varlıktan bahsettiğini iddia etmektedir. Bu varlıklardan birincisi İdeler, ikincisi, Aracı (Metaksy) gerçeklikler ve üçüncüsü de duyusal varlıklardır.
Aristoteles’in, şu ifâdelerinden de Platon’un üçüncü bir varlıktan bahsettiği anlaşılmaktadır:
“Sonra aritmetiğin konusu olan ikinci bir tür sayıyı ve bazı filozoflar tarafından “aracı” gerçeklikler olarak adlandırılan şeyleri yaratmak gerekecektir. Ancak bu “aracı” varlıklar nasıl vardırlar veya hangi ilkelerden çıkmaktadırlar veya onların niçin duyusal dünya ile İdeler dünyası arasında “aracı” olmaları gerekmektedir?”
Aristoteles’in bu sözlerinden de, Platon’da üçüncü bir varlık türünün bulunduğunu anlıyoruz. Bu üçüncü tür varlık, İdeler kadar soyut olmamakla birlikte cisimler kadar somut da değildir.
Bütün bu açıklamalar dikkate alındığında bizde şöyle bir kanaat oluşmaktadır: Muallak İdeler Âlemi anlayışı, Platon'daki “aracı” varlık anlayışının bazı Müslüman düşünürler tarafından dinî bir mahiyete büründürülerek ifâde edilmiş şeklidir. Zira gerek Platon ve gerekse Müslüman düşünürlerin bahsettiği üçüncü bir varlık, soyut varlık ile cismanî varlık arasında ve her iki varlığın da bazı özelliklerini kendisinde bulunduran, aracı bir varlık olarak tanımlanmaktadır. Platon bu varlıklara matematiksel bir özellik izafe ederken, müslümanlar bunu bir âlem olarak kabul etmekte ve diğer iki âlem kadar gerçek olarak görmektedirler.
Platon’un sözünü ettiği bu varlığı Sühreverdî gibi İşraki filozoflar, İslam inancındaki bazı âlem anlayışları ile birleştirerek açıklamaya çalışmışlardır. Çünkü Muallak İdeler Âlemi, daha önce de belirttiğimiz gibi, hem Tasavvuf’taki Misal Âlemi ile, hem de Berzah ve Ruhlar Âlemi denilen âlemlerle benzer özellikler taşımaktadır. Ancak Muallak İdeler Âlemi, ne Platon’un bahsettiği üçüncü tür âlem ile, ne de İslam inancında bulunan benzer âlemler ile tamamen aynı değildir. Muallak İdeler Âlemi, her iki düşünceden de etkilenmekle birlikte, tamamen farklı bir âlem olarak görülmektedir.
Sonuç
Muallak İdeler Âlemi ile Platon’un İdeleri, bazı İslam düşünürleri tarafından zaman zaman bir birine karıştırılmaktadır. Meselâ, Saçaklızâde ve İbrahim Gözübüyükzâde gibi bazı Osmanlı düşünürleri, Platon’un İdeleri’ni, Akıl Âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan gölgeler âlemindeki sûretler olarak yorumlamışlardır. Ancak, Sühreverdî de dahil olmak üzere bir çok filozofa göre, Platon’un İdeleri, Akıllar Âlemi’nde bulunan ve varlığını kendi kendine devam ettiren nuranî cevherler olup, Türlerin Efendisi diye de adlandırılmıştır. Muallak İdeler Âlemi ise, İşrakî filozofların kabul ettiği Platon’un İdeleri’nden farklı olup, Akıllar Âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan ve ne tam olarak soyut, ne de tam olarak somut olmayan, ancak ikisinin de özelliklerin taşıyan bir âlemdir. Bundan dolayı da “muallak” (askıda duran) adını almıştır.
Ancak burada şunu söylemeden de geçmek istemiyoruz: Aslında, Muallak İdeler Âlemi, İşrakilerin anladığı şekildeki idelerden tamamen farklı olmakla birlikte, Platon’un iddia ettiği İdeler’le benzerlik göstermektedir.
