İBN MİSKEVEYH'İN ADALET ANLAYIŞI

Ramazan ALTINTAŞ

1. HAYATI:

İbn Miskeveyh, Ebu Ali Ahmed b.Muhammed b.Yakub (ö.421/1030) İran'ın pekçok İslam bilgini ve filozofu yetiştiren Rey şehrinde dünyaya gelmesine rağmen doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Eğer hicri 352 ve 355 tarihlerinde vefat eden Vezir Hasan b.Muhammed el- Muhallebi'ye kâtib ve kütüphane yöneticisi oluşuna bakılırsa hicri/miladi 340/951 civarında doğduğu tahmin edilebilir. İbn Miskeveyh 9 Safer 421 (1030) tarihinde İsfahan'da vefat etmiştir.

2. TAHSİLİ VE MEMURİYETLERİ:

İbn Miskeveyh öğrenimini doğduğu Rey şehrinde tamamlamıştır. Birçok meşhur bilginden dersler aldığı rivayet edilmektedir. Özellikle ünlü tarihçi Ebubekr Ahmet b.Kâmil el-Kadî'den (ö.350/961) Taberi'nin tarihini okudu. Ünlü Türk-İslâm filozofu Farabi (ö.339/950) ekolüne bağlı olan Miskeveyh, Farabi'nin en seçkin öğrencilerinden olan Yahya b.Adiy (ö.379/989) ve çağının ileri gelen filozoflarından İbn Zur'a (ö.399/1008), İbn Sinâ (ö.428/1037), Ebu Reyhan el-Beyrûni (ö.440/1048) ve sufi filozof Ebu Hayyan et-Tevhîdî (ö.400/1009) ile çağdaş olup, onlarla bilgi alış-verişinde bulunmuştur.

İbn Miskeveyh uzun bir süre Kimya İlmi ile de uğraşmıştır. Bir rivayete göre Miskeveyh, Samani hükümdarı Mansur b.İshâk'a (ö.365/975) ithafen yazdığı bir Kimya kitabından dolayı, ondan bin altın mükafaat almış, yazdığını isbat edemediğinden dolayı kitabı parça parça yırtılmış ve kendisi de Bağdat'a sürgüne gönderilmiştir. Öte yandan Muhammed İkbal (ö.1938) İbn Miskeveyh'i, İran'ın en seçkin teist düşünürü, ahlakçısı ve tarihçisi kabul eder. Gerçekten de O, genç sayılabilecek bir yaştan itibaren Büveyhoğulları saray kütüphanecisi olması hasebiyle, ilim ve irfanını geliştirmede avantajlı bir hayat yaşamıştır.

İzmirli İsmail Hakkı'nın (ö.1946) haklı ve yerinde bir tesbitiyle, İbn Miskeveyh, bedenini ve kalbini iktidar sahiplerine bağlamış bir şahsiyettir. İbn Miskeveyh, Vezir Ebu'l-Fadl İbnu'l-Amîd'in (ö.360/970) kütüphane memurluğunda bulunur. O, Büveyhi sultanlarından Adududdevle (ö.373/983) ve Samsâmuddevle (ö.388/998) döneminde Vezir İbn el-Amîd ve oğlu Ebu'l-Feth (ö.366/976)'in yanında Rey'de büyük bir nüfuza sahip olur. Miskeveyh, Muızzuddevle'nin Veziri Ebu Muhammed Muhallebi'den (ö.352/963) edebiyat ve irfan alanında da büyük istifade etmiştir. İbn Miskeveyh, Muhallebi'nin ölümünden sonra Ruknuddevle'nin Veziri ve oğlu Adududdevle'nin de teveccühüne nail olarak uzun yıllar sarayda hazinedarlık,
muallimlik, doktorluk ve özel kütüphane memurluğu gibi hizmetlerde bulunmuştur.

3. ESERLERİ:

İbn Miskeveyh eserlerini çağının yaygın bilim dili olan farsça ve arapça kaleme almış olup, felsefe tarihçilerinin de beyanına göre geride 20 cilt kitap bırakmıştır.

Ansiklopedik bir şahsiyet arzeden İbn Miskeveyh felsefe, tıp, edebiyat, tarih, ahlak ve metafizik gibi alanlarda yazmış olduğu eserlerinin her biri kendi alanında özgün sayılabilecek cinsten çalışmalardır. Kılgısal Felsefe' de yüksek bir konum kazanan İbn Miskeveyh, İhvan-ı Safa akımından sonra İslam Dünyası irfanına ahlak felsefesi neşretmesi hususunda büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bilindiği gibi bu akımın amacı müslümanları taassuptan kurtararak yepyeni bir aydınlar grubu meydana getirmekti. Çünkü onların felsefelerinin özelliğini eklektik gnostizm düşüncesi oluşturuyordu.

İbn Sina ve Birûnî’nin çağdaşı olan İbn Miskeveyh eserlerinde metod olarak Ebu’l- Hükemâ Farabi’yi izlerken; Eflatun (m.ö.429/347), Aristo (m.ö.322/383) ve Galen’in (m.ö.131-201) düşünceleriyle İslami düşünceyi uzlaştırma gayreti içerisinde bulunduğunu görüyoruz.

İbn Miskeveyh’in eserlerinin büyük bir ekseriyeti bize kadar gelememiş ve maalesef kaybolmuştur. Ben bu eserlerden bazılarını, makalemizin ana temasını oluşturan adâlet anlayışıyla irtibatlı oldukları için tanıtmak istiyorum:

a. el-Fevzu’l-Asgar

Felsefe dünyasında Ebu Ali Miskeveyh, Farabi ve Aristo’dan sonra üçüncü muallim olarak anılır. O’nun felsefi ve fikri birikimi oldukça yüksektir. Metafizik alanında yazdığı nadide eserlerinden birisi olan el-Fevzu’l-Asgar’da kullandığı felsefi dil derinliğini ve felsefeye olan vükufiyetini belgelemektedir. Aslında bu kitap, İslâm mütefekkirlerinin metafizik hakkındaki görüşlerinin bir özetini taşımaktadır. Biraz da bu eseri farklı kılan üsluptur. Metindeki üslup, bir ahlak felsefesi olan "Tehzibu’l-Ahlak"ın ibaresindeki üsluba benzemektedir. el-Fevzu’l-Asgar, hem İslâm Felsefesi ve hem de İlm-i Kelâm’a ait sistematik problemler arasında yer alan Allah, nefis ve peygamberlik gibi üç mühim meseleyi izah etmektedir. Her üç mesele kendi içerisinde on bölüme ayrılarak toplam otuz alt başlıkta incelenir. Birinci bölümde isbat-ı vacib delilleri arasında yer alan; kadim filozoflarca kabul edilen hudus ve imkan delilinden sonra Ariston'nun “hareket delili” daha geniş bir şekilde tahlil edilir. İkinci bölümde ise nefis problematiği felsefi bir dil kullanılarak çözümlenmeye çalışılır. Yazarın, peygamberlikten bahsettiği üçüncü bölümde ise, vahyin keyfiyeti, nübüvvet ve kehanetin farkı gibi konuları akli tefekküre de vurgu yaparak yorumlamayı tercih ettiği görülür. Elimizde Dr.Salih Azîme tarafından tahkik edilerek yayınlanan arapça nüsha ile Roger Arnaldez tarafından Fransızca'ya yapılan tercümesinin bir arada basılmış bir nüshası vardır. Eser, Paris’te Dâru’l-Arabiyye li’l-Kuttab yayınevince 1987 yılında neşredilmiştir.

b. Tehzîbu’l-Ahlak (Ahlakı Olgunlaştırma)

Hiç şüphesiz İbn Miskeveyh, ahlakçı bir filozoftur. İzmirli İsmail Hakkı’ya göre İslam filozofları arasında ilk defa sistem kurma bakımından ahlaka özel bir önem atfeden ihvân-ı safa ekolü olmuştur. Bu akımla birlikte İslâm düşüncesinde ahlakçı filozoflar ortaya çıkmıştır. İhvan-ı safa ekolünden sonra etik alanında özgün eserler yazan ikinci ansiklopedistin İbn Miskeveyh olduğunu söylersek mübalağa etmiş sayılmayız.

O’nun ahlak felsefesi sahasında en meşhur eseri “Tehzibu’l-Ahlak”tır. Biz bu eserin muhtevasında “telfik metodu” görüyoruz. İbn Miskeveyh başta Aristo olmak üzere diğer yunan filozoflarının ahlaka dair olan görüşleriyle İslâm ahlâkını mezcederek ahlaka yeni bir yorum getirmiştir. O, Yunan geleneğini temsil eden rasyonel ahlak anlayışıyle kendi döneminde geçerli olan münzevi bir hayat yaşamayı öne çıkaran çileye ve toplumdan tecrit olmaya dayalı tasavvufi ahlak anlayışına karşı çıkar. O’na göre, topluma karışmayı terkeden kimseler, fazileti elde edemezler. Böylesi bir bakış açısıyla O, tasavvufi ahlaka da yeni bir açılım kazandırmış oluyordu.

c. Risâle Fî Mâhiyeti’l-Adl

İbn Miskeveyh’e ait olduğu iddia edilen bu eser ilk defa oryantalistlerden E.J. Brill tarafından Leiden’de 1964 yılında tahkik edilerek yayınlanmıştır. Biz bu eserin girişinden de anlıyoruz ki adaletin mahiyetine yönelik bu risale İbn Miskeveyh tarafından sufi filozof Ebû Hayyan Tevhîdî’ye atfen yazılmıştır . O’nun adalet anlayışı, bizzat kendi kaleminden çıkma bu risalede engin birikimi yoğun bir felsefi zenginlikte verilmektedir.

d. Tecâribu’l-Umem ve Teâkubu’l-Himem

Bu eserin İbn Miskeveyh’in tarihe ait yazdığı eserlerin en önemlisi olduğu söylenebilir. Nuh tufanından Adududdevle’nin ölüm tarihi olan Hicri 372/982 yılına kadar geçen olayları anlatır. Hicretin 4.yüzyılı için pek aydınlatıcı bir eserdir.

İbn Miskeveyh rasyonalist bir tarih görüşüne sahiptir. O, tarihi yorumlara karıştırılan her türlü gerçek dışı hayal ve mitlerden uzak bir tarih anlayışına sahiptir. Tarih bir çeşit, milletlerin canlı hafızası hükmündedir. İşte bu temel perspektife bağlı kalan filozofumuz, tarihi olayları değerlendirmede vak’a tenkitine ağırlık vermiş, buna ilaveten yaşadığı çağın siyasi ve ekonomik gelişmelerine de değinerek kendisine özgü bir tarih felsefesi yapmıştır.

Burada kısaca tanıtımını yaptığımız gibi O’nun eserleri sadece birkaç cümle ile geçiştirilecek türden eserler değildir. Belki de bu, bir başka çalışmanın konusudur. Ama ne var ki, İslâm tefekkür tarihinde, bütünlükçü bir bilge kişiliğe sahip olan İbn Miskeveyh’e yeterince değer verildiği söylenemez. O, günümüzde kaotik bir çalkantı yaşayan dünyamızda global manada insanlığa bir çıkış yolu göstermede bir işaret taşı olarak hala keşfedilmeyi beklemektedir.

İbn Miskeveyh’in vasiyetnâmesinde ilahi hikmet açısından göze çarpan oldukça da ilginç gelebilecek noktalar vardır. O bir yükselen ses olarak; kalbi hikmet için temizlemeyi, dimağı hizmet için boşaltmayı, himmeti ancak hikmete sarfetmeyi ve gündelik hayatta İslami öğretiye bağlı kalarak yaşamayı vasiyyet eder. O, Henri Corbin’in (ö.1978) iddia ettiği gibi şii olmayıp bir İran milliyetçisidir. İbn Miskeveyh’e göre, imamlar, peygamberlerin makamındadır. İşte bu sözünden dolayı İbn Miskeveyh’e Şiilik isnad edilmiştir. Bunda biraz da gerçeklik payı vardır. Çünkü Şiilikte imamet anlayışı hariç diğer inanç konularında Mutezilî anlayışla çok yakın bir paralellik vardır.

4. ADALET ANLAYIŞI:

A-d-l fiilinin masdarı olan "adâlet" sapmanın ve zulmün zıddıdır. Adl'ın misil, denk ve eş anlamı vardır. Ayrıca adl dekliği, basiretle idrak olunanı; ıdl ise, duyularla idrak olunanı ifade eder. Kur'an'da kıst ve mîzân kelimeleri de bazı nüans farklılıklarıyla da olsa adâleti ifade ederler. Kavramsal olarak anlamı, dosdoruluğu zihinde kesinlikle yer etmiş, sabitleşmiş şeydir. Kur'an'da adâlet kavramı çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Bunları:

a) Sözde adâlet
b) Hükümde adâlet, insaf etmek
c) Allah'ın emrine uygun olarak salah'ın, felah'ın esbabına tevessülde adâlet
d) Barışta adâlet
e) Şahitlikte adâlet
f) Ticari ilişkilerde adâlet
g) Allah'a eş koşmamak şeklinde belirtebiliriz.

Allah'ın fiilleri, sıfatları yönüyle ölçü ve oran anlamında adâlet Allah'ın hakîm ve alîm oluşunun tezahürüdür. Tabiatta her şey ölçülü ve orantılıdır. Allah, âdil oluşu itibariyle hiçbir varlığın hakkını ihlal etmez, yerde bırakmaz, herkese hak ettiğini verir.

Hakîm (hikmetli) oluşu ise, yaratılış nizamı en güzel, en uygun nizamdır. Yani mümkün olan en iyi nizamdır. Ahlakî anlamda adâlet, hikmet, iffet ve cesaret gibi üstün niteliklerin (faziletlerin) bir insanda toplanmasıyla oluşan bir erdemdir. Ölçü denge ve mizan indirilen vahyin pratik yönü, hikmetse, Kur'an'ın teorik boyutudur.

İslâm'a göre adâletsizlik, insanın şirke dayalı bir inanç ve davranış içerisine girmekle Allah-insan arasında, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde ve hiç de azımsanmayacak bir düzeyde kişi ile kendi nefsi arasında meydana gelir. Bunların ortadan kaldırılabilmesi ise, ahlakî anlamda hikmetin amacına ulaşabilmesi, bireyin, kendi nefsinde adâletli olmasıyla gerçekleşir. Kur'an bu alanda sorumluluğu bireye yüklediğinden dolayı, hikmetlilik, insanın yetkin olması ile gerçekleşir. İnsanın yetkinliği ise adâlettedir. Toplumsal adâlet, ahlak alanındaki adâlete uyar. İbn Miskeveyh'in adâlet anlayışı incelendiğinde bu durum daha iyi anlaşılacaktır.

İslâm filozofları arasında adalet problemini sistematik bir düşünce biçiminde ele alan düşünürün İbn Miskeveyh olduğunu söylersek fazla abartılı olmaz, sanırım. Allah’ın “adl” sıfatından yola çıkarak adalet anlayışını inşa eden İbn Miskeveyh, görüşünü “südûr nazariyesiyle” temellendirir. Bu nazariyeye göre, her şey Bir'den hiçbir güçlük olmaksızın tam bir nizam içerisinde ve nasıl olmaları gerekiyorsa öylece südûr etmiştir.

Bu südûr ilâhi rızaya uygun olduğu için de iyidir, adaletlidir. İbn Miskeveyh'e göre insan nefsinin bilgi, öfke ve şehvet gücünden; hikmet, şecaat ve iffet gibi üç erdem doğar. Adalet ise bu üç erdemin insanın ahlakî yapısında gerçekleşmesiyle kazanılan ve hepsini kuşatan dördüncü temel erdemdir. İşte bu erdemlere sahip olan kimseye adaletli; cehalet, korkaklık ve iffetsizlik gibi aşağılık niteliklere sahip olan kimseden de zulüm doğar ki o da zalim diye adlandırılır. Yine İbn Miskeveyh bir başka açıdan adaleti, aşırı nefsani arzuların ortasında bir yer alıp eksik ve fazlasıyla orta yola getirmeyi sağlayan bir yatkınlık olarak görür. Bu ise, şey’lere birlik ve birlik manası kazandıran dengedir.

Görüldüğü gibi filozofumuzun adalet anlayışının özünü “denge” düşüncesi oluşturur. İbn Miskeveyh biraz da adalet felsefesini, “adalet” sözcüğünün semantik boyutunu çözümleyerek kurar. O, adalet kavramının lügat açısından tahlilini şöyle yapar.

“Yüklerde denklik (ıdl), ağırlıklarda ölçülülük (i’tidâl) ve fiillerde adalet düşüncesi, hep eşitlik anlamından türetilmiştir. Aritmetik ilminde kullanılan oranların en üstünü eşitliktir.Bu nedenle eşitlik bölünmez ve türleri de yoktur. O, sırf birliği veya ona benzer bir şeyi ifade eder.

İbn Miskeveyh’e göre adaletin kaynağı din olup, gücünü de ondan alır. Adaletin vasıtaları ise, Aristo’nun tabiriyle “konuşan kanun” demek olan “hâkim” (yargıç) ve “sessiz kanun” demek olan “para”dır. Bütün bunların üstünde Allah’ın kanunu kapsayıcılık özelliğine sahiptir. Çünkü varlık hiyerarşisi içerisinde toplum hayatına yatkın olan insanlardır. Bu insanlar arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde önceliği ilahi hukuk anlayışı alır, herbiri bir adalet vasıtası olan yargıç ve para Allah’ın yasasına uyar. Ancak toplum düzeninde siyasi adalet böyle sağlanabilir. Bunun sonucu olarak da siyasî adalet sayesinde şehirler mamur olur ve sakinleri de mutlu bir hayat yaşamış olurlar. Nasıl ki İbn Miskeveyh’in adalet anlayışının özünü öncelikle iman eğitimi ve kardeşlik hukuku oluşturuyorsa, Hukuk Devleti öğretisinin temelini de adâlet erdemi oluşturur. Adâlet, herkese hakkını ve hakettiğini vermek demektir. "Tabiat boşluk kabul etmez" diye bir söz vardır. Eğer bir toplumsal yapıda hukuk tam işletilemez ve eğer vicdanlarda bir hakkaniyet terazisi denk bir şekilde kurulmazsa, birey sessiz kanun olan paraya, bu da haksızlığı çözmezse en son olarak da konuşan kanun olan yargıca başvurur.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP