FELSEFE NEDİR ?

KARL JASPERS

Çeviren: Afşar TİMUÇİN

Felsefenin ne olduğu ve ne istediği konusunda anlaşmaya varılmış değildir. Kimi olağanüstü açınımlar bekler felsefeden, kimi onu neyle uğraştığı belli olmayan bir düşünce sayıp bir yana atar. Kimi onda eşsiz insanların anlamlar ortaya koyması gibi ağır bir yükümlenme bulmaktadır; kimi de onu aşağılayıverir, çünkü onda düş kurmayı seven bir avuç insanın iyileşmez ve yüzeysel içedönüklüğünü bulmaktadır yalnızca.

Kimine göre felsefe herkesi ilgilendirebilir, basit olabilir, kolay anlaşılır olabilir; kimine göre de öyle zor bir şeydir ki, onunla ilgilenmeye kalkmak dipsiz bir kuyuya yaş atmaktır. Kısacası,felsefe adıyla andığımız bu alan öylesine geniş bir alandır ki, bu tür çelişik görüşleri rahatça barındırabilir.

Bilimle uğraşan biri için felsefenin en kötü yanı kesin sonuçlar ortaya koyamıyor olmasıdır, olmuş bitmiş bir bilgi ortaya koyamıyor olmasıdır. Bilimler kesin bilgiler elde ettiler, kendini herkese benimseten bilgiler. Felsefe, sayısız çabaya karşın, bu işi başaramadı. Felsefede kesin bir bilgi ortaya koyabilecek uzlaşmanın olmadığını görmezden gelemeyiz.

Bir bilgi kendini her kişiye kesin nedenlerden giderek benimsettiği yerde hemen bilimselleşir, felsefe olmaktan çıkar, bilinebilirin özel bir alanına bağlanır. Bilimlerin tersine, felsefi düşünce ilerlemeyen bir düşünce olarak görünür. Bunun böyle olduğunu Hippokrates'den daha iyi biliyoruz elbette, ama Platon'un aşılmış olduğunu da söyleyemeyiz. Yalnız ne var, onun bilimsel yükü bizimkinden aşağıdır. Onda felsefi araştırma diye adlandırabileceğimiz şeye biz olsa olsa yeni ulaşmışızdır.

Bilimlerin tersine, tüm biçimleriyle felsefe, ortak kesinliğe ulaşma kaygısına düşmemelidir. Bu onun yapısında bulunan bir şey olmalıdır ayrıca. Onda elde etmek zorunda olduğumuz şey, her zihin için bir olan bir kesinlik değil, başarılışına insanın tüm varlığıyla katıldığı eleştirili bir araştırmadır. Bilimsel bilgiler özel nesnelerle ilgilidirler ve her kişi için hiç de gerekli değildirler. Felsefede varlığın bütünü söz konusudur, insanı felsefede ilgilendiren bu bütünselliktir.

Parlar parlamaz insaftı hiç bir bilimsel bilginin yapamayacağı ölçüde derinden kavrayan bir doğrunun varlığı sözkonusudur felsefede.Gene de bir felsefenin işlenmesi bilimlere bağlı kalır. Felsefe zamanın tüm bilimsel ilerleyişini öngörür. Ama felsefenin anlam'ı bir başka kaynağa dayanır: bu anlam, her bilimden önce, insanların uyanmaya başladıkları yerde kendini göstermiştir.Bu bilimsiz felsefe bazı ilgi çekici özellikler ortaya koyar:

1. Felsefe alanında hemen herkes kendini yetkili sayar. Bilimlerde, araştırmanın, alıştırmanın, yöntemin kavrama için zorunlu olduğu bilinmektedir.Felsefede, tersine, her kişi yetkili olduğuna, bir ön çalışma gerekmeden tartışmaya katılabilecek güçte olduğuna inanır. Her kişi insanlık durumuna bağlıdır, her kişi kendi yazgısına sahiptir, her kişi kendi deneyine sahiptir, bu da yeter, diye düşünülür.

