KAVRAM

Necati ÖNER

Klasik Mantık kitaplarında kavram şöyle tanımlanır: "Kavram bir şeyin zihindedeki tasavvurudur". Şey, objedir; başka bir ifade ile varolandır. Var olan maddî veya manevi olur. Maddi olan zaman ve mekân içinde yer kaplayan; bu sebeple duyu organları ile algılanabilendir. Manevî olan maddi olmayandır. Kavram varolana delalet eder ve kelime, rakam gibi sembollerle ifade edilir; bunlara da terim denir. Böylece terimler kavramlara, kavramlar varolanlara delalet eder.

Her dilde aynı kavram için ayn kelimeler bulunur. Bir kişi kullanılan bir kelimenin, zihindeki bir tasavvura delalet ettiğini bilirse, o kelime o kişi için bir anlam taşır. Bu kişi için bilmediği dildeki kelimeler anlamsızdır.

Hayal de bir tür tasavvurdur ama kavramdan farklıdır. Hayal bir kavrama delâlet ettiği, bir varolanın bir halinin tasavvuurudur, o hali canlandırmak göz önüne getirmektir. Kavram bir varolanın bütün hallerini içine alır yani geneldir ve canlandırılamaz yani göz önüne getirilemez. Mesela: Bir at hayalinde belli bir atın bir pozisyonu göz önüne getirilebilir. Koşan bir kır atı veya ayakta duran bir dor atı hayal edebiliriz. Ama at kavramının içine bütün atların bütün halleri girer. Böyle bir şeyi canlandırmak, somutlaştırmak asla mümkün olmaz.

Varolanı tanımada, iradî eylemlerimizi yönetmede esas olan kavramdır. Terimler aracı sembollerdir. Kelimelerle değil, kavramlarla düşünülür. Düşüncelerimizi başkasına kelimelerle aktarırız. Kavramlar temsil ettikleri varolanların özelliklerini taşırlar. Maddî varolanlara delâlet eden kavramlara somut, manevî varolanlara delalet eden kavramlara soyut kavramlar denir.

Kavram zihin dışında gerçekliği bulunan bir varolana delâlet ediyorsa buna gerçek kavram (at, insan, göl gibi); eğer zihin dışında gerçekliği yoksa buna da gerçek olmayan kavram (anka, dev, kavramları, hatta roman kahramanlarının kavramları gibi) diyorum.

Kavramlar tek bir varolana delâlet ediyorsa özel, bir sınıfa delalet ediyorsa genel kavram diyorum. Mesela, tanıdğım belli bir Ahmet, Ankara, özel; insan, şehir genel kavramlardır. Kavramlar ya varolanın bütününe delâlet ederler bunlara birincisel kavramlar veya onun bir haline delalet ederler bunlara da ikîncisel kavramlar diyorum, însan kavramı birincisel onun bir halini ifade eden hürriyet ikincisel bir kavramdır.

Birincisel kavramlar Aristo'nun cevher kategorisine tekabül eder. Ikincisel kavramlar yüklem olabilen diğer dokuz kategori içine girerler. Dokuz kategori şunlardır: Nicelik, Nitelik, Görelîk, Nerede, Nezaman, Durum, Sahibolma, Etki ve Edilgi. îkincisel kavramlar iki gruba ayrılır: Bir kısmı bütün varolanların halleri olabilir. Eğrilik, ağırlık, kırılma vs. gibi. Bir kısmı da yalnız bilinç sahibi olan varolanlar için bahis konusudur: Hürriyet, adalet, fazilet gibi...

Ikincisel kavramlar birincisel kavramlara göre anlam kazandığından bunlara göreli kavramlar da denilir. Aşkın (tecrübe alanı dışı) varlık kavramları ile matematiksel kavramların hangi gruplara girdiği sorulabilir. Aşkın varlık kavramları Allah, Melek vs. zaman ve mekân içinde olmadıklarından manevî varlıklara delâtel ederler. Bu bakımdan soyutturlar. Zihin dışında gerçeklikleri olduğu için de gerçek kavramlardandır. Matematiksel kavramlar maddî varlıkların ilişkilerinin zihinsel formlarını ifade ettiklerinden ve de kağıt üzerinde veya yazı tahtasında somutlaştırılabildiklerinden somut ve gerçek kavramlardır.

Aşkın varlık kavramları ile, diğer kavramlar arasında çok önemli bir fark vardır. Farklılık bunların elde ediliş yollarından gelir. Aşkın varlık kavramları dışındakiler, tecrübe ile elde edilir. Bunlar insan zihninin eseridir. Aşkın varlık kavramları ise, tecrübe dışı varlıklara delâlet ettiğinden insan zihninin kendi gücü ile elde edilemez. insanın tecrübe alanının dışındaki aşkın âlemle ilgili bilgisi ancak, aşkın bir varlık tarafından kazandırılabilir. Bu vahiy yoludur, iman konusudur, din alanına girer.

Aşkın âlemle ilgili dolarak insan zihninin meydana getirdiği kavramların gerçeklikleri yoktur, hayal mahsulüdürler. Bunlar insanın, tecrübe dünyasından elde ettiklerine benzeterek, aşkına açılma arzusunu ve ihtiyacını gidermek için yaptığı ve aşkınlik ifade ettiği kavramlarıdır. Mitolojilerdeki aşkın âlemle ilgili kavramlar bu türdendir, Birşeyin kavramı o şeyin bilgisidir. insan kavramlar arasında bağ kurar onların daha belirginleşmesini sağlar. Bilgi aktarılması da kavramlar arası bağ kurularak yapılır. Tek terimle kavram aktarması olmaz. Tek terimle ancak muhatabın zihninde, o terim manasını biliyorsa, kendisinde mevcut tasavvur canlanır, yeni bir şey kazanmaz. Bilgi aktarması ancak hükümle olur.

Aslında kavram bir varolan hakkında verilen hükümler yığınıdır. Bu bakımdan kavram, deyim yerindeyse, varolanın kütüğüdür (registre). Bu kütük kapanmayan bir kütüktür. Varolanı tanındıkça, ona nüfuz edildikçe, kütüğe kaydedilen hükümler çoğalır. Önceden verilen hükümler değişebilir de. Bu yüzden bir kavramın içeriği sürekli değişir. însan bilgisinin değişip gelişmesi bu anlamdadır. Varolanın bizdeki kütüğü sürekli değişmektedir.

Sürekli değişmeye rağmen kavramda değişmeyen bir husus da vardır. Eğer böyle olmasaydı insanlar arasındaki iletişim (communication) mümkün olmazdı. Kavramdaki değişmeyeni anlamak için onun şu iki özelliğine dikkat etmek gerekir: Birisi kavramın seçikliği diğeri kavramın açıklığı'dır. Kavramın seçikliği bir varolanı diğer varolandan ayıran niteliğidir. Bu nitelik çerçeve olarak o varolanın ifadesidir.

İnsanı at'dan nehiri dağ'dan ayıran o kavramların seçildiğidir. Açıklık ise kavramın içeriğidir, işte bir kavramda değişmeyen onun seçikliği, değişen ise açıklığıdır. Bir kavramın seçikliği her zaman herkeste aynıdır. Açıklığı ise hem fertlere, hem zamana göre değişir. Kavramın içeriğinin değişmesi varolana mı yoksa onu elde eden insana mı tabidir?

Eğer varolan hep aynı kalırsa kavramın içeriğinin değişmesinde varolanın rolü olmaz. Eğer varolan değişiyorsa ona paralel olarak kavramının da değişmesi tabiidir. Varolanın değişip değişmediği, Parmenides ve Heraklit'den beri felsefenin en eski tartışma konusudur. Parmanides varlığın, bir, ezelî ve ebedî, değişmez, hareketsiz oludğunu söylüyordu. Buna karşılık Heraklit: "Bir nehirde iki defa yıkanılmaz. Sular akıp gitmiştir" misâlini vererek herşeyin bir değişme, bir oluş içinde oludğunu söylüyordu. Bu iki zıt görüş Yeni Çağ Felsefesinde de devam etmiştir. Liebniz: "Her varolan şey ne ise odur" demekle değişmezliği, yani cevherciliği temsil ediyordu. Başta Hegel olmak üzere diyalektiği kabul eden filozoflar ise oluşu yani değişmeyi kabul ediyorlardı.

Varolanın değişip değişmediği tartışmalarına girmeyip, kavramın içeriğinin değişmesinde bilinen, yani insanın rolü üzerinde durmak istiyorum. Kavram içeriğinin değişmesinin asıl sebebi, varolanın bilgisini elde eden, insanın tabiatında aranmalıdır, insanın bilme gücü ve bilmeye yöneliş tarzı bahis konusu değişikliğin sebepleridir.

Her ferdin ayrı bir alış gücü vardır. Alış teriminden kasdettiğim şudur: Bilginin oluşmasında bilen ve bilinen diye iki taraf vardır. Bilgi bilenle (süje), bilinen (obje) arasındaki bir ilişkiden doğar, işte bu ilişkide bilen'e düşene alış diyorum, insanlar arasında alış gücünün farklı oluşu doğuştandır; sonradan kazanılmış değildir. Her ferdin alış gücünden, zamanla derecelenme olabilir. Bu derecelenme fertte potansiyel olarak var olan gücün aktüelleşme sürecidir, işte alış gücünün fertlere göre ayrı oluşu, aynı kavramın onlara göre farklı oluşunun bir kaynağıdır.

Kavram içeriğindeki fertlere göre farklı oluşunun bir kaynağı da, bilgi edinirken ferdin varolana bakış açısının farklılığıdır. Yani alış'ın kipliği (mode) aynı obje karşısında fertlerde değişik olur. insanın mutlak bir varlık olmayışı, onun bir obje karşısında küllî bir tutum içinde bulunmasını engeller. Bu sebeple insan bir obje karşısında eksik bir tutum içinde olur. Bu durum hem fertler arasındaki farklı yaklaşımları, hem de aynı ferdin zaman içinde farklı yaklaşımlar içinde bulunmasını intaç eder. Farklı yaklaşımlarda bu önemli faktör kültürdür. Ayrıca kişisel eğilim ve menfaatler de rol oynar. Bu sebeplerle insanın varolan'ı kavramada bir makinenin kaydettiği türden objektif bir tesbit yapması çok güçtür.

insanın mutlak bilme gücüne sahip olmamasının doğurduğu bir sonuç da şudur: insan varolanın bilgisine bir zaman süreci içerisinde erişir. Yani varolan üzerindeki çalışmaları ile zaman içinde varolana nüfuz eder. Bilimdeki gelişme bu hususun en iyi göstergesidir. Her araştırma yeni şeyler ortaya koymakta, varolana biraz daha nüfuz edilmektedir.

işte bu sebepler kavramların içeriğinin sürekli değişmesini intaç ediyor. Aynı kelimeler ve aynı mantığı kullandıkları halde çok defa insanların, bir konuda anlaşamamalarının baş sebebi, işte bu kavram içeriklerinin değişken ve herkeste aynı olmamasıdır. Ne olduğunu belirtmeye çalıştığım kavramları nasıl elde ederiz.

Kavram kazanılması iki yolla olur: Birincisi, varolanla doğrudan doğruya temas. ikincisi, dolayısıyla elde ettiğimiz bilgilerdir. Bu yolla başkalarının elde ettiği bilgileri okul içi ve okul dışı eğitimle elde ederiz. Kavramlar kazanılırken bütün zihin faaliyetleri işin içine girir. Algı, hayal, akıl, duygu vs... Kavramın kendisi de, kazanma yolu da karmaşıktır, insanın bütün iradî eylemleri kazandığı kavramlara bağlıdır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP