Jaspers Felsefesinde Hakikat, İletişim ve Siyaset Arasındaki İlişkiler (...devam )
|
Jaspers’in bu ifadeleri, onun bakışını geleceğe çevirdiğini ve felsefenin sınırlarını çizdiğini göstermektedir. Ona göre, insanlığın “büyük, ortak ve tinsel bir tarihi” vardır. Bu ortaklığın temeli ampirik ve olgusal olarak atılmamıştır. İnsanlık, her şeyden önce felsefe içinde büyük bir fırsatı yakalayabilir (Jaspers 1958c: 385). “Dünya felsefesi idesi” insanlığın ortak olanaklarını, insana göstermek için ileri sürülmüş bir ifadedir. Jaspers, bu ifadeyi “Felsefenin Dünya Tarihi” adlı eserinde de kullanır. “Gelecek bir dünya felsefesi idesi kaçınılmazdır. Ama o evrensel bir varolanın sulandırılması içinde, Eskiçağın bir stoik felsefesinin doldurulmuş hayallerinde ya da günümüzdeki anglosaksoncu-pragmatist dilde gerçekleşmeyecektir. Dünya felsefesi idesi, yalnızca kendisini yeniden-aydınlatarak varolan bütün kökenleri gösteren, onlarla karşılaştıran bütünün açıklığında gerçekleşecektir” (Jaspers 1982b: 76).
Jaspers’e göre, “gelecek bir dünya felsefesi idesi” bütün insanlığın içinde yerini almış olan ve her bir felsefe yapışı içine alıp aydınlatacak bir zemin yaratmaktadır (Jaspers 1982b: 76). O, dünya felsefesinden değil, “dünya felsefesi idesi”nden söz etmekle, mevcut, halihazırda varolan bir şeyi değil, geleceğe ait bir niteliği belirtmektedir. Yazılarının hiçbir yerinde bu ideyi ayrıntılı olarak anlatmamıştır. Söz konusu olan, biçimleri ortada bir felsefe değil, gelecekte kendini gösterecek olan bir süreçtir. Bu ide, artık yalnızca Avrupa’yı değil, bütünlüğünde dünyayı içine alan bir içeriği anlatmaktadır. “Dünya felsefesi” sözcüğünde geçen “dünya”, idenin kapsadığı mekansal boyutu anlatmaktadır. Wisser’in yorumuyla, “açık ufuk” ve “evrensel iletişimle” sembolize edilen bir felsefi yapış olarak dünya felsefesi, “dünyanın birliğini” dikte etmeye çabalamaz (Wisser 1998: 69).
Jaspers’in erken tarihli felsefe çalışmalarının merkezinde kişinin varoluşu yer alıyordu. Özellikle Nazi döneminin yıkıcı etkilerinden sonra toplum olmadan kişinin yetersiz kalışı, akıl olmadan varoluşun boşlukta kalışı, başkaları da özgür değilse, kişinin de özgür olamayacağı düşünceleri kendisini göstermeye başlar. Varoluş artık dünyayla ilişkilidir. İki kişi arasında gerçekleşen varoluşsal iletişimden, akıl sahibi varlıkların toplumsallığına, varoluşsal ve politik özgürlüğün iç içe oluşuna doğru bir genişleme, dünyanın kendisinin gerçekliğin merkezine dönmesi kendini gösterir (Saner 1996: 104). Yeni bir felsefe yapış ödev olarak durmaktadır. Jaspers, yeni olanı şöyle anlatır: “Radikal değişen koşullar altında felsefe yapış için tinin yeni bir biçimi zorunludur. Bu felsefe kendini ilkin açıkça göstermeyerek oluşmaktadır. Çağımızı harekete geçirecek olan, ulaşılabilir eski, ebedi damarları yakalamak için yeni bir şeyin talebidir” (Jaspers Aktaran:Hans Saner 1996: 104).
