ÇEVRE SORUNU

Necati Öner

Empedokles varlığın hava, su, foprak ve ateşfen ibaret olan dört unsurdan oluştuğunu, bunların çeşitli şekillerde birleşerek cisimlerin sonsuz türlerini ortaya koyduğunu söyleyerek İlk Çağ felsefesinde önemli bir yer alan dört unsur teorisi'm kurmuştur. Bu yazıda dört unsur teorisi ile ilgili ontolojik tartışmalara girilmeyecektir. Empedoklesi hatırlatmamın sebebi canlıların varlıklarını devam ettirebilmeleri için onların doğal çevresini oluşturan bu dört unsura dikkati çekerek onlarla varlık teorisi kurmuş olmasıdır.

Canlının çevresini oluşturan bu dört unsurun belli bir ölçü ve denge içerisinde bulunması canlıların varlığının ön şartıdır. Bu ölçü ve dengenin bozulması onların hayatını olumsuz yönde etkiler. İşte bu ölçü ve dengenin bozulması çevre kirliliği diye adlandırılmaktadır.

Canlılar içerisinde yalnız insan doğal çevresini olumlu ve olumsuz jönde etkileyecek ve onu değiştirebilecek imkâna sahiptir. İnsanın doğaya hakimiyetini çevreye yaptığı etki ile gösterir. Bacon doğaya hakim olmak için bilim yapmak gerekir diyordu. Bir şeye hakim olabilmek için o şeyi iyi tanımak iyi bilmek gerekir. Doğa en doğru şekilde bilimle tanınır. İnsan bu yönde bir hayli mesafe almıştır. Suyun kontrol altına alınarak enerjisinden faydalanılması, sulama alanlarının genişletilmesi; toprağın İslahı ile verimin artırılması gibi faaliyetler çevreyi olumlu yönde değiştirmedir.

İnsan faaliyetleri ile çevreyi olumsuz yönde de değiştirmektedir. Enerji elde etmek için kullandığı çeşitli yakıtlarla havanın bozulmasına sebep olmaktadır. Artıkların sulara karışması ile hem su hem toprak zararlı hale gelmektedir. İşte bu doğanın olumsuz yönde değişmesi yani çevrenin kirlenmesi başta insan olmak üzere bütün canlılar için hayatî bir tehlike ortaya koymaktadır.

Eskiden insanların çevre ile ilgileri daha çok estetik açıdan olurdu. Ev bahçelerinin şehir parklarının ağaçlanması çiçeklenmesi çevreye olan ilginin birer ifadesidir. Çağımızda birinci dereceden sanayinin gelişip yayılması, ikinci dereceden nüfus artışı yüzünden çevre kirliliğinin büyük ölçülere varması ile çevre sorunu yeni bir içerik kazanmıştır. Çevreyi güzelleştirme yanında, çevreyi koruma, çevreyi kurtarma gayretleri başlamıştır. Bu amaçla dernekler hatta bakanlıklar kurulmakta, ulusal, uluslararası konferanslar, seminerler düzenlenmektedir. Tabii bütün bu faaliyetler maddî, başka ifade ile fizikî çevre ile ilgilidir.

İnsanın çevresi yalnız fizikî çevreden ibaret değildir. Onun bir de manevî çevresi vardır. İnsanın farklı nitelikte iki ayrı çevreye sahip olması onun doğası gereğidir. İnsan diğer hayvanlardan ayrı olarak biyolojik yapısı ile maddî dünyası yanında duygu ve düşüncelerinin meydana getirdiği bir de manevî dünyası vardır. İşte bu manevî dünyası ile ilgili alarak sahip olduğu manevî çevrenin de, tıpkı fizikî çevre gibi kirliliği olur ve bu kirlilik de en az fizikî çevre kirliliği kadar belki daha fazla insan hayatı için tehlike doğurur. İşte ben bu yazımda manevî çevre kirliliğine dikkatleri çekmek istiyorum.

Manevi çevre değerler dünyasıdır. İnsanın insanca yaşayabilmesi bu çevrenin temizliğine bağlıdır. İnsanın manevî çevresinde din, ahlak ve hukuk gibi kurumlar bulunur. Bu kurumlar insan faaliyetlerini sınırlayıcı, düzenleyici kurallar kor. Bu kuralların insan için gerekliliği yine onun doğasından kaynaklanmaktadır. İnsanın bunlarsız yaşaması insandan başka bir varlık olma anlamına gelir.

