DESCARTES'IN YÖNTEM ÇALIŞMASI

Hüseyin Gazi TOPDEMİR

Bilimin yapısı ve doğasının aydınlatılmasında, bilimsel yöntem üzerine yapılan çalışmaların, bilimsel bilgiyi diğer bilgi türlerinden ayıran temel özelliklerin belirlenebilmesine olanak sağlamaları bakımından, ayrıcalıklı bir önem taşımaktadır.Bilimsel bilginin öneminin kavranmasıyla birlikte, bu olguya da dikkat çekilmeye başlanmış ve pek çok konuda olduğu gibi. bu girişimde de Aristo ilk olmayı başarmıştır. Bilimin tarih içerisinde geçirdiği serüvenin yanında, üzerine yapılan çalışmaların da tarihsel bir gelişimi sözkonusudur; ve bu anlamda bilimde ortaya -çıkan atılım dönemlerine koşut olarak, bilimi inceleme konusu yapan çalışmalar da yoğunluk kazanmıştır, İşte Descartes'm yaşadığı dönem bu türden bir dönemdir; ve onun bilimsel yöntem üzerine yaptığı çalışmalar bu bakımdan tarihsel bir öneme sahiptir.

Ortaçağ'ın değerler sisteminin tek tek ortadan kaldırılmaya başlandığı Rönesans'la birlikte her türlü otoriteden bağımsız düşünebilme, anlayabilme ve açıklayabilme çabasının yanında, aynı zamanda gözlem ve deneyle de bu çabanın pekiştirilmesinin gerekliliği ilkesi önplana çıkmaya başlamıştır. Bununla birlikte doğayı dağınık bir şekilde araştırmaya çaiışan Rönesans anlayışına karşın, 17. yüzyıl felsefesi ise sağlam bir yöntem bulma çabasına girişmiştir . Çünkü bu dönemde yöntem, bilimsel çalışmanın zorunlu bir ön koşulu olarak düşünülmekteydi. Yöntemsiz bir bilimsel çalışma yapmak, hiç yapmamaktan daha kötüydü .

Benzer şekilde, yine bu yüzyılda, gözlem ve deney yerine fizik ve matematik kavramlarla düşünmek ağırlık kazanmaya başlamış: skolastiğe ve formel mantığa büyük baş kaldırılar olmuş ve uzun yıllardan sonra. Rasyonalizm yeniden canlanmıştır. Böylece Rasyonalizm ve yeni bir yöntem arayışının damgasını vurduğu bu yüzyılda, bu önemli işi gerçekleştirmeyi başaran ise Descartes olmuştur ; ve bu anlamda o 17. yüzyıl felsefesinin önemli bağlantılarım kuran ilk kişidir. Bunu yaparken de kendine kadar gelen her şeyi gözden geçirmek, elemek istemiştir. Bu işlemde araç olarak kuşkuyu kullanan Descartes. Felsefenin ilkeleri adh kitabının "İnsan Bilgisinin İlkeleri" bölümünün birinci ilkesinde "gerçeği arayanın yaşamında bir kez tüm nesnelerden gücü yettiği ölçüde kuşku duyması gerekir" demektedir.

Elbette Descartes'ın işe kuşkuyla başlamasının nedenleri vardır. Ona göre felsefe. doğru önermeler topluluğudur, ve filozofların görevi de sağlam bilgilerin elde edilmesini sağlamaktır. Kendisine kadar gelen bilimleri ele alıp inceleyen ve hepsinde de sandığından daha çok yanlış bilgi olduğunu gören Descartes, bunca yanlışın nedeninin ne olabileceğini araştırmaya koyulduğunda, bu durumun nedeninin insan aklı olamayacağı sonucuna ulaşır. Çünkü ona göre.

"Sağduyu ya da akıl dünyada en iyi paylaştırılmış şeydir. Her insan kendi payının o kadar iyi olduğunu sanır ki, başka her şeyden en güç memnun olanlar bile, kendilerinde bulunan sağduyudan fazlasını arzu etmezler. Herkesin birden bundan aldanmış olduğuna ihtimal verilmez".

Dolayısıyla yanlışın nedeni akıl olmadığına göre, bilgilerimizde ortaya çıkan farklılıklar, bazılarımızın diğerlerinden daha akıllı olmasından değil, sadece düşüncelerimizi ayrı yollardan götürmemizden ve aynı şeyleri göz önünde bulundurmamamızdan ileri gelir. Çünkü sağlam zihinli olmak yetmez, asıl olan onu iyi kullanmaktır. Böylece insanları sağlam, güvenilir bilgilere götürecek bir yöntemin gerekliliğini ortaya koyan Descartes, yöntemin önemini belirtmek için de doğru yoldan giden bir insan ile yolunu şaşıran bir koşucunun karşılıklı durumunu örnek vermektedir; pek yavaş yürüyenler de, eğer daima doğru yolu izliyorlarsa, koşupta doğru yoldan uzaklaşanlardan daha çok ilerleyebilirler .

Bu amaçla kendi döneminde işine yarayacak ne gibi bir materyal olduğunu araştırmaya başlayan Descartes, felsefe disiplinleri arasında mantığı, matematik bilimler arasında da geometricilerin analizini ve cebirini. tasarımını gerçekleştirmekte kullanabileceğine karar vererek, bu üç bilim ya da sanatı incelemeye başlamıştır .

Skolastik mantığın bilinmeyen şeyler üzerine bir sürü düşüncesiz söz söylemekten öteye gidemeyen diyalektikten başka bir şey olmadığını ve sağduyuyu işletmekten çok bozacağını düşünen Descartes'e göre, bu mantık çok fazla önemsenmemek koşuluyla. daha iyi bir mantık bulununcaya kadar "genç zekaları işletmek ve onlara sürekli bir düşünce eğitimi yaptırmakta kullanılabilir. Çünkü böylece onlar kendilerinden öncekilerin izini sürdükleri sürece, kuşkusuz bazen gerçekten uzaklaşmış olsalar bile, hiç olmazsa daha becerikli kimseler tarafından denenmiş, daha az tehlikeli bir yol tuttuklarından emin olacaklardır." Benzer şekilde daha önce bulunmuş olan gerçekleri başkalarına öğretmek için de kullanılabilecek bir yöntem olan skolastik mantığın, yeni bulgular söz konusu olduğunda, zararları yararlarından çok olması dolayısıyla, bilimsel bilgiyi elde etmek için başvurulacak bir yöntem olamayacağı açıktır.

Descartes aritmetik ve geometriyi ise en yalın bilim ve diğer bilimlere götüren bir yol olarak görmektedir. Çünkü ona göre aritmetik ve geometri tecrübenin belirsiz kalacağı varsayımları yapmak zorunda kalamayacak kadar saf ve yalın şeylerle uğraşırlar ve tamamiyle rasyonel tümdengelim yoluyla çıkarsanan sonuçlardan oluşurlar Ancak yaptığı incelemelerinde kendi döneminde varolan matematikte bu türden bir niteliği bulamadığını belirtse de. matematiğin yalın bir bilim olduğuna dair inancı onun bu konuda derinleşmesine yolaçmış ve sonuçta da analitik geometriyi bulmuştur.

Bu buluşu onun bilimsel tasarımını bütünüyle bağlayıcı bir nitelik haline gelmiş, ve 17. yüzyılın doğayı matematik kavramlarla anlama ilkesinin de somutlaştığı bir örnek olmuştur. Buradaki temel hareket noktası matematikte ortaya konulan bilgilerin açık. seçik ve kontrol edilebilir ve dolayısıyla de güvenilir olduğuna ilişkin inançtır. Aristo bunun, matematiğin 'form'el olmasından kaynaklandığını belirtmişti, ve bütün ortaçağ bilim adamları da bu görüşü onaylamışlardı. Oysa, Descartes'in bakışı çok daha temel bir argümana dayanmaktadır.

Yaptığı matematik araştırmaları sonucunda o matematiğin incelediği şeylerin yalnızca düzen ve ölçü olduğunu görmüştür. Kendi deyimiyle, bu ölçüyü sayılarda, şekillerde, yıldızlarda, seslerde veya başka şeylerde aramanın önemi yoktur. Böylece özel bir konu ile sınırlanmaksızın, düzen ve ölçü üzerine çıkabilecek her problemi cevaplayabilecek genel bir bilimin bulunmasının gerektiği açıktır; ve bu bilim de Evrensel Matematiktir .

Böylece analitik geometride, geometri ve cebir arasında kurduğu birebırlik ilişkiden hareketle yöntem görüşündeki özgün yönü yakalayan Descartes'in çeşitli bilim dallarındaki farklı içeriğe karşı çıkarak, bütün bilim dallarına tek bir yöntemin uygulanabileceğini düşündüğü açıkça ortaya çıkmaktadır. Buradaki temel delillendirme de yine analitik bir yaklaşıma dayanmakta, geometri ve cebir arasında kurduğu birebırlik ilişkinin geometri ve fizik arasında da kurabileceği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Ona göre fizik, nesneleri ve nesnelerin hareketini inceler. Nesnelelerin öze ilişkin niteliği yayılımdır. Yayılım kalkarsa nesne de ortadan kalkar. Yayılım geometrik bir niteliktir. En, boy, derinlik anlamına gelir. Hareket ise geometrik niteliklere sahip olan bir nesnenin süre içinde yol alması demektir. Süre ölçülebilir, yol ölçülebilir. Öyleyse analitik geometride cebir ile geometri arasındaki karşılıklılık, geometri ile fizik arasında da var demektir. Şu halde fizik geometrik niteliklere indirgenebilir. Bu da bize fizik bilimine matematiğin uygulanabileceğini göstermektedir. Şu halde bütün bilimlerde aynı yöntemi, matematiği kullanmak ve matematik ile doğanın gizlerini çözmek olanaklı olacaktır.

Gerçekten Descartes'ı bu türden bir arayışa yönelten yalnızca başlangıçla belirttiğimiz doğru. sağlam ve güvenilir bilgiler yığını olan bir bilim binası oluşturma tutkusu değildir. Aynı zamanda kendisinden önce açıkça biçimlenmeye başlamış, otoriteler ve kilise tarafından da büyük bir rahatsızlıkla izlenir duruma gelmiş olan Yeni Doğa Bilimi'nin de büyük rolü olmuştur. Çünkü bilindiği üzere bu bilimi başlatan Copernic ve özellikle de Galileo'ya göre, doğanın birliği sözkonusudur; ve matematik bir yapısı vardır. Bunu anlamanın tek yolu da matematiktir. Galileo'nun bu temel belirlemesinin Descartes üzerinde çok etkili olduğunu ve onun da benzer şekilde, bu dünyanın bir bilmece olduğunu ve anahtarını da matematiğin verdiğini belirttiğini görmekteyiz .

Bundan dolayı evrensel matematik yöntem denilen Descartes'ın bu yönteminin uygulanmasının ise üç adımı vardır: Sezgi. Çıkarış ve Sayış. En önemlisi sezgidir. Buradaki çıkanş kıyas anlamında değildir. O sezgi üzerine bir sonuçlandırma işlemidir. Bir serideki öğeler arasındaki bağı gösterir. Analitik ve sentetik olarak ilerler. Sayış ise sonucun doğruluğunu görmek için basamaklar üzerinde tekrar tekrar durmaktır. Ancak yöntemi taşıyacak olan seziş ve çıkarıştır. Bunların her ikisi de aslında aklın doğal işlevleridir. Akıl bunları öğrenmez. Çünkü bunlar onun ilk ve en yalın işlevleridir. Eğer algılama yetimiz, bunları doğal olarak gerçekleştiriyor olmasaydı, o zaman ne kadar kolay olursa olsun, her hangi bir yöntemi uygulamak asla olanaklı olmazdı. Bundan dolayı Descartes'a göre, yanlış asla çıkarıştan kaynaklanmaz. Sonunda, bu düşünceleri ışığında Descartes, yönteminin dört temel kuralını oluşturur.

1. Apaçıklık Kuralı:

Descartes yönteminin bu kuralını şöyle açıklamaktadır: Doğruluğunu apaçık olarak bilmediğim, hiç bir şeyi doğru olarak kabul etmemek: yani aceleyle yargıya varmaktan ve ön yargılara saplanmaktan dikkatle kaçınmak ve vardığım yargılarda, ancak kendilerinden kuşku duyulmayacak derecede açık ve seçik olarak kavradığım şeylere yer vermektir .

