DİL - ANLAM ve FELSEFE
|
ABDULKUDDÜS BİNGÔL
İnsan, kendi cinsi içindeki diğer duygululardan "akıllı-düşünen-canlı" olmasıyla aynlır. Hâlbuki, düşünme ile dil arasında sıkı ve içten bir ilişki vardır. Bugün için hernekadar "kavram", "kelime", "kapsam", "anlam" vb. konularda ortak tanımlara varılamamışsa da, kelimelerin düşünme ile olan bağlılığı, dilin zihinle ilgili yönü, eski Hint düşünürlerinden günümüz düşünürleri ve dil bilimcilerine kadar birçok kişiyi ilgilendirmiştir. Zira düşünme, eşyanın zihindeki etkileri sonucu meydana gelen bir olay ise, ağızdan çıkan kelimeler onun yerine geçmiş birer sembol, zihindeki işlemi yansıtan birer işaret durumundadırlar. Aynı zamanda bu kelimeler, düşüncemiz üzerine de tesir ederler. Öyle anlaşılıyor ki, zahir» hayatımız "dil" üzerine oturtulmuştur.
Dil, insanla insan, insanla diğer var olan şeyler arasında birleştirici bir bağ kurar. Öyleki, insan olmak, dilin eseridir. İnsan ancak dili sayesinde insandır. Dil olmadan insanla hayvan arasındaki varhk-farkı ortadan kalkar. Dil olmadan insan, ne bilgi, teknik, sanat, felsefe... gibi üstün basanlara ulaşabilirdi, ne de Onun her türlü faaliyetleri, değer duygulan, hürriyeti... kendisi için bir anlam taşırdı. Çünkü bütün bunlar, toplum içerisinde fikir ve duyguların dil ile naklinden doğmuştur.
Dar anlamda yalnız günlük dil (tabiî dil - tarihsel dil), geniş anlamda her türlü tabiî veya yapma sembol sistemlerini kaplamı içine alan Dil'i, "her hangi bir zihin faaliyetinin açığa vurulmasına, dolayısıyla bir zihinden diğer zihne aktarılmasına yarayan bir işaretler sistemi" diye tanımlayabiliriz. Hemen ilâve edelim ki dil, bu kadar basit, bu kadar sade değildir. Aksine dil, çok çeşitli görevleri olan son derece ince ve karmaşık bir âlettir.
Leibniz dilin nitelikleri üzerinde dururken, dilin insan zihninin en iyi aynası olduğuna, kelimelerin anlamlarının tam bir analizinin aklın nasıl işlediğini herşeyden daha iyi gösterebileceğine işaret ediyor. Kelimelerin bir takım işaretler olduğunu, zihnin bu işaretlerle düşündüğünü, düşünürken de nesnelerin yerine bunları koyduğunu da belirtiyor, Leibniz'e göre bir milletin dilinin kelimelerinin açık ve anlaşılır olması, o milletin fertlerini üstün ve orijinal düşünmeye yetenekli kılar.
Her dilsel ifadenin, başka bir deyişle terimin bir anlamı vardır. Yâni her terim zihindeki bir kavrama delâlet eder. Terim ile kavram bir kâğıdın iki yüzü gibidir. Öyle ki, kavram zihinde uyandığı anda terim, terim duyulduğu anda da kavram zihinde uyanmaktadır. Kavramlar, objelerin zihindeki tasavvurları, şeylerin mahiyetlerinin zihindeki varlıkları olduğuna göre, bir terimin anlamı, bu terimin delâlet ettiği kavram, dolayısıyla bu kavramın gösterdiği obje veya objeler demektir. Öyle anlaşılıyor ki, kavram ile varak arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu doğrudan ilişki kavram ile dilsel ifade arasında da aynen mevcutur. Dilsel ifadenin varlıkla olan ilişkisi ise dolaylıdır.
İbn Sina'ya göre her şeyin hariçte, zihinde, dilde ve yazıda bir varlığı vardır. Yazı dile, dil de zihindeki varlığına delâlet eder. Bu ikisi "vaz"î delâlet" türündendir. Dolayısıyla bunlar toplumdan topluma değişir. Ancak bir şeyin zihindeki varlığının hâriçteki varlığı üzerine delâleti, "tabiî delâlet'tir. Bir şeyin zihindeki varlığı onun anlamıdır. İşte dildeki ifadelerin bu anlama delâleti uylaşım yoluyla olduğundan anlam ile dil arasında herzaman herhangi bir ilişki vardır.
İbn Sina'nın bu düşüncelerinden hareketle diyebiliriz ki, çeşitli dillerden aynı objeye delâlet eden terimlerin hepsi, teker teker dil birliğinden kimselerin zihninde aynı kavramı canlandırırlar. Aynı dili konuşan iki kişinin anlaşması,konuşanın kullandığı terimin dinleyenin zihninde aynı anlamı uyandırmasıyla gerçekleşir.
Böylece anlaşılıyor ki, iletişimin gerçekleşmesi büyük bir bölümüyle konuşan ile dinleyen arasındaki karşılıklı münasebete dayanır. İnsanî iletişimin en önemli vasıtası ise anlam iletmek için değişik biçimlerde söylenen ve yazılan, toplumun üzerinde anlaştığı kelimelerin oluşturduğu bir dildir. İletişimin en yaygın, en zengin biçimi dilde kelimeleri kullanmaktır. Anlam taşıyan ifadelerin başında önermeler gelir. Önermeler, en yüksek dereceden bağımsız olan bir anlam taşırlar. Ayrıca, önerme olmadığı halde tek basma anlam taşıyan ifadeler de vardır, ki, bunlar da bir hüküm ifade etmeyen sözler veya terimlerdir.
Halbuki, herhangi bir anlarmn bir zihinden bir başka ziline, her hangi bir yanlış anlamaya veya anlaşmazlığa yolaçmadan, üstelik tam istenildiği gibi aktarılmasını sağlayacak kadar yetkin bir dilin, söz dizimi kurallarının tek-biçimli, kelimelerinin tek-anlamlı ve belirli olması gerekir. Oysa günlük haberleşmede (iletişimde) kullandığımız doğal diller bu niteliklerden uzaktır. Doğal dillerin anlam ve söz dizimi kuralları büsbütün belirli ve tek-anlamlı olmaktan uzaktır.
Bu yüzden genellikle dili, herhangi bir niyetimizi olduğu gibi başkalarına iletmek amacıyla kullandığımız halde, bunda herzaman istediğimiz başarıya ulaşamayız. İnsanı başarısızlığa uğratan en önemli etkenler belirsizlikle çok - anlamlılıktır. Belirsizlik, insanın niyetini istediği gibi dile getirememesine, çok - anlamlılık ise niyetinin başkaları tarafından yanlış anlaşılmasına yol açar. Hele çok - anlamlılığın özel bir şekli olan kaypaklık büsbütün anlaşmazlıklara yol açar. Pragmatik çok- anlamlılık adı da verilen kaypaklık, görünüşte aynı dili kullananlardan bir kısmının, bazı ierimierin anlamını yöneten kurallar üzerinde uzlaşmaya yanaşmamalarından doğar.
İşte iletişimi büyük ölçüde aksatan doğal dillerin bu özellikleri, günlük konuşmalarımızda ve özellikle de yazılı bir metin içerisinde bizi fikir kargaşasına götürebilir. Binlerce yıl insanları birbirine düşüren tartışmaların kaynağı da bunlardır. Bu bakımdan diyaloglarda, anahtar terimi açıklığa kavuşturmak gerekir. Anlamı bir tek ve açık olmayan sesler kullanıldığında, bunların hangi anlamda kullanılmış olduklarının sınırlarım da çizmek lazımdır. Bu durum bazen çok önem kazanabilir. Meselâ, "az gelişmiş ülkelere yardım edilmesi" konusunda bir karar alındığım düşünelim. Burada "az gelişmiş" sözünden neyin anlaşılması gerektiğinin de ortaya koyulması gerekir. Ancak bu şekilde söz konusu karan uygulama imkânı bulunabilir, öyleyse düşüncenin bir elbisesinden başka birşey olmayan ve onun iletilmesinde bir vasıta olan dili ona uygun kılmak gerekir. Başka bir ifade ile Aristoteles'e göre, varlık ile düşünce arasında doğmuş olan özdeşliğin düşünce ile dil arasında da sağlanması zorunludur.
Burada insanın aklına şu soru takılıyor: Acaba, fiili anlaşma için dil sisteminin aksaklıklarının giderilmesinde ve terimlerinin delâlet ettiği anlamlarda insanların birleştiği bir dil sistemi ile, ideal bir iletişim modelinin inşasında felsefenin katkısı ne olabilir?
Hemen belirtelim ki, felsefe bir takım önermeler kümesidir. Doğru veya yanlış diye nitelendirdiğimiz bu önermeler, daima bir semboller sistemi olan dile bürünmüş olarak ortaya çıktığından, felsefe ile dilin sıkı bir ilişkisi söz konusudur. Öte yandan felsefenin amacı, eşya hakkında sağlam ve güvenilir bilgi sağlamaktır. O halde felsefe, bir yandan hakikatin bilgisine ulaşmak için bir takım prensipler vaz ederken, öte yandan, bunları dile getirmede, dilde karşılaşılan güçlükleri aşmak ve örtülü anlamların aydınlatılmasına çare bulmak zorundadır, öyleyse felsefenin görevi, yalnız bir takım önermeler ortaya koymak değil, aynı zamanda bunları aydınlatmak olmalıdır.
Felsefenin bu konuda yapacağı şey, kavramların yerine geçerek onların temsilcisi olan terimler», yanlış anlama gelmemeleri ve. anlamı tam olarak yansıtmaları için hangi durumda bulunmalıdırlar? sorusunu cevaplamaktır. Bunun için en iyi çare isimleri tanımlamaktır. Bu hem yararlı, hem de zorunludur. Ancak, isimlerin tanımının şeylerin tanımı demek olmadığım da belirtmek yerinde olur. O şekilde ki, tabiî dilde var olan sesler, biç bir anlamlan yokmuş gibi farzedilip, kendileriyle temsil edilmesi istenen fikirler onlara bağlanarak adetâ yeni bir dil kurulmalıdır. Söz konusu sesler bir anlama bağlanırken, kendilerine tatbik edilmek istenen fikir, asla çift anlamlı olmayan diğer basit kelimelerle belirtilmelidir.
Meselâ, birçok anlamda kullanılmış olmasını gözönüne alarak "Ruh" kelimesinin kullanımında anlam kargaşasından kurtarmak için, bu kelimeyi sanki hiç anlamı yokmuş gibi ele alıp "ruh" ile insanda bulunan düşüncenin prensibini adlandırıyorum" diyerek, onu yalnız bu anlama tatbik etmek, ona bir tanım vermektir. Bu tanım bir ad tanımıdır.
Ad tanımlan, terimlerin anlamını tesbit ve tahsis etmek hususunda uzlaşımlar olup bunu bazı filozofların bahsettiği, kendi etimolojisine veya bir dildeki sıradan kullanışına göre bir kelimenin delâlet ettiği şeyin açıklanmasını hedef alan tanımlarla da karıştırmamağa dikkat etmek gerekir. Çünkü Lugât tanımları şeylerin tanımlarına benzer. Burada kelime, tanımlanmak istenen bir şeydir, bir tecrübe hadisesidir. Lugatçımn gayreti kelimenin dildeki kullanımını tesbit edip ortaya koymaktır. Bir kelimenin kullanılmakta olan ve kabul edilmiş olan anlamı coğrafî ve tarihî bir hâdisedir. Halbuki, adsal tanımda tam aksine kelimenin yalnız hususî kullanılışı söz konusudur. Tanımı veren, söz konusu sese bağladığı kendi fikrinin en iyi şekilde anlaşılması için, başkalarının da onu aynı anlama alıp-almayacaklarından kaygıya düşmeyecek bir şekilde tanımlamaya dikkat eder.
Ad tanımlan prensip olarak koyulurlar ve kesinlikle bir nesneyi göstermezler. O halde, nesne tanımına uygun düşecek şeyin, adsal tanıma izafe edilmemesi gerekir. Bununla beraber, kelimeleri, açık bir şekilde belirlenmiş olan bazı fikirlere delâlette sabit kılmak için adsal tanımlardan yeterince yararlanmalı ve kelimeler kendi kanşıklıklan içinde terkedilmemelidirler.
Böylece günlük konuşmalarda bile sık sık rastlandığı gibi, birinin bir türlü, ötekinin başka türlü anlattığı kelimeler üzerinde yararsız tartışmalardan kaçınmak için, adsal tanımlar iyi anlaşılırsa, bu konuda büyük yararlar sağlarlar. Adsal tanımların amacma ulaşabilmesi için baa düşünceler ileri sürnülebilir: Bir kere, bütün kelimeleri tanımlamak zarureti yoktur. Başka bir ifade ile her kelimeyi tanımlamamak gerekir. Çünkü bu hem mümkün değildir, hem de bir faydası yoktur. Haklarında, aynı dili konuşan bütün insanların benzerlerinden ayrılan yönler ile tabiî olarak aynı fikre sahip oiduklan basit şeylerin tanımı yararsızdır. Çünkü adsal tanımın esas gayesi, kelimeyi açık ve ayırt edici bir fikre bağlamaktır.
Diğer taraftan kelimeleri tanımlarken bu kelimelere bağlamak istediğimiz fikri tâyin etmek için diğer kelimelere zarurî olarak ihtiyacımız olacaktır. Eğer her kelime tanımlanacak olursa bu bizi zincirlemeye götürecektir. O halde asla tanımlanamayan ilkel terimlerde durmak gerekir. Öyle görülüyor ki, çok tanım yapmak istemek, yeterince tanımlamamak kadar büyük hata olacaktır. Çünkü her iki durumda da tanımda bulunmaması gereken bir takım karışıklıklara düşülecektir. Şayet tanıma yeniden ilâve edilmesi gereken bir husus yoksa daha önce kabul edilmiş olan tanımların değiştirilmemesi gerekir. Zira kullanım önceden kabul ettiği taktirde, bir kelimeyi anlatmak daha kolaydır.
Dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da şudur: Bir kelimenin tanımlanması gerektiği zaman, kelimelerin sahip oiduklan anlamlardan büsbütün uzak mânâlar vermemek suretiyle kelimelerin kullanımına imkân nispetinde uygun düsülmelidir. Ancak, iki anlanüı kelimeleri, bu anlamlarının birinden tecrit ederek, sadece ötekine bağlamakla yetiniîmelidir. Gerekirse, ikinci anlam için bir başka terim ayrılabilir. Bu yeni bir kelime olabileceği gibi önceden dilde var olan bir kelime de olabilir. Böylece dile yeni bazı kelimelerin sokulması veya eldeki deyimlere daha farklı karşılıkların bulunması gibi işlemler de tanımlamanın kapsamına girer, çünkü hangi amaçla olursa olsun dile durmadan giren yeni kelimelerin ne maksatla kullanıldıklarının veya kullanılacaklarının şu veya bu şekilde belirtilmesi gerekir. Bir ifadenin tam olarak anlaşılmasını sağlayan her hangi bir işlem de bu ifadenin bir tanımı sayılmalıdır.
Bu şekilde bir kelimeyi tek bir fikre bağlamak, fiilîn kelime hazinesini arttırmaktan çok, kelimelerin anlamındaki örtüyü kaldırmayı hedef almaktadır. Görülüyor ki kullanıma bağlı olarak bir kelimenin hangi anlama delâlet ettiğinin izahı, insanların bir takım seslere bağlamakta mutabık kaldıkları anlamların açıklanmasından başka bir şey olmayan lugatlan oluşturan şeyler olmaları sebebiyle, her ne kadar dilcilerin sahası gibi görünüyorsa da hükümlerimizin hatasız olması ve bunların dil aracılığı ile aynı şekilde zihinlere aktarılabilmesi için, bu konuda felsefeciler son derece önemli mülahazalar ileri sürmektedirler.
Şöyleki, insanlar çoğu kez, kelimelerin her delâletini dikkate almazlar. Halbuki, kelimeler ekseriya göründüklerinden daha fazla anlama sahip oldukları halde, kullanımda onların zihinde meydana getirdikleri her intiba temsil ve tasvir edilmez. Hatta bir kelimenin özel anlamı olarak görünen fikir dahi, ikinci derecede denilebilecek diğer bir çok fikri ortaya çıkartır. Zihin onların izlenimini edinse bile yine de o fikirlere dikkat edilmez. Meselâ, birisine "sen yalan söylüyorsun" denildiği zaman, bu söz, söz konusu olan konu hakkında ilk fikri delâleti açısından "bunun böyle olmadığını sen de biliyorsun" demekten başka bir şey değildir. Fakat "yalan söylüyorsun" sözü ona delâletin ötesinde kullanımda bir hakaret, bir küçük düşürme fikri taşır. Bundan da, bu sözü söyleyenin muhatabına hakaret etmekten endişe duymadığı fikrine rahatlıkla gidilebilir.
İşte bu ikinci derecedeki fikirler, bazen ortak bir kullanım vasıtası ile kelimelere bağlanmış değillerdir. Felsefeye düşen kelimelerin çeşitli delâletleri üzerinde durarak yetkin bir anlam analizi ile bu tür önermelerin denetlenebilir hale sokulmasını sağlamaktır. Kuşkusuz bütün bunlar felsefenin amacı değildir. Felsefenin tek amacı sağlam ve güvenilir bilgiyi yakalamaktır. Bu amaca ulaşmak için geliştirilen metodun çatlaklarım kapatmak yolunda sarfedilen gayretler de elbette felsefenin dışında kalamaz.
Her ne kadar felsefe bunları kendisi için yapıyor görünse de, özellikle adsal tanımlar konusunda ortaya koyulan düşüncelerden iletişim konularında da azamî ölçüde istifade edilebilir. İnanıyoruz ki en yetkin tanım felsefe çerçevesinde yapılan tanımdır. Dil anlamın bir elbisesi ise bunun gerçek terzisi felsefe olmalıdır.
İnsan, kendi cinsi içindeki diğer duygululardan "akıllı-düşünen-canlı" olmasıyla aynlır. Hâlbuki, düşünme ile dil arasında sıkı ve içten bir ilişki vardır. Bugün için hernekadar "kavram", "kelime", "kapsam", "anlam" vb. konularda ortak tanımlara varılamamışsa da, kelimelerin düşünme ile olan bağlılığı, dilin zihinle ilgili yönü, eski Hint düşünürlerinden günümüz düşünürleri ve dil bilimcilerine kadar birçok kişiyi ilgilendirmiştir. Zira düşünme, eşyanın zihindeki etkileri sonucu meydana gelen bir olay ise, ağızdan çıkan kelimeler onun yerine geçmiş birer sembol, zihindeki işlemi yansıtan birer işaret durumundadırlar. Aynı zamanda bu kelimeler, düşüncemiz üzerine de tesir ederler. Öyle anlaşılıyor ki, zahir» hayatımız "dil" üzerine oturtulmuştur.
Dil, insanla insan, insanla diğer var olan şeyler arasında birleştirici bir bağ kurar. Öyleki, insan olmak, dilin eseridir. İnsan ancak dili sayesinde insandır. Dil olmadan insanla hayvan arasındaki varhk-farkı ortadan kalkar. Dil olmadan insan, ne bilgi, teknik, sanat, felsefe... gibi üstün basanlara ulaşabilirdi, ne de Onun her türlü faaliyetleri, değer duygulan, hürriyeti... kendisi için bir anlam taşırdı. Çünkü bütün bunlar, toplum içerisinde fikir ve duyguların dil ile naklinden doğmuştur.
Dar anlamda yalnız günlük dil (tabiî dil - tarihsel dil), geniş anlamda her türlü tabiî veya yapma sembol sistemlerini kaplamı içine alan Dil'i, "her hangi bir zihin faaliyetinin açığa vurulmasına, dolayısıyla bir zihinden diğer zihne aktarılmasına yarayan bir işaretler sistemi" diye tanımlayabiliriz. Hemen ilâve edelim ki dil, bu kadar basit, bu kadar sade değildir. Aksine dil, çok çeşitli görevleri olan son derece ince ve karmaşık bir âlettir.
Leibniz dilin nitelikleri üzerinde dururken, dilin insan zihninin en iyi aynası olduğuna, kelimelerin anlamlarının tam bir analizinin aklın nasıl işlediğini herşeyden daha iyi gösterebileceğine işaret ediyor. Kelimelerin bir takım işaretler olduğunu, zihnin bu işaretlerle düşündüğünü, düşünürken de nesnelerin yerine bunları koyduğunu da belirtiyor, Leibniz'e göre bir milletin dilinin kelimelerinin açık ve anlaşılır olması, o milletin fertlerini üstün ve orijinal düşünmeye yetenekli kılar.
Her dilsel ifadenin, başka bir deyişle terimin bir anlamı vardır. Yâni her terim zihindeki bir kavrama delâlet eder. Terim ile kavram bir kâğıdın iki yüzü gibidir. Öyle ki, kavram zihinde uyandığı anda terim, terim duyulduğu anda da kavram zihinde uyanmaktadır. Kavramlar, objelerin zihindeki tasavvurları, şeylerin mahiyetlerinin zihindeki varlıkları olduğuna göre, bir terimin anlamı, bu terimin delâlet ettiği kavram, dolayısıyla bu kavramın gösterdiği obje veya objeler demektir. Öyle anlaşılıyor ki, kavram ile varak arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu doğrudan ilişki kavram ile dilsel ifade arasında da aynen mevcutur. Dilsel ifadenin varlıkla olan ilişkisi ise dolaylıdır.
İbn Sina'ya göre her şeyin hariçte, zihinde, dilde ve yazıda bir varlığı vardır. Yazı dile, dil de zihindeki varlığına delâlet eder. Bu ikisi "vaz"î delâlet" türündendir. Dolayısıyla bunlar toplumdan topluma değişir. Ancak bir şeyin zihindeki varlığının hâriçteki varlığı üzerine delâleti, "tabiî delâlet'tir. Bir şeyin zihindeki varlığı onun anlamıdır. İşte dildeki ifadelerin bu anlama delâleti uylaşım yoluyla olduğundan anlam ile dil arasında herzaman herhangi bir ilişki vardır.
İbn Sina'nın bu düşüncelerinden hareketle diyebiliriz ki, çeşitli dillerden aynı objeye delâlet eden terimlerin hepsi, teker teker dil birliğinden kimselerin zihninde aynı kavramı canlandırırlar. Aynı dili konuşan iki kişinin anlaşması,konuşanın kullandığı terimin dinleyenin zihninde aynı anlamı uyandırmasıyla gerçekleşir.
Böylece anlaşılıyor ki, iletişimin gerçekleşmesi büyük bir bölümüyle konuşan ile dinleyen arasındaki karşılıklı münasebete dayanır. İnsanî iletişimin en önemli vasıtası ise anlam iletmek için değişik biçimlerde söylenen ve yazılan, toplumun üzerinde anlaştığı kelimelerin oluşturduğu bir dildir. İletişimin en yaygın, en zengin biçimi dilde kelimeleri kullanmaktır. Anlam taşıyan ifadelerin başında önermeler gelir. Önermeler, en yüksek dereceden bağımsız olan bir anlam taşırlar. Ayrıca, önerme olmadığı halde tek basma anlam taşıyan ifadeler de vardır, ki, bunlar da bir hüküm ifade etmeyen sözler veya terimlerdir.
Halbuki, herhangi bir anlarmn bir zihinden bir başka ziline, her hangi bir yanlış anlamaya veya anlaşmazlığa yolaçmadan, üstelik tam istenildiği gibi aktarılmasını sağlayacak kadar yetkin bir dilin, söz dizimi kurallarının tek-biçimli, kelimelerinin tek-anlamlı ve belirli olması gerekir. Oysa günlük haberleşmede (iletişimde) kullandığımız doğal diller bu niteliklerden uzaktır. Doğal dillerin anlam ve söz dizimi kuralları büsbütün belirli ve tek-anlamlı olmaktan uzaktır.
Bu yüzden genellikle dili, herhangi bir niyetimizi olduğu gibi başkalarına iletmek amacıyla kullandığımız halde, bunda herzaman istediğimiz başarıya ulaşamayız. İnsanı başarısızlığa uğratan en önemli etkenler belirsizlikle çok - anlamlılıktır. Belirsizlik, insanın niyetini istediği gibi dile getirememesine, çok - anlamlılık ise niyetinin başkaları tarafından yanlış anlaşılmasına yol açar. Hele çok - anlamlılığın özel bir şekli olan kaypaklık büsbütün anlaşmazlıklara yol açar. Pragmatik çok- anlamlılık adı da verilen kaypaklık, görünüşte aynı dili kullananlardan bir kısmının, bazı ierimierin anlamını yöneten kurallar üzerinde uzlaşmaya yanaşmamalarından doğar.
İşte iletişimi büyük ölçüde aksatan doğal dillerin bu özellikleri, günlük konuşmalarımızda ve özellikle de yazılı bir metin içerisinde bizi fikir kargaşasına götürebilir. Binlerce yıl insanları birbirine düşüren tartışmaların kaynağı da bunlardır. Bu bakımdan diyaloglarda, anahtar terimi açıklığa kavuşturmak gerekir. Anlamı bir tek ve açık olmayan sesler kullanıldığında, bunların hangi anlamda kullanılmış olduklarının sınırlarım da çizmek lazımdır. Bu durum bazen çok önem kazanabilir. Meselâ, "az gelişmiş ülkelere yardım edilmesi" konusunda bir karar alındığım düşünelim. Burada "az gelişmiş" sözünden neyin anlaşılması gerektiğinin de ortaya koyulması gerekir. Ancak bu şekilde söz konusu karan uygulama imkânı bulunabilir, öyleyse düşüncenin bir elbisesinden başka birşey olmayan ve onun iletilmesinde bir vasıta olan dili ona uygun kılmak gerekir. Başka bir ifade ile Aristoteles'e göre, varlık ile düşünce arasında doğmuş olan özdeşliğin düşünce ile dil arasında da sağlanması zorunludur.
Burada insanın aklına şu soru takılıyor: Acaba, fiili anlaşma için dil sisteminin aksaklıklarının giderilmesinde ve terimlerinin delâlet ettiği anlamlarda insanların birleştiği bir dil sistemi ile, ideal bir iletişim modelinin inşasında felsefenin katkısı ne olabilir?
Hemen belirtelim ki, felsefe bir takım önermeler kümesidir. Doğru veya yanlış diye nitelendirdiğimiz bu önermeler, daima bir semboller sistemi olan dile bürünmüş olarak ortaya çıktığından, felsefe ile dilin sıkı bir ilişkisi söz konusudur. Öte yandan felsefenin amacı, eşya hakkında sağlam ve güvenilir bilgi sağlamaktır. O halde felsefe, bir yandan hakikatin bilgisine ulaşmak için bir takım prensipler vaz ederken, öte yandan, bunları dile getirmede, dilde karşılaşılan güçlükleri aşmak ve örtülü anlamların aydınlatılmasına çare bulmak zorundadır, öyleyse felsefenin görevi, yalnız bir takım önermeler ortaya koymak değil, aynı zamanda bunları aydınlatmak olmalıdır.
Felsefenin bu konuda yapacağı şey, kavramların yerine geçerek onların temsilcisi olan terimler», yanlış anlama gelmemeleri ve. anlamı tam olarak yansıtmaları için hangi durumda bulunmalıdırlar? sorusunu cevaplamaktır. Bunun için en iyi çare isimleri tanımlamaktır. Bu hem yararlı, hem de zorunludur. Ancak, isimlerin tanımının şeylerin tanımı demek olmadığım da belirtmek yerinde olur. O şekilde ki, tabiî dilde var olan sesler, biç bir anlamlan yokmuş gibi farzedilip, kendileriyle temsil edilmesi istenen fikirler onlara bağlanarak adetâ yeni bir dil kurulmalıdır. Söz konusu sesler bir anlama bağlanırken, kendilerine tatbik edilmek istenen fikir, asla çift anlamlı olmayan diğer basit kelimelerle belirtilmelidir.
Meselâ, birçok anlamda kullanılmış olmasını gözönüne alarak "Ruh" kelimesinin kullanımında anlam kargaşasından kurtarmak için, bu kelimeyi sanki hiç anlamı yokmuş gibi ele alıp "ruh" ile insanda bulunan düşüncenin prensibini adlandırıyorum" diyerek, onu yalnız bu anlama tatbik etmek, ona bir tanım vermektir. Bu tanım bir ad tanımıdır.
Ad tanımlan, terimlerin anlamını tesbit ve tahsis etmek hususunda uzlaşımlar olup bunu bazı filozofların bahsettiği, kendi etimolojisine veya bir dildeki sıradan kullanışına göre bir kelimenin delâlet ettiği şeyin açıklanmasını hedef alan tanımlarla da karıştırmamağa dikkat etmek gerekir. Çünkü Lugât tanımları şeylerin tanımlarına benzer. Burada kelime, tanımlanmak istenen bir şeydir, bir tecrübe hadisesidir. Lugatçımn gayreti kelimenin dildeki kullanımını tesbit edip ortaya koymaktır. Bir kelimenin kullanılmakta olan ve kabul edilmiş olan anlamı coğrafî ve tarihî bir hâdisedir. Halbuki, adsal tanımda tam aksine kelimenin yalnız hususî kullanılışı söz konusudur. Tanımı veren, söz konusu sese bağladığı kendi fikrinin en iyi şekilde anlaşılması için, başkalarının da onu aynı anlama alıp-almayacaklarından kaygıya düşmeyecek bir şekilde tanımlamaya dikkat eder.
Ad tanımlan prensip olarak koyulurlar ve kesinlikle bir nesneyi göstermezler. O halde, nesne tanımına uygun düşecek şeyin, adsal tanıma izafe edilmemesi gerekir. Bununla beraber, kelimeleri, açık bir şekilde belirlenmiş olan bazı fikirlere delâlette sabit kılmak için adsal tanımlardan yeterince yararlanmalı ve kelimeler kendi kanşıklıklan içinde terkedilmemelidirler.
Böylece günlük konuşmalarda bile sık sık rastlandığı gibi, birinin bir türlü, ötekinin başka türlü anlattığı kelimeler üzerinde yararsız tartışmalardan kaçınmak için, adsal tanımlar iyi anlaşılırsa, bu konuda büyük yararlar sağlarlar. Adsal tanımların amacma ulaşabilmesi için baa düşünceler ileri sürnülebilir: Bir kere, bütün kelimeleri tanımlamak zarureti yoktur. Başka bir ifade ile her kelimeyi tanımlamamak gerekir. Çünkü bu hem mümkün değildir, hem de bir faydası yoktur. Haklarında, aynı dili konuşan bütün insanların benzerlerinden ayrılan yönler ile tabiî olarak aynı fikre sahip oiduklan basit şeylerin tanımı yararsızdır. Çünkü adsal tanımın esas gayesi, kelimeyi açık ve ayırt edici bir fikre bağlamaktır.
Diğer taraftan kelimeleri tanımlarken bu kelimelere bağlamak istediğimiz fikri tâyin etmek için diğer kelimelere zarurî olarak ihtiyacımız olacaktır. Eğer her kelime tanımlanacak olursa bu bizi zincirlemeye götürecektir. O halde asla tanımlanamayan ilkel terimlerde durmak gerekir. Öyle görülüyor ki, çok tanım yapmak istemek, yeterince tanımlamamak kadar büyük hata olacaktır. Çünkü her iki durumda da tanımda bulunmaması gereken bir takım karışıklıklara düşülecektir. Şayet tanıma yeniden ilâve edilmesi gereken bir husus yoksa daha önce kabul edilmiş olan tanımların değiştirilmemesi gerekir. Zira kullanım önceden kabul ettiği taktirde, bir kelimeyi anlatmak daha kolaydır.
Dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da şudur: Bir kelimenin tanımlanması gerektiği zaman, kelimelerin sahip oiduklan anlamlardan büsbütün uzak mânâlar vermemek suretiyle kelimelerin kullanımına imkân nispetinde uygun düsülmelidir. Ancak, iki anlanüı kelimeleri, bu anlamlarının birinden tecrit ederek, sadece ötekine bağlamakla yetiniîmelidir. Gerekirse, ikinci anlam için bir başka terim ayrılabilir. Bu yeni bir kelime olabileceği gibi önceden dilde var olan bir kelime de olabilir. Böylece dile yeni bazı kelimelerin sokulması veya eldeki deyimlere daha farklı karşılıkların bulunması gibi işlemler de tanımlamanın kapsamına girer, çünkü hangi amaçla olursa olsun dile durmadan giren yeni kelimelerin ne maksatla kullanıldıklarının veya kullanılacaklarının şu veya bu şekilde belirtilmesi gerekir. Bir ifadenin tam olarak anlaşılmasını sağlayan her hangi bir işlem de bu ifadenin bir tanımı sayılmalıdır.
Bu şekilde bir kelimeyi tek bir fikre bağlamak, fiilîn kelime hazinesini arttırmaktan çok, kelimelerin anlamındaki örtüyü kaldırmayı hedef almaktadır. Görülüyor ki kullanıma bağlı olarak bir kelimenin hangi anlama delâlet ettiğinin izahı, insanların bir takım seslere bağlamakta mutabık kaldıkları anlamların açıklanmasından başka bir şey olmayan lugatlan oluşturan şeyler olmaları sebebiyle, her ne kadar dilcilerin sahası gibi görünüyorsa da hükümlerimizin hatasız olması ve bunların dil aracılığı ile aynı şekilde zihinlere aktarılabilmesi için, bu konuda felsefeciler son derece önemli mülahazalar ileri sürmektedirler.
Şöyleki, insanlar çoğu kez, kelimelerin her delâletini dikkate almazlar. Halbuki, kelimeler ekseriya göründüklerinden daha fazla anlama sahip oldukları halde, kullanımda onların zihinde meydana getirdikleri her intiba temsil ve tasvir edilmez. Hatta bir kelimenin özel anlamı olarak görünen fikir dahi, ikinci derecede denilebilecek diğer bir çok fikri ortaya çıkartır. Zihin onların izlenimini edinse bile yine de o fikirlere dikkat edilmez. Meselâ, birisine "sen yalan söylüyorsun" denildiği zaman, bu söz, söz konusu olan konu hakkında ilk fikri delâleti açısından "bunun böyle olmadığını sen de biliyorsun" demekten başka bir şey değildir. Fakat "yalan söylüyorsun" sözü ona delâletin ötesinde kullanımda bir hakaret, bir küçük düşürme fikri taşır. Bundan da, bu sözü söyleyenin muhatabına hakaret etmekten endişe duymadığı fikrine rahatlıkla gidilebilir.
İşte bu ikinci derecedeki fikirler, bazen ortak bir kullanım vasıtası ile kelimelere bağlanmış değillerdir. Felsefeye düşen kelimelerin çeşitli delâletleri üzerinde durarak yetkin bir anlam analizi ile bu tür önermelerin denetlenebilir hale sokulmasını sağlamaktır. Kuşkusuz bütün bunlar felsefenin amacı değildir. Felsefenin tek amacı sağlam ve güvenilir bilgiyi yakalamaktır. Bu amaca ulaşmak için geliştirilen metodun çatlaklarım kapatmak yolunda sarfedilen gayretler de elbette felsefenin dışında kalamaz.
Her ne kadar felsefe bunları kendisi için yapıyor görünse de, özellikle adsal tanımlar konusunda ortaya koyulan düşüncelerden iletişim konularında da azamî ölçüde istifade edilebilir. İnanıyoruz ki en yetkin tanım felsefe çerçevesinde yapılan tanımdır. Dil anlamın bir elbisesi ise bunun gerçek terzisi felsefe olmalıdır.
2 Yorumlar
Merhaba;
Google Reader aracılığıyla yazılarınızı takip ediyorum. Muhteşem bir web sayfası hazırlamışsınız. Fakat yazılardaki yazım (harf, kelime) ve noktalama hataları nedeniyle bazen cümlelerin anlamlarında farklılıklar olmaktadır. Yazılarınızın yayımlanmadan önce tekrar gözden geçirmenizi öneririm. Bu konuda elimden gelen yardımı yapmaya da hazır olduğumu belirtmek isterim.
Saygılarımla...
engin tüzün
sayın Engin Tüzün uyarınız için teşekkür ederim. Daha dikkatli olacagımdan emin olabilirsiniz.
saygılarımla...
filozzoff