İNSANDA ÖZ VE VAROLUŞ

NECATİ ÖNER

Bilinçli her eylemimiz (fiilimiz) bilgiye dayanır. Başka bir ifade ile biz bir
bilgiye göre hareket ederiz. Bilgi varolan hakkında hüküm vermedir, varolanı
tanıtan şeydir. Varolan'dan hakkında hüküm verilebilen maddi ve manevî her-
şeyi anlıyorum. Öyle ise varolan bilgi konusu olabilendir.

Varolan iki türlüdür: Birisi yaratan varlık, diğeri yaratılan varlıktır. Yara-
tan varlık yani Allah, tekdir, ezelden beri varolup yok olmayandır. Yaratılan
varlık çoktur. O zaman yaratılan varlıklar demek doğru olur. Bunlar sonradan
olmadır ve sonunda da yok olurlar. Burada yaratma'dan bir nesneyi ömeksiz
ve asılsız varkümayı anlıyorum.

Yaratılan varlıklar ya Allah tarafından varkılmmış veya insan tarafından
ortaya konulmuşlardır. Allah'ın varkıidıklan tabiî sıfatı ile vasıflandırılırlar. Ya-
ni tabiî olan, Allah tarafından yaratılandır ve yoktan varfalınmıştır. insan tara-
fından varkıünanlar ise vardan varedilmişlerdir. Mesela şu üzerinde yazı yazdı-
ğım masa önceden yoktu. Ustası, varolan tahta, çivi vs.den bir projeye göre
onu varkılnuşür. İnsan eseri olan her şey bu türdendir.

Yaratılan varlık kavramına açıklık getirmek için nelik (mahiyet) ve gerçek-
lik'den bahsetmek gerekir. İslâm mantıkçıları bu iki terimi şöyle açıklarlar: Bir
kavramın ahindeki tasavvuru onun neliği (mahiyeti), buna tekabül eden zihin
dışındaki fertler ise onun gerçekliğidir. Her kavramın neliği vardır ama her
kavramın gerçekliği yoktur. Mesela insan kavramının neliği onun zihindeki ta-
savvuru, gerçekliği ise zihin dışındaki fertlerdir. Halbuki ejderha kavramının
neliği vardır ama gerçekliği yoktur. Ejderha denince onu karşılayan bir anlam
vardır ama zihin dışında ejderhaya delalet eden bir fert bulunmaz.

Her kavram bir varolana tekabül ettiği için, diyebiliriz ki, her varolanın
neliği vardır ama her varolanın gerçekliği yoktur. İnsan, güneş, masa, kalem.,
bunların hem nelikleri hem gerçeklikleri vardır. Fakat anka kuşu, kaf dağı,
Ömer Seyfettin'in Efruz beyi, Şekspir'in Hamleti'nin nelikleri vardır ama ger-
çeklikleri yoktur.

Hem neliği hem gerçekliği olan varlıklar asıl varlıklardır. Neliği olupda
gerçekliği olmayan varolanlar da hayalî varlıklardır. Atlanın yarattığı varlıkların
hepsi asıl varlıklardır. Neliği olupda gerçekliği olmayan varolanlar insan eseri-
dir. Mitolojiler, masallar, romanlardaki kişiler hayalî varlık türlerindedirler.

İnsan varolanı ya doğrudan doğruya temasla, yani kişisel tecrübesi ile veya
başkalarının elde ettikleri bilgilerin ona aktarılması ile dolaylı yolla tanır. Bu
yollar sosyal çevre, okul, kitap, radyo vs... dir.

Edinilen bilgilerle insan, varolanları temsüeden kavramlar kurar. Kazanılan
kavramlar varolanı ne dereceye kadar yansıtır? sorusuna kesin cevap verilemez.
Bu felsefenin tam çözülemeyen bir sorunudur. Saf realistlere göre biz varolanı,
olduğu gibi biliriz. Kant gibilerine göre ise, insan, zihin yapısına göre ancak fe-
nomeni bilir. Hangi felsefe görüşünde olunursa olunsun insan, bilgisinin varola-
nı aynen aksettirdiğine inanır ve ona göre hareket eder.

Şimdi varolanın insanın eylemim nasıl etkilediğini ele alalım. Eylemi, varo-
lan yerine onun kavramı etkiler. Kavramın belli bir anlamı vardır. Genellikle
bu kavram fertler arasında müşterektir. Bu anlam lugatlarda belirlenir, tanımı
yapılır. Bu anlamda kavramın objektif bir muhtevası vardır demektir. Bu ob-
jektif muhteva, kavramın temsil ettiği varolanı ifade eder.

Bir kavramın içeriği tesbit edilip tanımı yapılarak ortaya konan belli anla-
mını kabuledenlerin eylemini, bu kavram aynı şekilde etkilemez. Başka ifade
ile insan eylemine etki eden, kavramın objektif anlamı değildir. Her kavramın
objektif anlamı fertlerde farklı izlenimler doğurur. İşte ferdin eylemine etki
eden, o kişinin o kavram hakkındaki izlenimidir. O halde varolanın ferde etkisi
şu yolla olur :

Varolan -'Kavram-' izlenim Kavramın objektif niteliğine karşı izlenimin sübjektifliği vardır. Bu sübjektiflik ferdin varolan karşısındaki tutumuna bağlıdır. Varolan ferdin tutumuna göre izlenim bırakır.

Kavramlar izlenimler sonucu elde edilir. Bu durumda yukandaki sırada iz-
leniminin kavramdan sonra gelmesinin ilk bakışta mantıksız olduğu görülür.
Fakat bu terimlerin yukandaki sırada neyi ifade ettikleri anlaşılırsa sıralamanın
uygunluğu görülecektir.

Kavram objektif, kollektif; izlenim sübjektif ve kişiseldir. İzlenimler sonucu
bir kavram teşekkül edince, o kavramda izleniminin canlılığı kalmaz, genel bir
anlam ifade eder. Elde edilen kavram bir dilde bir terimle ifade edilerek kol-
lektif bir karaktere bürünür. Her kavram genellikle çok kişinin izlenimleri so-
nucu elde edilir ve ayn kişilerin izlenimlerinin ortak taraflarını içine alır. Her-
hangi bir varolan karşısında fertlerin izlenimleri farklı olduğundan, kavram
hiçbir ferdin izlenimini tam ifade etmediği için o bir ferdin değil, fertlerin or-
tak malı olur; kollektiflik ve objektiflik karakterini bu yolla elde eder. Bir kav-
ramın objesini ne derecede aksettirdiğini tayin edecek bir ölçüt yoktur.
Kavram objektif ve kollektifliği ile varolanın yerine geçmiştir. Biz varolanla
doğrudan doğruya karşı bulunmaktan çok onun kavramı ile karşı karşıyayızdır.

Varolanlar hakkında hüküm ve değerlendirmelerimiz daha çok onun kavramı-
nın bizde bıraktığı izlenimlere göredir. Kavramların fertler üzerinde bıraktıkları
farklı izlenimler varolanı temsil eden kavramdan değil de ferdin kendisinden
kaynaklanır. İzlenimin şu veya bu şekilde oluşu ferdin zihinsel ve duygusal du-
rumuna bağlıdır.

Kavram bir bilgi malzemesidir. Bilgi kavramlar arasında kurulan bağlardan ibarettir. Bağ kurma hüküm vermedir. Biz varolanı hükümle tanırız. Aslında bir kavrara hükümler toplamıdır.

Kavramlar arasında bağlar kurulurken, aslında biz, o kavramların temsil
ettikleri varolanları değerlendirmiş oluyoruz. İşte bizim eylemlerimizin saiki
verdiğimiz hükümlerdir.

Ferdin verdiği hükümlerle varolanın bilgisine sahip olması onun alışına
bağlıdır. Bu terim üzerinde ileride duracağım. Fertlerin aksları farklı olduğu
içindir ki kavramların fertlerde bıraktıkları izlenimler farklı olur. İnsan bir bil-
giye göre hareket eder demek, varolanın onun üzerinde bıraktığı izlenime göre
hareket eder demektir. Çünkü izlenim, fertte, varolanın o andaki bügisidir. în-
san varolanı ancak bir kavram içine sokarak bileceği için doğrudan doğruya
karşılaştığı varolanı temel bir kavram süzgecinden geçirerek tanır. İşte bu se-
bepten varolanın fertte etkisi varolan, kavram, izlenim sırasına göre olur. Tabii
bunu da eylem takibeder.

Bir konu üzerinde vukubulan tartışma ve sürtüşmelere sebep olarak göste-
rilen "kavram kargaşası" deyimi iie kasdedüen durumu meydana getiren aynı
kavramın fertlerde bıraktığı farklı izlenimlerdir. İzlenimlerin farklılığının sebebi
farklı tutumlardır. Öyle ise bir konu üzerinde fertlerin anlaşmasını onlar ara-
sındaki tutum birliği sağlar.

Tutum bir vaziyet alıştır, bir zihniyetin ifadesidir. Zihniyet insan zihninin
içinde hareket ettiği ortamdır. Her insanda müşterek olan akıl yürütme yollan,
içinde hareket ettiği ortama göre içerik kazanır. İnsanın akıl yürütmeleri biçim-
seldir (formelle); belli kalıplar içerisinde hareket eder. İşte bu şekil, bu biçim
her insanda aynıdır. Akıl yürütmeler içerik kazanınca farklılıklar başlar. İnşam
yönlendiren de bu biçimler değil, onların içeriğini teşkileden kavramlara, onu
kullananın verdiği anlamdır Kavramlar onu kullanan İçicinin zihniyetine göre
anlam kazanır.

Zihniyet kavramı üzerinde biraz durmak istiyorum. İlkel toplumlarda yaşa-
yan insanların zihin yapılan üzerinde inceleme yapanlann ortak kanaati şudur :
İlkel toplumda yaşayan insanın zihin yapısı ile medenî toplumda yaşayan insa-
nın zihin yapısı farklıdır. Bu farkılıhğm, bir ara, mantık farklılığı olduğunu
söyleyenler de çıkmıştır. Fakat sonunda bu kanaatta olanlar da farkın mantık
farkı değil zihniyet farkı olduğunu kabul etmişlerdir. Böylece insanın iki ayn zih-
niyeti bulunduğu ortaya çıkmıştır. Birisi ilkel toplumlarda hakimdir, diğeri me-
deni toplumlarda. Bu iki zihniyet biribirinin devamı değildir, insan zihninin iki
ayrı kipidir (mode-tarz). Bu iki farklı zihniyetin nitelikleri Levy-Bruhl, Wan
der Leuve, Leenhardt, Roger Bastid, Lévy-Strausse gibi bilim adamlarının ça-
lışmaları ile aydınlığa çıkmıştır.

İki ayn zihniyetin birincisi ilkel, mitik, mistik, majik; ikincisi aklî, pozitif
diye adlandırılmıştır. Ben bu terimlerden birincisine majik (büyüsel), ikincisine
pozitif (olgusal) demeyi uygun buluyorum.

İşte bu iki temel zihniyete bir üçüncüsünün eklenmesi gerektiği kanaatin-
deyim; çünki öyle akıl yürütmelerimiz vardır ki bunlan ne büyüsel ne de olgu-
sal zihniyete sokabiliriz. Dinî tefekkür ile felsefî tefekküre hakim olan zihniyet
ne büyüsel ne de olgusaldır. Şimdi bu farkıhğı belirtmeğe çalışacağım.
Bilindiği gibi büyüsel zihniyet obje ve olaylara gizli kuvvetlerin hakim ol-
duğu kanaatinden hareket eder. Bütün açıklamalar ve hareketler ne olduğu bi-
linmeyen bu kuvvetlere göre ayarlanır. Gizliliğe bürünen kollektif tasavvurlar
ferde hakimdir. Olgusal zihniyette ise tecrübe hakimdir. Olgular gizli güçlerle
değil başka olaylarla açıklanır. Şimdi dinî ve felsefi tefekkürün durumuna ba-
kalım :

Din alanında yapılan tefekkürde elde edilen önermeler tecrübe ile tahkik
edilemez, bu bakımdan olgusal değillerdir. Bunlar büyüsel zihniyetle de açıkla-
namaz. Dinî inançla batıl inanç arasında fark vardır.

Büyüsel zihniyetin hakim olduğu inançla dini inanç arasındaki farkı şöyle
gösterebiliriz: Her iki inanç türünde de görünmeyen gücün etkisi vardır. Fakat
bu gücün mahiyeti her ikisinden farklıdır, şöyle ki:

1 — Büyüsel zihniyete hakim olan güç, bahis konusu hadise veya obje ile
beraberdir. Başka bir ifade ile gizli güç içkindir (immenant). Mesela nazan
önleyen objenin içinde o güç,vardır. Bir büyücü gizli bir güce sahiptir. Dinî
inançda ise güç kaynağı aşkın (trascendant) olan Tanrıdır. Görünmez gücün
içkin olduğunu kabul eden dinî ve felsefî akımlar da vardır, panteizm ve vah-
det-i vücutculuk gibi. Buradaki içkinliği de büyüsel zihniyetteki içkinlikten
ayırmak lazımdır. Panteizm ve vahdet-i vücutculukta gi?li güç tektir ve varlıkla
birdir. Ondan ayn değildir. Ve başka varlık da yoktur, mutlaktır. Büyüsel zih-
niyete göre ise bu güç çeşitlidir, bazı objelerde var bazılarında yoktur. Bazı in-
sanlarda vardır bazılarında yoktur. Bu güç bazı törenlerle olmayana da kazan-
dırılabilir.

2 — Büyüsel zihniyete bağlı inanan kaynağı ya kollektif tasavvurlar veya
ferdin kendisidir. Dinî inançta ise kaynak vahiyle bildirilen bilgidir. Bu sebeple
büyüsel zihniyetle elde edilen bilgi, tektir, dağınıktır, düzensizdir. Dinî inançla
ilgili bilgj ise vahye dayalı olduğu için, bu anlamda, objektiftir ve düzenlidir.
Burada sistematik bilgi kurulabilir, teolojiler bu tür bilgilerdir.

Felsefi tefekküre gelince, insan tecrübenin verileri sie yetinse idi felsefeye
ihtiyaç kalmazdı, bilim yeterli olurdu. İnsan tecrübenin verilerini aşarak, değer-
lendirme yapıyor, yani felsefe yapıyor. Tecrübeyi aşan bir bilgiye olgusal dene-
mez.Sistemli ve düzenli bir bügi türü olan felsefe, düzensizliğin esas olduğu
büyüse! zihniyete hiç sokulamaz.

Öyle ise gerek dinî ve gerek felsefi tefekkür, hem büyüsel hem de olgusal
zihniyetin dışındadır. Dinî ve felsefi tefekkür, büyüsel ve oigusal zihniyetin or-
taya koyduğu bilgilerin eleştirisi olduğundan bunlara hakim olan zihniyete eleş-
tirisel zihniyet diyorum. Böylece temel zihniyetler üçe çıkmış olur ki şunlardır:
Büyüsel (magique) zihniyet, olgusal (positif) ve eleştirisel (critique).
Bu üç zihniyet biribirinin devamı depdir. Yani bir tekâmül zinciri içinde
değillerdir. Bu üç zihniyet insan zihninin üç ayrı kipi (mode)'dir.

Toplumlara göre bunların hakimiyet dereceleri değişir ama hiçbiri yok ol-
maz, tikel toplumlara hakim olan büyüsel zihniyettir. İlerlemiş toplumlarda ise
olgusal ve eleştirisel zihniyet hakimdir. Her toplumda yaşayan her fertte bu üç
zihniyet vardır. Zaman ve yere göre bu zihniyetler kendilerini gösterirler.
Bu üç zihniyetin tipik temsilcileri vardır. Büyüsel zihniyetin tipik temsilcisi
büyücü; oigusal zihniyetin tipik temsilcisi bilim adamı; eleştirisel zihniyetin ti-
pik temsilcileri peygamber, velî ve filozoftur.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP