AUGUSTINE; TINSEL TÖZ MÜ MADDESEL TÖZ MÜ ?
|
Hasan Aslan
Augustine'in eserlerinde açık-seçik olarak yalın bir töz kavramını işlediğini söyleyemeyiz. Zorluk onun düşüncelerinde gerçekten bir töz kavramının olmayışından ileri gelmiyor; tersine, sağlam bir töz kavramı eserlerindeki dinsel inaçlarının arasına güçlü bir retorikle yedirilmiştir. Bu töz kavramını anlamak için de sık sık onun dinsel düşüncelerine başvurmak zorundayız. Ancak, bu dinsel inançlar ayıklandığında görürüz ki Augustine'in düşünce dizgesi felsefi bir töz kavramına derinden bağlıdır.
Augustine "gerçekliğin doğası"nı oldukça yoğun bir metafizik ilgiyle anlamaya, incelemeye çalışmış bir filozoftur. Ne var ki, bu ilgi öncelikli olarak dinseldir; onu öncellerinden ayıran da dinsel inaçlar ile felsefe arasında kurmuş olduğu bu bağdır. Örneğin Yunan filozoflarının da "gerçekliğin doğasıyla" yakından ilgilendiklerini biliyoruz, ama onların ilgisi bütünüyle, hiçbir dinsel kaygı gütmeyen, somut dünyaya yönelik (seküler) bir ilgiydi. Augustine ise "dünya Tanrı tarafından yokluktan yaratıldı, Tarı'dan yüce başka bir şey yoktur" dinsel inancına uygun düşecek bir gerçeklik nesnesi arayışı içindedir. Peşinde olduğu bu "nihai gerçeklik", kendisinin de değindiği gibi önemli ölçüde yeni-Platoncu Plotinus'un etkisinde geliştirdiği bir düşüncedir. Augustine' in töz kavramını açığa çıkartmaya, onun "nihai gerçeklik" konusunda Plotinus ile olan düşünce ayrılığını ele alarak başlayalım.
Plotinus'un metafizik dizgesinde üç temel öğe yer alır; BİR,EVRENSEL US, TİN. Plotinus "bir" den iyi ya da Tanrı olarak sözeder. bir Tanrı' nın özel adıdır, bir yetkin, aynı zamanda da aşkın bir varlıktır; kendi dışındaki her şeyden bağımsızdır, kendi basmadır, kendine yeterdir. O yaratmaz; yaratmak değişimi gerektiren bir edimdir ya da harekettir.
Pekiyi, bu nesnelerin kaynağı nedir, nereden geliyor bunca nesne? Daha da önemlisi Tanrı neden bir basma kalmamıştır? Plotinus nesnel dünyanın varlığını "Tanrı'nın özgür yaratma edimi'ne bağlamaz, bunun bir zorunluluk olduğunu söyler. Bu zorunluluk kavramını da o bilinen yayılma (emanation) metaforuyla açıklar. Nasıl ki güneşin ışık yayması doğal olarak güneşin zorunlu bir durumuysa, BİR'de her şeyin zorunlu kaynağıdır; her şey ondan gelir, onu imler ama hiç bir şey ona eşdeğer değildir; ışığın güneşe eşdeğer olmadığı gibi. Işığın yayılımında olduğu gibi ışığın kaynağına yaklaştıkça parlaklık artar, aynı şekilde bir'e yaklaştıkça varlıkların "değeri" de artar; bu yayılma bir bakıma varlıkların sıradüzenini oluşturur. İlk yayılım, yani bir'e en yakın varlık Evrensel us'tur (Nous); Onu Dünya Tini izler. Dünya Tininin altında bireysel önler yer alır. Bu varlık sıradüzeninde en altta ise Madde yer alır, yayılımm bittiği ışığın tükendiği yerdir. Madde. Bu dizgede üsten alta doğru giden çok katmanlı bir varlık tasarımı oluşturulmuştur. BİR her türlü varlığın üzerindedir; varlık olarak Evrensel us.
Tin BİR'den pay alan dolayısıyla değer olarak altta olan varlıklardır. Augustine'in tasarımında Tann varlık olarak ele alınır. Tanrının varlık olarak ele alınması açıkça Plotinus'undizgesiyle çelişir; Tann varlıkise her varlık gibi oda BİR'in altında olup ondan pay almak zorundadır. Böyle bir yaklaşım ise 'Tann'dân yüce hiç bir şey yoktur" dinsel inancıyla uyuşmaz. Ama Augustine Tann'nın BİR e VARLIK olduğunu illeri sürerek Plotinus'un dizgesinde temel bir değişiklik yapar. Böylece metafizik öndayanaklan değişen dizgede yayılmanın yerini yaratma alır.
Augustine'in töz kavramı belirli bir ölçüde onun "dünyayı Tann'nın özgür edimiyle yoktan yaratması" düşüncesinde yatar. Bu düşüncede dile getirilen Tanrı, yaratıcı, iyi, ölümsüz olan kusursuz bir yüce varlıktır. Yunanlıların varsaydığı gibi Tanrı Dünyanın Mimarı değil, "dünyayı yoktan var eden ölümsüz bir tindir". Augustine'in Tanrı düşüncesi daha önce bağlı olduğu Manici Tann anlayışıyla uzunca bir süre didişmesi sonucunda ortaya çikmıştır.- Bu dinin öğretilerine göre evren iyilik (ışık, Tanrı ya da Ormuzed) ve kötülüğün (karanlık, Ahriman ya da Karşı-Tanrı) savaş alanıdır; Tanrı, bedeniyle, gökyüzünde Karşı-Tannyla sürekli savaşmaktatır. İnsanda bu iyiyle kötünün karşı karşıya geldiği bir varlıktır; iyilik ruh, kötülük de bedenle ilgilidir. Madde dünyası dışında bir dünyayın varlığını kabul etmeyen, insanı da tanrının bir parçası olarak kabul eden böyle bir inanç dizgesi elbette Hınstiyan inaçlanyla çelişmektedir. Bu ikici maddi Tanrı kavramından tekçi tinsel tanrı kavramına geçmek Augustine için oldukça güç olmuştur. Maddi olmayan gerçeklik düşüncesini kavrayabilmesi, ancak Yeni-Plantoncu düşüncelerle tanışması sonucunda gerçekleşir.
Yeni-Platonculuk'dan Augustine ayrıca "iyinin sıradüzeni" düşüncesini de almıştır. Tanrı en büyük iyidir, dünyadaki her şey Tanrı'dân daha az iyidir, daha az varlıktır. Evren büyük bir iyi ve varlık sıradüzeni içerisindedir. "Tanrı herşeyi iyi yaratmıştır,ama herşeyi eşit yaratmamıştır."
Augustine'in Tanrı düşüncesi onun maçlarından anndınldığında felsefik bir görünüm kazanır demiştik. Onun uğraştığı sorun temel gerçekliğin ne olduğudur. Temel gerçekliğin değişmez olduğu düşüncesini o en yetkin varlık olarak gördüğü Tanrı'ya yükler. Plotinus'un BİR'ini o Tanrıyla özdeşleştirir. Plotinus'un BİR'i Evrensel usu, Tini, Maddeyi sonsuz bir döngiisellik içinde yayar. Augustine"ye göre ise başı ve sonu belli olan dünyanın temeli "biricik yaratmadır". Plotinus'un Tanrı'sı insanın yöneldiği durağan bir Tanrı'dır, buna karşılık Augustine'in tanrısı insana yönelen hareketli bir Tanrı'dır.
Augustine yaratma kavramıyla pek çok felsefe sorununu çözmeye çahşmştır. Gerçeklik ve görünüm sorunu da bunlardan biri. Temel gerçekliğin değişmez, bozulmaz, kalıcı bir niteliği olduğu, dolayısıyla temel gerçeklik olarak Tanrı' nın da en yetkin varlık olduğunu kabul eder Augustine. Eğer Tanrı yetkin bir varlıksa, bu yetkinliğinden birşey kaybetmemek için değişmemesi gerek. Plotinus bunu Tanrı' yi durağan kılarak sağlamıştı.
Ne var ki bu çözüm daha önce sözünü ettiğimiz "dünyayı Tanrı'nın özgür edimiyle yoktan yaratması" dinsel düşüncesiyle uyuşmaz. Çünkü bu önerme hareket eden durağan olamayan Bir Tanrı varsayar. Gerçeklik ve görünüm sorununa bir başka çözüm de anımsayacağımız gibi Plato tarafından Timaeus dialogündd geliştirilmiştir. Plato burada, görünümün Demiurge'nin varolan madeye biçim vermesiyle meydana geldiğini dile getirir. Demiurge bir mimar gibi zaten olan bir şeyle uğraşır; bu da Tanrı'nın özgür edimini sınırlayıp, "yoktan var etme" koşulunu yerine getirmediği için Augustine'in Tanrı kavramına uymaz. Eğer Tanrı "dünyayı yoktan var etti" ise,
o yalnızca görüntü ya da yanılsama olamaz; o bir şey olmalı. Pekiyi ne? Doyurucu bir yanıt verebilmek için Augustine değişen duyular dünyası (görünüm) ile değişmez gerçeklik arasındaki ilişkiyi yeniden konumlandırır; Yaratan ve yaratılan.
Başlangıçta tanrı dünyayı "yoktan" yarattı, var olan her hangi bir malzemeden değil. Eğer böyle bir hammadde olsaydı bile onu gene Tanrı yaratmış olacaktı. Tanrı'nın dışında her şeyin "hiçlik" olduğu bir zaman vardır; insan usunun kavrayamayacağı bir zamandır bu. Onu evrenin yaratılması, dolayısıyla insanın kavrayış sınırlarına giren zamanın ortaya çıkması izler. Tanrı'nı gücü her şeye yeter; bu güç "sonsuzdur". O yarattığı şeylerin dışında, onlara belli bir uzaklıkta kaynak gibidir. Augustine Tanrı'yi yaratıcı bir güç bir neden olarak görür." Pekiyi Tanrı nasıl yarattı bu evreni, araç kullandı mı? "Tanrı öncesiz ve sonrasız sözüyle emretti ve her şey birdenbire varoldu." Tanrı'nın bu birdenbire yaratması Evrenin Başlangıcıdır. Başlangıçta Tanrı YER'i ve GÖĞ'ü yarattı. Söz konusu GÖK, Tanrı'nın kendisi için yaratmış olduğu cennetler cenneti "tinsel cennettir". YER ise Tanrı'nın insanlar için yaratmiş olduğu yeryüzü ve gökyüzü'nün "şekilsiz", "düzensiz", "karma karışık" kütlesidir. Tanrı, bu özgün YER'i ve GÖĞ'ü kendi tözünden yaratmadı, onu "yoktan" var etti. Tanrı'nın maddesel yeri ve göğü yarattığı YER, değindiğimiz kaotik niteliğinin yanı sıra ayrıca görünmezdir. Tanrı bu kaotik, görünmez maddeden altı günde bildik yeri ve göğü yaptı. Söz konusu günler bizim algıladığımız, yaşantımızı düzenlediğiz türden zamansal günler değil, Augustine'in yaratılışı açıklamak için kullandığı alegorik anlatımın kavramlardır. Tanrı'nın kaotik maddeye biçim vermesiyle, yani yeri ve göğü yaratmasıyla birlikte bizim algıladığımız zamanda yaratıldı; ondan öncesinde zaman yoktu. Zamanı, bizim kavrayışımızdaki zamanı "nesnelerin değişimi meydana getirir". Zaman'ı Tanrı yarattığından, Tanrı bütün zamanlardan öcedir; "geçmiş", "şimdi", "gelecek" Tanrı için birdir. Tanrı'nın yaratmadan önce ne yaptığını, neyle uğraştığını sormak, yanlıştır, çünkü bu, bizim algıladığımız zamana bağlı olarak düşünmenin yol açtığı çıkan bir sorudur. Tanrı için ise bizim algıladığımız türden bir zaman kavramı söz konusu değildir. Yaratmadan önce zaman olmadığından "Tanrı'run yeri göğü yaratmadan önce ne yaptığını" sormak anlamsız olacaktır. Augustine bu akıl yürtmeyle Tann'nın özgür edimini sağlama almaya çalışıyor.
Zamana bağlı bir yaratma anlayışı güçsüz bir tanrı kavramına yolaçar endişesiyle Augustine zamanı da Tanrı'nın edimine bağlayarak Tanrı'nın yetkinliğini vurgular. Pekiyi bu zamanı meydana getiren nesnelerin oluşturulduğu "biçimsiz madde"nin Tanrı'dan bağımsız olması olanaklı değil mi? Augustine "biçimsiz madde"yi hangi anlamda kullandığımızı soruyor; bütünüyle biçimsiz bir madde'den mi söz ediyoruz yoksa biçimli bir maddeyle karşılaştırıldığında biçimsiz olan bir maddeden mi? Eğer biçimsiz maddeyi, ilk anlamda ele alıyorsak o zaman hiçlikten sözediyoruz demektir. Yok eğer ikinci anlamda ele alıyorsak o zaman söz konusu madde bütünüyle hiç değildir; biçimlenebilen bir maddeye hiç diyemeyiz.
İmdi bir yanda biçimsiz ama "hiç" olmayan bir madde, öte yanda biçim. Pekiyi bu madde nasıl biçimleniyor? Tanrı başlangıçta maddeyi yokluktan biçimsiz olarak, biçimleri de bu maddeden ayrı olarak yarattı. Daha sonra maddeyle biçimi herhangi bir zaman aralığı vermeden birleştirdi. Biçimsiz madde, zaten varolan herhangi biçimli bir şeye göre biçimledirilmez, biçimle birleşerek deyim yeride ise, somutlasın' Ama şunu sormak gerek, eğer herşey başlangıçta yaratılmış ise, zaman içerisinde daha önce hiç karşılaşmadığımız bazı yeni türlerin ortaya çıkışını nasıl açıklayacağız? Augustine zaman içerinde ortaya çıkan yeni cinslerin, başlangıçta tohum olarak yaratıldığım dolayısıyla evrenin bu tohum nedeninden ötürü yeni varlık biçimlerine açık olduğunu ileri sürer.
Bu tohumlar gizil bir güç olarak ihsanın deneyim alanının ötesindedirler, eğer gerekli koşulları ve uygun dış etmenleri bulurlarsa biçimlerini tamamlama olanakları vardır. Tanrı başlangıçta her şeyi aynı koşulda yaratmadı; bazı şeyleri tohum koşulunda yarara.
Özetleyecek olursak, Augustine'in yaklaşımı ikici bir töz kavramı içermektedir. Bir yanda Tanrı'ya yüklediği zaman dışı, yok edilemez bir töz, öte yanda biçimsiz madde dediği bir başka töz. Ancak bu bu biçimsiz maddeye Augustine'in anladığı anlamda töz diyemeyiz; çünkü o biçimden biçime girebilen başı ve sonu olan, zamansal olan bir şeydir. Tohumlarda aynı nedenlerden ötürü gerçek töz olamazlar., Augustinus" a göre gerçek töz Tanrı' dır.
Augustine'in eserlerinde açık-seçik olarak yalın bir töz kavramını işlediğini söyleyemeyiz. Zorluk onun düşüncelerinde gerçekten bir töz kavramının olmayışından ileri gelmiyor; tersine, sağlam bir töz kavramı eserlerindeki dinsel inaçlarının arasına güçlü bir retorikle yedirilmiştir. Bu töz kavramını anlamak için de sık sık onun dinsel düşüncelerine başvurmak zorundayız. Ancak, bu dinsel inançlar ayıklandığında görürüz ki Augustine'in düşünce dizgesi felsefi bir töz kavramına derinden bağlıdır.
Augustine "gerçekliğin doğası"nı oldukça yoğun bir metafizik ilgiyle anlamaya, incelemeye çalışmış bir filozoftur. Ne var ki, bu ilgi öncelikli olarak dinseldir; onu öncellerinden ayıran da dinsel inaçlar ile felsefe arasında kurmuş olduğu bu bağdır. Örneğin Yunan filozoflarının da "gerçekliğin doğasıyla" yakından ilgilendiklerini biliyoruz, ama onların ilgisi bütünüyle, hiçbir dinsel kaygı gütmeyen, somut dünyaya yönelik (seküler) bir ilgiydi. Augustine ise "dünya Tanrı tarafından yokluktan yaratıldı, Tarı'dan yüce başka bir şey yoktur" dinsel inancına uygun düşecek bir gerçeklik nesnesi arayışı içindedir. Peşinde olduğu bu "nihai gerçeklik", kendisinin de değindiği gibi önemli ölçüde yeni-Platoncu Plotinus'un etkisinde geliştirdiği bir düşüncedir. Augustine' in töz kavramını açığa çıkartmaya, onun "nihai gerçeklik" konusunda Plotinus ile olan düşünce ayrılığını ele alarak başlayalım.
Plotinus'un metafizik dizgesinde üç temel öğe yer alır; BİR,EVRENSEL US, TİN. Plotinus "bir" den iyi ya da Tanrı olarak sözeder. bir Tanrı' nın özel adıdır, bir yetkin, aynı zamanda da aşkın bir varlıktır; kendi dışındaki her şeyden bağımsızdır, kendi basmadır, kendine yeterdir. O yaratmaz; yaratmak değişimi gerektiren bir edimdir ya da harekettir.
Pekiyi, bu nesnelerin kaynağı nedir, nereden geliyor bunca nesne? Daha da önemlisi Tanrı neden bir basma kalmamıştır? Plotinus nesnel dünyanın varlığını "Tanrı'nın özgür yaratma edimi'ne bağlamaz, bunun bir zorunluluk olduğunu söyler. Bu zorunluluk kavramını da o bilinen yayılma (emanation) metaforuyla açıklar. Nasıl ki güneşin ışık yayması doğal olarak güneşin zorunlu bir durumuysa, BİR'de her şeyin zorunlu kaynağıdır; her şey ondan gelir, onu imler ama hiç bir şey ona eşdeğer değildir; ışığın güneşe eşdeğer olmadığı gibi. Işığın yayılımında olduğu gibi ışığın kaynağına yaklaştıkça parlaklık artar, aynı şekilde bir'e yaklaştıkça varlıkların "değeri" de artar; bu yayılma bir bakıma varlıkların sıradüzenini oluşturur. İlk yayılım, yani bir'e en yakın varlık Evrensel us'tur (Nous); Onu Dünya Tini izler. Dünya Tininin altında bireysel önler yer alır. Bu varlık sıradüzeninde en altta ise Madde yer alır, yayılımm bittiği ışığın tükendiği yerdir. Madde. Bu dizgede üsten alta doğru giden çok katmanlı bir varlık tasarımı oluşturulmuştur. BİR her türlü varlığın üzerindedir; varlık olarak Evrensel us.
Tin BİR'den pay alan dolayısıyla değer olarak altta olan varlıklardır. Augustine'in tasarımında Tann varlık olarak ele alınır. Tanrının varlık olarak ele alınması açıkça Plotinus'undizgesiyle çelişir; Tann varlıkise her varlık gibi oda BİR'in altında olup ondan pay almak zorundadır. Böyle bir yaklaşım ise 'Tann'dân yüce hiç bir şey yoktur" dinsel inancıyla uyuşmaz. Ama Augustine Tann'nın BİR e VARLIK olduğunu illeri sürerek Plotinus'un dizgesinde temel bir değişiklik yapar. Böylece metafizik öndayanaklan değişen dizgede yayılmanın yerini yaratma alır.
Augustine'in töz kavramı belirli bir ölçüde onun "dünyayı Tann'nın özgür edimiyle yoktan yaratması" düşüncesinde yatar. Bu düşüncede dile getirilen Tanrı, yaratıcı, iyi, ölümsüz olan kusursuz bir yüce varlıktır. Yunanlıların varsaydığı gibi Tanrı Dünyanın Mimarı değil, "dünyayı yoktan var eden ölümsüz bir tindir". Augustine'in Tanrı düşüncesi daha önce bağlı olduğu Manici Tann anlayışıyla uzunca bir süre didişmesi sonucunda ortaya çikmıştır.- Bu dinin öğretilerine göre evren iyilik (ışık, Tanrı ya da Ormuzed) ve kötülüğün (karanlık, Ahriman ya da Karşı-Tanrı) savaş alanıdır; Tanrı, bedeniyle, gökyüzünde Karşı-Tannyla sürekli savaşmaktatır. İnsanda bu iyiyle kötünün karşı karşıya geldiği bir varlıktır; iyilik ruh, kötülük de bedenle ilgilidir. Madde dünyası dışında bir dünyayın varlığını kabul etmeyen, insanı da tanrının bir parçası olarak kabul eden böyle bir inanç dizgesi elbette Hınstiyan inaçlanyla çelişmektedir. Bu ikici maddi Tanrı kavramından tekçi tinsel tanrı kavramına geçmek Augustine için oldukça güç olmuştur. Maddi olmayan gerçeklik düşüncesini kavrayabilmesi, ancak Yeni-Plantoncu düşüncelerle tanışması sonucunda gerçekleşir.
Yeni-Platonculuk'dan Augustine ayrıca "iyinin sıradüzeni" düşüncesini de almıştır. Tanrı en büyük iyidir, dünyadaki her şey Tanrı'dân daha az iyidir, daha az varlıktır. Evren büyük bir iyi ve varlık sıradüzeni içerisindedir. "Tanrı herşeyi iyi yaratmıştır,ama herşeyi eşit yaratmamıştır."
Augustine'in Tanrı düşüncesi onun maçlarından anndınldığında felsefik bir görünüm kazanır demiştik. Onun uğraştığı sorun temel gerçekliğin ne olduğudur. Temel gerçekliğin değişmez olduğu düşüncesini o en yetkin varlık olarak gördüğü Tanrı'ya yükler. Plotinus'un BİR'ini o Tanrıyla özdeşleştirir. Plotinus'un BİR'i Evrensel usu, Tini, Maddeyi sonsuz bir döngiisellik içinde yayar. Augustine"ye göre ise başı ve sonu belli olan dünyanın temeli "biricik yaratmadır". Plotinus'un Tanrı'sı insanın yöneldiği durağan bir Tanrı'dır, buna karşılık Augustine'in tanrısı insana yönelen hareketli bir Tanrı'dır.
Augustine yaratma kavramıyla pek çok felsefe sorununu çözmeye çahşmştır. Gerçeklik ve görünüm sorunu da bunlardan biri. Temel gerçekliğin değişmez, bozulmaz, kalıcı bir niteliği olduğu, dolayısıyla temel gerçeklik olarak Tanrı' nın da en yetkin varlık olduğunu kabul eder Augustine. Eğer Tanrı yetkin bir varlıksa, bu yetkinliğinden birşey kaybetmemek için değişmemesi gerek. Plotinus bunu Tanrı' yi durağan kılarak sağlamıştı.
Ne var ki bu çözüm daha önce sözünü ettiğimiz "dünyayı Tanrı'nın özgür edimiyle yoktan yaratması" dinsel düşüncesiyle uyuşmaz. Çünkü bu önerme hareket eden durağan olamayan Bir Tanrı varsayar. Gerçeklik ve görünüm sorununa bir başka çözüm de anımsayacağımız gibi Plato tarafından Timaeus dialogündd geliştirilmiştir. Plato burada, görünümün Demiurge'nin varolan madeye biçim vermesiyle meydana geldiğini dile getirir. Demiurge bir mimar gibi zaten olan bir şeyle uğraşır; bu da Tanrı'nın özgür edimini sınırlayıp, "yoktan var etme" koşulunu yerine getirmediği için Augustine'in Tanrı kavramına uymaz. Eğer Tanrı "dünyayı yoktan var etti" ise,
o yalnızca görüntü ya da yanılsama olamaz; o bir şey olmalı. Pekiyi ne? Doyurucu bir yanıt verebilmek için Augustine değişen duyular dünyası (görünüm) ile değişmez gerçeklik arasındaki ilişkiyi yeniden konumlandırır; Yaratan ve yaratılan.
Başlangıçta tanrı dünyayı "yoktan" yarattı, var olan her hangi bir malzemeden değil. Eğer böyle bir hammadde olsaydı bile onu gene Tanrı yaratmış olacaktı. Tanrı'nın dışında her şeyin "hiçlik" olduğu bir zaman vardır; insan usunun kavrayamayacağı bir zamandır bu. Onu evrenin yaratılması, dolayısıyla insanın kavrayış sınırlarına giren zamanın ortaya çıkması izler. Tanrı'nı gücü her şeye yeter; bu güç "sonsuzdur". O yarattığı şeylerin dışında, onlara belli bir uzaklıkta kaynak gibidir. Augustine Tanrı'yi yaratıcı bir güç bir neden olarak görür." Pekiyi Tanrı nasıl yarattı bu evreni, araç kullandı mı? "Tanrı öncesiz ve sonrasız sözüyle emretti ve her şey birdenbire varoldu." Tanrı'nın bu birdenbire yaratması Evrenin Başlangıcıdır. Başlangıçta Tanrı YER'i ve GÖĞ'ü yarattı. Söz konusu GÖK, Tanrı'nın kendisi için yaratmış olduğu cennetler cenneti "tinsel cennettir". YER ise Tanrı'nın insanlar için yaratmiş olduğu yeryüzü ve gökyüzü'nün "şekilsiz", "düzensiz", "karma karışık" kütlesidir. Tanrı, bu özgün YER'i ve GÖĞ'ü kendi tözünden yaratmadı, onu "yoktan" var etti. Tanrı'nın maddesel yeri ve göğü yarattığı YER, değindiğimiz kaotik niteliğinin yanı sıra ayrıca görünmezdir. Tanrı bu kaotik, görünmez maddeden altı günde bildik yeri ve göğü yaptı. Söz konusu günler bizim algıladığımız, yaşantımızı düzenlediğiz türden zamansal günler değil, Augustine'in yaratılışı açıklamak için kullandığı alegorik anlatımın kavramlardır. Tanrı'nın kaotik maddeye biçim vermesiyle, yani yeri ve göğü yaratmasıyla birlikte bizim algıladığımız zamanda yaratıldı; ondan öncesinde zaman yoktu. Zamanı, bizim kavrayışımızdaki zamanı "nesnelerin değişimi meydana getirir". Zaman'ı Tanrı yarattığından, Tanrı bütün zamanlardan öcedir; "geçmiş", "şimdi", "gelecek" Tanrı için birdir. Tanrı'nın yaratmadan önce ne yaptığını, neyle uğraştığını sormak, yanlıştır, çünkü bu, bizim algıladığımız zamana bağlı olarak düşünmenin yol açtığı çıkan bir sorudur. Tanrı için ise bizim algıladığımız türden bir zaman kavramı söz konusu değildir. Yaratmadan önce zaman olmadığından "Tanrı'run yeri göğü yaratmadan önce ne yaptığını" sormak anlamsız olacaktır. Augustine bu akıl yürtmeyle Tann'nın özgür edimini sağlama almaya çalışıyor.
Zamana bağlı bir yaratma anlayışı güçsüz bir tanrı kavramına yolaçar endişesiyle Augustine zamanı da Tanrı'nın edimine bağlayarak Tanrı'nın yetkinliğini vurgular. Pekiyi bu zamanı meydana getiren nesnelerin oluşturulduğu "biçimsiz madde"nin Tanrı'dan bağımsız olması olanaklı değil mi? Augustine "biçimsiz madde"yi hangi anlamda kullandığımızı soruyor; bütünüyle biçimsiz bir madde'den mi söz ediyoruz yoksa biçimli bir maddeyle karşılaştırıldığında biçimsiz olan bir maddeden mi? Eğer biçimsiz maddeyi, ilk anlamda ele alıyorsak o zaman hiçlikten sözediyoruz demektir. Yok eğer ikinci anlamda ele alıyorsak o zaman söz konusu madde bütünüyle hiç değildir; biçimlenebilen bir maddeye hiç diyemeyiz.
İmdi bir yanda biçimsiz ama "hiç" olmayan bir madde, öte yanda biçim. Pekiyi bu madde nasıl biçimleniyor? Tanrı başlangıçta maddeyi yokluktan biçimsiz olarak, biçimleri de bu maddeden ayrı olarak yarattı. Daha sonra maddeyle biçimi herhangi bir zaman aralığı vermeden birleştirdi. Biçimsiz madde, zaten varolan herhangi biçimli bir şeye göre biçimledirilmez, biçimle birleşerek deyim yeride ise, somutlasın' Ama şunu sormak gerek, eğer herşey başlangıçta yaratılmış ise, zaman içerisinde daha önce hiç karşılaşmadığımız bazı yeni türlerin ortaya çıkışını nasıl açıklayacağız? Augustine zaman içerinde ortaya çıkan yeni cinslerin, başlangıçta tohum olarak yaratıldığım dolayısıyla evrenin bu tohum nedeninden ötürü yeni varlık biçimlerine açık olduğunu ileri sürer.
Bu tohumlar gizil bir güç olarak ihsanın deneyim alanının ötesindedirler, eğer gerekli koşulları ve uygun dış etmenleri bulurlarsa biçimlerini tamamlama olanakları vardır. Tanrı başlangıçta her şeyi aynı koşulda yaratmadı; bazı şeyleri tohum koşulunda yarara.
Özetleyecek olursak, Augustine'in yaklaşımı ikici bir töz kavramı içermektedir. Bir yanda Tanrı'ya yüklediği zaman dışı, yok edilemez bir töz, öte yanda biçimsiz madde dediği bir başka töz. Ancak bu bu biçimsiz maddeye Augustine'in anladığı anlamda töz diyemeyiz; çünkü o biçimden biçime girebilen başı ve sonu olan, zamansal olan bir şeydir. Tohumlarda aynı nedenlerden ötürü gerçek töz olamazlar., Augustinus" a göre gerçek töz Tanrı' dır.