Dünya felsefesi, Avrupa, dinsel, kültürel, ideolojik ve belirli bütün merkezli bakış açılarını aşmaktadır. Yeni bir çaba olan bu düşüncede, felsefe yapışın Batılı olmayan kökenlerine yönelme olanak olarak saklıdır. Dünya felsefesi, insanlık düşüncesinin ortak zeminine işaret etmekte ve geçmişte ya da şimdide varolan bütün felsefi düşüncelere kendini açmaktadır. Böylelikle bütün felsefi yapışlar bu ortak zeminde buluşmaktadır (Saner 1983: 49; Cesana 2000: 69-88). Bu felsefe, hakikat kavramı içinde oluşur. İnsanları birleştiren, özniteliğinde iletişim olan hakikat olduğuna göre, söz konusu olan yalnızca iki kişinin diyalogu değil, kamusal alanda iletişimdir. Kişinin kendisi kadar tüm dünya içinde kötülük olan yalan ve gücü isteme, iletişimin kesilmesiyle ortaya çıkar. Evrensel iletişim düşüncesiyle yeni bir düşünce ortaya koymaya çabalayan Jaspers, hakikatin kökenlerini herkese açmak, en üst düzeyde anlayışı olanaklı kılmak istemektedir. Bu açıdan bakıldığında onun felsefi mantık görüşünün yalnızca varoluş felsefesiyle sınırlanmadığı, bu mantığın iletişim temelinde dünya felsefesini de olanaklı kıldığını söylemek gerekir (Saner 1996: 106). Aklın olanaklı hale getirdiği “sınırlandırılamaz iletişim istemi”, herkes için hakikatin kökenini aramaya, kendi özgürlüğünü dönüştüren bilince dönmeye olanak yaratmaktadır. “Evrensel iletişim” ifadesi, her şeyden önce, dogmatik olabilen anlama yetisine karşı, iletişimsel aklı yaygınlaştırmaya ve dünyadaki tek tek kişilere özgürlüklerini kazanma olanağını göstermeye bir çağrı yapmaktadır. Hannah Arendt “Karl Jaspers: Dünya Vatandaşı” adlı yazısında, insanlığın felsefesini bir felsefeden ayıran ölçütün, kendisiyle konuşan insanın değil, birbirleriyle konuşan ve anlaşan insanlar olduğunu söyler (Arendt 1973: 414). Jaspers’in felsefesini, evrensel iletişim ve hakikat anlayışı insanlığın felsefesi haline getirmektedir dersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.
Jaspers’in insan anlayışı
Jaspers’in hakikat, iletişim ve siyaset kavramları arasında kurulabilecek en temel ilişki filozofun insan görüşünde yansımasını bulur. Bu yüzden çalışmamızın son bölümünü Jaspers’in insan görüşüne ayırdık. Hans Saner, Jaspers’in “insan nedir?” sorusuna yanıtının tek bir cümleyle verilemediğini, bu yanıtının onun tüm felsefesinin kendisi olduğunu söylerken haklıdır (Saner 2000: 11). Jaspers’de insanın ne olduğu ya da olabileceği, özgürlük anlayışında ele alınır. Felsefe de bu kavrayışa yönelen bir etkinliktir. Ona göre insandan, Varolma (Dasein) ve Olabilme (Varoluş) biçiminde bahsetmek olanaklıdır. Jaspers, Yeni Bir Hümanizmin Olanakları ve Koşulları Üzerine başlıklı yazısında “Gerçekten insan nedir?” ve “İnsan bugün hangi koşullar altında bulunuyor?” sorularını sorar (Jaspers 1993: 25). “İnsan nedir?” sorusunda o, insanın en geniş biçimde belirli tasarımlar içinde sınırlandırılmadan, olanaklarını nasıl bileceğimizi ele alır; çünkü ona göre, insanı dile getiren her tasarım onu belirli bir biçimde sınırlandıracaktır. Jaspers insan tasarımından değil, “insan olma yolu”ndan söz etmektedir (Jaspers 1951e: 263). “Bilinebilir” alanda insanın tüketilmesi, onun özgürlüğünün de nesnel bilgide kaybolması sonucunu doğurur. Fizyoloji biliminde insan, “beden olarak” nesne haline getirilir, psikolojide ise ruh, toplumbiliminde “toplumsal varlık” olarak ele alınır. Doğa ve tarihsel olarak insandan bahsedilir. Ancak, “o doğanın ve tarihin ürünü olarak tükenmeyeceğinin farkına varır. İnsan kendisi hakkında bilinenden daha fazladır” (Jaspers 1993: 25). Jaspers, insanın “nesne olarak” bilinip kavranmasıyla, onun “Özgürlük olanağı” olarak düşünülmesini birbirinden ayırır. İnsanın özgürlük alanında nesne varlığından, bilinebilir ele alınışından, yani Varolma (Dasein) dan hareketle, “olanaklar varlığı” olarak açıklığından söz edilebilir. Ona göre insanın “nesnel olarak bilinebilir bir doğa”sı olduğunu söylemek, hümanizm yerine “hominizm”den (Windelband) bahsetmek demektir. Böyle bir bakış insanı, türünün özelliklerini taşıyan bir doğa varlığı olarak görmektedir. Her tek, bu türün kendinde eşit bir örneği olarak sınırsız çokluktur (Jaspers 1993: 26). Jaspers’e göre bu insanın yalnızca bir yanıdır.
“Ama özgürlüğü içinde insana bakarsam, onu onura sahip olan bir varlık olarak görüyorum. Her tek birey, bu arada ben kendim de eşsizdir”(Jaspers 1993:)
Görüldüğü gibi Jaspers’de insanın ne olduğu sorunu birbirinden farklı iki bakış açısından ele alınmaktadır. Bu bakışlardan biri olan “hoministik bakış” psikoloji, biyoloji ve sosyoloji gibi insan bilimlerinin yardımıyla, insanı nesnel olarak ele alırken “hümanistik bakış” kişiyi özgürlüğü ve onuruyla düşünmektedir (Pieper 1998: 146). Bu bakış, insanın olanaklar varlığı olduğunu kabul etmektedir. Jaspers’e göre insanın olanaklarını hiç kimse bir bakışta bütün boyutlarıyla göremez, çünkü insan “her zaman olandan daha fazladır” ve başka olanakları da ortaya çıkabilir. Jaspers, insanın her zaman olduğundan fazla olacağını şu sözlerle anlatmaktadır: “İnsan tamamlanmamıştır ve tamamlanabilir değildir ve her zaman geleceğe açıktır. Hiçbir zaman bütün olarak insan yoktur ve hiçbir zaman olmayacaktır”(Jaspers 1993: 29).
Yukarıdaki açıklamalar göstermektedir ki, “insanın geleceği” hakkında düşünmek iki noktada kendini göstermektedir: İnsan ya bir “doğa nesnesi” olarak görülecek ya da kendine gelme kendindenliği göz önünde tutulacaktır. İlkinde insanın geleceği, kamusal ifadelerle belirlenmiş olacak, diğerinde hiçbir kamusal ifadeye yer vermeden, özgürlüğünden hareketle insana yaklaşılacaktır. Jaspers, insan tasarımını değil, insanın olanağı düşüncesini savunur.
Peki, Jaspers’in çağındaki insan, hangi koşullarla belirlenmektedir?
Jaspers’in bu soruya verdiği yanıt, insanın “teknik”, “politika”, “Batı tinini birbirine bağlayan bağların çöküşü” tarafından belirlendiğidir (Jaspers 1993: 30). İnsan teknik çağda, “makine içinde bir fonksiyon”, “değiştirilebilir bir makinenin parçası” gibidir (Jaspers 1993: 31). Politika güce ve gücün olanaklarına yönelmiştir. İnsan olma, yasaların, hukukun ve anlaşmaların gücüyle kendisini sınırlandırmaktadır (Jaspers 1993: 34). Teknik ve politika, şimdiye kadar binlerce yıldır oluşturulan “tinsel durumu”n çökmesine neden olmuştur. Bu çökmeyi Jaspers şöyle anlatır: “Artık ortak Batılı dünyası yok, ortak inanılan bir tanrı yok, geçerli bir insan görüşü yok, artık karşımıza çıkan güçlüklerde, yaşam ve ölüm mücadelesinde bir dayanışma oluşturacak birşey yok. Bugünkü ortak bilinç kendini yalnızca olumsuzluklarla karakterize etmektedir:, tarihsel hatırlamanın çöküşü, egemen bir temel isteme eksikliği, belirsiz gelecek karşısın da çaresizlik” (Jaspers 1993: 36).
Jaspers’in çağına ilişkin yaptığı bütün bu saptamalar, onu “gelecek olan bir hümanizm” görüşünün temellerini atmaya götürmektedir. Onun ileri sürdüğü bir gelecekte ortaya çıkacak hümanizmin öznitelikleri arasında şunlar yer almaktadır: “İnsanın olanaklarına en geniş çerçevede bakış, teknik dünyaya nüfuz ediş, tinin kamusal özgürlüğü için politik karar, geleneğe bağlılığı isteme, ortak temel bilgi üzerinde çalışma kitlelerin isteklerinin karşılanması ve belirsizliğe göğüs germe” (Jaspers 1993: 40).
Jaspers, bu belirlenimlerden hareketle, birbirinden ayrılmaz görünen iki yolu göz önünde tutar: “Başka seçeneği olmayan bir çıkış noktası olarak Batılı hümanizmi içselleştirilerek yaşama” ve “oluşacak bütün olanakların koşulu olarak insanın bağımsızlığı için mücadele etmek” (Jaspers 1993: 41).
Jaspers Hümanizm üzerine görüşlerini, kendisinin varoluş ve çağındaki problemlerle olan ilişkisinde ileri sürmektedir. O “yeni hümanizm”in özünde “eğitim sorunu” olduğunu düşünmektedir (Jaspers 1993: 40).
Tek olarak kişiye bakan Jaspers, kendi hümanizminin en temel dayanağı olarak insanın onurunu görür. Tek kişinin asıl varlığını kavrayıp “varoluşsal hakikat”i gerçekleştirmesi, iletişimle sağlanabilmektedir. İnsan olma Jaspers’de “iletişim” ve “hakikat” ilişkisinde ortaya çıkan bir “devinim”le mümkündür; çünkü onun felsefesinde “insan olma insan oluştur” (Jaspers 1996a: 57). İnsanı dinamik bir anlayışla ele alan Jaspers bunu, Basel Üniversitesi’nin kapanış konferansında Ortaçağ’dan bir beyitle metaforik olarak şöyle dile getirmektedir:
“Geliyorum, nereden geldiğimi bilmeden,
Varım, kim olduğumu bilmeden,
Ölüyorum, ne zaman olduğunu bilmeden,
Gidiyorum, nereye gittiğimi bilmeden,
Gönlümün böyle ferah olmasına şaşıyorum”
İnsana dinamik bakış, Jaspers’in insanı farklı felsefi antropolojik açılardan ele almasına neden olmaktadır. Ona göre insan temelde birbirlerinden farklı ama karşılıklı bağlantılı iki varlık boyutunda açığa çıkar. İlk boyut “empirik ben” ya da “empirik Varolma”dır. Objektif olarak gösterilebilir bu alan rasyonel olarak incelenebilir, araştırma konusu yapılabilir ve genel geçer bilgiler edinilebilir. Jaspers “empirik ben” alanıyla ilişkili olarak insanın üç farklı varlık tarzını ayırteder: “Biyolojik Varolma”, “Genel Bilinç” ve “Tin”. Bu varlık tarzlarında “bedenlilik”, “anlama yetisi” ve “akıl yetisi” olarak düşünülür. Ancak insan oluş, bu niteliklerle tükenmez. Empirik-rasyonel olarak kavranamayan insanın bütün bu nitelikleri aşıp kendisini gerçekleştirme boyutu vardır (Salamun 2000: 378). Bilimsel düşüncenin kategorileriyle kavranamayan bu boyut “varoluş”tur. Bu boyutun gerçekleşmesinin işaretlerinden biri iletişimdir.
Hakikatin iletişimle ilintisi, hakikati akıl kavramıyla doğrudan doğruya ilişkili kılar. Hakikatin iletişimle olan ilişkisi, “akıl sahibi varlıkların toplumsallığı”nın oluşturulması istemine kadar uzanır. Bütün akıl sahibi varlıkların içinde olduğu bir hakikat anlayışı, Jaspers’i kendi döneminde tamamlanmadan bıraktığı bir vasiyet olan “dünya felsefesi idesi”ni ve buna bağlı olarak “evrensel iletişim” kavramını geliştirmesine neden olmuştur. Jaspers düşüncesinin son noktası olarak düşünülebilecek “dünya felsefesi idesi” ve “evrensel iletişim” birbirleriyle bağlantılısında ele alınmaktadırlar.
Jaspers’e göre, “gelecek bir dünya felsefesi idesi” bütün insanlığın içinde yerini almış olan ve her bir felsefe yapışı içine alıp aydınlatacak bir zemin yaratmaktadır (Jaspers 1982b: 76). O, dünya felsefesinden değil, “dünya felsefesi idesi”nden söz etmekle, mevcut, halihazırda varolan bir şeyi değil, geleceğe ait bir niteliği belirtmektedir. Yazılarının hiçbir yerinde bu ideyi ayrıntılı olarak anlatmamıştır. Söz konusu olan, biçimleri ortada bir felsefe değil, gelecekte kendini gösterecek olan bir süreçtir. Bu ide, artık yalnızca Avrupa’yı değil, bütünlüğünde dünyayı içine alan bir içeriği anlatmaktadır. “Dünya felsefesi” sözcüğünde geçen “dünya”, idenin kapsadığı mekansal boyutu anlatmaktadır. Wisser’in yorumuyla, “açık ufuk” ve “evrensel iletişimle” sembolize edilen bir felsefi yapış olarak dünya felsefesi, “dünyanın birliğini” dikte etmeye çabalamaz (Wisser 1998: 69).
Jaspers’in erken tarihli felsefe çalışmalarının merkezinde kişinin varoluşu yer alıyordu. Özellikle Nazi döneminin yıkıcı etkilerinden sonra toplum olmadan kişinin yetersiz kalışı, akıl olmadan varoluşun boşlukta kalışı, başkaları da özgür değilse, kişinin de özgür olamayacağı düşünceleri kendisini göstermeye başlar. Varoluş artık dünyayla ilişkilidir. İki kişi arasında gerçekleşen varoluşsal iletişimden, akıl sahibi varlıkların toplumsallığına, varoluşsal ve politik özgürlüğün iç içe oluşuna doğru bir genişleme, dünyanın kendisinin gerçekliğin merkezine dönmesi kendini gösterir (Saner 1996: 104). Yeni bir felsefe yapış ödev olarak durmaktadır. Jaspers, yeni olanı şöyle anlatır: “Radikal değişen koşullar altında felsefe yapış için tinin yeni bir biçimi zorunludur. Bu felsefe kendini ilkin açıkça göstermeyerek oluşmaktadır. Çağımızı harekete geçirecek olan, ulaşılabilir eski, ebedi damarları yakalamak için yeni bir şeyin talebidir” (Jaspers Aktaran:Hans Saner 1996: 104).
Dünya felsefesi, Avrupa, dinsel, kültürel, ideolojik ve belirli bütün merkezli bakış açılarını aşmaktadır. Yeni bir çaba olan bu düşüncede, felsefe yapışın Batılı olmayan kökenlerine yönelme olanak olarak saklıdır. Dünya felsefesi, insanlık düşüncesinin ortak zeminine işaret etmekte ve geçmişte ya da şimdide varolan bütün felsefi düşüncelere kendini açmaktadır. Böylelikle bütün felsefi yapışlar bu ortak zeminde buluşmaktadır (Saner 1983: 49; Cesana 2000: 69-88). Bu felsefe, hakikat kavramı içinde oluşur. İnsanları birleştiren, özniteliğinde iletişim olan hakikat olduğuna göre, söz konusu olan yalnızca iki kişinin diyalogu değil, kamusal alanda iletişimdir. Kişinin kendisi kadar tüm dünya içinde kötülük olan yalan ve gücü isteme, iletişimin kesilmesiyle ortaya çıkar. Evrensel iletişim düşüncesiyle yeni bir düşünce ortaya koymaya çabalayan Jaspers, hakikatin kökenlerini herkese açmak, en üst düzeyde anlayışı olanaklı kılmak istemektedir. Bu açıdan bakıldığında onun felsefi mantık görüşünün yalnızca varoluş felsefesiyle sınırlanmadığı, bu mantığın iletişim temelinde dünya felsefesini de olanaklı kıldığını söylemek gerekir (Saner 1996: 106). Aklın olanaklı hale getirdiği “sınırlandırılamaz iletişim istemi”, herkes için hakikatin kökenini aramaya, kendi özgürlüğünü dönüştüren bilince dönmeye olanak yaratmaktadır. “Evrensel iletişim” ifadesi, her şeyden önce, dogmatik olabilen anlama yetisine karşı, iletişimsel aklı yaygınlaştırmaya ve dünyadaki tek tek kişilere özgürlüklerini kazanma olanağını göstermeye bir çağrı yapmaktadır. Hannah Arendt “Karl Jaspers: Dünya Vatandaşı” adlı yazısında, insanlığın felsefesini bir felsefeden ayıran ölçütün, kendisiyle konuşan insanın değil, birbirleriyle konuşan ve anlaşan insanlar olduğunu söyler (Arendt 1973: 414). Jaspers’in felsefesini, evrensel iletişim ve hakikat anlayışı insanlığın felsefesi haline getirmektedir dersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.
Jaspers’in insan anlayışı
Jaspers’in hakikat, iletişim ve siyaset kavramları arasında kurulabilecek en temel ilişki filozofun insan görüşünde yansımasını bulur. Bu yüzden çalışmamızın son bölümünü Jaspers’in insan görüşüne ayırdık. Hans Saner, Jaspers’in “insan nedir?” sorusuna yanıtının tek bir cümleyle verilemediğini, bu yanıtının onun tüm felsefesinin kendisi olduğunu söylerken haklıdır (Saner 2000: 11). Jaspers’de insanın ne olduğu ya da olabileceği, özgürlük anlayışında ele alınır. Felsefe de bu kavrayışa yönelen bir etkinliktir. Ona göre insandan, Varolma (Dasein) ve Olabilme (Varoluş) biçiminde bahsetmek olanaklıdır. Jaspers, Yeni Bir Hümanizmin Olanakları ve Koşulları Üzerine başlıklı yazısında “Gerçekten insan nedir?” ve “İnsan bugün hangi koşullar altında bulunuyor?” sorularını sorar (Jaspers 1993: 25). “İnsan nedir?” sorusunda o, insanın en geniş biçimde belirli tasarımlar içinde sınırlandırılmadan, olanaklarını nasıl bileceğimizi ele alır; çünkü ona göre, insanı dile getiren her tasarım onu belirli bir biçimde sınırlandıracaktır. Jaspers insan tasarımından değil, “insan olma yolu”ndan söz etmektedir (Jaspers 1951e: 263). “Bilinebilir” alanda insanın tüketilmesi, onun özgürlüğünün de nesnel bilgide kaybolması sonucunu doğurur. Fizyoloji biliminde insan, “beden olarak” nesne haline getirilir, psikolojide ise ruh, toplumbiliminde “toplumsal varlık” olarak ele alınır. Doğa ve tarihsel olarak insandan bahsedilir. Ancak, “o doğanın ve tarihin ürünü olarak tükenmeyeceğinin farkına varır. İnsan kendisi hakkında bilinenden daha fazladır” (Jaspers 1993: 25). Jaspers, insanın “nesne olarak” bilinip kavranmasıyla, onun “Özgürlük olanağı” olarak düşünülmesini birbirinden ayırır. İnsanın özgürlük alanında nesne varlığından, bilinebilir ele alınışından, yani Varolma (Dasein) dan hareketle, “olanaklar varlığı” olarak açıklığından söz edilebilir. Ona göre insanın “nesnel olarak bilinebilir bir doğa”sı olduğunu söylemek, hümanizm yerine “hominizm”den (Windelband) bahsetmek demektir. Böyle bir bakış insanı, türünün özelliklerini taşıyan bir doğa varlığı olarak görmektedir. Her tek, bu türün kendinde eşit bir örneği olarak sınırsız çokluktur (Jaspers 1993: 26). Jaspers’e göre bu insanın yalnızca bir yanıdır.
“Ama özgürlüğü içinde insana bakarsam, onu onura sahip olan bir varlık olarak görüyorum. Her tek birey, bu arada ben kendim de eşsizdir”(Jaspers 1993:)
Görüldüğü gibi Jaspers’de insanın ne olduğu sorunu birbirinden farklı iki bakış açısından ele alınmaktadır. Bu bakışlardan biri olan “hoministik bakış” psikoloji, biyoloji ve sosyoloji gibi insan bilimlerinin yardımıyla, insanı nesnel olarak ele alırken “hümanistik bakış” kişiyi özgürlüğü ve onuruyla düşünmektedir (Pieper 1998: 146). Bu bakış, insanın olanaklar varlığı olduğunu kabul etmektedir. Jaspers’e göre insanın olanaklarını hiç kimse bir bakışta bütün boyutlarıyla göremez, çünkü insan “her zaman olandan daha fazladır” ve başka olanakları da ortaya çıkabilir. Jaspers, insanın her zaman olduğundan fazla olacağını şu sözlerle anlatmaktadır: “İnsan tamamlanmamıştır ve tamamlanabilir değildir ve her zaman geleceğe açıktır. Hiçbir zaman bütün olarak insan yoktur ve hiçbir zaman olmayacaktır”(Jaspers 1993: 29).
Yukarıdaki açıklamalar göstermektedir ki, “insanın geleceği” hakkında düşünmek iki noktada kendini göstermektedir: İnsan ya bir “doğa nesnesi” olarak görülecek ya da kendine gelme kendindenliği göz önünde tutulacaktır. İlkinde insanın geleceği, kamusal ifadelerle belirlenmiş olacak, diğerinde hiçbir kamusal ifadeye yer vermeden, özgürlüğünden hareketle insana yaklaşılacaktır. Jaspers, insan tasarımını değil, insanın olanağı düşüncesini savunur.
Peki, Jaspers’in çağındaki insan, hangi koşullarla belirlenmektedir?
Jaspers’in bu soruya verdiği yanıt, insanın “teknik”, “politika”, “Batı tinini birbirine bağlayan bağların çöküşü” tarafından belirlendiğidir (Jaspers 1993: 30). İnsan teknik çağda, “makine içinde bir fonksiyon”, “değiştirilebilir bir makinenin parçası” gibidir (Jaspers 1993: 31). Politika güce ve gücün olanaklarına yönelmiştir. İnsan olma, yasaların, hukukun ve anlaşmaların gücüyle kendisini sınırlandırmaktadır (Jaspers 1993: 34). Teknik ve politika, şimdiye kadar binlerce yıldır oluşturulan “tinsel durumu”n çökmesine neden olmuştur. Bu çökmeyi Jaspers şöyle anlatır: “Artık ortak Batılı dünyası yok, ortak inanılan bir tanrı yok, geçerli bir insan görüşü yok, artık karşımıza çıkan güçlüklerde, yaşam ve ölüm mücadelesinde bir dayanışma oluşturacak birşey yok. Bugünkü ortak bilinç kendini yalnızca olumsuzluklarla karakterize etmektedir:, tarihsel hatırlamanın çöküşü, egemen bir temel isteme eksikliği, belirsiz gelecek karşısın da çaresizlik” (Jaspers 1993: 36).
Jaspers’in çağına ilişkin yaptığı bütün bu saptamalar, onu “gelecek olan bir hümanizm” görüşünün temellerini atmaya götürmektedir. Onun ileri sürdüğü bir gelecekte ortaya çıkacak hümanizmin öznitelikleri arasında şunlar yer almaktadır: “İnsanın olanaklarına en geniş çerçevede bakış, teknik dünyaya nüfuz ediş, tinin kamusal özgürlüğü için politik karar, geleneğe bağlılığı isteme, ortak temel bilgi üzerinde çalışma kitlelerin isteklerinin karşılanması ve belirsizliğe göğüs germe” (Jaspers 1993: 40).
Jaspers, bu belirlenimlerden hareketle, birbirinden ayrılmaz görünen iki yolu göz önünde tutar: “Başka seçeneği olmayan bir çıkış noktası olarak Batılı hümanizmi içselleştirilerek yaşama” ve “oluşacak bütün olanakların koşulu olarak insanın bağımsızlığı için mücadele etmek” (Jaspers 1993: 41).
Jaspers Hümanizm üzerine görüşlerini, kendisinin varoluş ve çağındaki problemlerle olan ilişkisinde ileri sürmektedir. O “yeni hümanizm”in özünde “eğitim sorunu” olduğunu düşünmektedir (Jaspers 1993: 40).
Tek olarak kişiye bakan Jaspers, kendi hümanizminin en temel dayanağı olarak insanın onurunu görür. Tek kişinin asıl varlığını kavrayıp “varoluşsal hakikat”i gerçekleştirmesi, iletişimle sağlanabilmektedir. İnsan olma Jaspers’de “iletişim” ve “hakikat” ilişkisinde ortaya çıkan bir “devinim”le mümkündür; çünkü onun felsefesinde “insan olma insan oluştur” (Jaspers 1996a: 57). İnsanı dinamik bir anlayışla ele alan Jaspers bunu, Basel Üniversitesi’nin kapanış konferansında Ortaçağ’dan bir beyitle metaforik olarak şöyle dile getirmektedir:
“Geliyorum, nereden geldiğimi bilmeden,
Varım, kim olduğumu bilmeden,
Ölüyorum, ne zaman olduğunu bilmeden,
Gidiyorum, nereye gittiğimi bilmeden,
Gönlümün böyle ferah olmasına şaşıyorum”
İnsana dinamik bakış, Jaspers’in insanı farklı felsefi antropolojik açılardan ele almasına neden olmaktadır. Ona göre insan temelde birbirlerinden farklı ama karşılıklı bağlantılı iki varlık boyutunda açığa çıkar. İlk boyut “empirik ben” ya da “empirik Varolma”dır. Objektif olarak gösterilebilir bu alan rasyonel olarak incelenebilir, araştırma konusu yapılabilir ve genel geçer bilgiler edinilebilir. Jaspers “empirik ben” alanıyla ilişkili olarak insanın üç farklı varlık tarzını ayırteder: “Biyolojik Varolma”, “Genel Bilinç” ve “Tin”. Bu varlık tarzlarında “bedenlilik”, “anlama yetisi” ve “akıl yetisi” olarak düşünülür. Ancak insan oluş, bu niteliklerle tükenmez. Empirik-rasyonel olarak kavranamayan insanın bütün bu nitelikleri aşıp kendisini gerçekleştirme boyutu vardır (Salamun 2000: 378). Bilimsel düşüncenin kategorileriyle kavranamayan bu boyut “varoluş”tur. Bu boyutun gerçekleşmesinin işaretlerinden biri iletişimdir.
Hakikatin iletişimle ilintisi, hakikati akıl kavramıyla doğrudan doğruya ilişkili kılar. Hakikatin iletişimle olan ilişkisi, “akıl sahibi varlıkların toplumsallığı”nın oluşturulması istemine kadar uzanır. Bütün akıl sahibi varlıkların içinde olduğu bir hakikat anlayışı, Jaspers’i kendi döneminde tamamlanmadan bıraktığı bir vasiyet olan “dünya felsefesi idesi”ni ve buna bağlı olarak “evrensel iletişim” kavramını geliştirmesine neden olmuştur. Jaspers düşüncesinin son noktası olarak düşünülebilecek “dünya felsefesi idesi” ve “evrensel iletişim” birbirleriyle bağlantılısında ele alınmaktadırlar.