İnsanın akıl sahibi olduğu için diğer hayvanlardan ayrıldığı gerçeği Aristo'dan beri ifade edilmektedir. İnsan aklı sayesinde ortaya koyduğu bilim ve ona dayalı teknoloji ile doğaya daha çok hakim olmakta ve ondan daha çok faydalanmaktadır. Her geçen gün varolanları daha iyi tanıyıp medeniyetini daha ileri götürmektedir. Aklını kullanarak olumlu şeyler yapan insan aynı vasıta ile olumsuzluklar da meydana getirebilmektedir. Hayvanların hayatına hakim olan hareketler içgüdüsel oldukları için tayin edilmişlerdir (detétérminé). Bu sebeple hayvanlarda hürriyetten bahsedilemez. Onlar için serbestîlik olur. Hürriyet iradeyi gerekli kılar. İradî faaliyet ise aklî faaliyettir, bu sebeple içgüdüsel faaliyetten ayrılır.

İnsan hür bir varlık olduğu için aklını hem olumlu hem de olumsuz faaliyetlerde kullanabilir. İnsanın bir başka özelliği de toplum içerisinde yaşama mecburiyetinde oluşudur. Burada da yine bir ikilik görülüyor fert ve toplum. Maddî-manevî, fert-toplum, insan sorunları ele alındığında bu ikilikleri göz önünde tutmak lazımdır. Yalnız maddî dünyası veya yalnız manevî dünyası; yalnız ferdî açıdan veya yalnız toplumsal açıdan insanın ele alı-nip incelenmesi, onu tanımada veya sorunlarını çözmede yeterli olmaz. Sağlam sonuçlara varabilmek için bu ikiliklerin göz önünde tutulması gerekir.

Fert ve toplum ikiliği açısından ele alındığında görünen şudur: Fert hür bir varlıktır ve aynı zamanda da ben merkezli (egoiste) dir. İradesini kendi istek ve tutkularına göre kullanabilir. Diğer taraftan insan aynı zamanda toplumsal bir varlıktır, yani bir toplum içerisine yaşama mecburiyetindedir. Bu bakımdan faaliyetleri değer fertleri yani toplumu ilgilendirir. İsfek ve tutkularını tatmin için iradesini sınırsız olarak kullandığı bazı hallerde başkaları zarar görür, bundan toplum hayalı etkilenir dolayısiyle bu eylemi kendisine de zararlı olur. O halde insanın sınıırlandırılmasının gerektiği haller vardır. Bu hürriyet sınırlaması ferdin olumsuz faaliyetlerine engel olmak içindir. Fert hürriyetinin sınırlandırılması din, devlet ve kollekiif bilinç tarafından yapılır. Böylece insan din, devlet ve ahlâk kuralları içerisinde yaşama durumuna gelir. Bu kurallarla değerler ortaya çıkar. İnsanın manevi çevresini işte bu kurallar oluşturur.

Değerler dünyasının meydana getirdiği olumlu ve olumsuz kavramlar vardır. Olumlu kavramlar insanın hayrına delâlet eden halleri, olumsuzlar ise kötülüğüne olan halleri ifade ederler. Bu kavramlara şu örnekleri verebiliriz:

Olumlular: Sevap, dürüstlük, saygı, merhamet, yardım, utanma, iffet, fedakârlık, hak vs...
Olumsuzlar: Günah, ayıp, müstehcen, saldırganlık, hırsızlık fuhuş, yalan vs...

Olumlu kavramların ifade ettiği faaliyetler insan î (humain) kelimesi ile adlandırılır. Olumsuzlar da insan faaliyetleridir ama, insanî teriminin yalnız olumlular için kullanılması insandan bekleneni, insanda bulunması gerekli olanı belirtmek içindir. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran da bu insanî olan faaliyetlerdir.

Çağımızda bilim ve teknolojinin sağladığı büyük imkânlara rağmen toplumlarda huzursuzluğun arttığı gözlemleniyor. İleri Batı ülkelerinde yapılan anketlerde özellikle şehirlerde yaşayanların çoğunun güvensizlik duygusu içinde bulunduklarını gösteriyor. Suç oranları gittikçe artıyor. Bu olumsuz hallerin sebebi insanların insanî olandan uzaklaşmalarında aranmalıdır.

Olumsuz kavramların delalet ettiği haller bir toplumda gerçekleşiyor ve gereken reaksiyonu görmüyorsa orada manevî çevre kirliliği var demektir. Dürüstlük, haram, ayıp kavramlarının anlamına bağlı kalmayanlar, kendi tutkularını tatmin için rüşvet, irtikâp, vurgunculuk, hırsızlık gibi fiilleri işleyerek, toplumları kemiren kötülüklere sebep olmaktadırlar.

Günah, iffet, utanma, müstehcen gibi kavramların ifade ettiği hallere duyarsız olma, fertleri toplumun temeli olan aile kurumunu çökerten fiillerde bulunmaya sebep olabilmekte, bir taraftan da insan bünyesini tahrip eden zührevî hastalıkların hatta öldürücü olan ve çağımızda insanları büyük endişeye sevkeden aids'in yayılmasına yol açmaktadır.

Manevî değer yokluğu fertleri ruh boşluğuna düşürüp, gerçeklerden kaçmak için alkol ve uyuşturucu kullanma alışkanlığına yönlendirmekte ve böylece toplumda suç oranlarının artmasına neden olmaktadır.

Günümüzde medya sahip olduğu teknik imkânlarla kısa zamanda geniş kitlelere ulaşabilmekte ve etkisi büyük olmaktadır. Bu bakımdan medya manevî değerlerin gerek benimsenip yayılmasında ve gerek bu değerlerin tahrip edilmesinde önemli rol oynamaktadır. Bunun için medyanın sorumluluk duygusu güçlü ve kültür seviyesi yüksek kişilerin elinde bulunması bir toplumun sağlığı için kaçınılmaz şarttır. Sınırsız bir yayın hürriyeti anlayışı birçok kötülüğün sebebi olur. Her medya mensubu bilgilendirdiği insanların davranış kazanmalarından sorumlu bulunduğu bilincinde olmalıdır.

Manevî değerlere bağlı olma fizikî çevrenin temiz tutulmasında önemli rol oynar; çünki, manevî değerler fertlerin kendisine özellikle başkalarına zarar vermemek için eylemlerini (fiillerini) kontrol allına almayı amaçlar. Başka ifade ile olumsuz faaliyetlere engel teşkil eder.

Fizikî çevrenin kirliliğini önlemek için devlelin kural koyması ve bunları yaptırımlara bağlaması elbette gereklidir; ama yeterli değildir. Fertlerin bu tedbirlere içtenlikle bağlı kalmaları bu husustaki sorumluluklarının bilincinde olmaları icabeder. Yani ceza korkusu herzaman yetmez. Sorumluluk bilincinin yaşanması lazımdır. Böyle bir bilinçte dinî ve ahlâkî değerlere samimiyetle bağlanmakla elde edilir. Yani manevî çevre temizliği olursa fizikî çevre daha kolay temizlenir. Burada belirtmek istediğim, çevre sorunu ele alınırken, maddî ve manevî çevre ikiliğini göz önünde bulundurarak çözüm aranması, bunlardan yalnız birini ele almakla çözüm getirilemiyeceğidir.

Bir toplumda manevî çevrenin temiz tutulması, o toplumun ideal kimliğini oluşturan değerlere fertlerinin bağlılık derecesine göre sağlanır. Bu değerlerin büyük bir kısmı dinden, bir kısmı da gelenek ve göreneklerden kaynaklanır. Bütün bu manevî değerler, bir toplumun harcı gibidir; ferileri bir arada tutan birlik bilincini doğurur.

İnsanların değerlere bağlılığı ya onlara doğrudan doğruya inanmakla, hasbî (gartuit) olarak bağlanması ile veya onların getirdikleri yaptırımlardan korkması ile olur. Değer1er asıl gücünü, yaptırımdan değil de, karşılıksız olarak onlara gönülde bağlılıkta kendisini gösterir. Bu açıdan bakılınca en sağlam değerlerin dinî değerler olduğu görülür. Dinî değerlerin bu niteliği, Mutlak Varlık ve ebedî hayat fikrine dayanmış olmalarından gelir.

Değerlerin yıkılmasının yani manevî çevre kirliliğinin en önemli sebebini Allahsız bir hürriyet anlayışında aramalıdır. Daha 19. asırda Fransız filozofu Renouvier bu konuya işaret ederek diyordu ki: "Dünya aşkın (transcendant) bir hakikat imanının yokluğundan muzdariplir"

Aşkın ve mutlak olan bir otorite insanda iç denetimi sağlar. Beşeri otoriteler ise dış denetimle etkisini gösterir. İnsan zekâsı dış denetimden kaçma yollarını kolayca bulabilir ama iç denetimden kaçamaz. Bu sebeple manevî çevre temizliği için fertlere iç denetimi sağlayacak olan Allah inancını kazandırmak lâzımdır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP