Husserl’in Felsefesinde Doğal Tavrın Gerekliliği: Fenomenolojik Dndirgeme ve Özel Dil Üzerine Tartışma
|
Özet
Husserl’in erken dönem felsefesinde önemli bir yer tutan ve fenomenolojik indirgemenin temeline koyduğu doğal tavrın varlığı, indirgemenin özel dil olmadığının en önemli kanıtlarından biridir. Bu yazı, Husserl’in fenomenolojik indirgemesinin her ne kadarda indirgemenin objesi diğer öznelere kapalı olsa da, bir özel dil oluşturmak anlamına gelmediğini savunmaktadır. Konuştuğumuz ve düşünmek için kullandığımız dil bize doğal tavır tarafından verilmektedir. Dile sahip olmayan bir özne fenomenolojik indirgeme yapamaz çünkü indirgemenin dayandığı algılama ve refleksiyon için doğal tavır ve bir dile ihtiyaç vardır.
1. Doğal Tavır Kavramı ve Fenomenolojik İndirgeme
Doğal tavır kavramı Husserl’in erken dönem fenomenoloji anlayışında çok önemli yer tutan bir kavramdır. Husserl bu kavramı felsefesinin temeline koyarak, fenomenolojik indirgemesinin başlangıç noktası olarak kullanmıştır. İnsan olarak bizler yaşama doğal tavrın bize vermiş olduğu bakış açısından bakmaktayız. Yargıda bulunma, hayal etmek, hissetmek gibi bir takım zihinsel faaliyetlerin temelinde doğal tavrın bize vermiş olduğu şeyler vardır.
Husserl’e göre, ben kendimi bu dünyanın bir parçası, bir üyesi olarak bulmaktayım. Onun varlığının farkındayım. Husserl Ideas adlı eserinde bu konuyu şöyle açıklamaktadır: Ben kendimi, uzayda ve sonsuzlukta uzanmakta olan ve zaman içinde benden önce var olmuş ve sonrada var olmaya devam edecek olan bir dünyanın farkında olarak buluyorum. Onun fakındayım, çünkü onu hemen karşımda olarak keşfediyorum, onu deneyimliyorum. Görmek, dokunmak, işitmek gibi farklı algılama biçimleriyle ben farkında olsam da olmasam da benim için varolan nesnelerin mekanda nasıl dağıldığını biliyorum (Husserl 1962: 91).
Husserl’e göre, kendimi içinde bulduğum bu dünya, ben ona dikkat göstersem de göstermesem de doğal tavırla bana verilmiş durumdadır. Ben ve diğer nesneler bu verilmiş olan dünyanın birer üyesi durumundayız. Dünyanın gerçekliği ben ona dikkat etmesem de devam etmektedir. Verilmiş olan bu dünyadaki nesnelerin varlığı benim algılama alanım içinde olma zorunluluğu yoktur. Dçinde bulunduğum şu odanın dışının her ne kadarda ben algılamasam da ve odanın içinde bulunduğu binanın (ben algılamasam da) var olduğu doğal tavrın bize verdiği fikirlerden biridir.
Husserl doğal tavrın bana neler sağladığını anlatmaya devam ederken benim ile dünya arasındaki ilişkinin nasıl olduğunu anlatır (a.e., 92). Doğal tavırla bizi kuşatan çevre ve o çevre içindeki objelerle olan ilişki bize verilmektedir. Onların biz farkında olsak da olmasak da ya da bizim algılamamızdan bağımsız olarak da varlıklarına devam edecekleri fikri doğal tavırla bize verilmektedir. Doğal tavır bu dünya ve içindeki nesnelerin varlıkları hakkında bize fikir vermenin yanında benim gibi diğer öznelerin varlıkları hakkında da fikir vermektedir. Husserl’e göre ben kendimi diğer öznelerle ilişki içinde bulmaktayım. Doğal tavır, diğer özneler de benimle objektif olarak bir ve aynı dünyayı paylaşmakta olduğunu verir. Benim sahip olduğum bütün özelliklere diğer özneler de sahiptirler.
Husserl fenomenolojik indirgemeyi aşamalı bir yöntem olarak ortaya koymaktadır. Doğal tavırdan sonra indirgeme süreci ayraca alma işlemiyle devam eder. Doğal tavır ve doğal tavrın bize sunmuş olduğu şeylerden şüphe etmek gerektiğini söylemektedir. Ancak Husserl, ayraca alma (bracketing) işlemini Descartes’in şüpheciliğinden çekip çıkardığını, ve bize doğal tavırla verilmiş olan bütün varlık koyucu ilkelerden çekinme (Radical alteration of the Natural Thesis, abstantion) biçimine soktuğunu söylemektedir. Yani ayraca alma işlemi ne Descartes’in gibi bir şüphecilik ne de dünya hakkında bilginin imkansızlığı iddia eden evrensel bir şüpheciliktir. (a.e., 97).
Husserl’in, doğal tavrın bize vermiş olduğu zaman ve mekan içinde yer alan nesnelerle ilgili varlık koyucu ifadelerin kesintiye uğratılması veya askıya alınması diye tanımladığı ayraca alma işlemi, doğal tavrın genel varsayımını değiştirmek anlamına geliyor. Doğal tavrı ve bize ondan gelen bilgilerin terk edilmesi anlamına gelmemektedir. Ayraca alma işlemi doğal tavrı devre dışı bırakmaktır (Disconnexion). Dünya ile ilgili her türlü yargımızın ontolojik kategorisinin değişmesi anlamını taşımaktadır. Ayraca alınma işleminden sonra yargılarımız, paranteze alınmış yargılar haline almaktadır. Yani, bütün varlık koyucu yargıların ontolojik karşılıkları ayraca alınarak (bracketing), devre dışı bırakılmaktadır (put out of action) (a.e., 99). Buradaki en önemli nokta ise, ayraca alınan şey yok olmaması, aksine yeni bir değer kazanmasıdır. Varlık ve gerçeklik hakkında ayraca alınan bütün sorular oldukları yerde bırakılıp, bunlarla ilgili hangisi gerçek hangisi değil sorusu sorulmaktan vazgeçilmektedir.
Fenomonolojik indirgemede yöntemsel araç bir araç olan fenomenolojik epokhe, Husserl’e göre, bize doğal tavır tarafından verilmiş olan bütün varlık koyucu yargılardan kaçınmanın yanında bu dünyadaki nesnelerin özlerini kavramak için olanak sağlamaktadır. Bize verilmiş olan bilginin özünde herhangi bir değişiklik yapmadan, sadece doğal tavırla verilen yargıların ontolojik kategorilerini değişikliğe uğratmakta ve onlara yeni değerler vermekteyiz. Kısacası, epokhe durumu doğal tavrın verdiği genel yargıları ayraca alma sürecinde ortaya çıkmaktadır.
Fenomenolojik epokheye kadar, kendimi bir parçası olarak bulduğum nesneler dünyasında yaşamımı doğal tavrın bana verdikleriyle devam ettiriyordum. Fenomenolojik epokheyle artık bütün bu yargılar ayraç içine alınmış olacak olmasına rağmen, nesneleri algılamamda daha doğrusu onların bana görünme biçimlerinde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Epokhe işlemini yaparken bu dünyaya ait olan bir tavrımı değiştirip, onunla ilgili yargılarımı askıya almaktayım.
Fenomenolojik epokhe kesinlikle dış dünyanın varlığının reddi değildir. Epokhe sadece, zaman ve mekanla ilgili herhangi bir varlık iddiası içeren her türlü yargıdan kararlıkla kaçınmak anlamına gelmektedir Husserl’e göre. Biz dünya ile ilgili bildiğimiz şeyleri değil, sadece doğal tavrın bize vermiş olduğu yargıları terk etmekteyiz. Yani, doğal tavrın bize vermiş olduğu bilgiler terk edilmeden, ayraca alınıp devre dışı bırakılmaktadır. Bizim düşünebileceğimiz ve bu dünya ile ilgili her türlü yargı fenomenolojik epokheyle ayraca alınmaktadır.
Husserl, fenomenolojik indirgemesini epokheden sonra kalan nedir sorusuyla anlatmaya devam etmektedir. “Düşün özne olarak benimle ve içinde yaşadığım dünya ile ilgili olan bütün yargılar ayraca alındıktan sonra geri kalan nedir?” (a.e., 101) Bu soru Husserl’in fenomenolojiyi bir öz bilimi olarak ortaya atmasını sağlayan sorudur.
Fenomenolojik epokheden sonra ortaya çıkan kalıntı varlık iddiaları devre dışı bırakılmış görüngüler dizisi midir? Husserl bu soruya hayır diye cevap vermektedir. “bilincin kendisi fenomenolojik epokheden etkilenmeyen doğasıyla kendi varlığına sahiptir. Bu nedenledir ki, o fenomenolojik kalıntı, prensipte biricik varlık alanı olarak ortaya çıkar ve gerçekte yeni bir bilim alanı yani fenomenoloji bilimi olarak ortaya çıkar” (a.e., 102).
Daha öncede ifade ettiğimiz üzere, Husserl fenomenolojik indirgemeyi aşamalı olarak kurgulamıştır. Husserl’e göre, fenomenolojik indirgeme yöntemi, ayraca almanın değişik aşamalarından sonra belirgin özelliği daha önce tanımlanmamış olmak olan yeni bir varlık alanı oluşturmayı amaçlamaktadır. Ego, bilinç ve yaşantı, doğal tavırla bize verilmiş olan ve başlangıç noktası olarak kabul edilebilecek şeylerdir.
Husserl bilinç hakkında konuşurken, bilincin en temel özelliğinin bir şeyin bilincinde olmak (Consciousness of something) anlamına geldiğini söylemektedir. Bilincin doğasını ortaya çıkarmayı amaçlıyorsak, bilinç üzerine konuşmaya kartezyen cogitodan başlanabilir. Husserl’e göre, insan olarak hepimiz algılamak, hatırlamak, hayal kurmak, değerlendirmek, yargılamak, istemek, arzulamak gibi Egonun deneyimleri olan faaliyetleri yapmaktayız.
Bilinç, bir şeyin bilincinde olmaktır. Husserl bunu açıklamak için bir kağıdın algısını örnek olarak veriyor. Önümde duran kağıda dokunuyorum, onu görüyorum. Karanlık bir odada olmam nedeniyle, bana algıda kağıtla ilgili verinler, onun tam anlamıyla algısı olamaz. Oluşan şey kağıdın belli bir perspektiften alınmış olan kağıt fikridir. Husserl’e göre, bilinçlilik deneyimi dediğimiz şey, deneyim akışından oluşan ve kendine ait somut tamlık ve bütünlük taşıyan deneyimdir.
Bilinç yaşantısının en temel özelliği, bilinçte bir birliğin var olmasıdır. Kağıdı algılamak için ona doğru döndüğümde, kağıda karşı açık bir farkındalık sergilemekteyim. Onu onunla ilgili diğer deneyimlerimin oluşturduğu bir alt yapıda bir bütünlükle kavrıyorum. Husserl, bilincin algı, kavrama ve refleksiyon gibi bazı edimlerinin olduğunu ve bu edimlerin fenomenolojide çok önemli yer tuttuklarını belirtmiştir. Algıdaki birlikteliği ve yönelmişliği açıklamada bu kavramları kullanmaktadır.
Buraya kadar anlattığım kavramlar, fenomenolojide çok tartışılan ve can alıcı kavramlar olsalar da, amacım fenomenolojinin kavramlarını irdelemek olmadığından, kavramları tanıtmakla yetiniyorum. Bu tavrımın, Husserl’den sonra fenomenolojiye yapılmış yada yapılabilecek katkıların önlediği eleştirisi getirilebilir ancak buradaki amacım temel kavramlara bir bakış sağlamaktır.
2. Algının Önemi ve Algının Refleksiyonla İlişkisi
Yönelmişlik kavramı, Husserl’e göre, bütün zihinsel edimlerin vazgeçilmez bir özelliğidir, ve bir yöne doğru olmayı ifade eder. Yani, zihinsel faaliyetin çeşidi ne olursa olsun, bir şeye doğrudur. Mesela, algıda, bir şey algılanır, kurgulamada, bir şey kurgulanmaktadır ve bu şekilde devam eder. Bilinç daha öncede belirttiğimiz üzere yönelmişlik içermektedir çünkü her bilinç içeriği, bir şeyin bilincinde olmaktır.
Husserl’e göre, düşünce olarak algının somut gerçek doğası görüngüler dünyasının bütününe aşkın durumdadır. “Bütün fiziği ve teorik düşünce alanını kapattık. Algılama dahil olmak üzere, yalın sezginin ve onu içeren sentezle devam etmekteyiz. Sezgi ve sezilen şey, algı ve algılanan şey, birbirleriyle aslen ilişkili olmalarına rağmen, prensipte ve gerçek bir zorunluluk olmadan ve esasen bir ve birleşiklerdir” (a.e., 117).
Husserl’in erken dönem felsefesinde önemli bir yer tutan ve fenomenolojik indirgemenin temeline koyduğu doğal tavrın varlığı, indirgemenin özel dil olmadığının en önemli kanıtlarından biridir. Bu yazı, Husserl’in fenomenolojik indirgemesinin her ne kadarda indirgemenin objesi diğer öznelere kapalı olsa da, bir özel dil oluşturmak anlamına gelmediğini savunmaktadır. Konuştuğumuz ve düşünmek için kullandığımız dil bize doğal tavır tarafından verilmektedir. Dile sahip olmayan bir özne fenomenolojik indirgeme yapamaz çünkü indirgemenin dayandığı algılama ve refleksiyon için doğal tavır ve bir dile ihtiyaç vardır.
1. Doğal Tavır Kavramı ve Fenomenolojik İndirgeme
Doğal tavır kavramı Husserl’in erken dönem fenomenoloji anlayışında çok önemli yer tutan bir kavramdır. Husserl bu kavramı felsefesinin temeline koyarak, fenomenolojik indirgemesinin başlangıç noktası olarak kullanmıştır. İnsan olarak bizler yaşama doğal tavrın bize vermiş olduğu bakış açısından bakmaktayız. Yargıda bulunma, hayal etmek, hissetmek gibi bir takım zihinsel faaliyetlerin temelinde doğal tavrın bize vermiş olduğu şeyler vardır.
Husserl’e göre, ben kendimi bu dünyanın bir parçası, bir üyesi olarak bulmaktayım. Onun varlığının farkındayım. Husserl Ideas adlı eserinde bu konuyu şöyle açıklamaktadır: Ben kendimi, uzayda ve sonsuzlukta uzanmakta olan ve zaman içinde benden önce var olmuş ve sonrada var olmaya devam edecek olan bir dünyanın farkında olarak buluyorum. Onun fakındayım, çünkü onu hemen karşımda olarak keşfediyorum, onu deneyimliyorum. Görmek, dokunmak, işitmek gibi farklı algılama biçimleriyle ben farkında olsam da olmasam da benim için varolan nesnelerin mekanda nasıl dağıldığını biliyorum (Husserl 1962: 91).
Husserl’e göre, kendimi içinde bulduğum bu dünya, ben ona dikkat göstersem de göstermesem de doğal tavırla bana verilmiş durumdadır. Ben ve diğer nesneler bu verilmiş olan dünyanın birer üyesi durumundayız. Dünyanın gerçekliği ben ona dikkat etmesem de devam etmektedir. Verilmiş olan bu dünyadaki nesnelerin varlığı benim algılama alanım içinde olma zorunluluğu yoktur. Dçinde bulunduğum şu odanın dışının her ne kadarda ben algılamasam da ve odanın içinde bulunduğu binanın (ben algılamasam da) var olduğu doğal tavrın bize verdiği fikirlerden biridir.
Husserl doğal tavrın bana neler sağladığını anlatmaya devam ederken benim ile dünya arasındaki ilişkinin nasıl olduğunu anlatır (a.e., 92). Doğal tavırla bizi kuşatan çevre ve o çevre içindeki objelerle olan ilişki bize verilmektedir. Onların biz farkında olsak da olmasak da ya da bizim algılamamızdan bağımsız olarak da varlıklarına devam edecekleri fikri doğal tavırla bize verilmektedir. Doğal tavır bu dünya ve içindeki nesnelerin varlıkları hakkında bize fikir vermenin yanında benim gibi diğer öznelerin varlıkları hakkında da fikir vermektedir. Husserl’e göre ben kendimi diğer öznelerle ilişki içinde bulmaktayım. Doğal tavır, diğer özneler de benimle objektif olarak bir ve aynı dünyayı paylaşmakta olduğunu verir. Benim sahip olduğum bütün özelliklere diğer özneler de sahiptirler.
Husserl fenomenolojik indirgemeyi aşamalı bir yöntem olarak ortaya koymaktadır. Doğal tavırdan sonra indirgeme süreci ayraca alma işlemiyle devam eder. Doğal tavır ve doğal tavrın bize sunmuş olduğu şeylerden şüphe etmek gerektiğini söylemektedir. Ancak Husserl, ayraca alma (bracketing) işlemini Descartes’in şüpheciliğinden çekip çıkardığını, ve bize doğal tavırla verilmiş olan bütün varlık koyucu ilkelerden çekinme (Radical alteration of the Natural Thesis, abstantion) biçimine soktuğunu söylemektedir. Yani ayraca alma işlemi ne Descartes’in gibi bir şüphecilik ne de dünya hakkında bilginin imkansızlığı iddia eden evrensel bir şüpheciliktir. (a.e., 97).
Husserl’in, doğal tavrın bize vermiş olduğu zaman ve mekan içinde yer alan nesnelerle ilgili varlık koyucu ifadelerin kesintiye uğratılması veya askıya alınması diye tanımladığı ayraca alma işlemi, doğal tavrın genel varsayımını değiştirmek anlamına geliyor. Doğal tavrı ve bize ondan gelen bilgilerin terk edilmesi anlamına gelmemektedir. Ayraca alma işlemi doğal tavrı devre dışı bırakmaktır (Disconnexion). Dünya ile ilgili her türlü yargımızın ontolojik kategorisinin değişmesi anlamını taşımaktadır. Ayraca alınma işleminden sonra yargılarımız, paranteze alınmış yargılar haline almaktadır. Yani, bütün varlık koyucu yargıların ontolojik karşılıkları ayraca alınarak (bracketing), devre dışı bırakılmaktadır (put out of action) (a.e., 99). Buradaki en önemli nokta ise, ayraca alınan şey yok olmaması, aksine yeni bir değer kazanmasıdır. Varlık ve gerçeklik hakkında ayraca alınan bütün sorular oldukları yerde bırakılıp, bunlarla ilgili hangisi gerçek hangisi değil sorusu sorulmaktan vazgeçilmektedir.
Fenomonolojik indirgemede yöntemsel araç bir araç olan fenomenolojik epokhe, Husserl’e göre, bize doğal tavır tarafından verilmiş olan bütün varlık koyucu yargılardan kaçınmanın yanında bu dünyadaki nesnelerin özlerini kavramak için olanak sağlamaktadır. Bize verilmiş olan bilginin özünde herhangi bir değişiklik yapmadan, sadece doğal tavırla verilen yargıların ontolojik kategorilerini değişikliğe uğratmakta ve onlara yeni değerler vermekteyiz. Kısacası, epokhe durumu doğal tavrın verdiği genel yargıları ayraca alma sürecinde ortaya çıkmaktadır.
Fenomenolojik epokheye kadar, kendimi bir parçası olarak bulduğum nesneler dünyasında yaşamımı doğal tavrın bana verdikleriyle devam ettiriyordum. Fenomenolojik epokheyle artık bütün bu yargılar ayraç içine alınmış olacak olmasına rağmen, nesneleri algılamamda daha doğrusu onların bana görünme biçimlerinde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Epokhe işlemini yaparken bu dünyaya ait olan bir tavrımı değiştirip, onunla ilgili yargılarımı askıya almaktayım.
Fenomenolojik epokhe kesinlikle dış dünyanın varlığının reddi değildir. Epokhe sadece, zaman ve mekanla ilgili herhangi bir varlık iddiası içeren her türlü yargıdan kararlıkla kaçınmak anlamına gelmektedir Husserl’e göre. Biz dünya ile ilgili bildiğimiz şeyleri değil, sadece doğal tavrın bize vermiş olduğu yargıları terk etmekteyiz. Yani, doğal tavrın bize vermiş olduğu bilgiler terk edilmeden, ayraca alınıp devre dışı bırakılmaktadır. Bizim düşünebileceğimiz ve bu dünya ile ilgili her türlü yargı fenomenolojik epokheyle ayraca alınmaktadır.
Husserl, fenomenolojik indirgemesini epokheden sonra kalan nedir sorusuyla anlatmaya devam etmektedir. “Düşün özne olarak benimle ve içinde yaşadığım dünya ile ilgili olan bütün yargılar ayraca alındıktan sonra geri kalan nedir?” (a.e., 101) Bu soru Husserl’in fenomenolojiyi bir öz bilimi olarak ortaya atmasını sağlayan sorudur.
Fenomenolojik epokheden sonra ortaya çıkan kalıntı varlık iddiaları devre dışı bırakılmış görüngüler dizisi midir? Husserl bu soruya hayır diye cevap vermektedir. “bilincin kendisi fenomenolojik epokheden etkilenmeyen doğasıyla kendi varlığına sahiptir. Bu nedenledir ki, o fenomenolojik kalıntı, prensipte biricik varlık alanı olarak ortaya çıkar ve gerçekte yeni bir bilim alanı yani fenomenoloji bilimi olarak ortaya çıkar” (a.e., 102).
Daha öncede ifade ettiğimiz üzere, Husserl fenomenolojik indirgemeyi aşamalı olarak kurgulamıştır. Husserl’e göre, fenomenolojik indirgeme yöntemi, ayraca almanın değişik aşamalarından sonra belirgin özelliği daha önce tanımlanmamış olmak olan yeni bir varlık alanı oluşturmayı amaçlamaktadır. Ego, bilinç ve yaşantı, doğal tavırla bize verilmiş olan ve başlangıç noktası olarak kabul edilebilecek şeylerdir.
Husserl bilinç hakkında konuşurken, bilincin en temel özelliğinin bir şeyin bilincinde olmak (Consciousness of something) anlamına geldiğini söylemektedir. Bilincin doğasını ortaya çıkarmayı amaçlıyorsak, bilinç üzerine konuşmaya kartezyen cogitodan başlanabilir. Husserl’e göre, insan olarak hepimiz algılamak, hatırlamak, hayal kurmak, değerlendirmek, yargılamak, istemek, arzulamak gibi Egonun deneyimleri olan faaliyetleri yapmaktayız.
Bilinç, bir şeyin bilincinde olmaktır. Husserl bunu açıklamak için bir kağıdın algısını örnek olarak veriyor. Önümde duran kağıda dokunuyorum, onu görüyorum. Karanlık bir odada olmam nedeniyle, bana algıda kağıtla ilgili verinler, onun tam anlamıyla algısı olamaz. Oluşan şey kağıdın belli bir perspektiften alınmış olan kağıt fikridir. Husserl’e göre, bilinçlilik deneyimi dediğimiz şey, deneyim akışından oluşan ve kendine ait somut tamlık ve bütünlük taşıyan deneyimdir.
Bilinç yaşantısının en temel özelliği, bilinçte bir birliğin var olmasıdır. Kağıdı algılamak için ona doğru döndüğümde, kağıda karşı açık bir farkındalık sergilemekteyim. Onu onunla ilgili diğer deneyimlerimin oluşturduğu bir alt yapıda bir bütünlükle kavrıyorum. Husserl, bilincin algı, kavrama ve refleksiyon gibi bazı edimlerinin olduğunu ve bu edimlerin fenomenolojide çok önemli yer tuttuklarını belirtmiştir. Algıdaki birlikteliği ve yönelmişliği açıklamada bu kavramları kullanmaktadır.
Buraya kadar anlattığım kavramlar, fenomenolojide çok tartışılan ve can alıcı kavramlar olsalar da, amacım fenomenolojinin kavramlarını irdelemek olmadığından, kavramları tanıtmakla yetiniyorum. Bu tavrımın, Husserl’den sonra fenomenolojiye yapılmış yada yapılabilecek katkıların önlediği eleştirisi getirilebilir ancak buradaki amacım temel kavramlara bir bakış sağlamaktır.
2. Algının Önemi ve Algının Refleksiyonla İlişkisi
Yönelmişlik kavramı, Husserl’e göre, bütün zihinsel edimlerin vazgeçilmez bir özelliğidir, ve bir yöne doğru olmayı ifade eder. Yani, zihinsel faaliyetin çeşidi ne olursa olsun, bir şeye doğrudur. Mesela, algıda, bir şey algılanır, kurgulamada, bir şey kurgulanmaktadır ve bu şekilde devam eder. Bilinç daha öncede belirttiğimiz üzere yönelmişlik içermektedir çünkü her bilinç içeriği, bir şeyin bilincinde olmaktır.
Husserl’e göre, düşünce olarak algının somut gerçek doğası görüngüler dünyasının bütününe aşkın durumdadır. “Bütün fiziği ve teorik düşünce alanını kapattık. Algılama dahil olmak üzere, yalın sezginin ve onu içeren sentezle devam etmekteyiz. Sezgi ve sezilen şey, algı ve algılanan şey, birbirleriyle aslen ilişkili olmalarına rağmen, prensipte ve gerçek bir zorunluluk olmadan ve esasen bir ve birleşiklerdir” (a.e., 117).