Muallak İdeler Âlemi ile Platon’un İdeleri’nin bir birinden ayırt edilmesi amacıyla, Osmanlı düşünürlerinden Kasabbaşızâde İbrahim, “Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler ve Aralarındaki Fark” isimli bir risale yazarak, bu iki âlemin farklı âlem olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Ona göre Muallak İdeler Âlemi, biraz önce de belirttiğimiz gibi, Cisimler Âlemi ile Akıllar Âlemi arasında bulunan ve her iki âlemdeki varlıkların sûretlerinin kendisinde bulunduğu âlemdir. Rüyada görülen tüm varlıklar, aslında Muallak İdeler Âlemi’nde bulunan varlıkların müşahede edilmesidir. Çünkü ruh, uyku esnasında bedeni terk edip, Muallak İdeler Âlemine çıkar ve oradaki varlıkları müşahede eder.
Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler arasındaki bir diğer fark da şudur: Platon’un İdeleri olarak kabul edilen Türlerin Efendisi, şahısları değil türleri koruyan bir varlık olmasına rağmen; Muallak İdeler Âlemi’ndeki İdeler, Sühreverdî ve Kasabbaşızâde gibi bazı düşünürler tarafından, şahısları koruyan bir varlık olarak kabul edilmektedir.
Bizim de kanaatimiz odur ki, İslam Düşüncesi’nde Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler, bazı düşünürler tarafından bir birine karıştırılsa da, gerçekte bu iki kavram, birbirinden farklı olarak görülmektedir. Zira, iki âlemin özellikleri dikkate alındığında bu kanaatimizi destekleyen deliller bulmak mümkündür.
Muallak İdeler Âlemi ile Tasavvuf’taki Misal Âlemi arasındaki benzerliği göstermesi bakımından, Kayserili Davud’un, Misal Âlemi hakkındaki görüşlerinin, bize bu hususta yeterli bilgiyi vereceği kanaatindeyiz. Kayserili Davud'a göre Misâl Âlemi, nurânî cevherden oluşan bir âlemdir. Bu âlem; nicelik ve duyusal olması açısından cismanî cevherlere, nuranî olması açısından ise soyut aklî cevhere benzemektedir. Dolayısı ile Misal Alemi, ne birleşik maddî bir cisim, ne de soyut aklî bir cevherdir. Bu âlem, a’razî bir âlem olmayıp, soyut saydam cevherlerle, maddî yoğun cismanî cevherler arasında ayırt edici bir sınırdır. Misâl Âlemi; arşı, kürsüyü, yedi göğü, yerleri ve felekleri içine almaktadır. Hatta, Hz. Peygamber’in miracı bile bu âlemde gerçekleşmiştir. Bu âlemde bulunan suretlerin gölgesi, cisimler âlemindeki varlıkların suretlerini meydana getirir. Misâl Alemi’nde bulunan bir varlığın suretinin, Cisimler Alemi’nde gerçekleşmesi için, bu suretlerin cismanî bir şekle bürünmesi gerekir. Meselâ, bu âlemde bulunan Cebrail, Cisimler Alemi’ne geldiği zaman, kendi aslî suretinde değil insan suretinde görünmüştür.
Kayserili Davud’un tanımladığı Misal Âlemi, biraz sonra da belirteceğimiz gibi, İşrakî filozoflarca Muallak İdeler Âlemi’nde bulunduğu iddia edilen beldelerden Hurkalya ile benzer özellikler taşımaktadır. Zira Hurkalya da, kendisinde cismani hayat ve Kutsal Akıl’ın bulunduğu felek, dünya ile ahiret arasında bulunan Misâl Âlemi, Berzah hayatı, toplum içinde yaşanılan ferdî hayat ve sekizinci iklim gibi anlamlara gelmektedir. Hatta Hz. Peygamber’in Mirac hadisesini Hurkalya olarak değerlendirenler bile bulunmaktadır. Bu değerlendirmeye göre Hz. Peygamber, Mirac gecesinde dört unsurdan tamamen sıyrılmak sûretiyle öyle bir hale gelmiştir ki, maddî âlem ile manevî âlem arasında bir berzah olmuştur. İşte buna Hurkalya denilmektedir.
Muallak İdeler Âlemi ile Tasavvuf’taki benzer âlemlerin karşılaştırmasını yaptıktan sonra, şimdi de bu âlemle ilgili, üzerinde durmamız gereken üç terimden bahsetmek istiyoruz. Bu terimler, Câbulk, Câburs ve Hurkalya terimleridir. İşrakî filozoflar bu terimleri, Muallak İdeler Âlemi’nde bulunan üç gizemli belde olarak kabul ederken, tasavvufçulardan bazıları bu terimleri, tasavvufî birer makam olarak görmektedirler.
İşrakî filozoflara göre, bu üç beldenin varlığı, bir hadis ile sabittir. Zira Hz. Peygamber, “Câbulk ve Câburs unsurlar âlemine ait ideler, Hurkalya ise felekler âlemine ait idelerdir” buyurarak bu beldelerin varlığı hakkında bilgi vermiştir38. Yani, Câbulk ve Caburs, Cisimler Alemi’ne ait beldelerin idesi, Hurkalya ise, Felekler Alemi’ne ait beldelerin idesidir.
Bazı işrakî filozoflara göre, iyi kimselerin ruhları öldükten sonra Câbulk’a gider ve işledikleri güzel ameller, kendilerine güzel sûretler olarak gösterilir. Kötü kimselerin ruhları ise öldükten sonra Câburs’a gider ve onların yaptıkları ameller de kendilerine kötü sûretler şeklinde gösterilir. Bazı filozoflara göre ise Câbulk, Akıllar âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan ve dünyadaki bütün varlıkların sûretlerinin, Câburs ise dünyada iken kazanılan amellerin birer sûretinin bulunduğu bir berzahtır. Yani Câbulk; hem soyut, hem de somut olan varlıkların ideleri olduğu halde, Caburs, sadece soyut varlıkların idesi olarak kabul edilmektedir. Bu beldelere gizemli veya mistik beldeler adı da verilmektedir.
Sühreverdî’ye, göre bu beldeler, vecd halinde erişilen ve uyku ile uyanıklık arasında görülen tezahürler veya sadık rüyalarda görülen aklî sûretlerin içinde bulunduğu yerlerdir. Hatta kendisi bu beldelerden Câburs’ta Aristoteles ile görüştüğünü de iddia etmektedir.
Tasavvufçular ise, bu terimlere bazı tasavvufî anlamlar yüklemişlerdir. Meselâ, bazı tasavvufçulara göre Câbulk, vücub ve imkan dairelerini içine alan ulûhiyet mertebesidir. Eşyanın esas sûreti burada mevcut olup, bütün varlıkların doğuş yeridir. Câburs ise bütün hakikatlerin zuhur yeri olan insanın varlığıdır. İlahî zatın aydınlığından doğan her şey, insanın varlığında son bulur. Bundan dolayı Câbulk’un doğuda Câburs’un ise batıda olduğuna inanılır.
Bazı tasavvufçulara göre ise Câbulk, mutlak varlık ile âlem arasında bir berzahtır. Câburs ise Tanrı’nın bütün sıfatlarını toplayan varlık, yani insandır. Câbulk’tan doğan, yani mutlak varlıktan zuhur eden; Câburs’ta batar, yani insan varlığına dönüşür. Bir başka anlayışa göre ise Câbulk, manevî eğitime başlayan bir talibin gerçeğe ulaşma yolunda ilk, Câburs da, mutlak varlık âlemine ulaşmada son duraktır.
Görüldüğü gibi tasavvufçular da bu iki belde hakkında farklı görüşler bildirmişlerdir. Fakat onların bu mesele ile ilgili görüşlerini, ruh anlayışları ile birlikte değerlendirdiğimiz zaman, bu beldeler hakkındaki kanaatimiz daha netleşecektir. Tasavvufçular, ruhun bedene girmeden önce Ruhlar Alemi’nden Misal Alemi’ne geldiğini ve burada bir süre kalarak bedene girmek için hazırlık yaptığını iddia ederler. Bu süre içerisinde kaldıkları yer, bu âlemdeki Câbulk ve Câburs beldeleri olabilir. Aynı şekilde ruhun bedenden çıktıktan sonra varacağı ve Berzah denilen âlem de yine bu âlemdir. Çünkü tasavvufçulara göre Misal Âlemi, hem ruhun bedene girmeden önce bulunduğu âleme, hem de bedenden ayrıldıktan sonra varacağı âleme verilen bir isimdir. Ancak bu iki âlem, aynı âlem olmasına rağmen, ruhun bedene girmeden önceki bilgisi ile bedene girdikten sonraki bilgisi farklı olduğu için, iki farklı âlem gibi algılanmaktadır. Halbuki bu ikilik Misal Alemi’nden değil, bu âlem hakkındaki bilgiden kaynaklanmaktadır.
İşrakî filozofların savundukları Muallak İdeler Âlemi fikrinin, İslam Tasavvufu’ndaki Misal Âlemi ile bir çok bakımdan benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Bu itibarla, Tasavvuf’taki alem anlayışlarının, İşrakiler üzerinde etkili olduğu da söylenebilir. Bunun yanında, Platon’un alem anlayışının da İşrakiler üzerinde etkili olduğu kanaatindeyiz. Zira Platon “Timaios” adlı eserinde varlıklar hakkındaki görüşlerini belirtirken, iki ayrı varlıktan bahsetmekte, ancak üçüncü bir varlığın da bulunduğunu ima etmektedir.
Platon, bu varlıkların birincisini şöyle tarif eder:
“Böyle olunca her şeyden önce, doğmamış ve yok olmayacak, içine hiçbir yabancı nesne kabul etmeyen, kendi de başka hiçbir şeyin içine girmeyen, gözle görülmeyen, bütün duyularla duyulmayan, yalnız kavram tarafından görülebilen değişmez şekli kabul etmek lazımdır.”
Bu varlık bilindiği gibi Platon’un “İdea” dediği şeydir.
Platon, İkinci bir varlığı ise şöyle açıklar:
“Aynı adı taşıyan ve ona benzeyen, ama duyularla duyulan, doğan, her zaman hareket halinde olan, belli bir yerde doğup sonradan orayı bırakarak yok olan ve duyguya bağlı kanaatle duyulabilen ikinci bir tür varlıktır.”.
Bu varlık ise Platon’un “Görünüşler Âlemi” dediği varlıktır. Platon’daki bu iki alem hakkında zaten bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Ancak Platon’da, üçüncü bir alem veya üçüncü bir varlık anlayışının bulunduğu fikri üzerinde, kesin bir kanaat oluşmamıştır. Ancak, bu hususta yapılan araştırmalar neticesinde ortaya çıkan görüşleri değerlendirdiğimizde, Platon’un, üçüncü bir alem ve dolayısıyla üçüncü bir varlık çeşidi fikrine sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Platon’un, üçüncü bir tür olarak bahsettiği varlık ise, İdeler Âlemi ile Görünüşler Âlemi arasında bulunan ve İşrakîler’in Muallak İdeler Âlemi dediği âleme benzer bir âlemdir. Platon, bu âlem ile ilgili olarak da şöyle demektedir:
“Nihayet her zaman yok olmayan, doğan her nesneye bir yer veren üçüncü bir türü vardır. Bu tür, ancak duygunun giremediği, karışık bir düşünüşle sezilebilir; ona, olsa olsa, zorla inanılabilir. Biz onu bir rüyada imiş gibi, kendi kendimize var olan her şeyin mutlaka belli bir yerde bulunması, belli bir yeri olması gerektiğini, ne yeryüzünde ne de göğün altında yeri olmayan hiçbir şey bulunmadığını söyleyerek fark edebiliriz.”.
Platon’un bu sözlerinden, İdeler ile Görünüşler âlemindeki varlıklardan başka, üçüncü bir varlıktan da söz ettiğini anlamaktayız. Ancak bu varlık, rüyâ gibi varlığı ve yokluğu kesin olarak belirlenemeyen ve diğer iki varlığa benzemekle birlikte onlardan tamamen farklı olan bir varlıktır. Zira İdeler gerçek varlıklardır. Görünüş Alemi’ndeki varlıklar ise tamamen birer yansıma ve gölge gibidir. Bu üçüncü tür varlık ise, ikisinin arasında bulunan ve her ikisine benzemekle birlikte ikisinden de farklı olan, değişik bir varlıktır.
Buna benzer bir düşünceyi Platon, Philebos isimli eserinde de dile getirmektedir. Baştan sona Sokrates ile Protarkhos arasında bir diyalog şeklindeki konuşmalarından meydana gelen eserde, üçüncü bir varlık türünden şöyle bahsedilmektedir:
“Sokrates- Demedik miydi ki, Tanrı evrende biri sonsuz, öbürü de sonlu olmak üzere, iki öğe oluşturmuştur?
Protarkhos- Evet.
Sokrates- Bu öğeleri iki tür olarak sayalım ve bunların biribirine karışmasından çıkan türü de, üçüncü tür sayalım.”
Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi, Platon’da üçüncü bir varlık türünün bulunduğunu görmekteyiz. Zira Aristoteles de, Platon’un varlık anlayışını izah ederken, cisimler ve idelerin dışında üçüncü bir varlıktan bahsetmektedir. Ona göre bu varlık, matematiksel nesnelerdir. Bunlar ezelî ve ebedî varlıklar olup, hareketsiz olmaları bakımından cisimlerden ve sayıca birden fazla olmaları bakımından da idelerden ayrılan “aracı” gerçekliklerdir.
Ahmet Arslan, Aristoteles’in yukarıdaki ifâdelerini açıklarken, Platon’un varlıklar hiyerarşisine değinmekte ve Platon’un temel olarak üç tür varlıktan bahsettiğini iddia etmektedir. Bu varlıklardan birincisi İdeler, ikincisi, Aracı (Metaksy) gerçeklikler ve üçüncüsü de duyusal varlıklardır.
Aristoteles’in, şu ifâdelerinden de Platon’un üçüncü bir varlıktan bahsettiği anlaşılmaktadır:
“Sonra aritmetiğin konusu olan ikinci bir tür sayıyı ve bazı filozoflar tarafından “aracı” gerçeklikler olarak adlandırılan şeyleri yaratmak gerekecektir. Ancak bu “aracı” varlıklar nasıl vardırlar veya hangi ilkelerden çıkmaktadırlar veya onların niçin duyusal dünya ile İdeler dünyası arasında “aracı” olmaları gerekmektedir?”
Aristoteles’in bu sözlerinden de, Platon’da üçüncü bir varlık türünün bulunduğunu anlıyoruz. Bu üçüncü tür varlık, İdeler kadar soyut olmamakla birlikte cisimler kadar somut da değildir.
Bütün bu açıklamalar dikkate alındığında bizde şöyle bir kanaat oluşmaktadır: Muallak İdeler Âlemi anlayışı, Platon'daki “aracı” varlık anlayışının bazı Müslüman düşünürler tarafından dinî bir mahiyete büründürülerek ifâde edilmiş şeklidir. Zira gerek Platon ve gerekse Müslüman düşünürlerin bahsettiği üçüncü bir varlık, soyut varlık ile cismanî varlık arasında ve her iki varlığın da bazı özelliklerini kendisinde bulunduran, aracı bir varlık olarak tanımlanmaktadır. Platon bu varlıklara matematiksel bir özellik izafe ederken, müslümanlar bunu bir âlem olarak kabul etmekte ve diğer iki âlem kadar gerçek olarak görmektedirler.
Platon’un sözünü ettiği bu varlığı Sühreverdî gibi İşraki filozoflar, İslam inancındaki bazı âlem anlayışları ile birleştirerek açıklamaya çalışmışlardır. Çünkü Muallak İdeler Âlemi, daha önce de belirttiğimiz gibi, hem Tasavvuf’taki Misal Âlemi ile, hem de Berzah ve Ruhlar Âlemi denilen âlemlerle benzer özellikler taşımaktadır. Ancak Muallak İdeler Âlemi, ne Platon’un bahsettiği üçüncü tür âlem ile, ne de İslam inancında bulunan benzer âlemler ile tamamen aynı değildir. Muallak İdeler Âlemi, her iki düşünceden de etkilenmekle birlikte, tamamen farklı bir âlem olarak görülmektedir.
Sonuç
Muallak İdeler Âlemi ile Platon’un İdeleri, bazı İslam düşünürleri tarafından zaman zaman bir birine karıştırılmaktadır. Meselâ, Saçaklızâde ve İbrahim Gözübüyükzâde gibi bazı Osmanlı düşünürleri, Platon’un İdeleri’ni, Akıl Âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan gölgeler âlemindeki sûretler olarak yorumlamışlardır. Ancak, Sühreverdî de dahil olmak üzere bir çok filozofa göre, Platon’un İdeleri, Akıllar Âlemi’nde bulunan ve varlığını kendi kendine devam ettiren nuranî cevherler olup, Türlerin Efendisi diye de adlandırılmıştır. Muallak İdeler Âlemi ise, İşrakî filozofların kabul ettiği Platon’un İdeleri’nden farklı olup, Akıllar Âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan ve ne tam olarak soyut, ne de tam olarak somut olmayan, ancak ikisinin de özelliklerin taşıyan bir âlemdir. Bundan dolayı da “muallak” (askıda duran) adını almıştır.
Ancak burada şunu söylemeden de geçmek istemiyoruz: Aslında, Muallak İdeler Âlemi, İşrakilerin anladığı şekildeki idelerden tamamen farklı olmakla birlikte, Platon’un iddia ettiği İdeler’le benzerlik göstermektedir.
Muallak İdeler Âlemi ile Platon’un İdeleri’nin bir birinden ayırt edilmesi amacıyla, Osmanlı düşünürlerinden Kasabbaşızâde İbrahim, “Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler ve Aralarındaki Fark” isimli bir risale yazarak, bu iki âlemin farklı âlem olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Ona göre Muallak İdeler Âlemi, biraz önce de belirttiğimiz gibi, Cisimler Âlemi ile Akıllar Âlemi arasında bulunan ve her iki âlemdeki varlıkların sûretlerinin kendisinde bulunduğu âlemdir. Rüyada görülen tüm varlıklar, aslında Muallak İdeler Âlemi’nde bulunan varlıkların müşahede edilmesidir. Çünkü ruh, uyku esnasında bedeni terk edip, Muallak İdeler Âlemine çıkar ve oradaki varlıkları müşahede eder.
Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler arasındaki bir diğer fark da şudur: Platon’un İdeleri olarak kabul edilen Türlerin Efendisi, şahısları değil türleri koruyan bir varlık olmasına rağmen; Muallak İdeler Âlemi’ndeki İdeler, Sühreverdî ve Kasabbaşızâde gibi bazı düşünürler tarafından, şahısları koruyan bir varlık olarak kabul edilmektedir.
Bizim de kanaatimiz odur ki, İslam Düşüncesi’nde Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler, bazı düşünürler tarafından bir birine karıştırılsa da, gerçekte bu iki kavram, birbirinden farklı olarak görülmektedir. Zira, iki âlemin özellikleri dikkate alındığında bu kanaatimizi destekleyen deliller bulmak mümkündür.
2 Yorumlar
ÇOK BİLGİLENDİRİCİ BİR MAKALE.MUALLAK İDELERİN RÜYALARDA TEAZAHÜR ETTİĞİ SÖYLENMİŞ GENEL OLARAK.DOĞUŞTAN KÖR OLAN BİRİSİNİN RÜYA GÖREMEDİĞİNİ BİLİYORUZ.YANİ RÜYA ASLINDA BEYNİN UYKU ESNASINDA YORUMLADIĞI BİLİNÇALTI DURUMLARDIR.YANİ MUAALLAK İDELER BU ŞEKİLDE ANLATILIRSA HİÇBİR RASYONELLİĞİ OLMAZ KANAATİNDEYİM.AYRICA İSLAM DİNİNİN BÜYÜK ÖLÇÜDE PLATON FİKİRLERİNDEN EKLEKTİK BİR AKIM OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM.FARABİNİN GÖRÜŞLERİNE FAZLA YER VERİLMEMİŞ.BİLDİĞİM KADARIYLA O PLATON VE ARİSTOTALES KADAR BU KONUYU MASAYA YATIRMIŞTIR.
aslinda iki tür rüya vardir daha önceden gördügümüz olaylarin hafizamizda kalan anilarin beynin evirip cevirmesiyle olusan seneryolar ve ikinciside hic bir olay ve aninin etkisinde kalmadan görülen ve yarinki gün ve daha ötesi günlerde gün gibi ortaya cikan gelecek günlerden haber veren sadik rüyalardir anadan dogma körler rüya görür fakat bizim gibi degil onlarin anlayacagi dilde mesala koku tat isitme ve dokunmanin onlarin dimaglarinda yarattigi etkiler bazinda