GERÇEKÇİLİK BİÇİMLERİ
|
Hasan Aslan
"Bilimsel gerçekçilik" konusundaki tartışmalar, bilim felsefesinde çeşitli gerçekçilik biçimleri üretmiştir. Bilimsel kuramlara, bu kuramların doğruluğuna ilişkin bu çeşitli bilimsel gerçekçilik görüşlerinin ortak yönü oldukça belirgindir: bir bilimsel kuram ya bütünüyle ya da yaklaşık olarak doğru olup, içerdiği kavramlarla gerçeğe yönlenip gerçekliği tanımlamakta olayısıyla da bilim "gerçeğe" yaklaşmaktadır.
Bilime gerçekçi yaklaşım için bu ya da benzeri görüşler elbette gerekli, belki de kaçırtılmaz. Ne var ki, gerçekçiliği bu biçimde anlamak, gerçekçiliğin temel özelliğini yansıtmaz. Gerçekçilik, bilginin nesnesini anlıktan (zihinden) bağımsız, nesnel bir varlık olarak ele alan görüştür. Bu bakımdan, bilginin nesnesini anlığa bağımlı kılan karşı - gerçekçi görüşlerden temelde ayrılır.
Çağdaş bilim felsefesinin önde gelen sorunu, pek çok bilimsel kuram tarafından varsayılan "gözlemlenemezlerin" varlığı sorunudur. Bu sorun dolaysız olarak, "algının", "kavramsal bilginin", "çağdaş bilimin nesnelerinin" irdelenmesini gerektirir. Gerçekçilik ile karşı - gerçekçilik arasındaki ayrımı da gözeterek bu irdelemeyi yapıp gerçekçiliğin ana özelliğini, değişik biçimlerini belirtmeye çalışacağım.
Bizi çevreleyen "şeyler", algılarımızın dolaysız nesneleridir. Sağduyumuz sezgisel olarak, duyumlarımız yoluyla algıladığımız şeylerin algılarımızdan bağımsız bir biçimde, yani nesnel olarak var oldukları yönünde. Bu yaklaşım algı - gerçekçiliği ya da "nesne - gerçekçiliği" olarak bilinir. Öznel idealizm olarak bilinen, karşıt görüş ise, şeylerin nesnel varlığını yasdır. Bu yaklaşımın iki temel biçimi vardır.
Berkley,Hume, Mach gibi deneyciler tarafından savunulan biçiminde, bir cisim duyu verilerinin (izlenimlerinin) durağan bir kümesi olarak ele alınır. Diğer bir deyişle bilgi nesnesi içsel, algılama süreci ise edilgen bir biçimde yalnızca duyu izlenimlerini kaydeder. Öznel idealizmin Kant ile onu izleyenlerin savunduğu uscu (rasyonalist) biçiminde ise, algılanan şey her ne kadar dünyada nesnel olarak varolan ancak bilinmeyen bir şeyden etkilense de anlık tarafından oluşturulur.
Bilgi nesnesinin içselliğine karşın, algılama sürecinde anlık etkindir. Kantcı görüş bir yandan dünyanın nesnel varlığını kabul ederek, varlık bilimsel (ontolojik) gerçekçiliği, diğer yandan da bilgi nesnesinin öznelliğini kabul ederek, bilgibilimsel (epistemolojik) idealizmi bir arada tutmayı dener. Pek çok yeni Kantcı, nesnel olarak var olan ama bilinemeyen şey kavramına karşı çıkıp, öznel idealizmi usçuluk yaklaşımı ile uyuşturarak değişik bir gerçekçilik biçim: türetmiştir.
Algı gerçekçiliğini de değişim biçimler de görmek olanaklı. Bunlardan yalın (naive) gerçekçilik ile eleştirel gerçekçilik iki temel biçimidir. Yalın gerçekçilik ya da sağ duyu gerçekçiliği, nesnelerin tam, doğru imgesini vermek için algının yeterli olduğunu ileri sürerken, pek çok gerçekçi bu görüşe karşı çıkıp eleştirel gerçekçiliği savunur.
Eleştirel gerçekçiliğin yalın gerçekçiliğe yönelttiği çok yönle eleştirileri üç noktada toplayabiliriz. Birincisi, duyularımız yalnızca şeylerin yüzeysel özelliklerini bildirirler. Ne şeylerin iç yapısını ne de şeylerin duyu verilerini aşan küresel özelliklerini (örneğin, elektrik yükü, kimyasal bağıntı gibi) duyu verilerimizin elde etmesi olanaksızdır. İkinci olarak, cisimlerin şekline, biçimine ilişkin özelliklerini duyularımız: ancak yaklaşık olarak elde edebilirler, kesin olarak değil. Üçüncü olarak, büyüklük, şekil, eylem gibi nesnelerin birincil niteliklerini duyumlarımız her ne kadar kesin olmasa da açıkça elde edebilmesine karşın, renk, ses, koku, tat gibi ikincil niteliklerin nesnel temelleri var olsa da elde ediliş biçimi özneldir. Duyu izlenimleri ile duyu izlenimlerinin nesnelerden sağladığı özellikler aynı şey değildir.
Duyu izlenimleri ancak bu nesnel özelliklere karşılık gelir. Bu nedenlerden ötürü eleştirel gerçekçilik algılarımızın nesnel olmadığını, öznel öğeler içerdiğini vurgulamıştır. Ne var ki söz konusu yaklaşım da sorunsuz değil. Katı eleştirel gerçekçilik bilinemezciliğe götürür; dünyanın bilinemez olduğu düşüncesine.
Gerçekçilerin önemli bir çoğunlu ise yalnızca duyularımız ile sınırlı olmadığımızı, ayrıca usa sahip olduğumuzu ileri sürüp şeylerin bilinebileceğini söyler. Us ile yönlendirilen bilim bu bakımdan, duyularımızın sınırlılığım aşıp nesnelerin iç yapısına, duyuların elde edemediği diğer özelliklerine ulaşır. Ölçü aletlerinin kullanılması bu açıdan bize nesnelerin gözlemlenen özelliklerim duyularımızdan daha güvenilir, daha doğru bir biçimde verir. Bu doğruluk teknolojinin ilerlemesi gibi benzer yollarla artar. Daha karmaşık dizgelerin incelenmesi için bilim ideal modeller yaratır.
Bilim etkindir, yaratıcıdır. Ne var ki, usun gücünü abartmamak, Nesnelerin bilimisel imgesi eksik, yaklaşık bir imgedir, ayrıca öznel özellikle içerir. Büyük bir olasılıkla da bilim, ülküsünü gereçkleştiremeyecek; dünyanın tam, yetkin bir imgesini verme ülküsünü. Eleştirel gerçekçilik bir yandan öznel idealizme, diğer yandan da naive gerçekçiliğe karşı çıkar. Bu arada aralarındaki çarpıcı benzerliği de gözden kaçırmamak gerekir. Yalın gerçekçilik ile öznel idealizm deneyci anlamda ele alındıklarında yalnızca ' duyu izlenimlerini göz önünde bulundururlar, usu görmezlikten gelirler. Bunu bir başka benzerlik, izler. Yalın gerçekçiliğe göre algılar nesnelerin tam, doğru imgesini verir. Öznel idealizm de benzer bir yönde, yalnızca izlenimlerimizi, usumuzun yarattığı bildiğimizi ileri sürer.
Genel kavramlara ilişkin olarak konuyu irdelemeye deveam edelim. Bilindiği gibi, Orta Çağ'da tümellerin varlığına ilişkin bir tartışma ortaya çıkmıştı. Sorun, kavramlar yoluyla dile getirdiğimiz nesnelerde odaklaşıyordu. Görüşlerden biri, tümellerin nesnelerden önce nesnel olarak var olduğunu savunup, tikel nesnelerin tümellerin örneklenmeleri olduğu, tümellerin tikeller için kalıp oluşturduğunu ileri sürmüştür. Bu yaklaşımın kaynağı, "idealann" ayrı bir dünyada var olduğunu söyleyen Plato felsefesidir. Hıristiyan felsefeciler bilindiği gibi, tümeller Tanrı'nın anlığına yerleştirmişlerdir. Bu görüş, gerçeği tümellerin varlığı olarak ele aldığından Orta Çağda Gerçekçilik adını almıştır. Adcılık olarak adlandırılan karşıt görüş ise, genel nesneler diye bir şey olmadığını, ancak genel adlar olduğunu savunup, tümellerin varlığını yadsıyarak genel kavramları da anlığın yarattığım ileri sürmüştür.
Orta Çağ gerçekçiliği kavramsal gerçekçilik ya da evrensel gerçekçilik olarak tanınır. Bu, daha önce sözünü ettiğimiz algı gerçekçiliğinden ayrıdır. Plato'nun felsefesi idealar dünyasını yarattığı, ideaların varlığını nesnelerin varlığından daha sıkı anlamda vurguladığı için idealizm olarak adlandırılır. Ne var ki, bu görü bilgibilimsel öznel idealizimle karıştırılmaması gereken varlık bilimsel ya da nesnel idealizm diyebileceğimiz görüştür. Plato'ya göre idealar da nesneler de, nesnel bir biçimde anlıktan bağımsız olarak vardır. Bu bakımdan Platonculuk bütünsel bir gerçekçiliği gerektirir.
Evrensel gerçekçiliğin bir başka biçimi de Aritoteles felsefesinden kaynaklanır. Bu yaklaşıma göre formlar olarak adlandırılan genel özler (essence) bu dünyadadırlar, nesnelerin içindedirler. Her nesne madde ile biçimden (form) oluşur. Ilımlı evrensel gerçekcil olarak bilinen bu görüşü Orta Çağ'da Thomas Aquinas işlemiştir. Her iki evrensel gerçekçilik biçimi de yalnız nesnelerin değil, nesnelerin cinslerinin de, bunların düzenlilik ile yasalarının da nesnel olarak var olduğunu ileri sürer. Günümüzdeki ılımlı gerçekçilik sözünü ettiğimiz gerçekçilik ile aynı değildir. Açıklayalım.
Aristoteles de Plato gibi doğanın yapısını sınırlı sayıda formlara bölünmüş bir tek yapı olarak ele alır. Eğer bu formları bulursak doğanın yapısını bütünüyle biliriz. Nesneler yalnızca bir biçimde sınıflandırılabilir. Çağdaş ılımlı gerçekçilik bunu yadsır. Doğanm bir tek yapıda olmadığını bir çok yapının kesişiminden oluşan yapıların da söz konusu olduğunu ileri sürer. Pek çok doğal sınıflandırmalar olanaklıdır. Aristoteles ile Platoncu gerçekçiliği yalın, çağdaş gerçekçiliği ise eleştirel gerçekçilik olarak görebiliriz.
Çağdaş bilimin nesnelerine geldiğimizde sorunu yine bilginin nesnesi açısından elel almak olanaklı. Açıktır ki bilimsel kuramlar pek çok nesneyle uğraşıyor. Bir çoğu günlük deneyimimizin nesnelerini, onların eylemlerini, değişimilerini tanımlıyor. Ancak onanmış kuramlar tarafından varsayılam görünmezler çağdaş bilimde özel bir yer tutar. Bilindiği gibi bu tür bazı şeylerin, örneğin atomların varsayılması antik düşünceye kadar uzanır. Daha yakın dönemlerde ise mikroskopun,teleskopun bulunuşuyla, çıplak gözle görünmeyen bazı şeylerin görünmesi sağlandı. Buna karşın çağdaş bilim görünmesi her hangi bir araçla olanaksız, yani görünmesi ilkesce olanaksız şeylerden söz eder. Hangi durumda olursa olsun gerçekçilik tartışmasında görünmezler göz önüne alınmalı. Bazı bilim felsefecileribu yaklaşımla, bilimsel gerçekçilik sorununun kuramların doğruluğuyla özdeş bir sorun olmadığını ileri sürerler. İki tür gerçeklikten sözederler; kavramlara ilişkin gerçeklik, şeylere gerçeklik. Bu ayrımdan hareketle bilim adamlarının kuramlar konusunda çoğu kez, ama şeyler konusunda her zaman gerçekçi olduklarını ileri sürenler de çıkmakta.
Yine aynı ayrımdan kalkarak şeylerin gerçekliğini onayıp kuramların gerçekliğini yadsıyan görüşler de var. Bilmin temel kuramları, temel yasaları yanlıştır; onlar ancak ideal modeller olarak doğrudurlar, gerçeklikte değil. Bilimsel kuramların, yasaların, gerçeklikle örtüşme anlamında her zaman doğru olmadığını onamak için bilim tarihinden yeterinden çok gerekçe sağlanabilir. Günümüz bilim felsefesi, geleneksel bilimsel gerçekçilik anlayışını, bilimsel kuramların gerçeklikle örtüşmesi anlayışını tartışılır duruma getirmiştir.
