SPİNOZA’DA ÖZGÜRLÜK KAVRAMININ YERİ VE ÖNEMİ (...devam )
|
Akılla yaşayan özgür bir insan, yerinde bir davranışla sonuçlanacak kudretli bir içgüdüyle doludur. Dünyada bütün varlıkların temelinde yatan her şeyi kapsayan kudreti tanır. Böyle bir kişi her türlü sınırlandırılıştan kurtulmuş olur. Özgür insan, ölümü düşünmez ve onun bilgeliği ölüm üzerine meditasyonda bulunmak değil, tersine, hayat üzerine kafa yormaktır.
Özgürlük, doğada hüküm süren nedenselliğe ilişkin bilgiyle gerçekleşir. Spinoza’ya göre insan, düşüncesinde idelerin, doğadaki değişimlere, neden-sonuç ilişkilerine tekabül eden doğru entelektüel düzeni gereği gibi izlediği ölçüde ve sürece özgürleşir. Nedenlere ilişkin gerçek bilgiye sahip olmak doğanın bütününe ilişkin bilgiye sahip olmak anlamına gelir. Spinoza’ya göre, doğaya ve doğanın bir parçası olan kendimize ilişkin bilgiye sahip olduğumuz ölçüde, duygularımızın ve arzularımızın kölesi olmaktan kurtulur, bireysel şeyleri sevmeyi veya onlardan nefret etmeyi unuturuz. Özgür insan, doğadaki münferit olay, kişi ya da nesnelerden etkilenmeyen, onların niçin oldukları gibi olduklarını ve neden olduklarından başka türlü olamayacaklarını anlamaya çalışan ve bu bilgiyle kendini dönüştürüp gerçekleştiren insandır.
Spinoza’nın duyguların esiri olan kimseyi köle olarak nitelendirmesi, daha sonraki dönemlerde O’nun en büyük hayranı ve temsilcilerinden biri olan Hegel’in köle efendi diyalektiğinin esin kaynağı olmuştur. Özgür insan, sadece aklın buyruklarına göre yaşayan, ölüm korkusu duymayan kişidir. Yine özgür insan, cahiller arasında ise, gücü yettiği kadar onların iyiliklerinden ve onlardan gelecek faydadan kaçınmaya çalışmalıdır. Diğer taraftan, özgür insan, başka insanlarla kendi arasında dostluk bağı kurmaya çalışır, bunun için, onlara kendi sanılarından eşit diye beklenilen bir takım iyilikler yaparak değil, kendisini ve başkalarını aklın özgür hükmüne göre yönelterek gerçekleştirirken, bilgisizlere karşı kin beslemez, onlardan nefret etmez, onların istek ve tutkularına değil, yalnız akla işi bırakmak için mümkün olduğu kadar onların yaptığı iyiliklerden kaçınmalıdır. Özgür insanlar birbirlerine karşı tamamen faydalı ve birbirlerine tamamen sıkı dostluk ile bağlıdırlar. Hiçbir zaman aldatıcı olarak değil, her zaman iyi niyetle hareket ederler.
Birey toplumun temel öğesidir ve bilinçle hareket etmek zorundadır. Özgür birey, özgürlüğün sadece kendi yaşam alanıyla sınırlı olmadığını bilerek, toplumu oluşturan diğer bireylere değer verip, onlarla paylaşmak ve kaynaşmanın bir ihtiyaç olduğunun farkında olmalıdır.
Düşüncenin bir toplumda özgür olması önemlidir; çünkü, düşüncenin baskı altında olması söz konusu olduğunda bütün diğer baskılar da mümkündür. İnsanın düşündüğünü içten ve dıştan herhangi bir etken olmaksızın söyleyebilmesi ve yazabilmesinin doğal bir hak olduğunu unutmamız gerekir.
Özgürlük en uygun olarak Tanrı için söz konusudur. Çünkü tabiatta olup biten her şey Tanrı tarafından tayin edilmiştir. Zaten özgürlüğünün bilincine varan insan, kesinlikle Tanrı’ya ulaşır. Bu yüzden özgürlükle Tanrı birbirinden ayrılmaz. Birey, özgürlüğü içinde, yalnız kendi kendisiyle var değil, bana kendi varlığım özgürlüğümün içinde verilmiştir. Çünkü ben, kendi dışıma çıkabilirim, ama özgür oluşumu baskı altına alamam. En yüksek özgürlük, kendini özgür zaman içinde, dünyadan bağımsız ve aşkın varlığa en derin bir bağlılık olarak bilir. Spinoza’ya göre; kısacası, insanın özgür oluşu, onun varoluşu diyebiliriz . İnsanın, sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezi olduğunu unutmamak gerekir.
Spinoza’ya göre, insan iradesi, kendi kendini tek başına tayin etme gücü mutlak olan ve hür bir yetenek değildir. Bu, aynı ad altında yer alan bütün özel istekleri kucaklayan ortak bir terimdir.İrade özgür sebep olarak değil, ancak zaruri sebep olarak kendi kendisinde vardır, ya da başka bir şeyde vardır.İnsanın gücü tamamıyla sınırlanmış ve dış tesirlerin gücü tarafından sonsuz derecede aşılmıştır; bundan dolayı, insanın dışarıdaki şeyleri emri altına alması için mutlak gücü yoktur.
