CUMHURİYET DÖNEMİNDE BİLİM

Adnan GÜRİZ

Üniversite statik bilgileri nakleden bir merkez değil, insanın akıl yeteneklerini geliştiren bir yer olarak değerlendirilmelidir. Hiçbir uygarlık bilimsiz veya bilim dışında oluşamaz ve gelişemez. Bunun en canlı tanığı tarihtir. Üniversitenin temel amacı, pratik çözümler aramak değil, menfaat amacı takipetmeyen bilim kültürü vermektir. Aslında üniversitenin soyut düşüncenin merkezi ve kaynağı olduğu söylenebilir.

Üniversitenin amacı, gerçekleri araştırmak, bilgiyi derlemek, yükseltmek ve yaymaktır. Şu halde denilebilir ki, üniversitenin asıl ekseni bilim yolunda çalışmak ve bilimsel araştırma yapmaktır. Öğretim ise bilim yoluyla elde edilen ürünlerin öğrencilere sunulması ve öğretilmesidir. Üniversite adeta bir fikir yaratma merkezi olarak çalışan düşünme ve uygulama yuvasıdır.

Aslında üniversite, yüksek bilimleri araştırmak, incelemeler yapmak, buluşlar gerçekleştirmek, yayınlar yapmak yetkisine sahiptir ve sorumluluğu altındadır. Öğretim de üniversite çalışmalarının bir bölümüdür. Ancak üniversite kavramının ağırlık merkezi, bilim adamlarını yaratıcı düşüncelerle bilimsel araştırmalarda edindikleri düşün semerelerini öğretim yolu ile öğrencilere ve yayın yolu ile kamuya duyurmakta belirir. Üniversite, bilim, öğretim yolu ile dağıtmak görevi altındadır. Bununla birlikte üniversite çerçevesinde asıl olan bilimsel araştırmalar yapılması, bilim verilerinin denetlenmesi ve sorgulanmasıdır.

Bilim, deney ve gözlemin pozitif bulgularına dayanır. Bilimin amacı, olaylardaki ve nesnelerdeki düzelilikleri gözlemlemek ve tespit etmektir. Gözlem ve deney sonunda ulaşılan sistematik şemaları belirlemek bilim adamının amacıdır. Ancak olaylarla ve nesnelerle ilgili kanunlar bilim adamını tatmin ederse sistemli bir şema ve bilimsel teori oluşturulabilir.

Aslında bilimde bütünlük vardır. Bilimsel çalışmalarda bu bütünlüğün de gözetilmesi lazımdır. Klasik fizik evreni maddenin mekan içinde yerleşmesini ve gelişmesini kapsayan tam bir açıklıkla belirtilebilecek bir sistem sayıyordu. Bu sistemin ilk durumu hakkında bazı verilere sahip olmak şartıyla, gelecekte belirecek gelişmeyi tam bir kesinlikle önceden söylemenin mümkün olacağı savunuluyordu. Denilebilir ki, eski doğa bilimi görüşü bazı üstü örtülü (zımni) varsayımlara dayanıyordu. Yeni bilim anlayışı bu tür varsayımları kuşku ile karşılamaktadır.

Modern fizik alanındaki araştırmaların ağırlık noktasını makro dünya değil, duyu organlarıyla algılayamadığımız mikro dünya teşkil etmektedir. Günümüzde geçerliğini koruyan Heisenberg'in belirsizlik ilkesi bir cisimciğin hem yerini, hem hareket durumunu tam bir açıkhkla tespit etmenin imkansızlığına dayanmaktadır. Çünkü, cisimciğin yerinin belirtilmesinde açıklığı çoğaltmak, süratin saptanmasında hatayı büyütmektedir. Artık atomun çok daha küçük parçacıklardan oluştuğu ileri sürülmektedir. Bu nedenle temel parçacığın ne olduğu giderek bilinemez hale gelmektedir. Şu halde makro dünya ile ilgili gerçekler aslında bazı ihtimal ilişkilerinin varlığından ibaret kalmaktadır.

Günümüzde, fizik dünyanın nedensel yapısı, yerini, olasılık türünden bir yapı varsayımına terk etmektedir. "Eğer şu olursa daima bu olur" ilişkisi, yerini "eğer şu olursa belirli bir yüzde ile bu olur" ilişkisine, bırakmaktadır. Buna karşılık makro dünyada yani duyu organlarıyla algıladığımız dünyada belirsizlik ilkesinin geçerliliği aynı biçimde söz konusu değildir.

Bugün, genetik bütün canlıların temel unsuru olan genlerin bilimi olarak önemli bir yere sahip bulunmaktadır. Genetik, virüslere ve böceklere direnci olan tahıl ürünlerinin üretilmesi, daha iyi kalitede hayvan yetiştirilmesi için kullanılmaktadır. İnsanın genetik şifresini çözmek için çaba harcanmaktadır.

Biyoteknik ve genetik şifresini çözmek için çaba harcanmaktadır. Biyoteknik ve genetik mühendisliği yardımı ile insanoğlunun kendisini yeniden biçimlendirebileceği umudu üzerinde durulmaktadır. Günümüzde insanın ana karnında başlayıp ölümüne kadar devam eden yüz bin civarında genin sırlarını çözmek için çaba harcanmaktadır. Ancak temel gerçek değişmemektedir. Fizik dünyanın nedensel yapısı olasılık türünden bir yapıya yerini bırakmaktadır.

Bilimsel gelişmede, yalnızca bilim alanındaki düzenlilikleri belirlemek değil, aynı zamanda insanın akıl sahibi olması yani bir anlamda rasyonalizm de önemli bir rol oynamıştır. Akıl, bilginin hem kaynağı, hem denetlenmesi aracı olarak önemli bir fonksiyon ifa etmektedir. İnsanların ve toplumların akla olan güveni aynı zamanda rasyonalizmin gücü olarak kendisini göstermektedir. İnsan akıl sayesinde sosyal hayatta da haklının ve haksızın, dorunun ve yanlışın kriterlerini bulmaya çalışmaktadır. Bu nedenle sosyal hayatın açık ve evrensel bazı ilkelere göre düzenlenebileceği kabul edilmektedir. Genel olan, özel olanın üstünde bir yere sahip olmakta, düzen, düzensizliğin ve keyfiliğin karşıtı bir yere sahip bulunmaktadır.

Atatürk, bilimin ve akim toplum hayatında yol gösterici önemini şu sözlerle belirtmiştir: "Ben manevi miras olarak hiçbir doğma, dondurulmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır." Gene Atatürk, şu anda çatısı altında bulunduğumuz Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi binasına yazılmış olan "Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) bilimdir" cümlesi ile kendisinin temel yaklaşımını açıklamıştır.

Cumhuriyet bilime ve bilim zihniyetine insanları aydınlatan, onlara yol gösteren en önemli yöntem olarak büyük değer vermiştir. Atatürk, Ankara Üniversitesinin ilk fakültesi olan Hukuk Fakültesini (Hukuk Mektebini) 1925 yılında açarken şunları söylemişti: "Uluslararası genel tarihin akışında Türklerin 1453 zaferini yani İstanbul'un fethini gözlerinizin önünde canlandırınız. Bütün bir dünyaya karşı İstanbul'u ebediyen Türk toplumuna kazandırmış olan güç, yaklaşık aynı yıllarda icad edilmiş olan matbaayı Türkiye'ye getirmek için eski dönem hukukçularının uğursuz direncini kırmayı başaramamıştır. Eski hukukçuların basımevinin memleketimize girmesine müsaade etmeleri için üç yüz yıl beklemek gerekmiştir". Atatürk gene Hukuk Fakültesini açarken, hukuka, yani bilim zihniyetine olan güvenini şöyle ifade etmiştir: "Cumhuriyetin teminatı olacak bu büyük kurumun açılışında duyduğum mutluluğu hiçbir teşebbüste duymadım. Bunu açıklamakla ve belirtmekle mutluyum". Bu cümle hayatı başarılarla dolu olan Atatürk'ün bilime verdiği önemin ifadesidir.

Bilim yolundaki gelişmenin önemli bir unsurunun laiklik olduğu açıktır. Laiklik bilim alanında arayışın ve sorgulamanın temel unsurudur. Çünkü laiklik sayesinde bütün ilkeler sorgulanabilir, değerlendirilebilir ve açıklanabilir. Bilim zihniyeti insanlara ulaştıkları sonuçlan sürekli şekilde sorgulamak ve gerekli ise değiştirmek yeteneğini kazandırmaktadır. Türkiye'de laik hukuku gerçekleştiren önemli metinlerden birisi, 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanundur.

Ülkemizde 1923 ile 1930 yılları arasında cumhuriyet idaresi bütün temel kanunları Avrupa ülkelerinden alarak yürürlüğe koymuş ve radikal bir değişmeyi sağlamıştır. Atatürk 1925 yılında "Büsbütün yeni kanunlar yaparak eski hukuk esaslarım temelinden ortadan kaldırmak girişimindeyiz" demişti. Aslında 7 yıl süren 1923-1930 döneminde Medeni Kanun İsviçre'den Ceza Kanunu İtalya'dan İdare Kanunları Fransa'dan, Hukuk Yargılama Usulü Kanunu İsviçre'den, İcra ve iflas Kanunu İsviçre'den, Ceza Yargılama Kanununu ve Deniz Ticaret Kanunu Almanya'dan alınmıştır. Cumhuriyet yönetimi laik bir toplum çerçevesinde ülkeyi sürekli şekilde bilimin verilerine açık tutmak amacını gümüştür. Atatürk'e göre, "Bütün kanunlar ancak dünyevi ihtiyaçlardan esinlenmek ve ihtiyaçların değişmesi ile durmadan değişmek ve gelişmek durumundadır". Böyle bir yaklaşım Türkiye'de bilim alanında 1923 yılından itibaren olan 75 yıllık dönemde büyük değişmelerin olmasını sağlamıştır.

1928 harf devrimi, yani eski alfabenin terk edilmesi ve Latin alfabesinin kabul edilmesi Türk bilim hayatında hem bilimsel eserlerin halka ulaşmasında, hem yabancı kaynakların öğrenilmesinde ve değerlendirilmesinde olumlu bir rol oynamış ve ülkenin aydınlığa açılan kapılarından birisi olmuştur.

Ülkemizde, Cumhuriyet döneminde hür düşünmenin ve bilim anlayışın gelişmesinde ve yerleşmesinde Almanya'da Nazi iktidarından sonra Türkiye'ye gelen bilim adamlannın yapıcı bir fonksiyonu olmuştur. Ülkemizde hem hür bilim düşüncesinin yerleşmesinde ve gelişmesinde, hem de özellikle skolastik ve dogmatik metodun yerini bilim metodunun almasında sözü geçen bilim adamlarının önemli bir rol oynadığı şüphenin dışındadır. Bu bilim adamlarının bazıları derslerini tercüman kullanarak vermişler, bazıları da dilimizi öğrenerek derslerini Türkçe olarak vermişlerdir. Bu bilim adamları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde ders veren ve uluslararası bir üne sahip olan Reichenbach'm bilim felsefesi alanında hâlâ saygın yerini koruduğu ifade edilebilir. Öğretim faaliyetine Türkiye'den sonra Amerikan Birleşik Devletlerinde devam eden Reichenbach'ın "Bilimsel Felsefenin Doğuşu" isimli eseri günümüzde de temel referans kaynaklarından birisidir. İstanbul Hukuk Fakültesinde Prof.Schwartz ve Prof.Honig, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrencisi olduğum Prof.Hirsch de hukuk eğitimine büyük katkıda bulunmuşlardır. 1946 yılında yürürlüğe konulan Üniversite Kanunu Prof.Hirsch tarafından hazırlanmıştı. 1957 tarihli Türk Ticaret Kanununun hazırlanması görevini de Prof.Hirsch üstlenmişti.

1933 yılında Atatürk döneminde gerçekleştirilen Üniversite Reformu da Türk bilim hayatı bakımından önemli bir aydınlanma hareketinin başlangıcı olmuştur. 1933 Üniversite Reformunun temel amacı, dogmatizme karşı çıkmak, İstanbul'da Avrupa üniversiteleri ayarında, gerçeği arattıran ve derinleştiren, bilgiyi toplayan, düzenleyen, çoğaltan ve yayan bir bilim yuvası kurmak olmuştur. Reform anlayışına göre, üniversitenin gövdesi bilim, öğretim ve eğitim de bu gövdeden fışkıran dallarıdır.

Hukukta ve hayatta kadına erkekle eşit statü verilmesi, kadınların bilim hayatına aktif biçimde katılmalarını sağlamıştır. Bu salonda görülen bayan öğretim üyeleri ve bayan öğrenciler kadınların bilim hayatına aktif biçimde katılmalarının bir ifadesidir. Bilimin ve aklın yol göstericiliğini kabul eden bilimsel zihniyet aynı zamanda bilimdeki sürekli sorgulama, değişiklik yapma ihtiyacı dolayısıyla insanlara hoşgörü aşılamakta da etkin bir rol oynamaktadır. Cumhuriyet dönemindeki hızlı kanunlaştırma hareketinden ve 1928 yılında Anayasa'da yapılan değişiklikle devletin laikleşmesinden sonra, hukukun üstünlüğüne dayanan çağdaş devlet bilim alanında ilerleme için yeni ufuklar açmıştır.

Bugün dünyada gelişmiş kuzey ülkeleri ve gelişme yolundaki güney ülkeleri arasındaki temel ayrılık yalnızca ekonomi değil, aynı zamanda bilim alanındaki gelişmişlikten kaynaklanmaktadır. Bilim zihniyeti ile yetişmiş daha çok sayıda ve daha nitelikli insan unsuruna sahip olmak Kuzey ülkelerine ekonomik bakımdan ve siyasal açıdan üstünlükler sağlamaktadır. Cumhuriyet dönemi, Türkiye'nin bilim alanında ilerlemesi bakımından yeni bir yolun, ışıklı bir yaklaşımın öncüsü olmuştur.

1 Yorum

Adsız
18 Şubat 2009 16:50  

çok karışık aradığım hiç biirşeyi bulamadım hem başlık yok ne yazdığınızda belli değil sizin yüzünüzden 0 aldım bir daha bu siteye girmeyeceğim

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP