YAPISALCILIK ÜZERİNE (...devamı )
|
Yapı yapısalcılığının ikinci bir türü, Derrida'nın önerdiği anlamda bilimsel olmaktan çok metafizik bir anlamda tanımlanabilecek olan yapısalcılıktır. Derrida, yapısalcılığı, batı felsefesinin / metafiziğinin dayandığı temel karşıtlıkları sorgulamadan kabul ettiği için eleştirmektedir.Öyleyse yapısalcılığın Derridacı görüşte, temel karşıtlıkları alıkoyucu kavramları bozuma uğratmayan bir yönü vardır. Bu anlamda yapısalcılık, batı metafiziğinin bir devamı olarak görülebilir. Derrida'nın yapısalcılığa verdiği anlam, Nietzsche'nin Dionysos ile Apollon arasındaki çatışmanın Apolloncu yönüyle özdeşleştirilir. Niethzsche "Tragedyanın Doğuşu" adlı eserinde Grek kültürünün en yüksek halinin Apolloncu ve Dionysos 'eu ruhların tuhaf ve hassas birlikteliğinin ürünü olduğunu söyler. Asıl anlamını trajik mitte bulan Apolloncu-Dionysoscu işbirliği Sokratesle son bulur. Ancak bizim için önemli olan Apolloncu ruh ve Dionysoscu ruh halinin neye karşılık geldiklerinin belirlenmesidir. Apolloncu ruh biçimlere sıkı sıkıya bağlı kalırken, Dionysoscu ruh biçimden yoksundur. Apollon "bireylere...etraflarında sınırlar çizerek ahenk kazandırmaya çalışan" biçim verici güç olarak görülürken, Dionysos bu biçimi taşlaştırıp katılaştırmaması için
"Apolloncu eğilimi zaman zaman yıkan güçtür."
Derrida yapısalcılığı "söz merkezci" kültürün bütününe sıkı sıkıya bağlı kalan Apolloncu biçimcilikle özdeşleştirmeye gitmektedir.Bütün olarak batı felsefesini eleştirisinde batı felsefesi, Platondan itibaren Dionysos'çu kuvveti Apolloncu biçime tabi kılmış güneş merkezli bir metafizik olarak değerlendirilir. Aynı zamanda tüm bu metafizikler metaforik yapıdadır. Derridanın yapısalcılığı Apolloncu ruha bağlama sebebi yapısalcılığın metaforik eğilim ve belirlenimlerinde aranmalıdır.
Derrida "Yazı ve Ayrım" adlı eserinde, bütün anlama, anlam (sense) arama çabalarının tümüyle Aplloncu bir doğaya sahip olduğunu, "modern yapısalcılığın" da bu Apolloncu projenin ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi gerektiğini vurgular. Aynca modern yapısalcılığın fenomenolojinin gölgesinde yetiştiğini de belirtir. Ona göre, fenomenolojinin kuvveti, kavramaya yarayacak bir kavramdan yoksundur. Bu yoksunluk aynen modern yapısalcılığa taşınmıştır. Yapısalcılığın biçimi ve içerimleri, felsefi metafor olan ışık ve kuvveti dışlayan mekan metaforu tarafından belirlenir. Öyleyse Derrida için modern yapısalcılık batı felsefesinin her zaman yar olan Apollonculuğunun en yeni tezahürlerinden başka bir şey değildir.
Megill'in bu ayrımı dışında yapabilecek bir başka ayrım da; 1 - Fenomonelojik yapısalcılık, 2- Biçimci yada yöntem yapısalcılığıdır . Aynca V. Descombe'in, 1-Yapısal çözümleme yöntemi-ki bu fenomenolojiden de eski olup şu andaki tartışmaya yabancıdır. 2- Fenomenolojinin karşısına yeni bir anlam anlayışı çıkaran semioloji (im kuramı)3- Felsefenin hem fenomenoloji hem de semiolojinin eleştirisine yönelen saf felsefi bir yönelimin adı olan yapısalcılık ayrımını da görüyoruz.
Yapısalcı yaklaşımın düşünsel fikri öncülerinden en önemlisinin fenomenoloji olduğu yukarıda belirtilmişti. Ancak insan bilimleri için bir felsefe olma iddiasındaki yapısalcılığın gerisinde oldukça yüklü bir felsefi mirasın bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Yapısalcılık bilime rasyoneliteye, akla ve mantığa sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağlılık, yapısalcılığın modernlik ile modernlik sonrası fikirlerin bir kavşak noktasını oluşturduğu izlenimini veriyor.
Modernliğin ve bu arada aydınlanmanın insanlığı akıl dışılık'tan bilgisizlikten kurtararak ilerlemeyi ve böylece rahat ve huzurlu yaşayabileceği bir yeryüzü cenneti gerçekleştirmeyi vaad ederek, tarihteki yerlerini almalarından sonra, vaadini hala gerçekleştirememiş olması bir çok yeni yaklaşım yanında yapısalcılığın da yeni bir bakış açısı olarak doğmasına zemin hazırlamıştır. Bu fikri zeminin insanın anlama yetisine yaptığı katkıları bir tarafa bırakarak yapısalcılığın, modernitenin başlangıcı olarak kabul edilen Descartes felsefesinden etkin bir biçimde kullanıldığı 1960 sonrasına kadar batı felsefesinin tüm önemli felsefi sistem ve başlıca düşünürlerinden olumlu yada olumsuz etkilendiği söylenebilir.
Yapısalcı yaklaşımı benimsemenin bir takım sebepleri olduğu açıktır. Bu sebepler çok kısa olarak; savaş sonrası Avrupa'sında yaygın olarak kullanılan varoluşçu felsefenin tıkanan olanakları; insanlığın gidişatını, dünyanın düzenini mevcut felsefi geleneklerin açıklayamaması; ilgi alanlarının Avrupa-merkezli olmayan başka alanlara kaydırılarak ortaya çıkan boşluğun bir dereceye kadar başka kültürlerin manevi-zihinsel değerleriyle doldurulabilir olduğu yönündeki Avrupa-merkezli dünya görüşlerinden az da olsa kopma ve son olarak yeni bir insan arayışı,insanın olanak ve güçlerinin pratikte serbest bırakılmasına yönelik hareketlerdir. Buradan çıkarabileceğimiz sonuç şudur:
Yapısalcılık rastgele bir boşlukta değil de, birbiri üzerine binmiş çok çeşitli faktörlerin etkisi altında ortaya çıkmıştır. Bu faktörler "içinde yeni-Kantçılık, yeni-olguculuk, ve yer yer de fenomenolojinin yer aldığı ve ağırlığını bilginin gerçekleştirilmesi sorununun oluşturduğu modern batı felsefesinin akılcı eğilimlerini içerir .
İleana Bauer'e göre, "eleştirici literatür yığınının gösterdiği gibi (burada söz konusu olan varoluşçu felsefedir) bazı genç aydın çevrelerinde "felsefenin problematiği nedir?" sorusu yeniden soruldu ve felsefenin ideoloji ve bilimle ilintisi tahlil edildi.Daha az varoluşçu ve daha çok kuramsal, daha az ideolojik ve daha çok bilimsel olacak bir felsefe arandı. Bu durumda burjuva felsefesinin on yıllar süren bunalımını yansıtan yapısalcılık Fransa'da kendisinden söz ettirdi.
Yapısalcılığın ortaya çıkış şartlarını ortaya koyan yukarıdaki ifadeler hiç şüphesiz özel şartlar gibi görünüyor. Halbuki batı felsefesi içindeki oluşumun ortaya çıkma şartları bunlardan daha fazlası olarak görülecektir. Gerçekten de batı felsefesinin son iki yüzyıllık tarihine geri dönüş bu tespitimizi doğrular. West'in ifadeleriyle " yapısalcılık ve post-yapısalcılık aydınlanma sonrası düşüncenin kimi daha şüpheci eğilimlerinin doruk noktası olarak görülebilir. Bu felsefi görüşler bir yandan Hegelciliğe ve Marksizme, diğer yandan da Sartrecı varoluşçu ve fenomenolojiye karşı bir tepki olarak yirminci yüzyılda ayan beyan hale geldi." Bu felsefelerin ortak yönü bir tür "hümanizm" ve "özne" eleştirilerini içeriyor olmalarıdır. Bu ortak eleştiri zemini felsefe ve insan bilimlerinde yeni ufuklar açarak gelişmiştir. Bunların arka planında Nietzsche,Heidegger'in son dönem yazılan ve Saussure'ün linguistiği yer almaktadır. İnsana ve dünyaya bakıştaki bu değişikliklerin en önemli sonucu " öznenin hümanizm ve rasyonalizm içindeki, imtiyazlı felsefi ve politik statüsünün radikal bir biçimde sorgulanmasıdır."
Aydınlanma felsefesi geleneği, felsefi anlamda özneye her şeyin etkin nedeni olarak bakmış ve özne merkezli bir dünya görü oluşturmuştur. Ancak yapısalcı bakış açısından öznenin merkezsizleştirilmesi yada "ademi merkezileşmesi" içinden çıkılmaz bir çok felsefi probleme neden olmuştur. Özneye bağımlılık, özne merkezli bakış açısı olayların ve olguların doğru değerlendirilmesindeki bir engel olarak görülür. Öyleyse özneye verilen ayrıcalıklı konumdan uzaklaşıp dikkatimizi, dilbilimin nesnesi olan dile,yada dil gibi yapı kazanmış diğer alanlara yöneltip verili olan her şeyi özneden bağımsız olarak değerlendirmeliyiz.
Aslında Saussure'ün yapısal yöntemiyle birleşik insan ve hümanizm eleştirisini bütün insan bilimleri alanına uygulamanın bir sonucu olan yapısalcılığın başlıca tezi "belli bir düzen yapı, şeylerin veya olayların ya da sözcüklerin yahut da olguların sistematik örüntülerini şu ya da bu şekilde keşfedebildiğimiz sürece dünyanın anlaşılabilir olduğu" şeklinde özetlenebilir.Olgular yapılanmış olarak algılanırlar; ancak gözlemcinin önünde önceden belirlenmiş bir yapısal örüntüler dizisi yoktur. Olguları anlaşılır kılan şey yapılandırmadır. İnsan kültürü ve bilgisi, yapılandın« düşünceler, hem bilinçli hem de bilinçsiz olarak yapılanmış olgular etrafında inşa edilirler.
Yapısalcılık her türden toplumsal ve kültürel fenomene, insan öznelerinin amaçlı ürünleri ya da tarihin amaçsız yan ürünleri olarak bakma yerine, öğelerin, özgül ve indirgenemez birleşim ve dönüşüm kurallarıyla yapı kazanmış sistemleri olarak ele almayı önerir.Bilinçli beni, onun niyetlerini, anlam verme edimlerini kısaca öznel olan her şeyi soyutlayarak, tam anlamıyla, bilimsel bir çaba ortaya koymayı amaçlama yapısalcılığın bir başka tezidir . Dreyfus ve Rabinow'un ifadeleriyle "yapısalcılar, insan etkinliğini,temel öğeleri (kavramlar, eylemler, sözcük sınıflan) ve bu öğelerin kendileriyle birleştirildikleri kural yada yasaları kast ederek, bilimsel bir tarzda ele alıp incelenmeye kalkıştılar."
Ayrıca yapısalcılar parçalarının toplamından daha fazla bir şey olan bütünler olarak sistemlerin ayırt edici özelliklerim vurgulayarak kendilerini hakim bilim geleneğinin indirgeyici atomistik ve analitik yaklaşımından ayırdılar .Yapısalcılık olgulara "canlı tarihsellik-toplumsallık" bağlamı dışında praxis dışında bakar, yani olayları ve olguları öznesiz ve yansız bir değerlendirme iddiası içindedir.
Yapısalcılıkta özne, nesne gibi kurulur. Yani özne de diğer tüm sistemler gibi yapılaşmış bir bütünden oluşur.Yapısalcılığın batı metafiziğinin bir türü olarak görülmesi Derrida'ya aittir. Bu daha önce belirtilmişti. Ancak J. Sttork "Yapısalcılık" adlı eserinde, yapısalcılığı statiklik özelliğini dikkate alarak bir tür varlık felsefesi olarak değerlendirir .
J. Paul Sartre'a göre yapısalcılık; "Burjuvazinin bilimsel maddeci düşünce karşısına koyabileceği son engel,yeni bir ideolojinin yaratılması" olarak görülür.Aynı türden bir değerlendirme, Lupereni tarafından da yapılmaktadır .Yapısalcılığın "tüm kültürlerin temel bir birliği" (C. L. Strauss), "tüm dillerin evrensel bir grameri" (N.Chomsky), "çocuğun entelektüel kapasitelerinin gelişimindeki değişmez ve evrensel ardışıklıkları tespit etme" (J Piaget) ve nihayet bu "değişmez ve evrensel ardışıklıkların ahlaki gelişmeye de uygulanabileceği" (L.Kohlberg) şeklinde evrenselci bir anlayışla yönlendirildiğini söyleyebiliriz.
Yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında, yapısalcılığın, katı dilbilimsel kurallara bağlılık gösteren çeşidini belirleyen temel özelliklerine ilaveten, en temel ilkelerini aşağıdaki başlıklar altında belirlemek mümkündür:
1- Değişmezlik,
2-Anti-tarihselcilik, (tarihsel nedensizlik),
3- Anti-hümanizm ve öznelsizlik (öznenin bulunduğu ayrıcalıklı statüsünden edilmesi özneyi herhangi bir yapı gibi yapılaşmış olarak görme),
4- Bağlanmama
Yapısalcı yaklaşımın değişim ve tarihselcilik karşıtlıkları konusunda H. Lefebvre şunları söyler: "yapısalcılık, "status qua" ideolojisidir. Bu ideoloji derin değişimlerden korkan ve var olan durumu sürdürebilmeye bakanların ideolojisidir. Çünkü bu onların işine gelir! Kendi düzenlerini ayakta tutabilmek için modern toplumu "yapılaştırma"ya çalışırlar." Aslında yapısalcı yaklaşımların hepsinde statik yapılara ulaşmanın şu anda var olduğu şekliyle şeyleri fotoğraflamanın büyük önemi vardır. Çünkü dondurulmayan tarihsel-toplumsal olgu ve olayların artzamanlı incelenmesi anlam kaymalarına neden olacağı için doğru değil hatta imkansızdır. O zaman "şimdi var olanı" eş zamanlı olarak olduğu şekliyle yapılaştmp yapılar arası ilişkilerin bütüne/sisteme katılışını araştırıp anlamını vermek gerekir.
Yapısalcılığın anti-hümanist ve özne karşıtı tutumu benimsemesi felsefenin, düşüncenin, bilincin ve tarihin praxis'ten soyutlanması, insan etkinliğinin ve öznelliğinin bu arada ideolojilerin reddine bağlı bir tutumdur. Her şeyi özneden soyutlamayla olgu ve olaylara yaklaşım tarzı, yeni bir ideolojinin kurulmasına da yol açmıştır.Bu ideoloji G. Schiwy'nin ifadesiyle bir tür "ideoloji olmama ideolojisidir:"
Yapısalcılık, fenomenoloji ve varoluşçu felsefelerin bir şeye "bağlanma" anlayışının aksine bir bağlanmama ilkesiyle kendini tanımlamaktadır. Bu ve benzeri ilkeler çerçevesinde yapısalcılık, kültüre ve kültürel olgulara ,özne ile öznenin bilinci ile eylemselliği ve belirleyiciliği dışında bakarak bunları bir "bilinç dışı işlevsellik" taşıyan göstergeler içinde birer "bağımsız bütün" olarak, özerk yapılar olarak ele almaktadır.
Bu tür yaklaşımlar, insanın, tarihin, uç noktada değerlendirilmesidir.Nitekim yapısalcılığın insana, tarihe, kültüre bakışındaki ve onları değerlendirişindeki aşın diyebileceğimiz yaklaşım haklı olarak R. Garaudy tarafından "insanın ölümü" olarak nitelendirilmiştir .
Burada yapısalcılığın özne karşıtı tavrından da bahsedilmelidir, Murray Edelman'a göre "özneye tutarlı bir eylemin, yazının ya da diğer ifade türlerinin kökeni olarak bakılamaz. Nesneleri ve eylemleri yorumlayan dil aynı zamanda özneyi de kurar" "özne" eylemin yazının ve diğer ifade biçimlerinin kökeni değildir. Aksine özneler ve nesneler dil tarafından kurulur ve yorumlanırlar."
Yapısalcılığın özne karşıtı tutumunun iki kaynağı Nietzsche ve Freud'dur. Burada bunlardan bahsetmeyeceğiz ancak her ikisinin de dönemlerinde özneye bulunduğu konumundan edecek kadar sert eleştiriler getirdiğini ve bunun "insanın sonu" felsefesinin merkezinde yer aldığını öznenin "kurmaca bir şey" (Nietzsche) ve bilinç dışı "bihaber olan merkezsiz, parçalanmış...bir şey" (Freud) olduğunu belirtelim .
Yapısalcılara göre, özne'yi "toplumsal ilişkilerden bağımsız bir fail" olarak görmek bir tür yanlış anlamaya dayanır. Yapısalcılar, bireyin üzerindeki vurguyu kaldırıp geniş yapılar üzerindeki anlam ve değişimler üzerine yoğunlaşmayı, özneden/yazardan uzaklaşmayı başlatmışlardır. Artık özne, toplumsal ilişkileri koruma ve değiştirmeye yönelik bir kapasiteden uzaktır .
Yapısalcı gelenekte özne "kayıp kişi"dir. C. Levi-Strauss insan öznesini- varlığın merkezi-"felsefenin şımarık veledi" diye adlandırır.Ona göre insan bilimlerinin değişmez amacı insanı oluşturmak değil onu çözündürmektir.Öznenin bu eleştiri ve tahribi toplumsal süreçlerin yapı taşının özneler olmadıkları şeklinde yorumlanmışlardır.
Genel çerçevesini belirlemeye çalıştığımız yapısalcılık, insan etkinliklerinin genel yapılarını belirlemeye çalışan bir çaba olarak temel benzetilerini dilbilimden almış olsa da, onun batı düşünce geleneğindeki en önemli özelliği şeylere yeni bir bakış açısı getiriyor olmasıdır. Bu bakış açısının oldukça fazla örneği olması, dilbilimden, kültür ve mitolojilere kadar geniş bir alanda kullanılması, onun tam olarak ne olduğunu belirlememizi kısıtlamış olabilir. Ama şurası açıktır ki, yapısalcılık, her şeyi, dünyanın hatta öznenin bile (bunları oluşturan), yapılar arası ilişkilerden oluşuyor olarak görür.
Tarihsel dayanakları ve eleştirdikleri felsefi arka plan dikkate alınınca; en genel anlamda dille yakından ilgili, insan merkezciliğe ve öznelciliğe karşı saldırgan, tarihteki süreksizlikleri vurgulama, ikili karşıtlıklara bağlı kalma, gösterge kavramına sıkı sıkıya bağlılıkla oluşturulacak olan felsefenin adına yapısalcılık demek mümkündür. Bu düşünce hareketi ya da yöntem, bilinç dışının, yabanıl'ın incelenmesine yönelmekle, ikili karşıtlıklar arasındaki ve yapılar arasındaki ilişkileri temel almakla, sistem kavramım yeniden göz önüne almakla, ve sonuçta genel yasalara ulaşmayı amaçlamakla yeni bir düşünce hareketi yada yöntem adını almaya hak kazanmıştır.
Sonuç olarak, insan bilimleri için bir felsefe yada felsefi yöntem olma iddiasındaki yapısalcılık tüm farklı uygulama ve çözümleme biçimlerine kadar, insan öznesinin, tarihselciliğin, anlamın ve felsefenin eleştirisini içeren araştırma nesnelerini tarihselliği içinde değil de şimdi var olan biçimiyle anlamaya çalışan, bir düşünce hareketinin adıdır. Gerçektende, dil merkezli bir düşünme biçimi olarak, her şeyi yeniden dil bağlamında düşünmekle kalmayıp aynı zamanda her şeyin konusunu da dil gibi yeniden düşünme çabası içerisine giren yapısalcılık, 2O.y.y. düşüncesi açısından dilin sorunları,gizleri ve içerimleri ile hem bir paradigma hem de bir saplantı olmuştur. Yapısalcılığın yukarıda bahsedilen temel ilkeleri genelde kabul görse de, post-yapısalcı bakış açısı ve paradigma çerçevesinde miadını dolduran bir "izm" ve "yöntem" olduğunu da söyleyebiliriz. Nitekim düşünce tarihinin bundan sonraki dönemi post-yapısalcılık ve post-modernizm olarak devam edecektir.
KAYNAKÇA
- Afşar Timuçun, Düşünce Tarihi, B.D.S. Yay. İstanbul 1992.
- Atilla Birkiye, Yapısalcılığın Eleştirisine Doğru Varlık yay. İstanbul.1984
- Bedia Akarsu, Çağdaş Felsefe, İnkılap Yay. İstanbul 1987.
- Cameron Fincher, A Prefeceto Psychology Harper (and) Rov, Publishers New York,
1964.
- Claude Levi-Strauss, Mit ve Anlam , Çev., Şen Süer/Selahattin Erkanlı, Alan yay.
İstanbul, 1986
Dilbilim ve Göstergebilimde Yapısalcı Yaklaşımlar., Somut Der. İstanbul, 1983
Engin Geçtan, Psikonaliz ve Sonrası, Remzi Kitabevi İstanbul 1993
Erol Göka, Abdullah Topçuoğlu, Yasin Aktay, Önce söz vardı.
- G. Klaus, Çağ. Felsefe, Çev. Düzenleyen, Aziz Çalışlar, Altın Kit.Yay. İstanbul 1985.
- Hilmi Yavuz, Felsefe Üzerine, Bağlam yay. İstanbul, 1987.
- Jacques Derrida, Göstergebilim ve Gramatoloji, Çev. Tülin Akçin, Afa yay. İstan-
bull989
Leonard Binder, ( Islamic Liberalism). Liberal İslam- Çev. Yusuf Kaplan, Rey. Yay..
Kayseri, 1996.
- Madan Sanıp, Post Yapısalcılık ve Post Modernizm Çev. A. Baki Güçlü Ark.Yay.
Ankara 1995
- Margaret M. Polama, Çağdaş Sosyoloji Kuramları Çev. Hayriye Erbaş Gündoğan Yay.
Ankara,1993.
- Mehmet Akalın, Modern Linguistiğe Giriş, İletişim ve Dil Linguistik Yapısalcılık
İzmir, 1983.
- Mehmet Rifat, Dilbilim ve Gösterge Bilim Kuramları Yazko yay. İstanbul 1983.
- Odu Marguard, İlkeselliğe Veda Çoktanncıhğa Övgü, Çev. Şebnem Sunar, Sarmal
Yayınlan.
- Ronald Barthes, Anlatılanların Yapısal Çözümlemesine Giriş. Çev. Mehmet Rifat-
Sema Rifat Gerçek Yay. İstanbul, 1988.
- Tahsin Yücel Yapısalcılık, Ada yay. İstanbul 1983.
- Tom Battomore-Robert Nisbet, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, De.Denet: Mete
Tuncay, Aydın Uğur, V Yayınlan İstanbul 1990 (s. 572-612)
- Vincent Descombes, Modern Fransız Felsefesi Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yay. İstanbul
1993
"Apolloncu eğilimi zaman zaman yıkan güçtür."
Derrida yapısalcılığı "söz merkezci" kültürün bütününe sıkı sıkıya bağlı kalan Apolloncu biçimcilikle özdeşleştirmeye gitmektedir.Bütün olarak batı felsefesini eleştirisinde batı felsefesi, Platondan itibaren Dionysos'çu kuvveti Apolloncu biçime tabi kılmış güneş merkezli bir metafizik olarak değerlendirilir. Aynı zamanda tüm bu metafizikler metaforik yapıdadır. Derridanın yapısalcılığı Apolloncu ruha bağlama sebebi yapısalcılığın metaforik eğilim ve belirlenimlerinde aranmalıdır.
Derrida "Yazı ve Ayrım" adlı eserinde, bütün anlama, anlam (sense) arama çabalarının tümüyle Aplloncu bir doğaya sahip olduğunu, "modern yapısalcılığın" da bu Apolloncu projenin ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi gerektiğini vurgular. Aynca modern yapısalcılığın fenomenolojinin gölgesinde yetiştiğini de belirtir. Ona göre, fenomenolojinin kuvveti, kavramaya yarayacak bir kavramdan yoksundur. Bu yoksunluk aynen modern yapısalcılığa taşınmıştır. Yapısalcılığın biçimi ve içerimleri, felsefi metafor olan ışık ve kuvveti dışlayan mekan metaforu tarafından belirlenir. Öyleyse Derrida için modern yapısalcılık batı felsefesinin her zaman yar olan Apollonculuğunun en yeni tezahürlerinden başka bir şey değildir.
Megill'in bu ayrımı dışında yapabilecek bir başka ayrım da; 1 - Fenomonelojik yapısalcılık, 2- Biçimci yada yöntem yapısalcılığıdır . Aynca V. Descombe'in, 1-Yapısal çözümleme yöntemi-ki bu fenomenolojiden de eski olup şu andaki tartışmaya yabancıdır. 2- Fenomenolojinin karşısına yeni bir anlam anlayışı çıkaran semioloji (im kuramı)3- Felsefenin hem fenomenoloji hem de semiolojinin eleştirisine yönelen saf felsefi bir yönelimin adı olan yapısalcılık ayrımını da görüyoruz.
Yapısalcı yaklaşımın düşünsel fikri öncülerinden en önemlisinin fenomenoloji olduğu yukarıda belirtilmişti. Ancak insan bilimleri için bir felsefe olma iddiasındaki yapısalcılığın gerisinde oldukça yüklü bir felsefi mirasın bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Yapısalcılık bilime rasyoneliteye, akla ve mantığa sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağlılık, yapısalcılığın modernlik ile modernlik sonrası fikirlerin bir kavşak noktasını oluşturduğu izlenimini veriyor.
Modernliğin ve bu arada aydınlanmanın insanlığı akıl dışılık'tan bilgisizlikten kurtararak ilerlemeyi ve böylece rahat ve huzurlu yaşayabileceği bir yeryüzü cenneti gerçekleştirmeyi vaad ederek, tarihteki yerlerini almalarından sonra, vaadini hala gerçekleştirememiş olması bir çok yeni yaklaşım yanında yapısalcılığın da yeni bir bakış açısı olarak doğmasına zemin hazırlamıştır. Bu fikri zeminin insanın anlama yetisine yaptığı katkıları bir tarafa bırakarak yapısalcılığın, modernitenin başlangıcı olarak kabul edilen Descartes felsefesinden etkin bir biçimde kullanıldığı 1960 sonrasına kadar batı felsefesinin tüm önemli felsefi sistem ve başlıca düşünürlerinden olumlu yada olumsuz etkilendiği söylenebilir.
Yapısalcı yaklaşımı benimsemenin bir takım sebepleri olduğu açıktır. Bu sebepler çok kısa olarak; savaş sonrası Avrupa'sında yaygın olarak kullanılan varoluşçu felsefenin tıkanan olanakları; insanlığın gidişatını, dünyanın düzenini mevcut felsefi geleneklerin açıklayamaması; ilgi alanlarının Avrupa-merkezli olmayan başka alanlara kaydırılarak ortaya çıkan boşluğun bir dereceye kadar başka kültürlerin manevi-zihinsel değerleriyle doldurulabilir olduğu yönündeki Avrupa-merkezli dünya görüşlerinden az da olsa kopma ve son olarak yeni bir insan arayışı,insanın olanak ve güçlerinin pratikte serbest bırakılmasına yönelik hareketlerdir. Buradan çıkarabileceğimiz sonuç şudur:
Yapısalcılık rastgele bir boşlukta değil de, birbiri üzerine binmiş çok çeşitli faktörlerin etkisi altında ortaya çıkmıştır. Bu faktörler "içinde yeni-Kantçılık, yeni-olguculuk, ve yer yer de fenomenolojinin yer aldığı ve ağırlığını bilginin gerçekleştirilmesi sorununun oluşturduğu modern batı felsefesinin akılcı eğilimlerini içerir .
İleana Bauer'e göre, "eleştirici literatür yığınının gösterdiği gibi (burada söz konusu olan varoluşçu felsefedir) bazı genç aydın çevrelerinde "felsefenin problematiği nedir?" sorusu yeniden soruldu ve felsefenin ideoloji ve bilimle ilintisi tahlil edildi.Daha az varoluşçu ve daha çok kuramsal, daha az ideolojik ve daha çok bilimsel olacak bir felsefe arandı. Bu durumda burjuva felsefesinin on yıllar süren bunalımını yansıtan yapısalcılık Fransa'da kendisinden söz ettirdi.
Yapısalcılığın ortaya çıkış şartlarını ortaya koyan yukarıdaki ifadeler hiç şüphesiz özel şartlar gibi görünüyor. Halbuki batı felsefesi içindeki oluşumun ortaya çıkma şartları bunlardan daha fazlası olarak görülecektir. Gerçekten de batı felsefesinin son iki yüzyıllık tarihine geri dönüş bu tespitimizi doğrular. West'in ifadeleriyle " yapısalcılık ve post-yapısalcılık aydınlanma sonrası düşüncenin kimi daha şüpheci eğilimlerinin doruk noktası olarak görülebilir. Bu felsefi görüşler bir yandan Hegelciliğe ve Marksizme, diğer yandan da Sartrecı varoluşçu ve fenomenolojiye karşı bir tepki olarak yirminci yüzyılda ayan beyan hale geldi." Bu felsefelerin ortak yönü bir tür "hümanizm" ve "özne" eleştirilerini içeriyor olmalarıdır. Bu ortak eleştiri zemini felsefe ve insan bilimlerinde yeni ufuklar açarak gelişmiştir. Bunların arka planında Nietzsche,Heidegger'in son dönem yazılan ve Saussure'ün linguistiği yer almaktadır. İnsana ve dünyaya bakıştaki bu değişikliklerin en önemli sonucu " öznenin hümanizm ve rasyonalizm içindeki, imtiyazlı felsefi ve politik statüsünün radikal bir biçimde sorgulanmasıdır."
Aydınlanma felsefesi geleneği, felsefi anlamda özneye her şeyin etkin nedeni olarak bakmış ve özne merkezli bir dünya görü oluşturmuştur. Ancak yapısalcı bakış açısından öznenin merkezsizleştirilmesi yada "ademi merkezileşmesi" içinden çıkılmaz bir çok felsefi probleme neden olmuştur. Özneye bağımlılık, özne merkezli bakış açısı olayların ve olguların doğru değerlendirilmesindeki bir engel olarak görülür. Öyleyse özneye verilen ayrıcalıklı konumdan uzaklaşıp dikkatimizi, dilbilimin nesnesi olan dile,yada dil gibi yapı kazanmış diğer alanlara yöneltip verili olan her şeyi özneden bağımsız olarak değerlendirmeliyiz.
Aslında Saussure'ün yapısal yöntemiyle birleşik insan ve hümanizm eleştirisini bütün insan bilimleri alanına uygulamanın bir sonucu olan yapısalcılığın başlıca tezi "belli bir düzen yapı, şeylerin veya olayların ya da sözcüklerin yahut da olguların sistematik örüntülerini şu ya da bu şekilde keşfedebildiğimiz sürece dünyanın anlaşılabilir olduğu" şeklinde özetlenebilir.Olgular yapılanmış olarak algılanırlar; ancak gözlemcinin önünde önceden belirlenmiş bir yapısal örüntüler dizisi yoktur. Olguları anlaşılır kılan şey yapılandırmadır. İnsan kültürü ve bilgisi, yapılandın« düşünceler, hem bilinçli hem de bilinçsiz olarak yapılanmış olgular etrafında inşa edilirler.
Yapısalcılık her türden toplumsal ve kültürel fenomene, insan öznelerinin amaçlı ürünleri ya da tarihin amaçsız yan ürünleri olarak bakma yerine, öğelerin, özgül ve indirgenemez birleşim ve dönüşüm kurallarıyla yapı kazanmış sistemleri olarak ele almayı önerir.Bilinçli beni, onun niyetlerini, anlam verme edimlerini kısaca öznel olan her şeyi soyutlayarak, tam anlamıyla, bilimsel bir çaba ortaya koymayı amaçlama yapısalcılığın bir başka tezidir . Dreyfus ve Rabinow'un ifadeleriyle "yapısalcılar, insan etkinliğini,temel öğeleri (kavramlar, eylemler, sözcük sınıflan) ve bu öğelerin kendileriyle birleştirildikleri kural yada yasaları kast ederek, bilimsel bir tarzda ele alıp incelenmeye kalkıştılar."
Ayrıca yapısalcılar parçalarının toplamından daha fazla bir şey olan bütünler olarak sistemlerin ayırt edici özelliklerim vurgulayarak kendilerini hakim bilim geleneğinin indirgeyici atomistik ve analitik yaklaşımından ayırdılar .Yapısalcılık olgulara "canlı tarihsellik-toplumsallık" bağlamı dışında praxis dışında bakar, yani olayları ve olguları öznesiz ve yansız bir değerlendirme iddiası içindedir.
Yapısalcılıkta özne, nesne gibi kurulur. Yani özne de diğer tüm sistemler gibi yapılaşmış bir bütünden oluşur.Yapısalcılığın batı metafiziğinin bir türü olarak görülmesi Derrida'ya aittir. Bu daha önce belirtilmişti. Ancak J. Sttork "Yapısalcılık" adlı eserinde, yapısalcılığı statiklik özelliğini dikkate alarak bir tür varlık felsefesi olarak değerlendirir .
J. Paul Sartre'a göre yapısalcılık; "Burjuvazinin bilimsel maddeci düşünce karşısına koyabileceği son engel,yeni bir ideolojinin yaratılması" olarak görülür.Aynı türden bir değerlendirme, Lupereni tarafından da yapılmaktadır .Yapısalcılığın "tüm kültürlerin temel bir birliği" (C. L. Strauss), "tüm dillerin evrensel bir grameri" (N.Chomsky), "çocuğun entelektüel kapasitelerinin gelişimindeki değişmez ve evrensel ardışıklıkları tespit etme" (J Piaget) ve nihayet bu "değişmez ve evrensel ardışıklıkların ahlaki gelişmeye de uygulanabileceği" (L.Kohlberg) şeklinde evrenselci bir anlayışla yönlendirildiğini söyleyebiliriz.
Yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında, yapısalcılığın, katı dilbilimsel kurallara bağlılık gösteren çeşidini belirleyen temel özelliklerine ilaveten, en temel ilkelerini aşağıdaki başlıklar altında belirlemek mümkündür:
1- Değişmezlik,
2-Anti-tarihselcilik, (tarihsel nedensizlik),
3- Anti-hümanizm ve öznelsizlik (öznenin bulunduğu ayrıcalıklı statüsünden edilmesi özneyi herhangi bir yapı gibi yapılaşmış olarak görme),
4- Bağlanmama
Yapısalcı yaklaşımın değişim ve tarihselcilik karşıtlıkları konusunda H. Lefebvre şunları söyler: "yapısalcılık, "status qua" ideolojisidir. Bu ideoloji derin değişimlerden korkan ve var olan durumu sürdürebilmeye bakanların ideolojisidir. Çünkü bu onların işine gelir! Kendi düzenlerini ayakta tutabilmek için modern toplumu "yapılaştırma"ya çalışırlar." Aslında yapısalcı yaklaşımların hepsinde statik yapılara ulaşmanın şu anda var olduğu şekliyle şeyleri fotoğraflamanın büyük önemi vardır. Çünkü dondurulmayan tarihsel-toplumsal olgu ve olayların artzamanlı incelenmesi anlam kaymalarına neden olacağı için doğru değil hatta imkansızdır. O zaman "şimdi var olanı" eş zamanlı olarak olduğu şekliyle yapılaştmp yapılar arası ilişkilerin bütüne/sisteme katılışını araştırıp anlamını vermek gerekir.
Yapısalcılığın anti-hümanist ve özne karşıtı tutumu benimsemesi felsefenin, düşüncenin, bilincin ve tarihin praxis'ten soyutlanması, insan etkinliğinin ve öznelliğinin bu arada ideolojilerin reddine bağlı bir tutumdur. Her şeyi özneden soyutlamayla olgu ve olaylara yaklaşım tarzı, yeni bir ideolojinin kurulmasına da yol açmıştır.Bu ideoloji G. Schiwy'nin ifadesiyle bir tür "ideoloji olmama ideolojisidir:"
Yapısalcılık, fenomenoloji ve varoluşçu felsefelerin bir şeye "bağlanma" anlayışının aksine bir bağlanmama ilkesiyle kendini tanımlamaktadır. Bu ve benzeri ilkeler çerçevesinde yapısalcılık, kültüre ve kültürel olgulara ,özne ile öznenin bilinci ile eylemselliği ve belirleyiciliği dışında bakarak bunları bir "bilinç dışı işlevsellik" taşıyan göstergeler içinde birer "bağımsız bütün" olarak, özerk yapılar olarak ele almaktadır.
Bu tür yaklaşımlar, insanın, tarihin, uç noktada değerlendirilmesidir.Nitekim yapısalcılığın insana, tarihe, kültüre bakışındaki ve onları değerlendirişindeki aşın diyebileceğimiz yaklaşım haklı olarak R. Garaudy tarafından "insanın ölümü" olarak nitelendirilmiştir .
Burada yapısalcılığın özne karşıtı tavrından da bahsedilmelidir, Murray Edelman'a göre "özneye tutarlı bir eylemin, yazının ya da diğer ifade türlerinin kökeni olarak bakılamaz. Nesneleri ve eylemleri yorumlayan dil aynı zamanda özneyi de kurar" "özne" eylemin yazının ve diğer ifade biçimlerinin kökeni değildir. Aksine özneler ve nesneler dil tarafından kurulur ve yorumlanırlar."
Yapısalcılığın özne karşıtı tutumunun iki kaynağı Nietzsche ve Freud'dur. Burada bunlardan bahsetmeyeceğiz ancak her ikisinin de dönemlerinde özneye bulunduğu konumundan edecek kadar sert eleştiriler getirdiğini ve bunun "insanın sonu" felsefesinin merkezinde yer aldığını öznenin "kurmaca bir şey" (Nietzsche) ve bilinç dışı "bihaber olan merkezsiz, parçalanmış...bir şey" (Freud) olduğunu belirtelim .
Yapısalcılara göre, özne'yi "toplumsal ilişkilerden bağımsız bir fail" olarak görmek bir tür yanlış anlamaya dayanır. Yapısalcılar, bireyin üzerindeki vurguyu kaldırıp geniş yapılar üzerindeki anlam ve değişimler üzerine yoğunlaşmayı, özneden/yazardan uzaklaşmayı başlatmışlardır. Artık özne, toplumsal ilişkileri koruma ve değiştirmeye yönelik bir kapasiteden uzaktır .
Yapısalcı gelenekte özne "kayıp kişi"dir. C. Levi-Strauss insan öznesini- varlığın merkezi-"felsefenin şımarık veledi" diye adlandırır.Ona göre insan bilimlerinin değişmez amacı insanı oluşturmak değil onu çözündürmektir.Öznenin bu eleştiri ve tahribi toplumsal süreçlerin yapı taşının özneler olmadıkları şeklinde yorumlanmışlardır.
Genel çerçevesini belirlemeye çalıştığımız yapısalcılık, insan etkinliklerinin genel yapılarını belirlemeye çalışan bir çaba olarak temel benzetilerini dilbilimden almış olsa da, onun batı düşünce geleneğindeki en önemli özelliği şeylere yeni bir bakış açısı getiriyor olmasıdır. Bu bakış açısının oldukça fazla örneği olması, dilbilimden, kültür ve mitolojilere kadar geniş bir alanda kullanılması, onun tam olarak ne olduğunu belirlememizi kısıtlamış olabilir. Ama şurası açıktır ki, yapısalcılık, her şeyi, dünyanın hatta öznenin bile (bunları oluşturan), yapılar arası ilişkilerden oluşuyor olarak görür.
Tarihsel dayanakları ve eleştirdikleri felsefi arka plan dikkate alınınca; en genel anlamda dille yakından ilgili, insan merkezciliğe ve öznelciliğe karşı saldırgan, tarihteki süreksizlikleri vurgulama, ikili karşıtlıklara bağlı kalma, gösterge kavramına sıkı sıkıya bağlılıkla oluşturulacak olan felsefenin adına yapısalcılık demek mümkündür. Bu düşünce hareketi ya da yöntem, bilinç dışının, yabanıl'ın incelenmesine yönelmekle, ikili karşıtlıklar arasındaki ve yapılar arasındaki ilişkileri temel almakla, sistem kavramım yeniden göz önüne almakla, ve sonuçta genel yasalara ulaşmayı amaçlamakla yeni bir düşünce hareketi yada yöntem adını almaya hak kazanmıştır.
Sonuç olarak, insan bilimleri için bir felsefe yada felsefi yöntem olma iddiasındaki yapısalcılık tüm farklı uygulama ve çözümleme biçimlerine kadar, insan öznesinin, tarihselciliğin, anlamın ve felsefenin eleştirisini içeren araştırma nesnelerini tarihselliği içinde değil de şimdi var olan biçimiyle anlamaya çalışan, bir düşünce hareketinin adıdır. Gerçektende, dil merkezli bir düşünme biçimi olarak, her şeyi yeniden dil bağlamında düşünmekle kalmayıp aynı zamanda her şeyin konusunu da dil gibi yeniden düşünme çabası içerisine giren yapısalcılık, 2O.y.y. düşüncesi açısından dilin sorunları,gizleri ve içerimleri ile hem bir paradigma hem de bir saplantı olmuştur. Yapısalcılığın yukarıda bahsedilen temel ilkeleri genelde kabul görse de, post-yapısalcı bakış açısı ve paradigma çerçevesinde miadını dolduran bir "izm" ve "yöntem" olduğunu da söyleyebiliriz. Nitekim düşünce tarihinin bundan sonraki dönemi post-yapısalcılık ve post-modernizm olarak devam edecektir.
KAYNAKÇA
- Afşar Timuçun, Düşünce Tarihi, B.D.S. Yay. İstanbul 1992.
- Atilla Birkiye, Yapısalcılığın Eleştirisine Doğru Varlık yay. İstanbul.1984
- Bedia Akarsu, Çağdaş Felsefe, İnkılap Yay. İstanbul 1987.
- Cameron Fincher, A Prefeceto Psychology Harper (and) Rov, Publishers New York,
1964.
- Claude Levi-Strauss, Mit ve Anlam , Çev., Şen Süer/Selahattin Erkanlı, Alan yay.
İstanbul, 1986
Dilbilim ve Göstergebilimde Yapısalcı Yaklaşımlar., Somut Der. İstanbul, 1983
Engin Geçtan, Psikonaliz ve Sonrası, Remzi Kitabevi İstanbul 1993
Erol Göka, Abdullah Topçuoğlu, Yasin Aktay, Önce söz vardı.
- G. Klaus, Çağ. Felsefe, Çev. Düzenleyen, Aziz Çalışlar, Altın Kit.Yay. İstanbul 1985.
- Hilmi Yavuz, Felsefe Üzerine, Bağlam yay. İstanbul, 1987.
- Jacques Derrida, Göstergebilim ve Gramatoloji, Çev. Tülin Akçin, Afa yay. İstan-
bull989
Leonard Binder, ( Islamic Liberalism). Liberal İslam- Çev. Yusuf Kaplan, Rey. Yay..
Kayseri, 1996.
- Madan Sanıp, Post Yapısalcılık ve Post Modernizm Çev. A. Baki Güçlü Ark.Yay.
Ankara 1995
- Margaret M. Polama, Çağdaş Sosyoloji Kuramları Çev. Hayriye Erbaş Gündoğan Yay.
Ankara,1993.
- Mehmet Akalın, Modern Linguistiğe Giriş, İletişim ve Dil Linguistik Yapısalcılık
İzmir, 1983.
- Mehmet Rifat, Dilbilim ve Gösterge Bilim Kuramları Yazko yay. İstanbul 1983.
- Odu Marguard, İlkeselliğe Veda Çoktanncıhğa Övgü, Çev. Şebnem Sunar, Sarmal
Yayınlan.
- Ronald Barthes, Anlatılanların Yapısal Çözümlemesine Giriş. Çev. Mehmet Rifat-
Sema Rifat Gerçek Yay. İstanbul, 1988.
- Tahsin Yücel Yapısalcılık, Ada yay. İstanbul 1983.
- Tom Battomore-Robert Nisbet, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, De.Denet: Mete
Tuncay, Aydın Uğur, V Yayınlan İstanbul 1990 (s. 572-612)
- Vincent Descombes, Modern Fransız Felsefesi Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yay. İstanbul
1993
3 Yorumlar
Konusu bilimkuramıyla ve yapısalcı yaklaşımla da kısmen ilgili olan bir doktora tezi yazıyorum. Okuduğum birçok kaynağın yanı sıra bana yardımcı oldu bu metin!!!
ya bu makale derginin hangi ayında yayınlanmış
yapılandırmacı yaklaşımı eğitim müfredatımıza almak çocuklarımızı edilgin hale getirmekle yakından ilgili.ayrıca bu yaklaşım çok uzun sürmemiş hemen ardından faoucolt,derrida ve lyotartla çözülmeye başlamıştır ve ciddi olarak da yıpratılmıştır.çok faydalı bir makale.bu makaleyi okduktan sonra mutlaka derridayı da okumak gerekli diye düşünüyorum.yapısöküm yöntemi ve anlam ayrımı derridanın üzerine çok eğildiği kavramlar..