Felsefenin her kişiye açık olabileceği görüşünün gerekçesini iyi tanımak gerekiyor. Felsefenin en karmaşık yolları, meslekten filozofların izlediği yollar,ancak insanlık durumuna açıldığı zaman bir anlam taşıyacaktır. İnsanlık durumu da, kendimizde varlığın ve kendi kendimizin bilincine ulaşabilmemizin biçimine göre belirlenmektedir.

2. Felsefi düşünce her zaman ben'in kökel kaynağından fışkırmalıdır ve her insan kendini bu kaynağa bırakmalıdır.İnsanın felsefi düşüncesinin kaynağını kendinde bulması diyebileceğimiz bir olgu, çocukların soru sormaları olgusu bunun eşsiz bir belirleyenidir. Çocukların ağzından anlamı doğrudan doğruya felsefenin derinliklerinde bulunan sözler dökülür sık sık. Bakın, birkaç örnek verelim:

Bir çocuk şaşkınlık içinde şöyle der: «Bir başkası olduğumu düşünmeye çalışıyorum hep, ama gene de bakıyorum ki her zaman kendimin ben.» Çocuk, böylece, her kesinliğin kökünü oluşturan şeye, ben'in bilgisinde varlığın bilincine dokunmuş olur. Ben'in bilmecesine yakalanmış olur; hiç bir şeyin çözdüremediği bir bilmecedir bu bilmece. Kalır orada, bu sınırın karşısında kalakalır, sorular sorar.

Bir başka çocuk, Oluşum'un tarihini dinlerken,«Tanrı ilkin göğü ve yeri yarattı» sözünü duyunca hemen araya girer ve «Bu ilkin'den daha önce ne vardı?» diye sorar. Soruların böylece sonsuza kadar gittiğini, zihnin, araştırmalarda sınır tanımadığını, onun için sonuç denebilecek yanıt bulunmadığını görür.

Bir küçük kız geziye çıkmıştır. Ormanda bir açık alana geldiğinde, ona geceleri danseden meleklerin masalını anlatırlar. «Gene de, melek diye bir şey yok der» kız. Sonra, ona gerçek şeylerden sözederler, ona güneşin devinimini gösterirler, güneş mi devinmektedir yoksa dünya mı dönmektedir diye sorarlar, yerin küre biçiminde olduğuna, bir eksen üstünde döndüğüne inandıracak nedenler ortaya koyarlar. Ayaklarını yere vura vura, «Doğru değil bu» der kız, «dünya kımıldamıyor. Ben yalnız gördüğüme inanırım.»

O zaman şöyle derler ona: «Öyleyse sen Tanrı'ya da inanmıyorsun, Tanrı'yı da görmüyorsun çünkü.» Küçük kız o zaman şaşırır, şöyle der: «Tanrı varolmasaydı biz burada olmazdık.» Dünyanın gerçekliği karşısında şaşkınlığa kapılmıştır: dünya kendi kendine varolmaz, diye düşünür. Şu ayrımın bilincine varır: dünyanın parçası olan bir nesne başkadır, varlıkla ve bizim bütün içindeki durumumuzla ilgili bir sorun başkadır.

Bir başka kız konuk gitmektedir, merdivenleri tırmanır. Her şey durmadan değişmektedir, şeyler akıp gitmekte, sanki hiç varolmamışçasına geçmektedir. «Gene de hiç değişmeden kalan bir şey olmalı.Şimdi ben burada merdivenleri çıkmaktayım halama gitmek için. Bu merdivenleri çıkmalıyım.» Onun evrensel akış karşısındaki ve bütünün kayganlığı karşısındaki şaşkınlığı onu ne pahasına olursa olsun bir çıkış yolu aramak durumunda bırakır.

Bu tür belirlemeleri biriktirerek bir çocuk felsefesi ortaya koyabiliriz. Şöyle diyebilirler bize: çocuklar anababalarının ve öbür yetişkinlerin ağzından çıkanı yinelerler. Ciddi düşünceler sözkonusu olduğunda bize karşı ileri sürülen bu görüşün geçerliliği yoktur. O zaman şöyle de diyebilirler: çocuklar felsefi düşünceyi çok ileri götüremezler ve dolayısıyle biz onlarda bir raslantının sonuçlarını bulmaktayız. Böyle dersek şunu gözden kaçırmış oluruz: çocukların erişkinlik yaşlarına geldikleri zaman yitirdikleri bir çeşit dehaları vardır. Yıllarca her şey uzlaşmaların,geçerli görüşlerin, içi başka dışı başka olmaların, ön-yargıların mahpusluğu içinde olur geçer, bu sıra biz her an yenilenen yaşamın getirdiği şeyi alabilen bir çocuk olmanın kendiliğindenliğini yitiririz. Çocuk sezer, çocuk görür, çocuk sorar... sonra bütün bunlar bırakır gider onu. Kendisine bir an açman şeyi unu-
tuşa bırakır çocuk, sonra bir gün ona vaktiyle söylemiş ya da istemiş olduğu şeyi hatırlatırlar, şaşar kalır.

3. Kökten fışkıran felsefi araştırma yalnız çocuklarda görülmez, akıl hastalarında da görülür. Onlarda, bazen -çok az olur bu  genel denetimin tıpası atar ve biz o zaman doğruların söylendiğine tanık oluruz.

Zihinsel bozuklukların ortaya çıkmaya başladığı evrede önemli metafizik açınımların kendini gösterdiği olur. Bu açınımların biçimi ve anlatımı, gerçekte, yayımlandığı zaman -en azından şair Hölderlin ya da ressam Van Gogh örneği gibi az raslanır örneklerde olduğu ölçüde- nesnel bir anlam ortaya koyabilecek yapıda değildir. Ancak, böyle bir süreci gözlemlediğimizde, ne olursa olsun, bir örtünün, altında kendi sıradan yaşamımızı sürdürmekte olduğumuz örtünün yırtıldığı izlenimi doğar içimizde. Sağlıklı birçok kişi şu deneyimden geçmiştir: bunlar uykularında değişik biçimde derinlikli şeylerin anlamına ulaşmış oldukları duygusuyla uyanırlar, iyice uyandıkları zaman bu şeyler çekip gitmiş, geriye yalnızca girilmezin duygusu kalmıştır. «Doğruyu çocuktan ve deliden dinle» diyen halksözü derin bir anlam taşır. Gene de, büyük felsefi düşünceleri bize kazandıran yaratıcı özgünlük burada yatmamaktadır; yaratıcı özgünlük bir avuç büyük insanın, binyıllarm getirdiği ayrıcalı bîr canlılığın ve ayrıcalı bir bağımsızlığın ürünüdür.

4. İnsan felsefeyi bırakamaz. O, her yerde ve her zaman vardır, geleneksel atasözleriyle, geçerli bilgelik formülleriyle, benimsenmiş görüşlerle, ayrıca okumuş kişilerin diliyle, siyasi kavramlarla ve özellikle tarihin ilk çağlarından başlayarak mitoslarla halk arasında yayılmıştır. Felsefeden kaçamayız. Ortaya çıkan ve bilinmesi gereken soru, onun bilinçli mi bilinçsiz mi, iyi mi kötü mü, bulanık mı aydınlık mı olduğu sorusudur. Felsefeyi yadsıyan kişi, bilinçsiz bir biçimde, onun varlığını onaylamış olur.

Böylesine evrensel olan ve böylesine garip biçimler altında ortaya çıkan bu şey, felsefe dediğimiz bu şey nedir?

Yunancadaki «filozof «(philosophos) sözcüğü, sophos'a karşıt olarak oluşmuştur. «Bilgiyi seven» anlamına gelir, «bilgiye sahip olan» yani «bilgin» anlamına gelmez. Bu anlam bugün de sürüyor: felsefeni özü doğrunun aranmasıdır, doğrunun elde edilmesi değil; yanlışa düşse de, çok zaman olduğu gibi dogmacılığa kadar, formüllenmiş, belirlenmiş, tamamlanmış, öğretilir olmuş bir bilgi olmaya kadar düşmüş olsa da böyledir. Felsefe yapmak yolda olmaktır. Felsefede sorular yanıtlardan daha önemlidir ve her yanıt yeni bir soru durumuna gelir.

Gene de, ileriye doğru gidiş -bu gidiş insanın zamandaki yazgısıdır- derin bir durulmuşluk olasılığını ve hatta bazı önemli anlarda görülen bir çeşit sonuca varma olasılığını ortadan kaldırmaz. Buradaki sonuç, formüllendirilebilir bir bilgiye, önermelere,inanç belirlemelerine hapsedilmiş bir sonuç değildir; varlığın açındığı bir insanın durumu kendini tarihte nasıl oluşturursa, bu sonuç da öyle oluşur. Gerçeklik, yerleşilmiş bulunan kesin özel durum içinde yakalanmalıdır; felsefe çabasının anlamı budur işte.

Yolda olmak ve araştırmak ya da ayrıcalıklı bîr anın dinginliğine ve sonucuna ulaşmak... bunlar değildir felsefeyi belirleyen. Felsefe bir başka şeyin ne üstünde ne yanındadır. Türemiş bir şey olamaz o. Her felsefe kendi gerçekleşmişliğiyle tanımlanır. Onun ne olabileceğini ancak deneyle çıkarabiliriz; o zaman görürüz ki, o hem canlı düşüncenin gerçekleşmesidir,hem de düşünce üzerine bir düşüncedir ya da eylem ve eylemin yorumudur. Dünyada felsefeyle ilgili olarak bulunabilecek şeyi sezmemizi sağlayan yalnızca kişisel deneydir.

Felsefenin anlamını açıklayabilmek için başka formüllere de başvurabiliriz. Bu formüllerden hiçbiri bu anlamı ortadan kaldırmaz ve hiçbiri bu anlamı tek başına göstermeye yetmez. Eskiçağ'da felsefeyi konusuna göre tanımlamak isterken, onun tanrıyla ve insanla ilgili şeylerin bilgisi ya da varlık olarak varlık'ın bilgisi olduğunu söylediler; onu amacına göre tanımlamak isterken, onun ölmeyi Öğrenmek, düşünce yoluyla mutluluğu ya da tanrısala benzerliği elde etmek olduğunu söylediler; onu kucakladığı şeyle tanımlamak isterken de, onun her bilgi'nin bilgisi,her sanatın sanatı, genel bilim olduğunu, şu ya da bu özel alanda sınırlanmadığını söylediler.

Bugün felsefenin anlamı üzerinde konuşmaya kalkıldığında şu formüllere başvurulabilir: felsefe,kökel gerçekliği kavramaya yönelir; felsefe, düşündüğüm zaman kendime davrandığım biçimde, iç etkinliğimle gerçekliği sezmemi amaçlar; felsefe, varlığımızı «çevreleyen»in derinliklerine açmaya dönüktür; felsefe, ortaya koyulan doğrunun anlamı ne olursa olsun, insandan insana iletilecek şeyin tehlikesini kardeşçe bir kavgada yükümlenmeye çevrilidir; felsefe aklımızı bıkmadan yorulmadan uyanık tutmayı,kendine kapanan ve kaçan en garip şey karşısında bile uyanık tutmayı öngörür.

Felsefe, insanın gerçekliğe dalarak kendi kendini bulduğu o orta noktaya götürür insanı. Gördüğümüz gibi, felsefe, basit ve etkin bazı düşünceler biçiminde, her kişiye ulaşabilir, çocuğa bile. Gene de onun işlenmesi sonsuz bir çabadır, her zaman edimleşmiş bir bütün görünümü altında gerçekleşir. Böylece, büyük filozofların yapıtlarında dışlaşır ve küçük filozofların yapıtlarında yankılanır. İnsanlar insan kaldıkça, bu çabanın bilinci, nasıl görünürse görünsün, hiç bir zaman sönmeyecektir. Felsefenin kökel saldırılarla karşı karşıya kalışı bugünün işi değildir; felsefe baştan sona yalınkat ve zararlı sayılmıştır. Neye yarar öyleyse? Bunaltı karşısında felsefe direnemiyor.

Kilisenin baskıcı düşüncesi felsefeyi Tanrı'dan uzaklaşıyor diye, ruhu baştan çıkarıyor diye, ruhu çağa bağlıyor diye, ruhu boş şeylerle oyalayıp bozuyor diye bir yana atmıştı; bütüncü siyasal düşünce, filozofları, dünyayı dönüştürecek yerde onu değişik biçimler altında yorumlamakla sınırlanıyorlar diye suçlamıştı. Her ikisi de felsefeyi tehlikeli sayarlar:

felsefe kurulu düzenin dibine dinamit kor, bağımsızlık ruhunu, dolayısıyla hoşnutsuzluk ve başkaldırma ruhunu uyarır, insanı aldatır ve gerçek çabasından uzaklaştırır. Açınan Tanrı'yla aydınlanmış bir öte dünyanın çekiciliğiyle ya da Tanrı'sız bir bu dünyanın gücüyle her iki düşünce de her şeyi kendine yontarak felsefeyi söndürmek istemiştir.

Ayrıca, gündelik yaşamın ve akıllılığın getirdiği basit yararlılık anlayışı karşısında felsefe güçsüz kalir. Yunan filozaflarının en eskisi sayılan Thales, yıldızlı göğü seyrederken kuyuya düşen hizmetçisiyle alay etmiştir. Burnunun dibini görmeyen adam uzaklardan ne istiyor?

Felsefe kendini doğrulamalıydı. Felsefenin kendini doğrulaması elbette olanaksızdır. O, kendine var-oluş hakkı verebilecek herhangi bir yararlılığa başvuramazdı kendini doğrulamak için. O ancak her insanı felsefe yapmaya iten güçlerden yana çıkabilirdi. Felsefe, dünyada her türlü kazanma ve yitirme hesaplarının dışında kalmış yarar gözetmez bir nedenden yana olduğunu bilir, bilir ki insanı olduğu gibi almaktadır, hep bu yolu izleyecektir insanlar varoldukça.

Felsefenin düşmanları da, felsefenin karşısına koydukları güçlere bir anlam vermekten ve öylece bir amaca bağlı düşünce sistemleri geliştirmekten kendilerini alamamaktadırlar; bu sistemler felsefe benzeri şeylerdir, amaçladıkları sonuçla belirlenmişlerdir, Marx'cılık ve faşizm bunlardandır. Bu felsefe sistemleri de, felsefenin kaçınılmaz özyapısına tanıklık ederler. Felsefe hep vardır.

Felsefe kavga edemez, kendini doğrulayamaz, ancak ilişki kurabilir. Onu bir kıyıya attıklarında direnemez, ona kulak verdiklerinde üstün gelemez. O, ancak, insanlığın derinliklerinde her kişiyi bütüne bağlayan ortak alanda yaşar.

Geniş anlatımlı olan ve sistemli bir tutarlılık gösteren felsefe Batı'da, Çin'de, Hint'te iki bin beş yüz yıldan beri yaşıyor. O, bize yönelen büyük bir gelenektir. Felsefe çabalarının çeşitliliği, çelişkiler, savlar... karşılıklı olarak zorunlu olan bu şeyler gerçekte temeldeki tek gerçekliğin varlığını engelleyemezler, temeldeki tek gerçekliğe hiç kimse sahip değildir, tüm ağırlıklı araştırmalar uzlaşmaz bir biçimde bu gerçekliğin çevresinde dönerler. Bu gerçeklik, bir ve sonsuz olan felsefedir, philosophia perennis'tir.Düşünüşümüz elden geldiğince açık olsun, düşünüşümüz özü kavrasın dediğimiz zaman düşüncemizin bu tarihsel temeline yöneliyoruz.

2 Yorumlar

Adsız
14 Mayıs 2009 20:17  

daha kısası yokmuydu

Adsız
16 Mayıs 2009 01:14  

felsefe kavga etmez mi??????

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP