PLATON’UN İDELERİ’NE BAZI İSLAM DÜŞÜNÜRLERİNCE YAPILAN ATIF VE DEĞERLENDİRMELER -
|
İsmail ERDOĞAN
Özet
Platon’un İdeleri İşrakî İslam filozoflarınca Türlerin Efendisi (Rabbu’n-Nev’) olarak adlandırılmış bir kavramdır. Türlerin Efendisi, her varlık türünün koruyup gözeticisi olan ve tamamen akılsal varlıklardır. Bunun yanında ayrıca bir de Muallak İdeler anlayışı bulunmaktadır. Bu ideler ise, Akıllar Âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan ve Platon’un İdeleri’nden farklı olan idelerdir. Bu idelerin bulunduğu âleme, Muallak İdeler Âlemi denilmektedir. Söz konusu âlemde Câbulk Câburs ve Hurkalya adında üç gizemli beldenin bulunduğu iddia edilmektedir. Ancak Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler zaman zaman bir birine karıştırılmaktadır.
Giriş
Felsefî ilimlerin İslam Dünyası’na girmesiyle birlikte, Platoncu literatür, büyük ölçüde müslümanlar tarafından tanınmış ve İslam Felsefesi’nin gelişmesi üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Ancak İslam filozofları, Yunan’dan aldıkları görüşleri aynen benimsemek yerine, bu fikirleri daha da geliştirerek orijinal bir felsefe meydana getirmişlerdir. Onların geliştirdikleri fikirlerden birisi de, Platon’a ait olan İdeler fikridir. Bu amaçla İdeler ile ilgili çok sayıda eser yazılmış ve Platon’a atfedilen bazı fikirler, İslam inançları ile bağlantı kurularak açıklanmaya çalışılmıştır.
İslam filozoflarının yapmış oldukları bu yorumlar neticesinde, İdeler ile ilgili iki farklı kavram karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birisi Platon’un İdeleri (el-Müsülü’l-Eflâtuniyye) ve diğeri de Muallak İdeler (el-Müsülü’l-Muallaka)’dir. Bu iki kavram, zaman zaman birbirine karıştırılmakta ve aynı kavram olarak algılanmaktadır. Ancak, bu karışıklığın farkına varan bazı düşünürler, söz konusu iki kavramın gerçekte birbirinden farklı olduğunu göstermek amacıyla eserler yazmışlardır. Yazılmış olan bu eserlerden bir kısmı, doğrudan Platon’un İdeleri (el-Müsülü’l-Eflâtuniyye) olarak adlandırılırken, bir kısmı da böyle bir adlandırma yapılmamakla birlikte, eserlerinde ideler hakkında geniş açıklamalara yer vermişlerdir.
Bu kısa girişten sonra, şimdi de, İslam filozoflarının, Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler ve bunlara yükledikleri anlamları daha geniş bir biçimde ele almak istiyoruz.
a-Platon’un İdeleri (el-Müsülü’l-Eflâtuniyye)
Platon’un İdeleri, özellikle İşrakî İslam filozofları tarafından farklı biçimlerde yorumlanmış olan bir kavramdır. Ancak bu kavramı sadece İşrakî Felsefe’ye hasretmemek gerekir. Zira, Meşşaî İslam filozofları ile bazı kelamcı ve tasavvufçuların da, bu kavramı kullandıkların görmekteyiz. Meşşaîler, bu kavramlara daha çok eleştirel biçimde yaklaşırken; İşrakîler ideleri kabul etmişler ancak, Platon’dan farklı olarak yorumlamışlardır. Bu sebeple biz önce, meşşaîlerin eleştirel yaklaşımlarını kısaca belirtip, daha sonra asıl konumuz olan işrakilerin görüşlerini açıklamaya çalışırken, sırası geldikçe de tasavvufçuların görüşlerine yer vereceğiz.
Meşşaî filozoflar, Platon’un, daha çok siyaset ve ahlak ile ilgili fikirlerini benimsedikleri için, Tümel kavramlar olarak gördükleri İdeler fikrine, sadece tümel kavramlarla ilgili açıklamalarında yer vermişlerdir. Çünkü meşşaîler, tümelleri, gerçekte varlığı olmayıp sadece zihinde tasavvur olunan kavramlar olarak kabul etmektedirler. Bu görüşü savunanların başında Farabî gelmektedir. Farabî’ye göre, sadece cüz’îlerin hariçte varlığı bulunmaktadır. Tümeller ise, gerçekte varlığı bulunmayan mahiyetlerdir. Mesela, tümel bir kavram olan insanlık, sadece bir mahiyet olup, hariçte bir varlığı bulunmamaktadır. Halbuki, bu tümel kavramın zihin dışı bireylerini oluşturan insanlar, hariçte varlık sahibidirler. Dolayısıyla, Tümel kavramlar olarak kabul edilen İdeler’in de hariçte bir varlığının bulunduğu söylenemez.
Farabî’nin bu görüşlerine rağmen, İdeler hakkında kısa bir değerlendirme yapan Molla Sadrâ, Farabî’nin, Platon’un İdeleri’ni, Allah’ın zâtı ile kâim ilmî sûretler olarak yorumladığını belirtmektedir.
İbn Sina ise, Platon’un İdeleri’nin ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını tarihî bir süreç olarak ele aldıktan sonra, bu fikrin tenkidini yapmaktadır. İbn Sina’ya göre, İdeler fikri Sokrates ve Platon tarafından ortaya atılmıştır. Çünkü bu filozofların fikirleri, tabiat hakkındaki açıklamalarından çok; ta’limiyyât ve özellikle de ilahiyyât ile ilgili alanlarda yoğunlaşmaktadır. Felsefî ilimleri bu şekilde üç kategoriye ayıran Sokrates ve Platon, benzer ayrımı, varlık hakkında da yapmışlardır. Yani onlara göre varlıklar da; tabiî, ta’limî ve aklî varlık olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Meselâ, cisimler tabiî, sayı ve geometrik şekiller ta’limî ve ideler ise aklî varlıklardır. Bu varlıklardan cismanî varlıklar gerçek olmayan “fasit” varlıklar, ta’limî varlıklar da sureti olduğu halde cisimleri olmayan ancak zihinde bulunan yarı gerçek varlıklardır. Aklî varlıklar ise, gerçek varlıklar olup ideler (müsül) olarak adlandırılan tümel kavramlardır.
İbn Sina, ideler hakkındaki tarihi gelişimi böylece aktardıktan sonra, bu görüşlerin doğru olamayacağını izah edip, onları tenkit etmektedir. Çünkü İbn Sina’ya göre böyle bir görüş, yani bütün cismanî varlıkların birer tümel kavramının bulunması ve varlıklarını bu tümellerden alması, gerçekçi bir görüş değildir.
Platon’un İdeler hakkındaki görüşlerini benimsemekle birlikte, bunları farklı biçimlerde yorumlayanlar, genelde İşrakî filozoflardır. İşrakî filozoflar, Platon’un İdeleri’ni, nuranî görünüşleri olan mücerret bir cevher olarak görmektedirler. Onlara göre Platon’un İdeleri, felekler, yıldızlar, basit unsurlar ve onların bileşiklerinin türlerini idare eden soyut cevherlerdir. İşte bu cevherlere İşrakîlerce, dinî terminolojide “melek” olarak kabul edilen Türlerin Efendisi/Efendileri (Erbâbu’l-Envâ’) adı verilmiştir.
Platon’un İdeleri’ni, Türlerin Efendisi olarak adlandıran İşrakî filozoflara göre, ister Muallak İdeler Âlemi’nde, ister Felekler Âlemi’nde, isterse Cisimler Âlemi’nde olsun, her varlık türünün koruyucusu ve gözeticisi olan varlıklar bulunmaktadır. Bu varlıklar, koruyucusu oldukları varlıkların adlarıyla anıldığı gibi, zaman zaman farklı adlarla da anılırlar. Meselâ, su türünün koruyucusu (rabbu’l-miyah)’na Hurdâd, ağaç türünün koruyucusu (rabbu’l-Eşcar)’na Murdâd, ateş türünün koruyucusu (rabbu’n-nâr)’na Erdibihişt, maden türünün koruyucusu (rabbu’l-Meadîn)’na ise Şehriyor adı verilmektedir. Varlık hiyerarşisi içerisinde bunların belli bir sıralanışı vardır. Meselâ Erdibehişt, Behmen’den sonra yaratılan ikinci, Şehriyor üçüncü, Hurdâd beşinci ve Murdâd ise altıncı varlığa verilen isimdir. Bu isimler aynı zamanda Zerdüştlük’te birer melek adı olarak kullanılmaktadır.
İşrakî Felsefe’nin kurucusu olarak kabul edilen Sühreverdî, hem Zerdüştlük’teki melekler inancını, hem de Sabiîlik Dini ile Hermetik düşüncedeki bazı kavramları, Platon’un İdeleri ve İslam inancındaki melek kavramları ile uzlaştırıp, sistematize etmek suretiyle, bir tür sentez yapmaya çalışmıştır. Platon’un İdeleri olarak kabul ettiği Türlerin Efendisi’ni de, “Sahipler” (Erbâb)” kategorisi içerisindeki Cismanî Varlıkların Efendisi mertebesine yerleştirmiş ve bu mertebeye, “Türlerin Efendisi Mertebesi” adını vermiştir. Bu mertebe, varlıklar hiyerarşisi içerisinde, Tûlî Akıllar denilen varlıklardan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Sühreverdî, bu konudaki görüşlerini, el-Meşâri’ ve’l-Mutarahât adlı eserinde “Türlerin Efendisi Olan Akılların İsbatı” bölümünde geniş bir biçimde ele almıştır.
Sühreverdî, Türlerin Efendisi’nin, varlık hiyerarşisi içerisindeki yerini belirlemek için önce, varlıkları; etki eden, etkilenen ve etki olmak üzere üç kategoriye ayırmıştır. Birinci kategori de kendi arasında; sadece etki edip etkilenmeyen ve hem etki edip hem de etkilenen olmak üzere tekrar ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi, varlığı zorunlu olan Allah’tır. İkincisi ise, varlığı birinciye bağlı olan akıllardır. Akıllar da kendi arasında ikiye ayrılmaktadır. Birincisi, Tûlî Akıllar (meşşaîlikteki on akıl) silsilesini oluşturan ve anneler (ümmehât) olarak da adlandırılan akıllardır. Bu akıllara asıllar da denilir. İkinci kısım akıllar ise, Türlerin Efendisi olan ikincil akıllardır ki, bu akıllara Arzî Akıllar da denilmektedir. İşte bu akıllar, yani Türlerin Efendisi, kendi türlerine ait olan bütün varlıkları toptan koruması altına alır ve kendisi de, o türün adı ile adlandırılır. Bundan dolayı Türlerin Efendisi’ne, o türün tümel (tümel) varlığı da denir. Ancak bu varlık, cisim ve cismanî olmadığı için, türünün cisimsel özelliklerini taşımayıp, tamamen ruhanî bir zat olarak kabul edilmektedir.
Sühreverdî, Türlerin Efendisi fikrinin Platon’dan önce Empedokles, Hermes (İdris) ve Agasazîmûn (Şit) gibi peygamber/filozoflar tarafından ortaya atıldığını ileri sürmektedir.
Türlerin Efendisi fikrinin, daha sonra Molla Sadra ve Mir Damad gibi İsfahan Okulu’na ait filozoflar tarafından da savunulduğunu görmekteyiz. Onlara göre de, dünyadaki varlıkların faaliyet ve ontolojik niteliklerinin gerçek sebebi olan ruhlar âleminde, ruhanî varlıklar bulunmaktadır. Bu varlıklar, hükmü altında bulunan varlıkların ilk örneği (enmuzec-i evvel), alter ego (diğer ben)’ları veya arketipleri olup, Türlerin Efendisi olarak adlandırılırlar.
Bazı İslam düşünürleri, Platon’un İdeleri’ni; Mebde-i Evvel (Allah)’den sudûr eden ilk varlık olup, aralarında illet ve ma’lul olmayan Ceberut âlemindeki Arzî Akıllar olarak yorumlamışlardır. Bu akıllardan her birisi maddî âlemde bulunan türlerden birisini, kuvveden fiile çıkararak onun, yönetilmesi (tedbîr) ve korunması görevini üstlenmiştir. Bu özelliklerinden dolayı bu akıllara, Türlerin Efendisi denilmektedir.
Kelamcı filozoflardan el-Îcî ise, Platon’un İdeleri’nin, Türlerin Efendisi olduğu görüşündedir. Ona göre Platon, her türün; ezelî, ebedî ve soyut bir varlığının bulunduğunu iddia etmiştir. Bu soyut varlıklar, sahibi oldukları türleri idare etmekle görevlendirilmişlerdir. Platon ise bunlara, İdeler (müsül) adını vermiştir. Platon’un İdeler olarak kabul ettiği şeyleri, el-Îcî, Türlerin Efendisi olarak adlandırmıştır.
İşrakî İslam filozoflarının bu görüşlerine baktığımız zaman, onların Platon’un İdeleri’ni, varlık türlerinin koruyucusu olan soyut cevherler olarak yorumladıklarını görmekteyiz. Ancak burada cevaplandırılması gereken bazı sorularla karşılaşmaktayız: Acaba Platon, İdeler’i İslam filozoflarının yorumladığı şekilde mi, yoksa daha farklı olarak mı izah etmektedir? Eğer Platon’un görüşleri, İslam filozofları ile aynı doğrultuda ise bir problem yok. Şayet Platon, bu fikirlerini farklı bir şekilde açıklamış ise, onun gerçek fikirleri nelerdir ve İslam filozofları niçin bu fikirleri farklı biçimlerde yorumlama ihtiyacı hissetmişlerdir?
Platon’un kendi eserlerine ve Aristoteles’in Platon’un İdeleri hakkında verdiği bilgilere bakılırsa, Platon’un, İdeler hakkındaki görüşleri ile Müslüman filozoflar tarafından yorumlanan fikirler arasında büyük farklılıklar bulunduğu görülür. Bu farklılıkları gösterebilmek için, İdeler fikrine ve bu fikrin Platon tarafından nasıl yorumlandığına da bir göz atmamız gerekir.
İdeler hakkındaki eleştirileri ile tanınan Aristoteles’e göre, İdeler Nazariyesi Herakleitos’a kadar uzanmaktadır. Ona göre Herakleitos, bütün duyusal şeylerin sürekli bir akış ve değişme içinde olduğu görüşündedir. Sürekli değişmekte olan bir şeyin ise, kesin bilgisinden bahsedilemez. Öyle ise duyusal şeylerin dışında bazı kalıcı ve değişmeyen başka gerçekliklerin var olması gerekir. İşte bunlara tümel kavramlar anlamında İdeler denilir. Herakleitos’tan sonra bu fikir Sokrates tarafından da savunulmuştur. Ancak Sokrates bunlara “tümeller” demiş, fakat bağımsız varlıklar olarak kabul etmemiştir.
Aristoteles’e göre, İdeler fikrini sistematize eden ilk filozof Platon’dur. Platon, daha önce Herakleitos ve Sokrates tarafından “tümel” olarak kabul edilen İdeler’in, bağımsız ve gerçek varlıklar olduğunu ileri sürmüştür. O, İdeler’i, ayrı bir varlık addederek bunların, duyusal varlıkların değişmeyen ve sürekli kalıcı birer numunesi olduğunu, duyusal varlıkların varlık ve isimlerini bunlardan aldıklarını savunmuş ve bu varlıklara da İde (İdea) demiştir.
Platon’un İdeleri’ni daha iyi anlayabilmemiz için onun, varlık hakkındaki görüşlerine de kısaca değinmekte fayda olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Platon’un varlık anlayışında genel olarak* iki tür varlıktan söz edilmektedir. Bu varlıklardan birisi, içinde bulunduğumuz, duyularımızla algıladığımız ve sürekli değişmekte olan bir varlıktır. Platon buna "Görünüşler Âlemi" demiştir. Diğeri ise, bu âlemin aksine meydana gelmediği gibi, yok da olmayacak olan varlıktır ki, Platon buna da "İdeler Âlemi" adını vermiştir. Görünüşler Âlemi’ndeki her şeyin İdeler Âlemi’nde bir idesi, ilk örneği (arketip) bulunmaktadır. Bu âlemdeki her şey, İdeler Âlemi’ndeki varlıkların gölgesi mesabesindedir. Platon bu görüşünü Timaios ve özellikle Devlet kitabındaki “mağara istiaresi”nde açıklamaktadır.
Platon'a göre, Görünüşler Âlemi’ndeki herhangi bir varlık, günün birinde yok olmaya ve bu dünyadan gitmeye mahkumdur. Çizmiş olduğumuz bir üçgeni veya bir yazıyı tekrar silebiliriz. Ancak bu üçgen ve yazının idelerini yok etmek mümkün değildir. Çünkü İdeler, özleri gereği öncesiz ve sonsuz olup, mutlak bir varlığa sâhiptir. Biz bunları duyularımızla değil ancak aklımızla kavrayabiliriz. İdeler; doğmamış, yok olmayacak, içine hiçbir yabancı nesne kabul etmeyen, kendisi de başka hiçbir şeyin içine girmeyen, duyularla algılanmayan ve yalnız kavramlarla ifade edilebilen değişmez şekillerdir.
Platon’un ideler anlayışı ile, Müslüman düşünürlerin bu ideleri yorumlayışını karşılaştırdığımız zaman, arasında ne denli farklılıklar bulunduğu göze çarpmaktadır. Bu farklılıkları şöyle özetleyebiliriz: Platon’a göre İdeler, yaratılmamış olan ezelî varlıklardır. Ancak Müslümanlar bunu mümkün varlıklar kategorisi içinde değerlendirmektedirler. Ayrıca Platon, idelerin bu âlem üzerinde bir etkide bulunup bulunmadığı hakkında kesin bir bilgi vermezken, Müslüman filozoflar idelerin, türlerin yöneticisi ve koruyucusu olduğunu iddia etmektedirler.
İslam filozoflarının, İdeleri niçin Platon’dan farklı olarak yorumladıkları sorusuna gelince, bu soruya net bir cevap vermek gerçekten de zordur. Çünkü İslam filozoflarının, bu soruya cevap olabilecek bir açıklamada bulunmaları bir yana, bilakis onlar bu görüşleri, Platon’dan aldıklarımı iddia etmektedirler.
Bize göre İslam filozoflarının, Platon’un fikirlerini farklı olarak yorumlamalarının iki sebebi olabilir. Birincisi, Platon’un iddia ettiği İdeler fikri, Allah’tan başka bir ezelî varlığın bulunmadığışeklindeki İslam inançlarıyla tam olarak uyuşmamaktadır. Zira, biraz önce belirttiğimiz gibi Platon, İdeleri ezelî, ebedî ve değişmeyen soyut cevherler olarak görmekte ve bu cevherlerin, cisimler aleminin yaratılmasında, Tanrı tarafından örnek alındığını iddia etmektedir. Halbuki İşrakî filozoflar, İdeleri, cevher olarak kabul etmekle birlikte, varlığını Allah’tan alan etki eden (müessir) ve aynı zamanda etkiyi kabul eden (müteessir) varlıklar olarak görmektedirler. Eğer onlar da İdeleri, Platon’un iddia ettiği gibi kabul etmiş olsalardı, bu fikir ile İslam inancı arasında bir çatışma söz konusu olurdu. Bu yüzden İdeleri, Platon’un anlayışından farklı olarak yorumlamış olabilirler. İşrakilerin bir diğer gerekçesi ise, özellikle Sühreverdî’nin, Zerdüşlük’ten etkilenmesi olarak gösterilebilir. Çünkü Zerdüşlük’te de, Türlerin Efendisi olarak kabul edilen varlıklar, Platon’un İdeleri gibi ezeli varlıklar olmayıp, varlığı Tanrı’ya bağlı olan soyut varlıklardır. Bizce bu iki sebepten dolayı İşraki filozoflar, Platon’un İdeleri’ni farklı olarak yorumlamışlardır.
b- Muallak İdeler (el-Müsülü’l-Muallaka)
İşrakîlerin kullandığı diğer bir kavram da, Muallak İdeler’dir. İşrakî filozoflarca Vasıta Âlemi, Ceberut Âlem ve Ara Âlem gibi adlar verilen Muallak İdeler Âlemi, Akıllar Âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan ve her iki âlem arasında bir nevi geçişi sağlayan bir köprü vazifesi görmektedir. Ayrıca bu âlem, hem Akıllar Âlemi’ndeki varlıkların, hem de Cisimler Âlemi’ndeki varlıkların birer sûretinin bulunduğu bir aynaya benzetilmektedir. Muallak İdeler Âlemi, tamamen soyut bir âlem olmadığı gibi, duyularla algılanabilen somut bir âlem de değildir.
Muallak İdeler Âlemi’ne, yukarıda belirttiğimiz adların yanında, Sekizinci Tabiat ve Misâlî Miktar Âlemi de denilmektedir. Bu iddiayı savunanlardan İbrahim Kasabbaşızâde’ye göre miktarî (niceliksel) âlem sekiz kısma ayrılmaktadır. Bunlardan yedisi, hissî miktarlar âlemi olan yedi gezegenin etkisinde kalan yedi iklimdir. Bu yedi iklimi yöneten gezegenlere de yedi tabiat denir. Sekizinci tabiat ise, Misâlî Miktarlar Alemi olan Muallak İdeler’dir. Bu âlem her hangi bir iklimin yöneticisi değildir. Muallak İdeler Âlemi’nde ister soyut olsun isterse somut olsun, her varlığın ve hatta renk, şekil, tad, koku, ışık, hareket, sükun ve buna benzer şeylerin bile zâtı ile kaim olup, madde, zaman ve mekanla alakası olmayan birer idesi (misâl) bulunmaktadır. Ancak bu âlemde bulunan ideler, türlerin değil cüz’î varlıkların idesidir.
Muallak İdeler Alemi, gerçekte, İşrakî filozofların yorumladıkları biçimdeki İdeler’e değil, Platon’un izah ettiği İdeler Alemi’ne benzemektedir. Çünkü bu alemde, bütün varlıkların zatı ile kaim ideleri bulunmaktadır.
Özet
Platon’un İdeleri İşrakî İslam filozoflarınca Türlerin Efendisi (Rabbu’n-Nev’) olarak adlandırılmış bir kavramdır. Türlerin Efendisi, her varlık türünün koruyup gözeticisi olan ve tamamen akılsal varlıklardır. Bunun yanında ayrıca bir de Muallak İdeler anlayışı bulunmaktadır. Bu ideler ise, Akıllar Âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan ve Platon’un İdeleri’nden farklı olan idelerdir. Bu idelerin bulunduğu âleme, Muallak İdeler Âlemi denilmektedir. Söz konusu âlemde Câbulk Câburs ve Hurkalya adında üç gizemli beldenin bulunduğu iddia edilmektedir. Ancak Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler zaman zaman bir birine karıştırılmaktadır.
Giriş
Felsefî ilimlerin İslam Dünyası’na girmesiyle birlikte, Platoncu literatür, büyük ölçüde müslümanlar tarafından tanınmış ve İslam Felsefesi’nin gelişmesi üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Ancak İslam filozofları, Yunan’dan aldıkları görüşleri aynen benimsemek yerine, bu fikirleri daha da geliştirerek orijinal bir felsefe meydana getirmişlerdir. Onların geliştirdikleri fikirlerden birisi de, Platon’a ait olan İdeler fikridir. Bu amaçla İdeler ile ilgili çok sayıda eser yazılmış ve Platon’a atfedilen bazı fikirler, İslam inançları ile bağlantı kurularak açıklanmaya çalışılmıştır.
İslam filozoflarının yapmış oldukları bu yorumlar neticesinde, İdeler ile ilgili iki farklı kavram karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birisi Platon’un İdeleri (el-Müsülü’l-Eflâtuniyye) ve diğeri de Muallak İdeler (el-Müsülü’l-Muallaka)’dir. Bu iki kavram, zaman zaman birbirine karıştırılmakta ve aynı kavram olarak algılanmaktadır. Ancak, bu karışıklığın farkına varan bazı düşünürler, söz konusu iki kavramın gerçekte birbirinden farklı olduğunu göstermek amacıyla eserler yazmışlardır. Yazılmış olan bu eserlerden bir kısmı, doğrudan Platon’un İdeleri (el-Müsülü’l-Eflâtuniyye) olarak adlandırılırken, bir kısmı da böyle bir adlandırma yapılmamakla birlikte, eserlerinde ideler hakkında geniş açıklamalara yer vermişlerdir.
Bu kısa girişten sonra, şimdi de, İslam filozoflarının, Platon’un İdeleri ile Muallak İdeler ve bunlara yükledikleri anlamları daha geniş bir biçimde ele almak istiyoruz.
a-Platon’un İdeleri (el-Müsülü’l-Eflâtuniyye)
Platon’un İdeleri, özellikle İşrakî İslam filozofları tarafından farklı biçimlerde yorumlanmış olan bir kavramdır. Ancak bu kavramı sadece İşrakî Felsefe’ye hasretmemek gerekir. Zira, Meşşaî İslam filozofları ile bazı kelamcı ve tasavvufçuların da, bu kavramı kullandıkların görmekteyiz. Meşşaîler, bu kavramlara daha çok eleştirel biçimde yaklaşırken; İşrakîler ideleri kabul etmişler ancak, Platon’dan farklı olarak yorumlamışlardır. Bu sebeple biz önce, meşşaîlerin eleştirel yaklaşımlarını kısaca belirtip, daha sonra asıl konumuz olan işrakilerin görüşlerini açıklamaya çalışırken, sırası geldikçe de tasavvufçuların görüşlerine yer vereceğiz.
Meşşaî filozoflar, Platon’un, daha çok siyaset ve ahlak ile ilgili fikirlerini benimsedikleri için, Tümel kavramlar olarak gördükleri İdeler fikrine, sadece tümel kavramlarla ilgili açıklamalarında yer vermişlerdir. Çünkü meşşaîler, tümelleri, gerçekte varlığı olmayıp sadece zihinde tasavvur olunan kavramlar olarak kabul etmektedirler. Bu görüşü savunanların başında Farabî gelmektedir. Farabî’ye göre, sadece cüz’îlerin hariçte varlığı bulunmaktadır. Tümeller ise, gerçekte varlığı bulunmayan mahiyetlerdir. Mesela, tümel bir kavram olan insanlık, sadece bir mahiyet olup, hariçte bir varlığı bulunmamaktadır. Halbuki, bu tümel kavramın zihin dışı bireylerini oluşturan insanlar, hariçte varlık sahibidirler. Dolayısıyla, Tümel kavramlar olarak kabul edilen İdeler’in de hariçte bir varlığının bulunduğu söylenemez.
Farabî’nin bu görüşlerine rağmen, İdeler hakkında kısa bir değerlendirme yapan Molla Sadrâ, Farabî’nin, Platon’un İdeleri’ni, Allah’ın zâtı ile kâim ilmî sûretler olarak yorumladığını belirtmektedir.
İbn Sina ise, Platon’un İdeleri’nin ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını tarihî bir süreç olarak ele aldıktan sonra, bu fikrin tenkidini yapmaktadır. İbn Sina’ya göre, İdeler fikri Sokrates ve Platon tarafından ortaya atılmıştır. Çünkü bu filozofların fikirleri, tabiat hakkındaki açıklamalarından çok; ta’limiyyât ve özellikle de ilahiyyât ile ilgili alanlarda yoğunlaşmaktadır. Felsefî ilimleri bu şekilde üç kategoriye ayıran Sokrates ve Platon, benzer ayrımı, varlık hakkında da yapmışlardır. Yani onlara göre varlıklar da; tabiî, ta’limî ve aklî varlık olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Meselâ, cisimler tabiî, sayı ve geometrik şekiller ta’limî ve ideler ise aklî varlıklardır. Bu varlıklardan cismanî varlıklar gerçek olmayan “fasit” varlıklar, ta’limî varlıklar da sureti olduğu halde cisimleri olmayan ancak zihinde bulunan yarı gerçek varlıklardır. Aklî varlıklar ise, gerçek varlıklar olup ideler (müsül) olarak adlandırılan tümel kavramlardır.
İbn Sina, ideler hakkındaki tarihi gelişimi böylece aktardıktan sonra, bu görüşlerin doğru olamayacağını izah edip, onları tenkit etmektedir. Çünkü İbn Sina’ya göre böyle bir görüş, yani bütün cismanî varlıkların birer tümel kavramının bulunması ve varlıklarını bu tümellerden alması, gerçekçi bir görüş değildir.
Platon’un İdeler hakkındaki görüşlerini benimsemekle birlikte, bunları farklı biçimlerde yorumlayanlar, genelde İşrakî filozoflardır. İşrakî filozoflar, Platon’un İdeleri’ni, nuranî görünüşleri olan mücerret bir cevher olarak görmektedirler. Onlara göre Platon’un İdeleri, felekler, yıldızlar, basit unsurlar ve onların bileşiklerinin türlerini idare eden soyut cevherlerdir. İşte bu cevherlere İşrakîlerce, dinî terminolojide “melek” olarak kabul edilen Türlerin Efendisi/Efendileri (Erbâbu’l-Envâ’) adı verilmiştir.
Platon’un İdeleri’ni, Türlerin Efendisi olarak adlandıran İşrakî filozoflara göre, ister Muallak İdeler Âlemi’nde, ister Felekler Âlemi’nde, isterse Cisimler Âlemi’nde olsun, her varlık türünün koruyucusu ve gözeticisi olan varlıklar bulunmaktadır. Bu varlıklar, koruyucusu oldukları varlıkların adlarıyla anıldığı gibi, zaman zaman farklı adlarla da anılırlar. Meselâ, su türünün koruyucusu (rabbu’l-miyah)’na Hurdâd, ağaç türünün koruyucusu (rabbu’l-Eşcar)’na Murdâd, ateş türünün koruyucusu (rabbu’n-nâr)’na Erdibihişt, maden türünün koruyucusu (rabbu’l-Meadîn)’na ise Şehriyor adı verilmektedir. Varlık hiyerarşisi içerisinde bunların belli bir sıralanışı vardır. Meselâ Erdibehişt, Behmen’den sonra yaratılan ikinci, Şehriyor üçüncü, Hurdâd beşinci ve Murdâd ise altıncı varlığa verilen isimdir. Bu isimler aynı zamanda Zerdüştlük’te birer melek adı olarak kullanılmaktadır.
İşrakî Felsefe’nin kurucusu olarak kabul edilen Sühreverdî, hem Zerdüştlük’teki melekler inancını, hem de Sabiîlik Dini ile Hermetik düşüncedeki bazı kavramları, Platon’un İdeleri ve İslam inancındaki melek kavramları ile uzlaştırıp, sistematize etmek suretiyle, bir tür sentez yapmaya çalışmıştır. Platon’un İdeleri olarak kabul ettiği Türlerin Efendisi’ni de, “Sahipler” (Erbâb)” kategorisi içerisindeki Cismanî Varlıkların Efendisi mertebesine yerleştirmiş ve bu mertebeye, “Türlerin Efendisi Mertebesi” adını vermiştir. Bu mertebe, varlıklar hiyerarşisi içerisinde, Tûlî Akıllar denilen varlıklardan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Sühreverdî, bu konudaki görüşlerini, el-Meşâri’ ve’l-Mutarahât adlı eserinde “Türlerin Efendisi Olan Akılların İsbatı” bölümünde geniş bir biçimde ele almıştır.
Sühreverdî, Türlerin Efendisi’nin, varlık hiyerarşisi içerisindeki yerini belirlemek için önce, varlıkları; etki eden, etkilenen ve etki olmak üzere üç kategoriye ayırmıştır. Birinci kategori de kendi arasında; sadece etki edip etkilenmeyen ve hem etki edip hem de etkilenen olmak üzere tekrar ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi, varlığı zorunlu olan Allah’tır. İkincisi ise, varlığı birinciye bağlı olan akıllardır. Akıllar da kendi arasında ikiye ayrılmaktadır. Birincisi, Tûlî Akıllar (meşşaîlikteki on akıl) silsilesini oluşturan ve anneler (ümmehât) olarak da adlandırılan akıllardır. Bu akıllara asıllar da denilir. İkinci kısım akıllar ise, Türlerin Efendisi olan ikincil akıllardır ki, bu akıllara Arzî Akıllar da denilmektedir. İşte bu akıllar, yani Türlerin Efendisi, kendi türlerine ait olan bütün varlıkları toptan koruması altına alır ve kendisi de, o türün adı ile adlandırılır. Bundan dolayı Türlerin Efendisi’ne, o türün tümel (tümel) varlığı da denir. Ancak bu varlık, cisim ve cismanî olmadığı için, türünün cisimsel özelliklerini taşımayıp, tamamen ruhanî bir zat olarak kabul edilmektedir.
Sühreverdî, Türlerin Efendisi fikrinin Platon’dan önce Empedokles, Hermes (İdris) ve Agasazîmûn (Şit) gibi peygamber/filozoflar tarafından ortaya atıldığını ileri sürmektedir.
Türlerin Efendisi fikrinin, daha sonra Molla Sadra ve Mir Damad gibi İsfahan Okulu’na ait filozoflar tarafından da savunulduğunu görmekteyiz. Onlara göre de, dünyadaki varlıkların faaliyet ve ontolojik niteliklerinin gerçek sebebi olan ruhlar âleminde, ruhanî varlıklar bulunmaktadır. Bu varlıklar, hükmü altında bulunan varlıkların ilk örneği (enmuzec-i evvel), alter ego (diğer ben)’ları veya arketipleri olup, Türlerin Efendisi olarak adlandırılırlar.
Bazı İslam düşünürleri, Platon’un İdeleri’ni; Mebde-i Evvel (Allah)’den sudûr eden ilk varlık olup, aralarında illet ve ma’lul olmayan Ceberut âlemindeki Arzî Akıllar olarak yorumlamışlardır. Bu akıllardan her birisi maddî âlemde bulunan türlerden birisini, kuvveden fiile çıkararak onun, yönetilmesi (tedbîr) ve korunması görevini üstlenmiştir. Bu özelliklerinden dolayı bu akıllara, Türlerin Efendisi denilmektedir.
Kelamcı filozoflardan el-Îcî ise, Platon’un İdeleri’nin, Türlerin Efendisi olduğu görüşündedir. Ona göre Platon, her türün; ezelî, ebedî ve soyut bir varlığının bulunduğunu iddia etmiştir. Bu soyut varlıklar, sahibi oldukları türleri idare etmekle görevlendirilmişlerdir. Platon ise bunlara, İdeler (müsül) adını vermiştir. Platon’un İdeler olarak kabul ettiği şeyleri, el-Îcî, Türlerin Efendisi olarak adlandırmıştır.
İşrakî İslam filozoflarının bu görüşlerine baktığımız zaman, onların Platon’un İdeleri’ni, varlık türlerinin koruyucusu olan soyut cevherler olarak yorumladıklarını görmekteyiz. Ancak burada cevaplandırılması gereken bazı sorularla karşılaşmaktayız: Acaba Platon, İdeler’i İslam filozoflarının yorumladığı şekilde mi, yoksa daha farklı olarak mı izah etmektedir? Eğer Platon’un görüşleri, İslam filozofları ile aynı doğrultuda ise bir problem yok. Şayet Platon, bu fikirlerini farklı bir şekilde açıklamış ise, onun gerçek fikirleri nelerdir ve İslam filozofları niçin bu fikirleri farklı biçimlerde yorumlama ihtiyacı hissetmişlerdir?
Platon’un kendi eserlerine ve Aristoteles’in Platon’un İdeleri hakkında verdiği bilgilere bakılırsa, Platon’un, İdeler hakkındaki görüşleri ile Müslüman filozoflar tarafından yorumlanan fikirler arasında büyük farklılıklar bulunduğu görülür. Bu farklılıkları gösterebilmek için, İdeler fikrine ve bu fikrin Platon tarafından nasıl yorumlandığına da bir göz atmamız gerekir.
İdeler hakkındaki eleştirileri ile tanınan Aristoteles’e göre, İdeler Nazariyesi Herakleitos’a kadar uzanmaktadır. Ona göre Herakleitos, bütün duyusal şeylerin sürekli bir akış ve değişme içinde olduğu görüşündedir. Sürekli değişmekte olan bir şeyin ise, kesin bilgisinden bahsedilemez. Öyle ise duyusal şeylerin dışında bazı kalıcı ve değişmeyen başka gerçekliklerin var olması gerekir. İşte bunlara tümel kavramlar anlamında İdeler denilir. Herakleitos’tan sonra bu fikir Sokrates tarafından da savunulmuştur. Ancak Sokrates bunlara “tümeller” demiş, fakat bağımsız varlıklar olarak kabul etmemiştir.
Aristoteles’e göre, İdeler fikrini sistematize eden ilk filozof Platon’dur. Platon, daha önce Herakleitos ve Sokrates tarafından “tümel” olarak kabul edilen İdeler’in, bağımsız ve gerçek varlıklar olduğunu ileri sürmüştür. O, İdeler’i, ayrı bir varlık addederek bunların, duyusal varlıkların değişmeyen ve sürekli kalıcı birer numunesi olduğunu, duyusal varlıkların varlık ve isimlerini bunlardan aldıklarını savunmuş ve bu varlıklara da İde (İdea) demiştir.
Platon’un İdeleri’ni daha iyi anlayabilmemiz için onun, varlık hakkındaki görüşlerine de kısaca değinmekte fayda olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Platon’un varlık anlayışında genel olarak* iki tür varlıktan söz edilmektedir. Bu varlıklardan birisi, içinde bulunduğumuz, duyularımızla algıladığımız ve sürekli değişmekte olan bir varlıktır. Platon buna "Görünüşler Âlemi" demiştir. Diğeri ise, bu âlemin aksine meydana gelmediği gibi, yok da olmayacak olan varlıktır ki, Platon buna da "İdeler Âlemi" adını vermiştir. Görünüşler Âlemi’ndeki her şeyin İdeler Âlemi’nde bir idesi, ilk örneği (arketip) bulunmaktadır. Bu âlemdeki her şey, İdeler Âlemi’ndeki varlıkların gölgesi mesabesindedir. Platon bu görüşünü Timaios ve özellikle Devlet kitabındaki “mağara istiaresi”nde açıklamaktadır.
Platon'a göre, Görünüşler Âlemi’ndeki herhangi bir varlık, günün birinde yok olmaya ve bu dünyadan gitmeye mahkumdur. Çizmiş olduğumuz bir üçgeni veya bir yazıyı tekrar silebiliriz. Ancak bu üçgen ve yazının idelerini yok etmek mümkün değildir. Çünkü İdeler, özleri gereği öncesiz ve sonsuz olup, mutlak bir varlığa sâhiptir. Biz bunları duyularımızla değil ancak aklımızla kavrayabiliriz. İdeler; doğmamış, yok olmayacak, içine hiçbir yabancı nesne kabul etmeyen, kendisi de başka hiçbir şeyin içine girmeyen, duyularla algılanmayan ve yalnız kavramlarla ifade edilebilen değişmez şekillerdir.
Platon’un ideler anlayışı ile, Müslüman düşünürlerin bu ideleri yorumlayışını karşılaştırdığımız zaman, arasında ne denli farklılıklar bulunduğu göze çarpmaktadır. Bu farklılıkları şöyle özetleyebiliriz: Platon’a göre İdeler, yaratılmamış olan ezelî varlıklardır. Ancak Müslümanlar bunu mümkün varlıklar kategorisi içinde değerlendirmektedirler. Ayrıca Platon, idelerin bu âlem üzerinde bir etkide bulunup bulunmadığı hakkında kesin bir bilgi vermezken, Müslüman filozoflar idelerin, türlerin yöneticisi ve koruyucusu olduğunu iddia etmektedirler.
İslam filozoflarının, İdeleri niçin Platon’dan farklı olarak yorumladıkları sorusuna gelince, bu soruya net bir cevap vermek gerçekten de zordur. Çünkü İslam filozoflarının, bu soruya cevap olabilecek bir açıklamada bulunmaları bir yana, bilakis onlar bu görüşleri, Platon’dan aldıklarımı iddia etmektedirler.
Bize göre İslam filozoflarının, Platon’un fikirlerini farklı olarak yorumlamalarının iki sebebi olabilir. Birincisi, Platon’un iddia ettiği İdeler fikri, Allah’tan başka bir ezelî varlığın bulunmadığışeklindeki İslam inançlarıyla tam olarak uyuşmamaktadır. Zira, biraz önce belirttiğimiz gibi Platon, İdeleri ezelî, ebedî ve değişmeyen soyut cevherler olarak görmekte ve bu cevherlerin, cisimler aleminin yaratılmasında, Tanrı tarafından örnek alındığını iddia etmektedir. Halbuki İşrakî filozoflar, İdeleri, cevher olarak kabul etmekle birlikte, varlığını Allah’tan alan etki eden (müessir) ve aynı zamanda etkiyi kabul eden (müteessir) varlıklar olarak görmektedirler. Eğer onlar da İdeleri, Platon’un iddia ettiği gibi kabul etmiş olsalardı, bu fikir ile İslam inancı arasında bir çatışma söz konusu olurdu. Bu yüzden İdeleri, Platon’un anlayışından farklı olarak yorumlamış olabilirler. İşrakilerin bir diğer gerekçesi ise, özellikle Sühreverdî’nin, Zerdüşlük’ten etkilenmesi olarak gösterilebilir. Çünkü Zerdüşlük’te de, Türlerin Efendisi olarak kabul edilen varlıklar, Platon’un İdeleri gibi ezeli varlıklar olmayıp, varlığı Tanrı’ya bağlı olan soyut varlıklardır. Bizce bu iki sebepten dolayı İşraki filozoflar, Platon’un İdeleri’ni farklı olarak yorumlamışlardır.
b- Muallak İdeler (el-Müsülü’l-Muallaka)
İşrakîlerin kullandığı diğer bir kavram da, Muallak İdeler’dir. İşrakî filozoflarca Vasıta Âlemi, Ceberut Âlem ve Ara Âlem gibi adlar verilen Muallak İdeler Âlemi, Akıllar Âlemi ile Cisimler Âlemi arasında bulunan ve her iki âlem arasında bir nevi geçişi sağlayan bir köprü vazifesi görmektedir. Ayrıca bu âlem, hem Akıllar Âlemi’ndeki varlıkların, hem de Cisimler Âlemi’ndeki varlıkların birer sûretinin bulunduğu bir aynaya benzetilmektedir. Muallak İdeler Âlemi, tamamen soyut bir âlem olmadığı gibi, duyularla algılanabilen somut bir âlem de değildir.
Muallak İdeler Âlemi’ne, yukarıda belirttiğimiz adların yanında, Sekizinci Tabiat ve Misâlî Miktar Âlemi de denilmektedir. Bu iddiayı savunanlardan İbrahim Kasabbaşızâde’ye göre miktarî (niceliksel) âlem sekiz kısma ayrılmaktadır. Bunlardan yedisi, hissî miktarlar âlemi olan yedi gezegenin etkisinde kalan yedi iklimdir. Bu yedi iklimi yöneten gezegenlere de yedi tabiat denir. Sekizinci tabiat ise, Misâlî Miktarlar Alemi olan Muallak İdeler’dir. Bu âlem her hangi bir iklimin yöneticisi değildir. Muallak İdeler Âlemi’nde ister soyut olsun isterse somut olsun, her varlığın ve hatta renk, şekil, tad, koku, ışık, hareket, sükun ve buna benzer şeylerin bile zâtı ile kaim olup, madde, zaman ve mekanla alakası olmayan birer idesi (misâl) bulunmaktadır. Ancak bu âlemde bulunan ideler, türlerin değil cüz’î varlıkların idesidir.
Muallak İdeler Alemi, gerçekte, İşrakî filozofların yorumladıkları biçimdeki İdeler’e değil, Platon’un izah ettiği İdeler Alemi’ne benzemektedir. Çünkü bu alemde, bütün varlıkların zatı ile kaim ideleri bulunmaktadır.