Burada en önemli soran doğruyu yanlıştan ayırdedemeyecek kadar güç problemlerle uğraşmaktır. Çünkü bu durumda kuşkuluyu kuşkulu olmayan yerine almak olasıdır. Descartes'e göre, "İncelemeyi düşündüğümüz konularda, araştırmalarımız, ne başkalarının düşündüğüne, ne de kendi sanılarımıza değil, fakat açık ve apaçık görebildiğimiz ve tümdengelim yoluyla kesinlikle (kuşkusuzca) çıkarsayabildiğimiz şeylere yönelik olmalıdır. Çünkü bilim başka türlü elde edilemez" .

Ona göre eğer yargılarımızı açık ve seçik olarak kavradığımız şeyler üzerine dayandırırsak, aldanma olasılığı yoktur. Çünkü Descartes zihne açık ve seçik olarak sunulan her düşüncenin doğru olduğuna inanmaktadır. Ona göre açık, zihne doğrudan doğruya verilendir. Seçik ise hem açık hem de koşulsuzdur (mutlak). O halde apaçıklık, doğruluğu zihne doğrudan doğruya verilmiş olan, yani doğru olduğunu göstermek için zihnin herhangi bir ek işleme gereksinim duymadığı bir niteliktir .

Diğer taraftan bilinenin niteliği olan bu apaçıklığa, bilen olan zihin de ise aracısızlık ve basitlik nitelikleri karşılık gelir. Bu niteliklere sahip bir zihin işlemi ise seziştir. Descartes'a göre seziş, ne duyuların değişken kanıtı, ne de yanlış imgeleme dayanan yanlış bir yargıdır. Fakat saf. ve dikkatli bir zihnin kavrayış veya anlayışıdır. Bu kavrayış o kadar kolay ve seçikdir ki, anladığımız şey üzerinde hiç bir kuşku bırakmaz. Çünkü sezgi aklın ışığından kaynaklanmaktadır. Yani bütünüyle zihinsel bir işlemdir. Daha basit olduğundan tümdengelimin kendisinden bile daha kesindir. Bundan dolayı da seziş yanılmaz.

O zaman burada bir soru sormak gerekmektedir: Apaçık olarak sezmek ve ondan da karmaşıkların bilgisini elde etmek aklın doğal bir işlevi olduğuna göre, niçin yanlışa düşmekteyiz? Descartes'e göre. akıl kendi yetilerini kullanmağa elverişli koşullarda bulunduğu zaman, apaçık şeyle karılaştığmda, derhal seziş meydana gelir. Ancak insan salt bir akıl değildir. Ruhla bedenin birleşmesinden kaynaklanan engelleri de bulunmaktadır. İşte bu bedenden kaynaklanan engeller iki tanedir: yargıya varmakta acele etmek ve peşin yargılara saplanmak. İnsanların yargıya varmakta acele etmelerindeki en önemli nedenleri ise;

1. Kendi bilgi ve yeteneklerine fazlasıyla güvenmeleri,
2. Emekten kaçınmaları.
3. Bilgisizliklerini açığa vurmamak istemeleri,
4. Etraflıca düşünıeden problemleri incelemekte gösterdikleri aceleciliktir.

Peşin yargılara saplanmaksa acele etmekten daha köklü bir kusurdur. Bunun birinci nedeni çocukluğumuzda edindiğimiz alışkanlıklardır. Bu alışkanlıklar daha sonra, o kadar etkin hale gelmektedirler ki. aklımızı kullanmaya başladığımız dönemlerde bile bunların yanlış olabileceğinden kuşku duymamaktayız' '. İkinci neden ise edindiğimiz bu alışkanlıklarımızı unutamamamızdır . Üçüncüsü zihnimizin yargıda bulunduğumuz şeyler üzerine dikkatini verince yorulmasıdır ' . Dördüncüsü ise düşüncelerimizi tam olarak yansıtmayan kelimelere dayandırmamızda. Yanlış anlaşılmaların çoğu anlatımda kullanılan kelimelerin yeterince açık oimamasındandır .

Bütün bu yanlışlardan ve peşin yargılardan kurtulmanın yolu ise. apaçıklığa, yalnızca apaçıklığa dayanmaktır. Bundan dolayı kökeni duyu ya da muhayyile olan her tür tasavvuru bırakmak gerekir. Bunun tek yolu da metodik kuşkudur. Çünkü Descartes'e göre. yanlış istencin bir güçsüzlüğü ile, istencin kendini başıboş bırakması ile açıklanabilir. Kuşku bir enerji eylemi ve hareketidir, zihnin bir kurtuluşudur. İstenç bu eylemle canlanır ve böylece kendine hakim olur . O halde işe her şeyden kuşku duymakla başlamak gerekir. Ancak Descartes kendi kuşkuluculuğunu kuşkuculann kuşkuculuğundan ayırt etmek için bir ayrım yapar:

"Bu işte sırf kuşku etmek için kuşku duyan ve her zaman kararsız görünen kuşkucuları taklit ettiğim sanılmasın. Çünkü benim bütün amacım kaya ya da kili bulmak için oynak toprakla kumu atmaktır" .

Görülmektedir ki. Descartes'ın bu kuşkuculuğu hiç şüphesiz üzerinde karar kıldığı bir kuşkuculuk değildir; tersine yalnızca kendisiyle yoia çıktığı bir kuşkuculuktur... Bundan dolayı onun kuşkuculuğu tanı kuşkuculuğun gerçek bir biçimde çürütülmesini elde etmek amacıyla kullanılan bir "düzen" veya "yöntem"den başka bir şey değildir... O. Descartes'in kendisi sayesinde emin bir biçimde sezgi yöntemini kullanma olanağına eriştiği bir araç ödevini görmektedir O halde işe her şeyden kuşku duymakla başlamak gerek. Ta ki sağlam ve güvenilir, başka bir deyişle apaçık bir bilgiye ulaşıncaya kadar. Böylece hiç dönüp dolanmadan, doğrudan doğruya kavrayabileceğimiz
sağlam bir nokta bulacağız ve onun üzerinde birleştirme yapacağız.

Şimdi Descartes'ın sağlam bir nokta diye tanımladığı, aracısız ve doğrudan doğruya bileceğimiz. bir önermeye ulaşmayı nasıl denediğini göstermeye çalışalım:

Biz dış dünyayı duyular aracılığıyla algılamakta ve onun bilgisini bu yolla edinmekteyiz. Ama duygularımız bizi bazen aldatmaktadır. Bazen aldattıklarına göre. onların bize haya ettirdikleri şekilde var olan hiç bir şeyin bulunmadığını da varsayabiliriz. Başka bir deyişle bizi ara sıra aldatan duyularımız, sürekli aldatıyor olabilir ve bir dış dünyanın varlığı da kuşkulu bir durum alabilir. Hatta en açık ve sağlam geometrik kanıtlamalar bile kuşkulu olabilir. Çünkü geometrinin en basit konuları üzerinde bile muhakeme yürütürken yandan ve yanlış muhakemeler yapan insanlar var . Ayrıca uyanıkken zihnimizde bulunan fikirlerin, aynen ve hiçbiri gerçek olmaksızın, uyurken de aklımıza gelebileceğini göz önüne alabiliriz. O zaman neden bütün yaşamımız boyunca aklımıza giren her şey bir rüya yanılsaması olmasın . Sonra çevremizde başka insanlar da var, bunların biz kendimiz gibi duyan, isteyen yaratıklar olduğunu kabul ederiz. Ama, bu da. bir kabulden, bir sanıdan ileriye geçemez. Kendimiz gibi canlı, ruhlu saydığımız bu varlıklar belki de birer otomattırlar. Böylece öteki insanların da varlığı kuşkulu kalmaktadır. Nihayet kendimizden, kendimizin gerçek bir varlığı olduğundan da kuşkulanabiliriz. Hatta rüyada yaşadığıma inanabilirim. Bütün hayatımın bir rüya olmadığının güvencesini kim bana verebilir?

2 Yorumlar

Adsız
22 Kasım 2008 10:09  

yahu ben buraya merkezi yayılımı bulmak için ğirdim ama bişi bulamadım ama bilgileriniz çok işe yaradı genede

12 Ekim 2009 14:45  

burda düşünürlerin sözleri yokmu ya?

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP