BİLİM - DİN İLİŞKİSİNDE TEMEL FELSEFİ YAKLAŞIMLAR: ÇATIŞMA VE AYRIŞMA
|
Yrd. Doç. Dr. Cafer Sadık YARAN
Bir bildiri sınırlan içerisinde, tartışmasız kabul edilen ortak tanımlan bulunmayan bilimin ve dinin, kendi doğru bulduğumuz tanımlanm vermenin ve bu tanımlann analizi ve savunmasını yapmaya girişmenin, bizi asıl konumuzdan çok uzaklara götüreceği düşüncesiyle, bir tanıma gitmeden,çoğunluğun zihnindeki bilim ve din anlayışıyla şimdilik yetineceğiz. Bilim ve dinin kendi başlarına taşıdıkları önem ve güç konusu da, burada üzerinde yeterince ne durabileceğimiz, ne de durmamız gereken bir konudur. Ama bir cümleyle belirtmek gerekirse, "Bilim modern hayatın ilk olgusu, din ise anlamın perennial taşıyıcısıdır. (Rolston, 1987: vi).
Dinin daha egemen olduğu pre-modern dönemlerde, dinin öneminden bahsetmeye herhalde pek gerek yoktu. Bilimin ve hatta bilimciliğin egemen olduğu ve her kesimden insanı etkilediği çağımızda da, bilimin önemine dair insanlan ikna etmeye çalışmaya pek fazla gerek görülmemektedir. Fakat dinin, bilim çağı olarak da adlandınlan çağımız insanı için de, vazgeçilemez bir gereksinim ve önemli bir güç olduğunun hatırlatılmasında yarar olabilir. Bilgi ve bilim yanında, din, modern çağda da, önemli bir güç olmaya devam etmektedir (Bkz. Davies, 1988: 1-8). Özellikle ethik monoteistik dinler, güçlerini çoğunlukla iyi duygu, düşünce ve inanç yönünde; iyi yaşam, davranış ve ilişkiler doğrultusunda; iyi kavrayış, açıklama ve anlamlandırma istikametinde; ve iyi bir manevi rehberlik, ahlâki olgunluk ve ilahi yakınlaşma yönünde kullanmaktadırlar ki her çağın insanı için bu türden bir güç büyük bir önem arzediyor olmalıdır.
Bilim ve din arasındaki ilişki sorunu, düşünce tarihi boyunca, din felsefesi, teoloji, kelam, bilim tarihi, bilim felsefesi, epistemoloji gibi pekçok disiplin içinde sahip olduğu tarihsel yer ve önemi, günümüzde de oldukça canlı bir şekilde koruyan, hararetli tartışmaların yapıldığı ve hemen hergün yeni eserlerin yayınlandığı son derece güncel ve çok boyutlu felsefi problemlerden biridir. Bu sorunun, standart temel konulardan biri olarak, başlıbaşma ele alınıp irdelendiği tek disiplin de din felsefesidir. Bununla birlikte, bu sorun, yalnızca bilim, felsefe ve din ile meşgul olanları değil, akla gelebilecek her kesimden insanı şu ya da bu şekilde ilgilendirmekte ve etkileyebilmektedir. Din ve bilim ilişkisine dair temel felsefî yaklaşımların bilinmesi ve bu bağlamda iyi bir pozisyonun benimsenmesi, ortaya çıkacak özel problemlerin çözümünde, belirgin bir kolaylık, komplike olmayan bir istikamet,ve şümullü bir bakış açısı sağlayacaktır.
Modern bilimle ilişkilerinin ve bu bağlamda ortaya çıkan sorunların ayrıntılarmda veya içeriğinde büyük farklar bulunmasına ve bunlarında açık ve seçikçe belirtilmesinde büyük yarar olmasına rağmen, din-bilim ilişkisi üzerine düşünen entelektüellerin bu konudaki düşüncelerinin genel ve formel yapısı dikkate alındığında, çağdaş Batı Hristiyan düşüncesinde olsun, İslam düşüncesinde olsun, bilim ve dinin ilişkisi konusunda dört temel felsefi yaklaşımın olduğu gözlemlenmektedir. Bunları biz; 'çatışma', 'ayrışma', 'dinselleşme', (İslamileşme), ve 'uyuşma' olarak ayırabilir ve adlandırabiliriz.(Krş.Peterson, 1991 : 197 vd.; Kutluer, 1992 : 21 vd.; Hoodbhoy, 1991 : S.böl; Aydın, 1988:94).
Kanıtlar geliştirme ve sorunlara çözümler önerme gayretlerinde felsefeciler, çoğu kez önemli bir düşünce akımını, diğerleri pahasına ve onları dışlayarak vurgulamak eğiliminde olurlar. Ama bu, bu tür felsefi yaklaşımların gücü olduğu kadar zayıflığıdır da (Stanesby, 1985 :190). Din bilim ilişkisi sorunu ele alınırken de genellikle böyle yapılmaktadır. Bize göre,sözkonusu dört temel yaklaşımdan biri doğru, haklı ve çözüm yolu, diğerleri yanlış, haksız, ve sorunların kaynağıdır şeklinde yapılan indirgemeci,dışlamacı, toptancı, veya siyah-beyazcı yaklaşımlar sorunu çözmeye yaramamakta; aksine, belki de onu daha depreştirmekte veya bizzat kaynağım oluşturabilmektedir. Bu durumda, sözkonusu temel yaklaşımlardan acaba hangileri yanlış ve hangisi doğru diye değil; her biri nerede, ne oranda, ve niçin doğru, ve nerede, ne oranda, ve niçin yanlış diye, samimi, sağduyulu,sorgulamacı, ve sabırlı çalışmalar yapılmalıdır. Burada elbette bazıları ötekilerden daha doğru ve belki birisi en doğru bulunabilecektir.Ama yine de,herbiri, artıları ve eksileriyle, tek tek, açık yüreklilikle, ve yapıcı bir eleştirellikle ele alınıp incelenmelidir ki bu bildiri de biz, bir anlamda böyle bir projenin taslağını oluşturmaya ve tartışmaya çalışacağız. Ancak burada bu dört yaklaşımdan, birbiriyle bağlantı içinde, ilk ikisini inceleyeceğiz.
Din ve bilim arasındaki ilişkiye dair temel felsefi yaklaşımlardan birincisine göre, bilim ile din arasında, tam bir çatışma; hatta bu düşüncedeki farklı kişilerin az çok farklı ifadeleriyle, bir savaş, kavga, çarpışma; bir çelişki,zıtlık, karşıtlık; bir bağdaşmazlık, ihtilaf, anlaşmazlık ya da en azından bir gerginlik vardır. Bunlar, aynı alanlarda egemenlik için, rekabet ve savaş içindedirler. Bu savaşta biri haklı ve doğru, öteki haksız ve yanlıştır; biri diğerine haksız ve gereksiz sorunlar çıkarmaktadır. Bu durumda, adeta, biri yenen ötekisi yenilen olmalı; ve ikincisi, mücadele sahasını ya tümüyle terketmeli ya da topyekün bir teslimiyetle kendisine lütfedilen oldukça sınırlı bir alanda oldukça sınırlı bir etkinlikle yetinmelidir.
Burada her şeyden önce, din ile bilim arasında bir çatışmanın olduğunu savunan veya benimseyenlerin iki farklı hatta zıt türe ayrılabilceğini belirtmek gerekir. Bunlardan birincisi, çatışmadan sözedildiğinde ilk ve asıl akla gelenlerdir. Deyim yerindeyse bunlar gerçek ve katı çatışma taraftarları ve savunucularıdır. Bu yüzden de asıl üzerinde durulması gereken bunların görüşleridir. Bunlar, çok özet bir ifadeyle, bilim taraftan ve din karşıtı çatışmacılardır. Ancak, yine de, çatışmacı yaklaşımincelenirken, çatışmaya gönüllü olarak taraftar olmasalar da, yadsınmayacak bir olgu olarak bilim -veya kendi deyimleriyle sahte ya da yanlış bilim - ile din arasında bir çatışmanın var olduğunu kabul eden ve bunu açıkça ifade eden ikinci bir türden az da olsa bahsetmek gerekir. Bunlar da özetle çatışmacı yaklaşımın din taraftan olarak nitelenebilecek mensuplan şeklinde değerlendirilebilir.
Birinci tür, gerçek çatışmacılara göre, bilim ve din o kadar zıt kutuplarda yer alır ve o kadar birbirine aykın görüşleri temsil ederler ki, aynı insan ve insan kitlesi karşısında çatışmadan var olabilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri imkansızdır. Zira, bunlara göre, bilim; usu, aydınlığı, özgür düşünceyi, deneysel araştırmaları ve gerçek değeri temsil ederken; din, aksine, kör inanç, karanlık, bağnazlık, bilgisizlik, duygusal değer ve hoşgörüsüzlük anlamına gelmektedir (Göktürk, 1990 : 7). Bu tür çatış maçı öğretilerin başında, pozitivizm ile evrimci ve felsefi naturalizm gelir. Bu düşüncedekilerin, bilimle çalıştığını öne sürdükleri dini toptan reddettikleri ve insanlığın ilerlemesinin tek ümidi olarak bilime sarıldıkları görülür.
Doğrudan veya dolaylı olarak Batı kolonializminden etkilenmiş olan İslam ülkelerindeki pozitivist ve naturalist bir dünya görüşünü benimsemiş bazı aydınlar, çağdaşlaşma ve uygarlık yolunun aydınlatıcısr olarak addedilen bilim ile, Hristiyanlık gibi - aralarındaki farkları inceleme gereğini pek duymaksızın - İslam' in da çatıştığını öne sürerek, çatışmacı ekolün bizdeki yansımalarını oluşturmuşlardır. Bu aydınlar "Teorik bilimin zihni yapımızda, teknolojinin pratik hayatımızda gerçekleştirdiği de facto değişmenin yanısıra, bilime ethik bir muhteva da yükleyerek, bilimin, açıkça dinin yerine konulmuş bir kılavuz olduğunu tekrarlamayı şiar edinmişlerdir" (Kutluer,1992 : 22).
Din ile bilim arasında sözü edilen çatışmanın birbirinden farklı iki türü veya iki ayrı alanı olduğu görülmektedir. Bu çatışma iddialarının bir kısmı vahyedilmiş teoloji, öteki kısmı da doğal veya rasyonel teoloji alanına yöneltilmektedir. Diğer bir deyişle, bilim ile din arasındaki çatışma iddialarına dair örneklerin, bazen ilahi vahiy kaynaklı kabul edilen kutsal kitaplar ile bilim arasında; bazen de sonraki din bilimcilerinin sistematize ve rasyonalize ettikleri teoloji ve kelam öğretileri ve ilkeleri ile bilim arasında meydana geldiği öne sürülmektedir.
Russell1 a göre Hristiyanlık ile bilim arasındaki çatışmalar şu iki türde olmaktadır.
Bu çatışmaların Hristiyanlıkla ilgili olanları iki türlüdür. Kimi zaman çatışma Kutsal Kitap' ta değişmez gerçek diye ileri sürülen bir kesinlemeden çıkar, örneğin; tavşanlar geviş getirir. Böyle kesinlemelerin, bilimsel gözlemlere dayanılarak çürütülmesi bilimin gerçeklerini ancak uzun direnmelerden sonra benimseyebilen birçok Hristiyanda gördüğümüz gibi, Kutsal Kitap Tanrı sözü sayan kimseler için büyük güçlükler doğurur. Ama söz konusu edilen kesinlemeler dinsel bir önem taşımıyorlarsa, çürütülmeleri, ya da Kutsal Kitap' m yalnızca dinle, törelerle ilgili
konularda yetkili olduğu söylenerek tartışma dışı edilmeleri pek güç değildir.
Bilimin önemli bir Hristiyanlık inancıyla, ya da tannbilimcilerin din bütünlüğü için gerekli saydıkları bir felsefe ilkesiyle çatışmaya düştüğü yerde daha büyük bir karşıtlık göze çarpar. (1990 :13) Bu şekildeki bir ayırımın, ayrıntıdaki farklarla birlikte, İslam dini ve düşüncesine yönelik benzer iddialar için de geçerli olduğu görülebilmektedir.
Bazı eleştirmenler, çatışmayı örneklendirme çabalarında Kur1 an ayetlerini esas alırken (Bkz. Tanilli, 1991 :IH. böl.)Rüssel' m yukarıda belirttiği Hristiyanlık ile sınırlı kanaatine göre, ikinci türde yani rasyonel teoloji alanında "daha büyük bir karşıtlık göze çarpar".Dinden bahsederken hangi dini kastettiğini, Russell' da gördüğümüz gibi açıkça belirtmeyen Cemal Yıldırım' da aynı görüştedir. Ona göre de "Bilimin dinle bağdaşmazlığı yalnızca 'teoloji' diye bilinen üçüncü öge bakımındandır" (Yıldırım, 1989 : 7). Öne sürülen bu karşıtlık türlerinin gerçekliği varsayıldığında, hangisinin bütünsel ve dinsel açıdan - özellikle de Hristiyanlık ve İsiam arasındaki farklar dikkate alındığında - daha büyük veya asli olduğu tartışılabilir; fakat buna girmeksizin sadece şurası belirtilebilir ki,felsefi düzlemde tartışılması daha uygun ve gerekli olan kısım, rasyonel teolojinin sistemleştirdiği inançsal öğretiler ile ilgili olan kısımdır.
Din ile bilimden birincisinin tarihi ve önemi, insan düşüncesinin tanıdığımız en ilk basamaklarından başlar; oysa ikincisi eski Yunan' da ve Müslümanlarda bir ölçüde ortaya çıktıktan sonra, onaltıncı yüzyılda birdenbire büyük bir gelişme hızı ve önem kazanarak, o zamandan bu yana içinde yaşamakta olduğumuz modern düşünce ve kurumları yoğuragelmiştir (Russell, 1990 : 11). Bilim ile dinin çatışmasının tarihine gelince, çatışmanın ısrarlı savunucularına göre bu, çok eskilere kadar geriye gider. Genel bir ifadeyle, bunlara göre, "Din ile bilim her dönemde açıktan ya da üstü örtülü çatışma içinde olan iki kültürel etkinliktir" (Yıldırım, 1989 : 7).
Ne var ki din ile bilimin çatışmasının "her dönemde" görüldüğü iddiası,eğer yanlış değilse abartılıdır. Gerçek anlamda bir çatışmanın, onaltıncı yüzyıldan sonraki modern bilim döneminde ve Hristiyan Batı dünyasında ortaya çıktığını söylemek daha doğru görünmektedir. Zira çoğu bilim tarihçisi ve düşünürün belirttiğine göre, bilimin İslam medeniyeti içinde varlığını sürdürdüğü özellikle dikkati çeken üç dört yüzyıllık parlak dönemde, veya hatta genel olarak bütün İslam tarihi boyunca, İslam ile bilim arasında ciddi bir çatışma olayına pek rastlanmamaktadır. Bu bağlamda, İslam' m Kutsal Kitabı ile Hristiyanhğmki arasındaki farklarla; İslam ulemasının sahip olduğu zihniyet ve Müslüman bilim adamlarıyla münasebeti ile, Kilise erbabının zihniyeti ve Batılı bilim adamlarıyla ilişkileri arasındaki farklar gözden uzak
tutulmalıdır.
Nitekim, Din ve Bilim Arasındaki Çatışma adlı eserinde, oldukça çatışmacı bir tarih anlayışıyla, "Bilim tarihi, sadece yalıtılmış keşiflerin tarihi değildir; o, çarpışan iki kuvvetin çarpışmasının hikayesidir - bir yanda insan aklının ateşli gücü, öte yanda geleneksel inanç ve beşeri menfaatlerden kaynaklanan baskı" (1927 : X) şeklindeki sözleriyle bu konudaki temel yaklaşımını özetleyen Draper' e göre bile, Hristiyan Batı aleminde ondokuzuncu yüzyılın sonlarında, tarihin belki en büyük bilim din kavgasına neden olan bazı konular, İslam aleminde daha onuncu onbirinci yüzyıllarda tartışılmış ve hiç de bir çatışmaya veya kavgaya neden olmamıştır. Bu konudaki görüşlerini o, şöyle dile getirmektedir.
Biz şu sıralarda, evrenin yönetim biçimi ile ilgili, onun sürekli ilahi bir müdahale ile mi yoksa başlangıçta olan ve değişmeyen yasaların çalışması ile mi yönetildiği konusundaki bir tartışmanın ortasındayız. Müslümanların onuncu ve onbirinci yüzyılda varmış olduğu bu noktaya, Hristiyanlığın entellektüel hareketi daha şimdi ulaşmıştır; ve o zamanlarda Müslümanlarca tartışılan Evrim, Yaratılış ve Gelişme gibi doktrinler, şimdi kendilerini, gözden geçirilmek için yeniden sunuyorlar. (1927: xvi)
Bu ifadelerden de anlaşıldığına göre, bilim-din çatışmasının tarihi, Batı'da ve modern bilimin ortaya çıkmasıyla başlar demek gerçeğe daha yakın görünmektedir. Bu çatışmanın en büyük ve en iyi bilinen örnekleri de, Kilise ve Kopernik arasında onaltmcı yüzyılda astronomi alanında ortaya çıkanı ile, ondokuzuncu yüzyılda Darwin' in evrim kuramı ile ilgili biyoloji alanında ortaya çıkmış olanıdır.Bu çatışmalarda, yukarıda ikiye ayrılan çatışma türlerinin her ikisinden de boyutlar gözlemlenebilmektedir.
1616' da Roma Katolik Kilisesinin Kutsal Ofisi o yıllarda Kopernik' in öğrettiği Pythagorasçı dünyanın güneş etrafında döndüğü görüşünü, yanlış ve Kutsal Kitap' in öğretilerine ters bir bilim olarak değerlendirdi; ve Kopernik' in eseri yasak kitaplar listesine alındı. Kilise Galileo' ya da hem yazılı hem de sözlü tartışmalarda Kopemikçi görüşü savunmaktan vazgeçmesini bildirdi. Fakat o heliosentrik görüşü savunmaya devam edince, 1633' te 69 yaşında Engizisyon mahkemesine çıkarılıp, yanlışı öğretmekten suçlu bulundu; görüşlerinden vazgeçmeye zorlandı ve hayatının geriye kalan sekiz yılını ev hapsinde geçirmesi kararlaştırıldı. Heliosentrik teori yüzünden çıkan çatışma, uzun zamandan beri artık çatışma konusu olmaktan çıkmıştır.
Fakat bu kez de, Darwin' in evrim kuramını ortaya koyduğu Türlerin Menşei adlı eserini 1859' da yayınlamasıyla yeni bir anlaşmazlık kaynağı ortaya çıkmıştır. Bu konudaki anlaşmazlık varlığını kısmen günümüzde de sürdürmektedir.
Böylece, din ile Hristiyanlık kastedildiğinde, bilim ile din arasında bir çatışmanın olduğu tarihsel olarak inkar edilemez bir gerçektir. Ancak burada, Hristiyanlık ve İslam' m ayrı dinler oldukları ve farklı özellikler taşıdıkları gözden uzak tutulmamalı; ve Hristiyanlık ile Hristiyan Kilisesinin neden olduğu ve yaşadığı çatışmalar, aynı şartlar gözlenmedikçe ve kanıtlanmadıkça İslam' a yüklenmemelidir. Ayrıca, belki bir ölçüde skolastik dönemde geçirdiği olumsuz ilişkilere tepki olarak, modern Batılı bilim adamlarının,bilimin bilimselliğini aşan din karşıtı tepkisel veya ideolojik tavırları ve yorumlarının, bilimsel bir dünya görüşü oluşturabilse, hatta bilimle içice gibi görülebilse bile, gerçek veya teknik anlamda bilim olmadığı unutulmamalıdır. Bu gibi konular, Kilise ve bilim arasında yaşandığında kuşku olmayan bazı çatışmaların, özellikle temel nedenleri üzerinde ciddi olarak durmayı gerektirmektedir.
Bu açıdan bakıldığında, bilim ile dinin çatıştığını iddia eden bazı bilimci görüşlere göre, "Çatışmanın kökeninde bağnazlığın özgür araştırmaya olanak tanımak istememesini bulmaktayız... Din evreni açıklama işlevinde bağnaz ve tekdüzedir; özellikle herşeyi açıkladığı savında olan teoloji yeni arayış ve buluşlara kapalıdır. Teolojinin bilimle kavgası düşüncede tekelci egemenliğini yitirme korkusudur"(Yıldınm, 1989 : 7-8).
Ne var ki, iddia edildiği gibi, dinin veya teolojinin 'her şeyi açıklama' savı ve doğrular üzerindeki, 'tekelci egemenliği' nin varlığı ve sonuçta bir din-bilim çatışmasına neden olması, her dini kapsayacak evrensel bir geçerliliğe sahip midir? Bize kalırsa, çatışmanın nedenine ilişkin bu sav, skolastik Hristiyan teolojisi ve ona dayatıan Kilise' nin tüm beşeri etkinlikler üzerinde hem teolojik hem de dünyevi açıdan hakim olduğu dönemler için büyük ölçüde doğrudur. Fakat yukarıda Hristiyan ve İslam gibi bir ayırıma gidilmeksizin evrensel ölçülerde tasvir edilen ve suçlanan bu teoloji veya teoloji anlayışı ile aynı kefeye konulan İslami teolojinin, bu konularda değil eşitliği, pek bir benzerliği dahi yoktur.
Genel olarak teoloji teriminin veya Hristiyan teolojisinin İslam' daki en yakın karşılığı, Kelam ilmidir. Kelama baktığımızda ise yukarıda atfedilen ya da itham edilen şekilde, ne herşeyi açıklama savında bulunulduğu ne de doğruların tekelci egemenliğinin iddia edildiği görülür. Tam tersine İslami teoloji, daha doğrusu Kelam ilmi, hemen hemen daima her Kelam kitabının daha başında kendisini tanımlamakta; ve bu tanımda, özellikle de, egemenlik ve tekelcilik gibi iddialarda bulunmadığını çok açık ve seçikçe ortaya koyacak bir biçimde, kendisinin bilimden ve felsefeden farklarını, ve böylece onlar karşısındaki sınırını ortaya koymaktadır.
İslami teolojinin veya Kelam'ın, çoğu Kelam kitabının girişinde yer alan tanımı şöyledir : "İlm-kelam, Allah Teala hazretlerinin zât ve sıfatın dan,nübüvvet ve risalete âid mesailden ve mebde' ve mead i'tibariyle mükevvenatın ahvalinden kanunu İslam üzerine bahseden bir ilimdir" (Bilmen : 5;krş. Hakkı 1981 : 1). Bu tanımda görüldüğü gibi, Kelam, yaratılmış varlıkların durumlarından bahseden bir ilim olarak kendisini tanımlıyor; fakat burada doğrulan tekelinde bulundurduğunu iddia etmek bir yana; hemen,bu alanı kendisine başlıca konu edinen bilimle arasındaki sınırı belirliyor ve belirtiyor : 'mebde' ve mead itibariyle', yani başlangıç ve son açısından varlıkların durumlarıyla ilgilenir Kelam, başka açılardan değil.
Yaratılmış varlıkların başka alanları ve açılarıyla ise, Kelam' a göre, "ulum-i müsbete" ilgilenir; ve "İlm-i kelam, 'mebde' ve mead' kaydıyleulum-i müsbeteden... ayrılır" (Bilmen : 5). Geleneksel İslam ulemasının, ilimleri, konuîanna göre, akli ilimler ve nakli ilimler olarak ikiye ayırmış olmasıda burada hatırlatılabilir.
Bu durumda din veya teolojinin realite ile ilgili tüm doğrulan ve bunlarla ilgili açıklamalarda bulunma hakkın tekelinde bulundurma çabasının, bilim-din çatışmasına neden olduğu görüşü, tüm dinler için genelleştirilemeyecek, en azından İslami teoloji bilindiği ve dikkate alındığı sürece, İslam adına öne sürülemeyecek bir görüştür. Eğer din-bilim çatışmasının gerçek nedeni buysa, gördüğümüz gibi bu neden İslam teolojisinde bulunmamaktadır. Bu da, yukanda bazı Müslüman olmayanlann dilinden de belirttiğimiz, İslam düşüncesi tarihinde ciddi bir din-bilim çatışmasının görülmemesi gerçeğinin arkasındaki teolojik ve felsefî nedenleri, farklan ve üstünlüklerde göstermekte gibidir. Bu durumda, din-bilim ilişkisini, İslam dini sözkonusu olduğunda, gerçek anlamda bir çatışma ilişkisi olarak anlamak ve hele böyle bir iddiaya neden olan konunun sadece dinden veya teolojisinden kaynaklandığını öne sürmek ne doğru ne de mümkün görünmektedir.
Çatışmanın nedeni ile ilgili bu görüş, yukanda ikiye ayırdığımız çatışmayı belirleyen taraflardan birinci grubun görüşlerini yansıtıyordu. Tüm sorumluluğu din ve teolojiye yükleyen bu bilimci ve pozitivist anlayışın getirdiği açıklamanın, özellikle İslam dini ve teolojisi sözkonusu olduğunda doğru bir açıklama olarak görülemeyeceğine yukanda değindik. Çatışmayı öncekiler gibi ateşli bir biçimde savunmasalar da zaman zaman görülen inkar edilemez bir vakıa olarak kabul edilen ikinci tür çatışmacılara göre ise, tam tersine, meydana getirilen çatışmaların nedeni, asla din veya uzantıları değil, bilimin yanlış yorumlanması ve çarpıtılmasıdır. Çatışmanın nedeni, yine tek bir taraftır; ama bu görüşe göre bu taraf, genel olark bilim,özelde ise yanltş bilim, veya bilimci dünya görüşü bulaştırılmış ve böylece çarpıtılmış bilimdir.
Örneğin, Protestan literalistleri veya fundamentalistleri olarak blinen bazı çağdaş Hristiyan grupları, kendi yaratılışçı görüşleri ile evrimcilerin görüşleri arasında açık bir çatışmanın olduğunu İsrarla belirtmekte ve bu iki farklı görüş arasında hiçbir uzlaşmanın da yapılamayacağını şiddetle savunmaktadırlar. Ne var ki, bunlara göre bu çatışmanın nedeni, hiç bir şekilde dini değil, evrim kuramının aslında bir "yanlış bilim" (false science) olmasıdır.
Eğer bilim, yanlış değil doğru bilim olsaydı, bu "doğru bilim" (true science) ile din - burada, literal olarak yorumlanmış Hristiyan kutsal metinlerine dayalı yaratılış açıklaması - birbiriyle gayet güzel uyuşurlardı (Örn. bkz. Morris, 1974, Peterson, 1991 : 216' dan naklen).
Çatışmanın nedenini tek taraflı olarak din ve uzantılarında gören pozitivist yaklaşım gibi, bu nedeni yine tek taraflı olarak bilim ve uzantılarında gören fundamentalist yaklaşım da pek tatminkar görünmemektedir. Bize göre konuya daha yansız ve daha geniş bir perspektiften bakmak da mümkündür. Her şeyden önce, gerek bilim gerekse din, özlerine ait olmayan bazı felsefi veya ideolojik girdileri bünyelerinde bulundurabilmekte; ve bu ilintisel unsurlar, sözde veya gerçekte bir çatışmaya neden olabilmektedir.
Bundan başka, "Bilim ve dinin, objeleri, amaçlan ve hatta belki metodlan bile birbirine çok yakın bir biçimde belirlendiğinde, açık sonuç, çoğu kere bir çatışma dinamiğine ve bu çatışmayı çözme girişimlerine dönüşen bir rekabettir" (Peterson, 1991 : 199) denilebilir. Din ile bilim arasında sözde veya gerçekte bir çatışmanın olmasının nedenlerine ilişkin bu bakış açısının yukandakilerden farklı olan yanı, çatışmanın nedenini, bilim veya dinin tek birinden kaynaklanır şekilde değil; her ikisinin de, dış girdilere maruz kalabilmesi; ve her ikisinin de, objeleri, metodlan ve amaçlarının iyi bilinmemesi, veya bu alanlardaki farkların bilerek veya bilmeyerek birbirine karıştırılması, ve bu hataların da hem bilim hem de din taraftarlarınca ve yorumcularınca ortak olarak işlenebildiği gerçeğini öne sürmesidir. Dini, bilimin özelliklerini ve işlevlerini de kapsayacak biçimde algılamakla; bilimi, dinin özelliklerini ve işlevlerim de karşılayacak biçimde anlamak; kısacası bunları birbirine karıştırmak, hatta birini diğerine irca edip öbürünü yegane egemen epistemolojik güç kılmak, bu çatışmanın başta gelen nedenlerinden biridir. Bu tür özellikler ve hatalı tutumlarsa yalnızca din veya yalnızca bilim tarafından değil, her iki taraftan da kaynaklanabilmektedir.
Din ve bilim arasında yeterli ayrışmanın yapılmaması veya dikkate alınmamasının, aralarındaki çatışmanın önemli nedenlerinde biri olduğu sonucu; çatışmanın olmamasının veya çözümünün en büyük etkenlerinden birinin de, böyle bir ayrışmanın dikkatle irdelenmesi ve izlenmesi gerektiği sonucuna götürmektedir. Bu da bizi, ele almayı planladığımız, ikinci temel yaklaşıma, 'ayrışma' ya, getirir.
Bir bildiri sınırlan içerisinde, tartışmasız kabul edilen ortak tanımlan bulunmayan bilimin ve dinin, kendi doğru bulduğumuz tanımlanm vermenin ve bu tanımlann analizi ve savunmasını yapmaya girişmenin, bizi asıl konumuzdan çok uzaklara götüreceği düşüncesiyle, bir tanıma gitmeden,çoğunluğun zihnindeki bilim ve din anlayışıyla şimdilik yetineceğiz. Bilim ve dinin kendi başlarına taşıdıkları önem ve güç konusu da, burada üzerinde yeterince ne durabileceğimiz, ne de durmamız gereken bir konudur. Ama bir cümleyle belirtmek gerekirse, "Bilim modern hayatın ilk olgusu, din ise anlamın perennial taşıyıcısıdır. (Rolston, 1987: vi).
Dinin daha egemen olduğu pre-modern dönemlerde, dinin öneminden bahsetmeye herhalde pek gerek yoktu. Bilimin ve hatta bilimciliğin egemen olduğu ve her kesimden insanı etkilediği çağımızda da, bilimin önemine dair insanlan ikna etmeye çalışmaya pek fazla gerek görülmemektedir. Fakat dinin, bilim çağı olarak da adlandınlan çağımız insanı için de, vazgeçilemez bir gereksinim ve önemli bir güç olduğunun hatırlatılmasında yarar olabilir. Bilgi ve bilim yanında, din, modern çağda da, önemli bir güç olmaya devam etmektedir (Bkz. Davies, 1988: 1-8). Özellikle ethik monoteistik dinler, güçlerini çoğunlukla iyi duygu, düşünce ve inanç yönünde; iyi yaşam, davranış ve ilişkiler doğrultusunda; iyi kavrayış, açıklama ve anlamlandırma istikametinde; ve iyi bir manevi rehberlik, ahlâki olgunluk ve ilahi yakınlaşma yönünde kullanmaktadırlar ki her çağın insanı için bu türden bir güç büyük bir önem arzediyor olmalıdır.
Bilim ve din arasındaki ilişki sorunu, düşünce tarihi boyunca, din felsefesi, teoloji, kelam, bilim tarihi, bilim felsefesi, epistemoloji gibi pekçok disiplin içinde sahip olduğu tarihsel yer ve önemi, günümüzde de oldukça canlı bir şekilde koruyan, hararetli tartışmaların yapıldığı ve hemen hergün yeni eserlerin yayınlandığı son derece güncel ve çok boyutlu felsefi problemlerden biridir. Bu sorunun, standart temel konulardan biri olarak, başlıbaşma ele alınıp irdelendiği tek disiplin de din felsefesidir. Bununla birlikte, bu sorun, yalnızca bilim, felsefe ve din ile meşgul olanları değil, akla gelebilecek her kesimden insanı şu ya da bu şekilde ilgilendirmekte ve etkileyebilmektedir. Din ve bilim ilişkisine dair temel felsefî yaklaşımların bilinmesi ve bu bağlamda iyi bir pozisyonun benimsenmesi, ortaya çıkacak özel problemlerin çözümünde, belirgin bir kolaylık, komplike olmayan bir istikamet,ve şümullü bir bakış açısı sağlayacaktır.
Modern bilimle ilişkilerinin ve bu bağlamda ortaya çıkan sorunların ayrıntılarmda veya içeriğinde büyük farklar bulunmasına ve bunlarında açık ve seçikçe belirtilmesinde büyük yarar olmasına rağmen, din-bilim ilişkisi üzerine düşünen entelektüellerin bu konudaki düşüncelerinin genel ve formel yapısı dikkate alındığında, çağdaş Batı Hristiyan düşüncesinde olsun, İslam düşüncesinde olsun, bilim ve dinin ilişkisi konusunda dört temel felsefi yaklaşımın olduğu gözlemlenmektedir. Bunları biz; 'çatışma', 'ayrışma', 'dinselleşme', (İslamileşme), ve 'uyuşma' olarak ayırabilir ve adlandırabiliriz.(Krş.Peterson, 1991 : 197 vd.; Kutluer, 1992 : 21 vd.; Hoodbhoy, 1991 : S.böl; Aydın, 1988:94).
Kanıtlar geliştirme ve sorunlara çözümler önerme gayretlerinde felsefeciler, çoğu kez önemli bir düşünce akımını, diğerleri pahasına ve onları dışlayarak vurgulamak eğiliminde olurlar. Ama bu, bu tür felsefi yaklaşımların gücü olduğu kadar zayıflığıdır da (Stanesby, 1985 :190). Din bilim ilişkisi sorunu ele alınırken de genellikle böyle yapılmaktadır. Bize göre,sözkonusu dört temel yaklaşımdan biri doğru, haklı ve çözüm yolu, diğerleri yanlış, haksız, ve sorunların kaynağıdır şeklinde yapılan indirgemeci,dışlamacı, toptancı, veya siyah-beyazcı yaklaşımlar sorunu çözmeye yaramamakta; aksine, belki de onu daha depreştirmekte veya bizzat kaynağım oluşturabilmektedir. Bu durumda, sözkonusu temel yaklaşımlardan acaba hangileri yanlış ve hangisi doğru diye değil; her biri nerede, ne oranda, ve niçin doğru, ve nerede, ne oranda, ve niçin yanlış diye, samimi, sağduyulu,sorgulamacı, ve sabırlı çalışmalar yapılmalıdır. Burada elbette bazıları ötekilerden daha doğru ve belki birisi en doğru bulunabilecektir.Ama yine de,herbiri, artıları ve eksileriyle, tek tek, açık yüreklilikle, ve yapıcı bir eleştirellikle ele alınıp incelenmelidir ki bu bildiri de biz, bir anlamda böyle bir projenin taslağını oluşturmaya ve tartışmaya çalışacağız. Ancak burada bu dört yaklaşımdan, birbiriyle bağlantı içinde, ilk ikisini inceleyeceğiz.
ÇATIŞMA
Din ve bilim arasındaki ilişkiye dair temel felsefi yaklaşımlardan birincisine göre, bilim ile din arasında, tam bir çatışma; hatta bu düşüncedeki farklı kişilerin az çok farklı ifadeleriyle, bir savaş, kavga, çarpışma; bir çelişki,zıtlık, karşıtlık; bir bağdaşmazlık, ihtilaf, anlaşmazlık ya da en azından bir gerginlik vardır. Bunlar, aynı alanlarda egemenlik için, rekabet ve savaş içindedirler. Bu savaşta biri haklı ve doğru, öteki haksız ve yanlıştır; biri diğerine haksız ve gereksiz sorunlar çıkarmaktadır. Bu durumda, adeta, biri yenen ötekisi yenilen olmalı; ve ikincisi, mücadele sahasını ya tümüyle terketmeli ya da topyekün bir teslimiyetle kendisine lütfedilen oldukça sınırlı bir alanda oldukça sınırlı bir etkinlikle yetinmelidir.
Burada her şeyden önce, din ile bilim arasında bir çatışmanın olduğunu savunan veya benimseyenlerin iki farklı hatta zıt türe ayrılabilceğini belirtmek gerekir. Bunlardan birincisi, çatışmadan sözedildiğinde ilk ve asıl akla gelenlerdir. Deyim yerindeyse bunlar gerçek ve katı çatışma taraftarları ve savunucularıdır. Bu yüzden de asıl üzerinde durulması gereken bunların görüşleridir. Bunlar, çok özet bir ifadeyle, bilim taraftan ve din karşıtı çatışmacılardır. Ancak, yine de, çatışmacı yaklaşımincelenirken, çatışmaya gönüllü olarak taraftar olmasalar da, yadsınmayacak bir olgu olarak bilim -veya kendi deyimleriyle sahte ya da yanlış bilim - ile din arasında bir çatışmanın var olduğunu kabul eden ve bunu açıkça ifade eden ikinci bir türden az da olsa bahsetmek gerekir. Bunlar da özetle çatışmacı yaklaşımın din taraftan olarak nitelenebilecek mensuplan şeklinde değerlendirilebilir.
Birinci tür, gerçek çatışmacılara göre, bilim ve din o kadar zıt kutuplarda yer alır ve o kadar birbirine aykın görüşleri temsil ederler ki, aynı insan ve insan kitlesi karşısında çatışmadan var olabilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri imkansızdır. Zira, bunlara göre, bilim; usu, aydınlığı, özgür düşünceyi, deneysel araştırmaları ve gerçek değeri temsil ederken; din, aksine, kör inanç, karanlık, bağnazlık, bilgisizlik, duygusal değer ve hoşgörüsüzlük anlamına gelmektedir (Göktürk, 1990 : 7). Bu tür çatış maçı öğretilerin başında, pozitivizm ile evrimci ve felsefi naturalizm gelir. Bu düşüncedekilerin, bilimle çalıştığını öne sürdükleri dini toptan reddettikleri ve insanlığın ilerlemesinin tek ümidi olarak bilime sarıldıkları görülür.
Doğrudan veya dolaylı olarak Batı kolonializminden etkilenmiş olan İslam ülkelerindeki pozitivist ve naturalist bir dünya görüşünü benimsemiş bazı aydınlar, çağdaşlaşma ve uygarlık yolunun aydınlatıcısr olarak addedilen bilim ile, Hristiyanlık gibi - aralarındaki farkları inceleme gereğini pek duymaksızın - İslam' in da çatıştığını öne sürerek, çatışmacı ekolün bizdeki yansımalarını oluşturmuşlardır. Bu aydınlar "Teorik bilimin zihni yapımızda, teknolojinin pratik hayatımızda gerçekleştirdiği de facto değişmenin yanısıra, bilime ethik bir muhteva da yükleyerek, bilimin, açıkça dinin yerine konulmuş bir kılavuz olduğunu tekrarlamayı şiar edinmişlerdir" (Kutluer,1992 : 22).
Din ile bilim arasında sözü edilen çatışmanın birbirinden farklı iki türü veya iki ayrı alanı olduğu görülmektedir. Bu çatışma iddialarının bir kısmı vahyedilmiş teoloji, öteki kısmı da doğal veya rasyonel teoloji alanına yöneltilmektedir. Diğer bir deyişle, bilim ile din arasındaki çatışma iddialarına dair örneklerin, bazen ilahi vahiy kaynaklı kabul edilen kutsal kitaplar ile bilim arasında; bazen de sonraki din bilimcilerinin sistematize ve rasyonalize ettikleri teoloji ve kelam öğretileri ve ilkeleri ile bilim arasında meydana geldiği öne sürülmektedir.
Russell1 a göre Hristiyanlık ile bilim arasındaki çatışmalar şu iki türde olmaktadır.
Bu çatışmaların Hristiyanlıkla ilgili olanları iki türlüdür. Kimi zaman çatışma Kutsal Kitap' ta değişmez gerçek diye ileri sürülen bir kesinlemeden çıkar, örneğin; tavşanlar geviş getirir. Böyle kesinlemelerin, bilimsel gözlemlere dayanılarak çürütülmesi bilimin gerçeklerini ancak uzun direnmelerden sonra benimseyebilen birçok Hristiyanda gördüğümüz gibi, Kutsal Kitap Tanrı sözü sayan kimseler için büyük güçlükler doğurur. Ama söz konusu edilen kesinlemeler dinsel bir önem taşımıyorlarsa, çürütülmeleri, ya da Kutsal Kitap' m yalnızca dinle, törelerle ilgili
konularda yetkili olduğu söylenerek tartışma dışı edilmeleri pek güç değildir.
Bilimin önemli bir Hristiyanlık inancıyla, ya da tannbilimcilerin din bütünlüğü için gerekli saydıkları bir felsefe ilkesiyle çatışmaya düştüğü yerde daha büyük bir karşıtlık göze çarpar. (1990 :13) Bu şekildeki bir ayırımın, ayrıntıdaki farklarla birlikte, İslam dini ve düşüncesine yönelik benzer iddialar için de geçerli olduğu görülebilmektedir.
Bazı eleştirmenler, çatışmayı örneklendirme çabalarında Kur1 an ayetlerini esas alırken (Bkz. Tanilli, 1991 :IH. böl.)Rüssel' m yukarıda belirttiği Hristiyanlık ile sınırlı kanaatine göre, ikinci türde yani rasyonel teoloji alanında "daha büyük bir karşıtlık göze çarpar".Dinden bahsederken hangi dini kastettiğini, Russell' da gördüğümüz gibi açıkça belirtmeyen Cemal Yıldırım' da aynı görüştedir. Ona göre de "Bilimin dinle bağdaşmazlığı yalnızca 'teoloji' diye bilinen üçüncü öge bakımındandır" (Yıldırım, 1989 : 7). Öne sürülen bu karşıtlık türlerinin gerçekliği varsayıldığında, hangisinin bütünsel ve dinsel açıdan - özellikle de Hristiyanlık ve İsiam arasındaki farklar dikkate alındığında - daha büyük veya asli olduğu tartışılabilir; fakat buna girmeksizin sadece şurası belirtilebilir ki,felsefi düzlemde tartışılması daha uygun ve gerekli olan kısım, rasyonel teolojinin sistemleştirdiği inançsal öğretiler ile ilgili olan kısımdır.
Din ile bilimden birincisinin tarihi ve önemi, insan düşüncesinin tanıdığımız en ilk basamaklarından başlar; oysa ikincisi eski Yunan' da ve Müslümanlarda bir ölçüde ortaya çıktıktan sonra, onaltıncı yüzyılda birdenbire büyük bir gelişme hızı ve önem kazanarak, o zamandan bu yana içinde yaşamakta olduğumuz modern düşünce ve kurumları yoğuragelmiştir (Russell, 1990 : 11). Bilim ile dinin çatışmasının tarihine gelince, çatışmanın ısrarlı savunucularına göre bu, çok eskilere kadar geriye gider. Genel bir ifadeyle, bunlara göre, "Din ile bilim her dönemde açıktan ya da üstü örtülü çatışma içinde olan iki kültürel etkinliktir" (Yıldırım, 1989 : 7).
Ne var ki din ile bilimin çatışmasının "her dönemde" görüldüğü iddiası,eğer yanlış değilse abartılıdır. Gerçek anlamda bir çatışmanın, onaltıncı yüzyıldan sonraki modern bilim döneminde ve Hristiyan Batı dünyasında ortaya çıktığını söylemek daha doğru görünmektedir. Zira çoğu bilim tarihçisi ve düşünürün belirttiğine göre, bilimin İslam medeniyeti içinde varlığını sürdürdüğü özellikle dikkati çeken üç dört yüzyıllık parlak dönemde, veya hatta genel olarak bütün İslam tarihi boyunca, İslam ile bilim arasında ciddi bir çatışma olayına pek rastlanmamaktadır. Bu bağlamda, İslam' m Kutsal Kitabı ile Hristiyanhğmki arasındaki farklarla; İslam ulemasının sahip olduğu zihniyet ve Müslüman bilim adamlarıyla münasebeti ile, Kilise erbabının zihniyeti ve Batılı bilim adamlarıyla ilişkileri arasındaki farklar gözden uzak
tutulmalıdır.
Nitekim, Din ve Bilim Arasındaki Çatışma adlı eserinde, oldukça çatışmacı bir tarih anlayışıyla, "Bilim tarihi, sadece yalıtılmış keşiflerin tarihi değildir; o, çarpışan iki kuvvetin çarpışmasının hikayesidir - bir yanda insan aklının ateşli gücü, öte yanda geleneksel inanç ve beşeri menfaatlerden kaynaklanan baskı" (1927 : X) şeklindeki sözleriyle bu konudaki temel yaklaşımını özetleyen Draper' e göre bile, Hristiyan Batı aleminde ondokuzuncu yüzyılın sonlarında, tarihin belki en büyük bilim din kavgasına neden olan bazı konular, İslam aleminde daha onuncu onbirinci yüzyıllarda tartışılmış ve hiç de bir çatışmaya veya kavgaya neden olmamıştır. Bu konudaki görüşlerini o, şöyle dile getirmektedir.
Biz şu sıralarda, evrenin yönetim biçimi ile ilgili, onun sürekli ilahi bir müdahale ile mi yoksa başlangıçta olan ve değişmeyen yasaların çalışması ile mi yönetildiği konusundaki bir tartışmanın ortasındayız. Müslümanların onuncu ve onbirinci yüzyılda varmış olduğu bu noktaya, Hristiyanlığın entellektüel hareketi daha şimdi ulaşmıştır; ve o zamanlarda Müslümanlarca tartışılan Evrim, Yaratılış ve Gelişme gibi doktrinler, şimdi kendilerini, gözden geçirilmek için yeniden sunuyorlar. (1927: xvi)
Bu ifadelerden de anlaşıldığına göre, bilim-din çatışmasının tarihi, Batı'da ve modern bilimin ortaya çıkmasıyla başlar demek gerçeğe daha yakın görünmektedir. Bu çatışmanın en büyük ve en iyi bilinen örnekleri de, Kilise ve Kopernik arasında onaltmcı yüzyılda astronomi alanında ortaya çıkanı ile, ondokuzuncu yüzyılda Darwin' in evrim kuramı ile ilgili biyoloji alanında ortaya çıkmış olanıdır.Bu çatışmalarda, yukarıda ikiye ayrılan çatışma türlerinin her ikisinden de boyutlar gözlemlenebilmektedir.
1616' da Roma Katolik Kilisesinin Kutsal Ofisi o yıllarda Kopernik' in öğrettiği Pythagorasçı dünyanın güneş etrafında döndüğü görüşünü, yanlış ve Kutsal Kitap' in öğretilerine ters bir bilim olarak değerlendirdi; ve Kopernik' in eseri yasak kitaplar listesine alındı. Kilise Galileo' ya da hem yazılı hem de sözlü tartışmalarda Kopemikçi görüşü savunmaktan vazgeçmesini bildirdi. Fakat o heliosentrik görüşü savunmaya devam edince, 1633' te 69 yaşında Engizisyon mahkemesine çıkarılıp, yanlışı öğretmekten suçlu bulundu; görüşlerinden vazgeçmeye zorlandı ve hayatının geriye kalan sekiz yılını ev hapsinde geçirmesi kararlaştırıldı. Heliosentrik teori yüzünden çıkan çatışma, uzun zamandan beri artık çatışma konusu olmaktan çıkmıştır.
Fakat bu kez de, Darwin' in evrim kuramını ortaya koyduğu Türlerin Menşei adlı eserini 1859' da yayınlamasıyla yeni bir anlaşmazlık kaynağı ortaya çıkmıştır. Bu konudaki anlaşmazlık varlığını kısmen günümüzde de sürdürmektedir.
Böylece, din ile Hristiyanlık kastedildiğinde, bilim ile din arasında bir çatışmanın olduğu tarihsel olarak inkar edilemez bir gerçektir. Ancak burada, Hristiyanlık ve İslam' m ayrı dinler oldukları ve farklı özellikler taşıdıkları gözden uzak tutulmamalı; ve Hristiyanlık ile Hristiyan Kilisesinin neden olduğu ve yaşadığı çatışmalar, aynı şartlar gözlenmedikçe ve kanıtlanmadıkça İslam' a yüklenmemelidir. Ayrıca, belki bir ölçüde skolastik dönemde geçirdiği olumsuz ilişkilere tepki olarak, modern Batılı bilim adamlarının,bilimin bilimselliğini aşan din karşıtı tepkisel veya ideolojik tavırları ve yorumlarının, bilimsel bir dünya görüşü oluşturabilse, hatta bilimle içice gibi görülebilse bile, gerçek veya teknik anlamda bilim olmadığı unutulmamalıdır. Bu gibi konular, Kilise ve bilim arasında yaşandığında kuşku olmayan bazı çatışmaların, özellikle temel nedenleri üzerinde ciddi olarak durmayı gerektirmektedir.
Bu açıdan bakıldığında, bilim ile dinin çatıştığını iddia eden bazı bilimci görüşlere göre, "Çatışmanın kökeninde bağnazlığın özgür araştırmaya olanak tanımak istememesini bulmaktayız... Din evreni açıklama işlevinde bağnaz ve tekdüzedir; özellikle herşeyi açıkladığı savında olan teoloji yeni arayış ve buluşlara kapalıdır. Teolojinin bilimle kavgası düşüncede tekelci egemenliğini yitirme korkusudur"(Yıldınm, 1989 : 7-8).
Ne var ki, iddia edildiği gibi, dinin veya teolojinin 'her şeyi açıklama' savı ve doğrular üzerindeki, 'tekelci egemenliği' nin varlığı ve sonuçta bir din-bilim çatışmasına neden olması, her dini kapsayacak evrensel bir geçerliliğe sahip midir? Bize kalırsa, çatışmanın nedenine ilişkin bu sav, skolastik Hristiyan teolojisi ve ona dayatıan Kilise' nin tüm beşeri etkinlikler üzerinde hem teolojik hem de dünyevi açıdan hakim olduğu dönemler için büyük ölçüde doğrudur. Fakat yukarıda Hristiyan ve İslam gibi bir ayırıma gidilmeksizin evrensel ölçülerde tasvir edilen ve suçlanan bu teoloji veya teoloji anlayışı ile aynı kefeye konulan İslami teolojinin, bu konularda değil eşitliği, pek bir benzerliği dahi yoktur.
Genel olarak teoloji teriminin veya Hristiyan teolojisinin İslam' daki en yakın karşılığı, Kelam ilmidir. Kelama baktığımızda ise yukarıda atfedilen ya da itham edilen şekilde, ne herşeyi açıklama savında bulunulduğu ne de doğruların tekelci egemenliğinin iddia edildiği görülür. Tam tersine İslami teoloji, daha doğrusu Kelam ilmi, hemen hemen daima her Kelam kitabının daha başında kendisini tanımlamakta; ve bu tanımda, özellikle de, egemenlik ve tekelcilik gibi iddialarda bulunmadığını çok açık ve seçikçe ortaya koyacak bir biçimde, kendisinin bilimden ve felsefeden farklarını, ve böylece onlar karşısındaki sınırını ortaya koymaktadır.
İslami teolojinin veya Kelam'ın, çoğu Kelam kitabının girişinde yer alan tanımı şöyledir : "İlm-kelam, Allah Teala hazretlerinin zât ve sıfatın dan,nübüvvet ve risalete âid mesailden ve mebde' ve mead i'tibariyle mükevvenatın ahvalinden kanunu İslam üzerine bahseden bir ilimdir" (Bilmen : 5;krş. Hakkı 1981 : 1). Bu tanımda görüldüğü gibi, Kelam, yaratılmış varlıkların durumlarından bahseden bir ilim olarak kendisini tanımlıyor; fakat burada doğrulan tekelinde bulundurduğunu iddia etmek bir yana; hemen,bu alanı kendisine başlıca konu edinen bilimle arasındaki sınırı belirliyor ve belirtiyor : 'mebde' ve mead itibariyle', yani başlangıç ve son açısından varlıkların durumlarıyla ilgilenir Kelam, başka açılardan değil.
Yaratılmış varlıkların başka alanları ve açılarıyla ise, Kelam' a göre, "ulum-i müsbete" ilgilenir; ve "İlm-i kelam, 'mebde' ve mead' kaydıyleulum-i müsbeteden... ayrılır" (Bilmen : 5). Geleneksel İslam ulemasının, ilimleri, konuîanna göre, akli ilimler ve nakli ilimler olarak ikiye ayırmış olmasıda burada hatırlatılabilir.
Bu durumda din veya teolojinin realite ile ilgili tüm doğrulan ve bunlarla ilgili açıklamalarda bulunma hakkın tekelinde bulundurma çabasının, bilim-din çatışmasına neden olduğu görüşü, tüm dinler için genelleştirilemeyecek, en azından İslami teoloji bilindiği ve dikkate alındığı sürece, İslam adına öne sürülemeyecek bir görüştür. Eğer din-bilim çatışmasının gerçek nedeni buysa, gördüğümüz gibi bu neden İslam teolojisinde bulunmamaktadır. Bu da, yukanda bazı Müslüman olmayanlann dilinden de belirttiğimiz, İslam düşüncesi tarihinde ciddi bir din-bilim çatışmasının görülmemesi gerçeğinin arkasındaki teolojik ve felsefî nedenleri, farklan ve üstünlüklerde göstermekte gibidir. Bu durumda, din-bilim ilişkisini, İslam dini sözkonusu olduğunda, gerçek anlamda bir çatışma ilişkisi olarak anlamak ve hele böyle bir iddiaya neden olan konunun sadece dinden veya teolojisinden kaynaklandığını öne sürmek ne doğru ne de mümkün görünmektedir.
Çatışmanın nedeni ile ilgili bu görüş, yukanda ikiye ayırdığımız çatışmayı belirleyen taraflardan birinci grubun görüşlerini yansıtıyordu. Tüm sorumluluğu din ve teolojiye yükleyen bu bilimci ve pozitivist anlayışın getirdiği açıklamanın, özellikle İslam dini ve teolojisi sözkonusu olduğunda doğru bir açıklama olarak görülemeyeceğine yukanda değindik. Çatışmayı öncekiler gibi ateşli bir biçimde savunmasalar da zaman zaman görülen inkar edilemez bir vakıa olarak kabul edilen ikinci tür çatışmacılara göre ise, tam tersine, meydana getirilen çatışmaların nedeni, asla din veya uzantıları değil, bilimin yanlış yorumlanması ve çarpıtılmasıdır. Çatışmanın nedeni, yine tek bir taraftır; ama bu görüşe göre bu taraf, genel olark bilim,özelde ise yanltş bilim, veya bilimci dünya görüşü bulaştırılmış ve böylece çarpıtılmış bilimdir.
Örneğin, Protestan literalistleri veya fundamentalistleri olarak blinen bazı çağdaş Hristiyan grupları, kendi yaratılışçı görüşleri ile evrimcilerin görüşleri arasında açık bir çatışmanın olduğunu İsrarla belirtmekte ve bu iki farklı görüş arasında hiçbir uzlaşmanın da yapılamayacağını şiddetle savunmaktadırlar. Ne var ki, bunlara göre bu çatışmanın nedeni, hiç bir şekilde dini değil, evrim kuramının aslında bir "yanlış bilim" (false science) olmasıdır.
Eğer bilim, yanlış değil doğru bilim olsaydı, bu "doğru bilim" (true science) ile din - burada, literal olarak yorumlanmış Hristiyan kutsal metinlerine dayalı yaratılış açıklaması - birbiriyle gayet güzel uyuşurlardı (Örn. bkz. Morris, 1974, Peterson, 1991 : 216' dan naklen).
Çatışmanın nedenini tek taraflı olarak din ve uzantılarında gören pozitivist yaklaşım gibi, bu nedeni yine tek taraflı olarak bilim ve uzantılarında gören fundamentalist yaklaşım da pek tatminkar görünmemektedir. Bize göre konuya daha yansız ve daha geniş bir perspektiften bakmak da mümkündür. Her şeyden önce, gerek bilim gerekse din, özlerine ait olmayan bazı felsefi veya ideolojik girdileri bünyelerinde bulundurabilmekte; ve bu ilintisel unsurlar, sözde veya gerçekte bir çatışmaya neden olabilmektedir.
Bundan başka, "Bilim ve dinin, objeleri, amaçlan ve hatta belki metodlan bile birbirine çok yakın bir biçimde belirlendiğinde, açık sonuç, çoğu kere bir çatışma dinamiğine ve bu çatışmayı çözme girişimlerine dönüşen bir rekabettir" (Peterson, 1991 : 199) denilebilir. Din ile bilim arasında sözde veya gerçekte bir çatışmanın olmasının nedenlerine ilişkin bu bakış açısının yukandakilerden farklı olan yanı, çatışmanın nedenini, bilim veya dinin tek birinden kaynaklanır şekilde değil; her ikisinin de, dış girdilere maruz kalabilmesi; ve her ikisinin de, objeleri, metodlan ve amaçlarının iyi bilinmemesi, veya bu alanlardaki farkların bilerek veya bilmeyerek birbirine karıştırılması, ve bu hataların da hem bilim hem de din taraftarlarınca ve yorumcularınca ortak olarak işlenebildiği gerçeğini öne sürmesidir. Dini, bilimin özelliklerini ve işlevlerini de kapsayacak biçimde algılamakla; bilimi, dinin özelliklerini ve işlevlerim de karşılayacak biçimde anlamak; kısacası bunları birbirine karıştırmak, hatta birini diğerine irca edip öbürünü yegane egemen epistemolojik güç kılmak, bu çatışmanın başta gelen nedenlerinden biridir. Bu tür özellikler ve hatalı tutumlarsa yalnızca din veya yalnızca bilim tarafından değil, her iki taraftan da kaynaklanabilmektedir.
Din ve bilim arasında yeterli ayrışmanın yapılmaması veya dikkate alınmamasının, aralarındaki çatışmanın önemli nedenlerinde biri olduğu sonucu; çatışmanın olmamasının veya çözümünün en büyük etkenlerinden birinin de, böyle bir ayrışmanın dikkatle irdelenmesi ve izlenmesi gerektiği sonucuna götürmektedir. Bu da bizi, ele almayı planladığımız, ikinci temel yaklaşıma, 'ayrışma' ya, getirir.
3 Yorumlar
-cenabı-hak,sevdiği kuluna,acı çektirir.bunun hikmetinden sual eyleyenler,münafık vede ortak koşanlardır...idrak ve,izan olarak,na-tamam kafalar...fevkinden ziyade bir imtihan metodu olan bu yüce kudret takdirinin ihtiyarına varamazlar...cenabı-hak seni imtihan ediyor...acı çektiriyor...ama niye? yoksa sanada bol bol haram para sunardı...meyhaneden-kumarhaneden çıkmazdın...ama imanında olmazdı...cenabı-hak,ne yaptığını bilir...bu dünyanın tüm görüntüleri...fanidir...cenabı-hak,elçileri(peygamberleri)vasıtasıyla,tebliğ etmedimi?tebliği;tebellüğ eyleyenler,ihsan'ı-bahş'tan,fevkinden ziyade istifade eyleyeceklerdir...cenabı-hak,münafıkları elbetki görür ve bilir...onlar nar'ı,cehennemin yağlı kütüğü olacaklardır...öyle bir çağa girdikki;her yanımız inkarcılar ile çevrilmiş...bu aslında kıyametin bir alameti...cenabı-hak,inkarcılara gülüyor...nede zavallısınız...bu inkarcılar fakir fukara kesimden değil...okumuş(!)kesimden(ama ne okumuş?)fakir-fukara ,cenabı-hakkın,sevgili kulu,,,imtihan edildiğini biliyor ve asla,yaradana baş kaldırmıyor...dünya nimetlerinin ne kadar değeri var?cenabı-hak herşeyi görendir...inkarcılara bol-bol-dünya malı vermiştir...peki bunun,öbür tarafta hesabının sorulmayacağınımı sanıyorsunuz? neyse,bu kadar,HİSSE...kıssa'ya,kafi olsa gerek...cahil ateistler'e,sunulur..cenabı-hak hidayete erdirsin.
Hasbinallah!!!
Sen söylemesen biz bunları bilmiyorduk. Madem bu kadar doğruları söylemek için ateşlisin önce İslam felsefesini, Yunan felsefesini felsefe ile ilgili herşeyi hadis, fıkıh kelam eline geçen herşeyi yalar yutar bize bu işi hakkıyla söylersin. Düşünerek inan. Hırsızlık niye kötüdür düşün! Yalan söylemek niye kötüdür düşün! Kusura bakma ama bu söylediklerin doğrudur ve bir bakımada cahil fanatizmidir. Açıklama yapacaksan ilmiyle açıklama yap. Farabiler İbni Sinalar bu tarz konuşmuyorlardı. İlmin varsa konuş alim sansınlar. İlmin yoksa sus insan sansınlar. Yunan felsefesi bu bakımdan hatalıdır; Batı felsefesi şu bakımdan yanlıştır dersin. İslam felsefesinde islamın özünde bu konu söyledir, batılılar bunda yanılmıştır der bizi irşat edersin. Yoksa boş yere mübarek parmaklarını yorma. Hazreti Allahın yoldan çıkardığını senmi doğru yola ileteceksin. Allah aşkına biraz düşünün, kafa yorun. Biryerlerde okuduğunuz lafları kopyala yapıştır yaparak laf söylediğinizi zannetmeyin.