Bilimsel kuramlar ancak ideal bir model içerisinde doğru olabilirler; yalnızca doğru modelden söz edebiliriz. Temel bir kuramın büyük bir olasılıkla açıklayıcı bir gücü vardır: olguları açıklamaya, onların temel özelliklerini yakalamaya çalışır. Bir yasanın olgulara ilişkinliği ya da geleneksel anlamda söylersek olgulara karşılık düşmesi bu yolla olanaklıdır. Çağdaş bilimin önlemli bir özelliğini belirtmekte yarar var. Temel bir kuramın dolaysız nesnesi ideal bir model olarak görülür. Bu model kuram yoluyla tanımlanır. Bununla birlikte temel amaç geçekliği açıklanabilir kılmaktır.
Son ayrımımızı yapacak olursak, geleneksel bilimsel gerçekçilik yaklaşımını yalın bilimsel gerçekçilik olarak yorumlayabiliriz. Eleştirel bilimsel gerçekçilik olarak da, kuramları ancak model anlamında doğru alarak ele alan yaklaşımı sayabiliriz. Bu anlayışa göre bir bilimsel kuranım dolaysız nesnesi o kuramca eksiksiz doğru betimlenen bir modeldir. Bu tür kuramlar gerçekliğin bir bölümünü tanımlarlar; gerçekliğin bütününü kucaklamak yerine bir bölümünün temel özelliklerini yakalamaya, betimlemeye çalışır. Yalın bilimsel gerçekçiliğin, gerçekliği bütünüyle açıklama ülküsünü, eleştirel bilimsel gerçekçilik olanaksız bulur.
Bütün bunlardan, sonuç olarak şunu kolaylıkla ileri sürebiliriz: gerçekçiliğin ayıredici özelliği, anlıktan bağımsız nesnel bir varlık savıdır. Gerçekçilik, şeyleri varsaymaya dayanan bir yaklaşım değil, şeyleri varsayma biçzimine dayanan bir yaklaşımdır.
"Bilimsel gerçekçilik" konusundaki tartışmalar, bilim felsefesinde çeşitli gerçekçilik biçimleri üretmiştir. Bilimsel kuramlara, bu kuramların doğruluğuna ilişkin bu çeşitli bilimsel gerçekçilik görüşlerinin ortak yönü oldukça belirgindir: bir bilimsel kuram ya bütünüyle ya da yaklaşık olarak doğru olup, içerdiği kavramlarla gerçeğe yönlenip gerçekliği tanımlamakta olayısıyla da bilim "gerçeğe" yaklaşmaktadır.
Bilime gerçekçi yaklaşım için bu ya da benzeri görüşler elbette gerekli, belki de kaçırtılmaz. Ne var ki, gerçekçiliği bu biçimde anlamak, gerçekçiliğin temel özelliğini yansıtmaz. Gerçekçilik, bilginin nesnesini anlıktan (zihinden) bağımsız, nesnel bir varlık olarak ele alan görüştür. Bu bakımdan, bilginin nesnesini anlığa bağımlı kılan karşı - gerçekçi görüşlerden temelde ayrılır.
Çağdaş bilim felsefesinin önde gelen sorunu, pek çok bilimsel kuram tarafından varsayılan "gözlemlenemezlerin" varlığı sorunudur. Bu sorun dolaysız olarak, "algının", "kavramsal bilginin", "çağdaş bilimin nesnelerinin" irdelenmesini gerektirir. Gerçekçilik ile karşı - gerçekçilik arasındaki ayrımı da gözeterek bu irdelemeyi yapıp gerçekçiliğin ana özelliğini, değişik biçimlerini belirtmeye çalışacağım.
Bizi çevreleyen "şeyler", algılarımızın dolaysız nesneleridir. Sağduyumuz sezgisel olarak, duyumlarımız yoluyla algıladığımız şeylerin algılarımızdan bağımsız bir biçimde, yani nesnel olarak var oldukları yönünde. Bu yaklaşım algı - gerçekçiliği ya da "nesne - gerçekçiliği" olarak bilinir. Öznel idealizm olarak bilinen, karşıt görüş ise, şeylerin nesnel varlığını yasdır. Bu yaklaşımın iki temel biçimi vardır.
Berkley,Hume, Mach gibi deneyciler tarafından savunulan biçiminde, bir cisim duyu verilerinin (izlenimlerinin) durağan bir kümesi olarak ele alınır. Diğer bir deyişle bilgi nesnesi içsel, algılama süreci ise edilgen bir biçimde yalnızca duyu izlenimlerini kaydeder. Öznel idealizmin Kant ile onu izleyenlerin savunduğu uscu (rasyonalist) biçiminde ise, algılanan şey her ne kadar dünyada nesnel olarak varolan ancak bilinmeyen bir şeyden etkilense de anlık tarafından oluşturulur.
Bilgi nesnesinin içselliğine karşın, algılama sürecinde anlık etkindir. Kantcı görüş bir yandan dünyanın nesnel varlığını kabul ederek, varlık bilimsel (ontolojik) gerçekçiliği, diğer yandan da bilgi nesnesinin öznelliğini kabul ederek, bilgibilimsel (epistemolojik) idealizmi bir arada tutmayı dener. Pek çok yeni Kantcı, nesnel olarak var olan ama bilinemeyen şey kavramına karşı çıkıp, öznel idealizmi usçuluk yaklaşımı ile uyuşturarak değişik bir gerçekçilik biçim: türetmiştir.
Algı gerçekçiliğini de değişim biçimler de görmek olanaklı. Bunlardan yalın (naive) gerçekçilik ile eleştirel gerçekçilik iki temel biçimidir. Yalın gerçekçilik ya da sağ duyu gerçekçiliği, nesnelerin tam, doğru imgesini vermek için algının yeterli olduğunu ileri sürerken, pek çok gerçekçi bu görüşe karşı çıkıp eleştirel gerçekçiliği savunur.
Eleştirel gerçekçiliğin yalın gerçekçiliğe yönelttiği çok yönle eleştirileri üç noktada toplayabiliriz. Birincisi, duyularımız yalnızca şeylerin yüzeysel özelliklerini bildirirler. Ne şeylerin iç yapısını ne de şeylerin duyu verilerini aşan küresel özelliklerini (örneğin, elektrik yükü, kimyasal bağıntı gibi) duyu verilerimizin elde etmesi olanaksızdır. İkinci olarak, cisimlerin şekline, biçimine ilişkin özelliklerini duyularımız: ancak yaklaşık olarak elde edebilirler, kesin olarak değil. Üçüncü olarak, büyüklük, şekil, eylem gibi nesnelerin birincil niteliklerini duyumlarımız her ne kadar kesin olmasa da açıkça elde edebilmesine karşın, renk, ses, koku, tat gibi ikincil niteliklerin nesnel temelleri var olsa da elde ediliş biçimi özneldir. Duyu izlenimleri ile duyu izlenimlerinin nesnelerden sağladığı özellikler aynı şey değildir.
Duyu izlenimleri ancak bu nesnel özelliklere karşılık gelir. Bu nedenlerden ötürü eleştirel gerçekçilik algılarımızın nesnel olmadığını, öznel öğeler içerdiğini vurgulamıştır. Ne var ki söz konusu yaklaşım da sorunsuz değil. Katı eleştirel gerçekçilik bilinemezciliğe götürür; dünyanın bilinemez olduğu düşüncesine.
Gerçekçilerin önemli bir çoğunlu ise yalnızca duyularımız ile sınırlı olmadığımızı, ayrıca usa sahip olduğumuzu ileri sürüp şeylerin bilinebileceğini söyler. Us ile yönlendirilen bilim bu bakımdan, duyularımızın sınırlılığım aşıp nesnelerin iç yapısına, duyuların elde edemediği diğer özelliklerine ulaşır. Ölçü aletlerinin kullanılması bu açıdan bize nesnelerin gözlemlenen özelliklerim duyularımızdan daha güvenilir, daha doğru bir biçimde verir. Bu doğruluk teknolojinin ilerlemesi gibi benzer yollarla artar. Daha karmaşık dizgelerin incelenmesi için bilim ideal modeller yaratır.
Bilim etkindir, yaratıcıdır. Ne var ki, usun gücünü abartmamak, Nesnelerin bilimisel imgesi eksik, yaklaşık bir imgedir, ayrıca öznel özellikle içerir. Büyük bir olasılıkla da bilim, ülküsünü gereçkleştiremeyecek; dünyanın tam, yetkin bir imgesini verme ülküsünü. Eleştirel gerçekçilik bir yandan öznel idealizme, diğer yandan da naive gerçekçiliğe karşı çıkar. Bu arada aralarındaki çarpıcı benzerliği de gözden kaçırmamak gerekir. Yalın gerçekçilik ile öznel idealizm deneyci anlamda ele alındıklarında yalnızca ' duyu izlenimlerini göz önünde bulundururlar, usu görmezlikten gelirler. Bunu bir başka benzerlik, izler. Yalın gerçekçiliğe göre algılar nesnelerin tam, doğru imgesini verir. Öznel idealizm de benzer bir yönde, yalnızca izlenimlerimizi, usumuzun yarattığı bildiğimizi ileri sürer.
Genel kavramlara ilişkin olarak konuyu irdelemeye deveam edelim. Bilindiği gibi, Orta Çağ'da tümellerin varlığına ilişkin bir tartışma ortaya çıkmıştı. Sorun, kavramlar yoluyla dile getirdiğimiz nesnelerde odaklaşıyordu. Görüşlerden biri, tümellerin nesnelerden önce nesnel olarak var olduğunu savunup, tikel nesnelerin tümellerin örneklenmeleri olduğu, tümellerin tikeller için kalıp oluşturduğunu ileri sürmüştür. Bu yaklaşımın kaynağı, "idealann" ayrı bir dünyada var olduğunu söyleyen Plato felsefesidir. Hıristiyan felsefeciler bilindiği gibi, tümeller Tanrı'nın anlığına yerleştirmişlerdir. Bu görüş, gerçeği tümellerin varlığı olarak ele aldığından Orta Çağda Gerçekçilik adını almıştır. Adcılık olarak adlandırılan karşıt görüş ise, genel nesneler diye bir şey olmadığını, ancak genel adlar olduğunu savunup, tümellerin varlığını yadsıyarak genel kavramları da anlığın yarattığım ileri sürmüştür.
Orta Çağ gerçekçiliği kavramsal gerçekçilik ya da evrensel gerçekçilik olarak tanınır. Bu, daha önce sözünü ettiğimiz algı gerçekçiliğinden ayrıdır. Plato'nun felsefesi idealar dünyasını yarattığı, ideaların varlığını nesnelerin varlığından daha sıkı anlamda vurguladığı için idealizm olarak adlandırılır. Ne var ki, bu görü bilgibilimsel öznel idealizimle karıştırılmaması gereken varlık bilimsel ya da nesnel idealizm diyebileceğimiz görüştür. Plato'ya göre idealar da nesneler de, nesnel bir biçimde anlıktan bağımsız olarak vardır. Bu bakımdan Platonculuk bütünsel bir gerçekçiliği gerektirir.
Evrensel gerçekçiliğin bir başka biçimi de Aritoteles felsefesinden kaynaklanır. Bu yaklaşıma göre formlar olarak adlandırılan genel özler (essence) bu dünyadadırlar, nesnelerin içindedirler. Her nesne madde ile biçimden (form) oluşur. Ilımlı evrensel gerçekcil olarak bilinen bu görüşü Orta Çağ'da Thomas Aquinas işlemiştir. Her iki evrensel gerçekçilik biçimi de yalnız nesnelerin değil, nesnelerin cinslerinin de, bunların düzenlilik ile yasalarının da nesnel olarak var olduğunu ileri sürer. Günümüzdeki ılımlı gerçekçilik sözünü ettiğimiz gerçekçilik ile aynı değildir. Açıklayalım.
Aristoteles de Plato gibi doğanın yapısını sınırlı sayıda formlara bölünmüş bir tek yapı olarak ele alır. Eğer bu formları bulursak doğanın yapısını bütünüyle biliriz. Nesneler yalnızca bir biçimde sınıflandırılabilir. Çağdaş ılımlı gerçekçilik bunu yadsır. Doğanm bir tek yapıda olmadığını bir çok yapının kesişiminden oluşan yapıların da söz konusu olduğunu ileri sürer. Pek çok doğal sınıflandırmalar olanaklıdır. Aristoteles ile Platoncu gerçekçiliği yalın, çağdaş gerçekçiliği ise eleştirel gerçekçilik olarak görebiliriz.
Çağdaş bilimin nesnelerine geldiğimizde sorunu yine bilginin nesnesi açısından elel almak olanaklı. Açıktır ki bilimsel kuramlar pek çok nesneyle uğraşıyor. Bir çoğu günlük deneyimimizin nesnelerini, onların eylemlerini, değişimilerini tanımlıyor. Ancak onanmış kuramlar tarafından varsayılam görünmezler çağdaş bilimde özel bir yer tutar. Bilindiği gibi bu tür bazı şeylerin, örneğin atomların varsayılması antik düşünceye kadar uzanır. Daha yakın dönemlerde ise mikroskopun,teleskopun bulunuşuyla, çıplak gözle görünmeyen bazı şeylerin görünmesi sağlandı. Buna karşın çağdaş bilim görünmesi her hangi bir araçla olanaksız, yani görünmesi ilkesce olanaksız şeylerden söz eder. Hangi durumda olursa olsun gerçekçilik tartışmasında görünmezler göz önüne alınmalı. Bazı bilim felsefecileribu yaklaşımla, bilimsel gerçekçilik sorununun kuramların doğruluğuyla özdeş bir sorun olmadığını ileri sürerler. İki tür gerçeklikten sözederler; kavramlara ilişkin gerçeklik, şeylere gerçeklik. Bu ayrımdan hareketle bilim adamlarının kuramlar konusunda çoğu kez, ama şeyler konusunda her zaman gerçekçi olduklarını ileri sürenler de çıkmakta.
Yine aynı ayrımdan kalkarak şeylerin gerçekliğini onayıp kuramların gerçekliğini yadsıyan görüşler de var. Bilmin temel kuramları, temel yasaları yanlıştır; onlar ancak ideal modeller olarak doğrudurlar, gerçeklikte değil. Bilimsel kuramların, yasaların, gerçeklikle örtüşme anlamında her zaman doğru olmadığını onamak için bilim tarihinden yeterinden çok gerekçe sağlanabilir. Günümüz bilim felsefesi, geleneksel bilimsel gerçekçilik anlayışını, bilimsel kuramların gerçeklikle örtüşmesi anlayışını tartışılır duruma getirmiştir.
Bilimsel kuramlar ancak ideal bir model içerisinde doğru olabilirler; yalnızca doğru modelden söz edebiliriz. Temel bir kuramın büyük bir olasılıkla açıklayıcı bir gücü vardır: olguları açıklamaya, onların temel özelliklerini yakalamaya çalışır. Bir yasanın olgulara ilişkinliği ya da geleneksel anlamda söylersek olgulara karşılık düşmesi bu yolla olanaklıdır. Çağdaş bilimin önlemli bir özelliğini belirtmekte yarar var. Temel bir kuramın dolaysız nesnesi ideal bir model olarak görülür. Bu model kuram yoluyla tanımlanır. Bununla birlikte temel amaç geçekliği açıklanabilir kılmaktır.
Son ayrımımızı yapacak olursak, geleneksel bilimsel gerçekçilik yaklaşımını yalın bilimsel gerçekçilik olarak yorumlayabiliriz. Eleştirel bilimsel gerçekçilik olarak da, kuramları ancak model anlamında doğru alarak ele alan yaklaşımı sayabiliriz. Bu anlayışa göre bir bilimsel kuranım dolaysız nesnesi o kuramca eksiksiz doğru betimlenen bir modeldir. Bu tür kuramlar gerçekliğin bir bölümünü tanımlarlar; gerçekliğin bütününü kucaklamak yerine bir bölümünün temel özelliklerini yakalamaya, betimlemeye çalışır. Yalın bilimsel gerçekçiliğin, gerçekliği bütünüyle açıklama ülküsünü, eleştirel bilimsel gerçekçilik olanaksız bulur.
Bütün bunlardan, sonuç olarak şunu kolaylıkla ileri sürebiliriz: gerçekçiliğin ayıredici özelliği, anlıktan bağımsız nesnel bir varlık savıdır. Gerçekçilik, şeyleri varsaymaya dayanan bir yaklaşım değil, şeyleri varsayma biçzimine dayanan bir yaklaşımdır.