BİLİM - DİN İLİŞKİSİNDE TEMEL FELSEFİ YAKLAŞIMLAR: ÇATIŞMA VE AYRIŞMA - devam
|
AYRIŞMA
Teist ekzistansiyalistlerde, Wittgeinstein' ci fıdeistlerde ve bazı çağdaş Protestan teologlarda gördüğümüz, din-bilim ilişkisine dair ikinci yaklaşıma göre, bilim ile din arasında tam bir farklılık, ayrılık, bölümleşme ve kompartımanlaşma vardır. Bilim ile din, alanları, yöntemleri ve amaçlan itibariyle birbirinden tamamen farklıdır. Aralarında bu kadar farklılık ve uzaklık olan bu iki etkinliğin de bir çatışmaya hatta bir rekabete bile girmesi söz konusu olamaz.
Din ile bilim ayrılığının ilk işaretleri, Skolastiğin son döneminde, Hristiyan inancı ile felsefenin birbirlerinden bütünbütüne ayrılmalarında görülür. Bunu takip eden dönemlerde, bir yandan modern bilim ile Hristiyan kilisesi arasında ortaya çıkan bazı çatışmalar, öbür yandan da modern felsefenin Descartes'çı düalist anlayışının yayılması ile birlikte, din ile bilimin birbirinden farklı yönleri gittikçe artan bir oranda belirmeye ve vurgulanmaya başladı.
Modern felsefedeki bu ayrımcı anlayışın yara sıra, onyedinci yüzyıldaki Kopernik Devrimi de, bilim ve din arasındaki büyük ayrılığın bilim alanındaki ilk büyük habercisi oldu. Galileo' nun zamanından bu yana da, doğa bilimi,bir bilgi kaynağı olarak kendi hayatını dinden bağımsız bir biçimde devam ettirmektedir. Galileo ve Newton gibi bilim adamları, ekseriyetle kilisenin inançları ve uygulamalarını kabul eden dindar insanlar olmalarına rağmen,doğa bilimi, bu dönemlerde, din ve teolojik soruşturmalardan ayrı ve bağımsız bir hale geldi (Stanesby, 1985 : 1). Günümüz Batı toplumunda ise artık,birbirinden bağımsız olan sadece din ile bilim değildir. Mehmet Aydın'ın ifadeleriyle, orada, "Bugün neredeyse herşey, bir otonomluk iddiasındadır. Din,bilimin sorgulamasından rahatsız olmakta; sanat, başına buyrukluğunu ilan etmekte;... ahlaka ise küçücük bir faaliyet sahası - adeta lütfedilip -verilmektedir" (1992 :261).
Çatışmacı yaklaşımı incelerken yaptığımız gibi, ayrışmacı yaklaşıma taraftar olan veya onu benimseyenleri de ikiye ayırmanın mümkün ve yararlı olduğunu düşünüyoruz. Bunlardan birincisi, din ve bilimin ayrılığını gerçek anlamda savunan, ve ayrışmayı, din ile bilim arasındaki ilişkiyi ifade eden en temel kavram veya yaklaşım olarak görenlerdir. Bunların başlıca iki ayırdedici özelliği, birinci olarak, din ve bilim arasındaki aynlığı, bizzat kendi özünün gereği olarak (intrinsically) değerli bulmaları; ikinci olarak da, bu aynlığı adeta sınırsız görmeleri, bu iki etkinliği birbirinden tümüyle bağlantısız olarak değerlendirmeleridir. Aynşmacı olarak nitelenebilecek ya da en azından bu başlık altında incelenebilecek ikinci bir grup ise, ayrışmanın ateşli bir taraftan olmaktan çok, onu, epistemolojik bir olgu olarak benimseyen ve çatışmasız bir tecrübe bütünlüğü için de gerekli görenlerdir. Bunların ayırdedici özellikleri, önce, ayrışmaya özsel ve amaçsal (intrinsic) bir değer atfetmeyip, ona ilintisel, yardımcı ve aracı (instrumental) bir değer atfetmeleri; sonra da, ayrışmayı sınırsız, bütün alanlarda tümüyle bağlantısız olarak görmeyip; onu, belirli alanlarda ve belirli ölçüde var olan ve daima gözetilmesi gereken bir farklılık olarak değerlendirmeleridir.
Sınırlı veya sınırsız ayrımı şimdilik bir yana, bu ayrılığın gözetilmesi gereken başlıca alanları nelerdir? Bu soru bağlamında düşünüldüğünde denebilir ki "Bütün entellektüel disiplinler, belirli genel özelliklere göre ayirdedilebilirler: konulan, amaçlan ve yöntemleri" (Peterson, 1991 : 198;krş. Tayîan, 1979 : 279). Bilim ve din arasındaki farklılıkları ve aynhğı isteyenler de genellikle bu üç temel kavram etrafında söylemlerini geliştirmektedirler.
Ayrışmayı, bilim ve din arasındaki en temel ilişki sayan ve ona özsel bir değer atfeden düşünürlere göre bilim ve din; hem konularında hem yöntemlerinde ve hem de amaçlarında belirgin bir şekilde ayrıdırlar. Kompartmantalizasyon olarak da nitelenen bu yaklaşım, neo-ortodoksi,ekzistansiyalizm, neo-pozitivizm ve olağan dil felsefesi gibi yirminci yüzyılda önem kazanan bazı teolojik ve felsefi akımlarca savunulmaktadır. Bu pozisyonlann kısa bir gözden geçirilmesi, onların, oldukça farklı yollardan hemen hemen aynı sonuca ulaştıklarını gösterir (eterson, 1991 : 200).
Bunlardan yirminci yüzyıl pozitivizmi, bilim ve teolojinin alanlannın ayrılmasında ısrar etmektedir. Kuramlannın deneysel ve toplumsal olarak testedilebilirliği özelliğinden dolayı, pozitivistler, bilimi, tek rasyonel ve nesnel bilgi edinme yolu olarak benimsediler. Teolojik iddialarınsa, aksine, bilimin metodlarına uymakta başarısız olduğu, ve böylece de asla herhangi bir meşru bilgi ortaya koyamadığını savundular. Pozitivistlere göre, yalnızca empirik konular, anlamlı bir dil için referans noktalan sağlar. Din dili ise ekseriyetle (Tann, ruh, ölümsüzlük gibi) empirik olmayan konulardan sözettiği için, çoğu pozitiviste göre, bilişsel açıdan anlamsızdır. Bilim ve teolojiyi ayıran bir diğer çağdaş felsefi akım, olağan dil felsefesidir. İnsan dilinin tek meşru işlevini, empirik olguları rapor etmek olarak gören pozitivistlerin aksine, bu geleneğe bağlı filozoflar, dilin icra ettiği işlevlerin çeşitliliğini kabul eder ve buna büyük önem atfederler. Özellikle Wittgenstein' in sonraki eserlerinden etkilenerek ve ilham alarak, olağan dil çözümleyicileri, bilim ve dinin iki ayrı, fakat her biri kendi kategorileri ve mantığına sahip, eşit ölçüde meşru 'dil oyunları' olduklarını söylemektedir.
Bilimsel dilin amaçları, doğa olaylarını önceden görmek ve kontrol etmek iken; teoloji, dili, ibadet ve teselli gibi amaçlar için kullanır. Böylece, bunlara göre bilim ve teoloji, farklı konu,metod ve amaçlara sahip, aslında hiç bir karşılaşma ve çatışma imkanı olmayan, çok büyük ölçüde birbirinden farklı etkinlikler olarak değerlendirilmektedir (Peterson; 1991 : 201, 202).
Teisrik ekzistansiyalizm ile neo-orthodoxy diye bilinen teolojik akım, din ile bilim arasında keskin bir tezatın (sharp contrast) olduğunu savunmakta birbirine çok benzerler. Kierkegaard'in eserlerinden beri ekzistansiyalizm daima, dini bilginin derin bir biçimde kişisel ve öznel olduğunu vurgularken,bilimsel bilginin kişisellik-dışı ve nesnel olduğunu öne sürmüştür.Bilimin konusu maddi şeyler ve fonksiyonlarıdır; oysa dinin konusu, kişisel ve ahlaki gerçekliklerdir. Neo orthodoxy' nin ünlü temsilcisi Protestan teolog Kari Barth, teoloji ve bilimin, temelden farklı konularla ilgilendiğini öne sürmüştür.
Önceki, Tanri nın İsa' da kendini açığa vuruşu (self-revelation), sonraki ise doğal dünya ile ilgilenir. Aynı şekilde o, teoloji ve bilimin yöntemlerinin de tamamen farklı olduğunu savunur. Gizemli ve aşkın olan Tanrı, sadece bize kendi kendini açmasıyla bilinebilirken; tabiat alemi, insan aklının eksersizleriyle bilinebilmektedir. Dahası, dinin amacı, insanı Tann ile kişisel bir karşılamaya eriştirmektir; oysa bilimsel bilgi, deneysel dünyadaki düzeni anlamaya çalışmaktadır. Böylece hem teist ekzistansiyalist filozoflar hem de neo-orthodoks teologlarca, "din ve bilim, asla birbiriyle ilişkisi olamayan mühürlü kompartımanlarda kalan sakinler olarak anlaşılmaktadır" (Peterson,1991 : 201).
Yukarıdaki dört katı ayrışmacı felsefi ve teolojik yaklaşımdan birincisi,tek taraflı olarak katı bir bilim yanlısı ve din karşıtı iken; ikincisi,her iki etkinliğe de kendi alanlarında değer veren, bir anlamda yansız bir tutum izlemekte; üçüncü ve dördüncüsü ise daha çok din yanlısı bir ayrışma tavrı sergilemektedir. Nitekim, birincisine göre, bilimden apayrı olan din, tamamen anlamsız ve mantıksız bir beşeri ürün iken; son ikisi, hatta üçüne göre,bilimden ayrı tutulan din, kendi içinde son derece meşru ve değerli görülmektedir. Buna rağmen bu son üç yaklaşıma göre de, bilim ve din arasında hemen hemen hiç bir bağlantı yoktur; ve dine inanacak olan, bunu,rasyonel ve bilimsel boyutları da olan birtakım delillere ve kanıtlara dayalı olarak değil, ya kişisel dini tecrübesine ya da salt imana dayalı olarak gerçekleştirecek ve sürdürecektir.
Ne var ki bilim ile din, farklı olgular olmakla birlikte, gerçekten bu kadar apayrı mıdırlar? Diğer bir deyişle onlar hakikaten birbirine çok uzak iki ada veya iki gezegen gibi bağlantısız mıdırlar? Bunun değerlendirilmesine geçmeden önce bilim ve din arasındaki farkların teoride iyice tespit edilmesi ve uygulamada sıkıca gözetilmesinin gerçkten çok önemli.olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu iki etkinlik arasında bir karışıklık hatta bulanıklık,ne dine, ne bilime, ne de aralarındaki ilişkiye yarar getirir. Aksine bu iki etkinliğin farklarının gözetümediği ortamlarda kaçınılmaz sonucun rekabet,anlaşmazlık ve çatışma olduğu hemen herkes tarafından söylenen bir gerçektir, (örn. bak. Taylan, 1979 : 311; Hoodbhoy, 1991: 137; Watkins, 1992 :44) :
Din ve bilim arasındaki farklar ve ayrılıklar, çağdaş İslam düşüncesinde de üzerinde önemle durulan bir dini ve felsefi konudur. Örneğin, bu konuda ülkemizde yazılan nadir eserlerden biri olan İlim ve Din adlı eserinde, Necip Taylan'ın yaklaşımı, İslam ve bilimin çatışmadığı ve uyuştuğu tezini savunmakta, fakat burada belki en büyük payı, İslam düşüncesinde ilim ve din arasında teorikte yapılan ve uygulamada da gözetilen ayırıma atfetmektedir. Biz "burada bu iki ayrı (din-bilim) sahanın ve akim çalışma alanları ile sınırlarını tesbit bakımından bir dönüm noktası teşkil eden Kant'ın fikirlerinden hareket edeceğiz" (1979: 296) dedikten sonra o, "Dini bilgi diğer değişik sahaları kendine konu edinen bilgi şekillerinin yanında metod, gaye ve mevzuu bakımından olduğu gibi, insanlık tarihi boyunca gösterdiği seyir ve tesir bakımından da diğer bilgi şekillerinden ayrı özellikler taşır" (1979 : 279) diyerek din ve bilim arasında gördüğü köklü ayrımı belirtmektedir. Ona göre böyle bir ayırım, hem din ile bilim arasında ihtilaf çıkmasını önler hem de İslam'a uygundur. "Çünkü, İslam' a göre - ilmin her şeklini teşvik etmesiyle birlikte - ilim ile din, zeka ile kalbin ayrı ayrı yerleri ve mahsulleri olarak kabul edilince ihtilaf söz konusu olmaz" (1979 : 306).
Ancak bize öyle geliyor ki İslam dünyasında savunulan ayrışma, yukarıda ikiye ayırıp ilk türünün Batı' daki örneklerini gördüğümüz, din iile bilimi birbirinden tümüyle bağlantısız ve köpük gören sınırsız bir ayrışma anlayışından biraz farklıdır. Burada, din ile bilim arasında farklılıklar ve ayrılıklar görülmekte ve teslim edilmekte ise de, bu ikisi arasında yukarıda gördüğümüz gibi 'keskin bir tezat1 (sharp contrast) veya'asla birbiriyle irtibatı olamayan kompartımanlar(compartments that can never interrelate) tarzında bir anlayış savunul mam aktadır. Burada başlangıçta ikiye ayırdığımız ayrışmanın ikinci türü görülmekte; yani ayrışma, bir felsefî veya teolojik akımın, asla vazgeçemeyeceği ideolojik veya dini bir ilkesi, yaklaşımı ya da doktrini şeklinde değil; din ile bilimin yapılan gereği doğal olarak aralarında bulunan belirli ve sınırlı farkların görülmesi ve gözetilmesi olarak anlaşılmaktadır. Nitekim Necip Taylan da farklılıkların önemini olabildiğince belirttiği kitabında, yine de bu ayrılığın tümüyle kesin bir aynhk olarak anlaşılmaması gerektiğim belirtmektedir. Ona göre, "dinin metod ve gayeleriyle ilim ve felsefenin metod ve gayelerini bir saha içine sokmak doğru değildir... Bununla beraber bilgi ile iman arasında kesin bir ayrılık yoktur" (1979 : 98).
Bu durumda öyle denebilir ki bazı aynşmacı yaklaşım yanlılarına göre,din ile bilim arasında asla unutulmaması gereken ayrılıklar vardır ve bir çatışmanın ortaya çıkmaması için bunlar asla gözden uzak tutulmamalıdır. Bununla birlikte din ile bilimin ilişkisini - ki burada aslında ilişkisizlik anlamına gelmektedir - belirleyen tek faktörün de bu belirgin aynhklar olmadığı ileri sürülebilir. Zira din ile bilim arasında farklılıklar olduğu gibi benzerlikler,ayrılıklar olduğu gibi yakınlıklar da yok değildir. Herşeyden önce, bilimsel bilgi tamamen nesnel, dini bilgi ise tamamen özneldir şeklindeki görüşler tam bir gerçeği yansıtmamaktadır.
Bilim felsefesi araştırmalarının sonuçlan "bilimin temel ilkeleri ve uygulamalarının çok farklı açıklamalarım ortaya çıkarmaktadır ve öyle görünüyor ki birçok yönden pek çok kişinin kendilerine dayanarak bilimin iyi temellendirilmiş olduğunu savundukları felsefi faraziyeler ve ön-kabuller, dini inançlar ve uygulamaların dayandıkları kadar şüpheye ve tartışmaya açıktır" (Stanesby, 1985 : 3). Bunun yanında, "bilim ve din, zorunlu olarak, biri rasyonel öteki irrasyonel iki ayrı kültür veya Weltanschauungen değil, birdirler. Bilim adamı ve din araştırmacısı,birbiriyle uyuşmaz ve zıt etkinliklerle uğraşmaktan uzaktır; ve ikisi de evreni ve insanın evrendeki yerini anlamaya uğraşmaktadırlar" (Stanesby, 1985: 192), en azından bu uğraşta birbirine yakınlaşmaktadırlar.
Bilim ve dinin karşılıklı ilişkisine dair günümüzde savunulan çeşitli yanlış görüşlerin belki de en yaygını olarak nitelediği tecrit edilmiş, yalıtılmış ayrılıık (insulated seperation) görüşüne, çağdaş Batı düşüncesinde en fazla karşı çıkanlardan biri, fizikçi ve teolog John Polkinghorne' dur. Öyle görünüyor ki ona göre böyle bir yaklaşım hem teolojik, hem tarihsel hem de psikolojik olarak yanliştır. Teolojik olarak yanlıştır; zira "Gerçek Tanrı, özel, varoluşsal olarak anlamlı bir sembol değildir; o, varolan herşeyin Rabbidir - ruhun Tanrısı olduğu kadar bilimin de Tanrısıdır". Tarihsel olarak da yanlıştır; zira "Bu iki disiplin daima birbiriyle etkileşim içinde olmuştur." Son olarak psikolojik açıdan da yanlıştır; çünkü "Bilim ve teoloji,bizde(insanın zihinsel dünyasında)kaçınılmaz olarak karşılaştıklarından,zorunlu olarak birbirinin sınırını aşmaktadırlar" (Polkinghorne, 1990 : 87).
Görüldüğü gibi bazı çağdaş felsefe ve teoloji ekollerince savunulan katı ayrışmacı ilişki, İslam düşüncesinde bu şekilde savunulmadığı gibi, yine bazı Batılı araştırmacılar ve düşünürlerce de reddedilmektedir. Doğal farklılıklardan doğan ılımlı bir ayrışmanın, özellikle de din ve bilim arasında gereksiz rekabet ve çatışmalann çıkmasını önlemesi açısından son derece önemli oldı-ğunu bir kez daha vurguladıktan sonra, denebilir ki, bilim ile din - bilhassa da başlıca ayırdedici özelliği "birlik" olan İslam dini - arasındaki ilişkiyi belirleyen temel kavram ve yaklaşım, birbirinden yalıtılmış katı bir ayrışma ilişkisi değildir. Bilim ve din, farklı yapıda süjelerin bütünüyle farklı türden etkinlik alanları olmaktan çok, aynı insanın belirli bir amaç doğrultusundaki etkinliklerinin birer oldukça farklı ama sınırsızca kopuk ve bağlantısız olmayan şubeleridir. Din ile bilim arasındaki ayırım ve dolayısıyla ayrışmacı yaklaşım önemlidir; ama bu ayrışma ilişkisi katı ve bağlantısı değil, ılımlı ve doğal farklılıkların gerektirdiği ölçüde anlaşılmalıdır zira din ile bilim arasındaki "Bu ayırım asla mutlak değildir" (Aydın, 1992: 261 ).
SONUÇ
Buraya kadar söylediklerimizden bazılarını ana başlıklar halinde özetleyerek bir sonuç belirtmek yararlı olacaksa, şunları söylememiz mümkündür. Din-bilim çatışmasının tarihi, bazen iddia edildiği kadar eski değildir. İslam düşüncesi tarihinde ciddi bir bilim-din çatışması olmamıştır.
Çatışma, daha ziyade modern bilimle birlikte Hristiyan Batı dünyasında ortaya çıkmıştır. Bazı pozitivist görüşlere göre, çatışmanın tek sorumlusu, din ve özellikle onun teoloji boyutunun epistemolojik egemenlik iddiasıdır. Bize göre bu iddia Skolastik Hristiyan teolojisi için doğru olabilirse de, böyle bir tavrı olmadığını gördüğümüz İslami teoloji veya Kelam için doğru değildir. Diğer bir deyişle, İslam dini ve teolojisi, çatışmanın bu temel epistemolojik nedenini taşımamaktadır. Bazı Hristiyan fundamentalist görüşlere göre ise, çatışmanın nedeni, din değil 'yanlış bilim'dir. Bu durumda, genel bir ifadeyle söylemek gerekirse, din-bilim çatışmasının tek nedeni ve sorumlusu, pozitivistîere göre din, fundamentalistlere göre ise bilimdir. Bize göre bu indirgemeci yaklaşımların hiçbiri, tam anlamıyla doğru veya tatminkar değildir. Çatışmaya neden olan özellikler, sadece birinin alanında değil her iki etkinlik çerçevesinde birden bulunabilmektedir. Özellikle de, bu olguların; bir yandan, özlerine ait olmayan dış girdilere maruz kalabilmeleri; öte yandan da, alanları, yöntemleri ve amaçlarının, onları temsil eden ve yorumlayanlarca, bilerek veya bilmeyerek birbirine karıştırılıyor oluşu, en önemli gerçek veya potansiyel çatışma nedenleri arasında gelmektedir. Bu ise din ve bilim arasındaki farklılıkları ve böylece de ikinci olarak ele aldığımız ayrışmacı yaklaşımı gündeme getirmiştir.
Din ve bilim arasındaki aynşma ilişkisini ve dolayısıyla ayrışma taraftarlarını ikiye ayırmak mümkündür. Katı bir biçimde aynşma, Skolastik felsefenin son dönemlerinde ilk işaretlerini vermiş; Hristiyan kilisesi ve Yeniçağ bilimi arasında doğan çatışmaların etkisiyle de oldukça hızlanarak bugüne kadar gelmiştir. Yirminci yüzyılın bazı felsefe ve teoloji akıllannca savunulduğu şekiiyie, din ve bilimin, konulan, yöntemleri ve amaçlan arasında kesin bir ayrılık ve zıtlık vardır; ve bunlar arasında hiçbir bağlantı yoktur. Bize göre, ayrışmacı yaklaşımın haklı olarak üzerinde durduğu gibi, din ve bilim arasındaki doğal farklılıkların görülmesi ve gözetilmesi, bu iki etkinliğin herbiri için de, aralannda olumlu bir ilişkinin olabilmesi ve korunulması için de kaçınılmazdır. Ancak yine de bu ayınm, incelediğimiz Batılı düşünce akımlarında görüldüğü gibi katı, sınırsız, bağlantısız ve mutlak olarak değil bazı Batılı düşünürlerle birlikte daha çok İslam düşüncesinde gördüğümüz şekilde, bilim ve dinin kaynağında, alanında, yönteminde ve amacında var olan doğal farklılıkların gözetilmesi ve birbirine kanştınlmaması şeklinde anlaşılmalı; sonuçta ister istemez insanda birleşen ve insan için olan bu iki etkinliğin birbirinden tümüyle kopuk ve bağlantısız olduğu veya olması gerektiği düşünülmemelidir.
Sonuç olarak denebilir ki, çatışmacı yaklaşımda da ayrışmacı yaklaşımda da bir takım gerçekler dile getirilmektedir. Ancak bunların çoğunlukla katı, dogmatik ve abartılı yorumlarının, içerdiği gerçeklerden çok yanlışları banndırabildiği de bir gerçektir. Son söz olarak da; din ile bilim arasında, mitolojik ve ideolojik girdilerle çarpıtılmadıklan ve çattştınimadıklan sürece, ve aralanndaki doğal farklılıklar da kanştınlmayıp gözetildiği müddetçe, büyük bir 'çatışma' da, mutlak ilişkisizliğe varan bir 'aynşma' da olmamıştır ve olmasına da gerek olmayacaktır denilebilir.