Tanrı mutlak özgür varlık iken aynı zamanda sonsuz varlıktır. Yani özü ebediyen var oluşunu ihtiva eden varlıktır. İnsan hem özgür hem de esir olabilir, çünkü bir yandan belirlenmiş bir özdür, diğer taraftan da sadece kendi özünden gelmeyen bir var oluşun sebebidir. O’nun özgürlüğü, varlığını ve oluş tarzlarını izah eden ve kuşatan, sebep ve etkenleri benimsemeye muvaffak olduğu ölçüde gelişir.
Spinoza, çok yönlü tutumuyla kendisinden sonraki çağların birçok düşünürünü etkilemiştir. Alman idealistleri idealist yanını; materyalistler maddeci yanını benimsemiş, sistemlerini O’nun düşünceleri üstüne temellendirmişlerdir denilebilir. O, bir yandan katı bir belirlenimciliği ortaya koyarken, bireysel özgürlüğe de kapı açmıştır. Her şeyi Tanrı’ya bağlar ama, Tanrı’yla özdeş olan evrende, tüm nesne ve olgular maddesel yasalara tabidir. Buradan hareketle, çelişki ve uyumun bir arada varolabileceği ileri sürülmektedir. Evrende belirlemeler vardır, ancak bu, insanın körü kürüne boyun eğmesini gerektirmez. Evrenin yasalarını bulmak, değiştirme imkânlarını artırmak, yenilikler getirmek özgürlük alanlarımızdır.
Spinoza, Tanrı için söz konusu olan özgürlükle, insan için söz konusu olan özgürlüğü birbirinden ayırmaktadır. Anladığımız ancak nedeni bilmediğimiz olaylarla kavrayamadığımız ve nedenini bilmediğimiz olaylar arasında bir ayırım yapılması gerektiğini ileri sürer. O, insanın, ancak eylemlerinin nedenleri hakkında uygun ve doğru bir fikre sahip olduğu ölçüde özgürleştiğini savunur. Özgürlüğün bir derecesi vardır ve özgürlük, O’na göre zorunluluğun bilincinde olmaktan meydana gelir. Özgürlük, determinizm veya daha doğrusu metafiziksel bir determinizm içinde gerçekleşen bir özgürlüktür.
SONUÇ
Spinoza’ya göre, insanın özgür olması, akıl sahibi olması, aklını kullanabilmesi demektir. O’na göre, insan aklını kullanabildiği oranda özgür olabilir. Ayrıca, insan özgür olduğu ölçüde fıtratını, varoluşunu ve gerçek insan olma vasfını gerçekleştirir. Bu anlamda düşünce ve inanç özgürlüğü insanın en doğal hakkıdır. Devlet, söz konusu bu tabii hakları sağlamak ve güvence altına almakla yükümlüdür. Zira, O’na göre devletin gerçek hedefi özgürlüktür. Devletin amacı insanları akıllı varlıklardan hayvanlara veya basit canlılara dönüştürmek değil, bilakis onların akıllarını güvenlik içinde özgürce kullanabilmelerine imkân sağlamaktır. Çünkü, böyle bir özgürlük olmazsa, O’na göre toplumsal saygı ve barış güvenlik içinde geliştirilemez. Akla göre hareket eden toplumun en belirgin özelliklerinden birinin hoşgörü ortamı olduğu unutulmamalıdır. Bu hoşgörü, dinsel alandan başlayarak özgürce konuşabilme ve farklı fikirler karşısında hoşgörülü olmaya kadar genişletilebilir.
Spinoza’ya göre, iki şey insan özgürlüğünü sınırlayabilir. Bunun ilki Tanrıdır, çünkü, Tanrı söz konusu olduğunda insanın özgürlüğüne bir sınır çizmek kaçınılmaz olacaktır. Mutlak anlamda tek gerçek özgür olma vasfı Tanrı’ya aittir. İnsan ancak Tanrı’yı bildiği ve sevdiği ölçüde kendini gerçekleştirebilir ve özgür olmanın değerine varabilir. İkincisi ise, özgürlüğün güvencesi olan devlettir. Devlet, toplumsal barışın gereği olarak, anarşi ve düzensizlik ortamına fırsat vermemek, insanların esenliğini temin etmek için özgürlüğe gerektiğinde bir sınır koyabilir. Ancak, bu sınırlılık keyfi bir durumu ifade etmemelidir. Zira devlet özgürlüğü sağlamak ve özgür ortamı temini için gayret etmek zorundadır.
Gerçek özgürlük, kendi tabiatının zorunluluğunu bilmesi, buna uyum sağlayabilmesidir denilebilir. İnsanın bilmediklerinin esiri olduğunda, ancak zorunluluklarını bildikleri ve söz konusu zorunlulukların bilincine ulaştığı nispette özgür olabilir. İnsan, iç ve dış yaşamda bir özgürlüğe sahip olmazsa, bitkisel veya hayvansal yaşamın garip ve zavallı bir hiçi olmaktan ileri gidemez.
Özgürlüğü değerli kılan, genellikle zannedildiği gibi, onun iyinin bir aracı olması değildir. Bir imkânlılık durumu, bir kapasite ve bir potansiyel olması itibariyle kendi başına bir değerdir. Çünkü, önemli olan insanın “iyi”yi fiilen seçmesi değil, iyiyi de kötüyü de seçebilme kapasitesine, hakkına sahip olmasıdır. Özgür insan, sorumluluğu kendisine ait olmak üzere, bu seçimi yapabilen insandır.
Özgürlük, doğada hüküm süren nedenselliğe ilişkin bilgiyle gerçekleşir. Spinoza’ya göre insan, düşüncesinde idelerin, doğadaki değişimlere, neden-sonuç ilişkilerine tekabül eden doğru entelektüel düzeni gereği gibi izlediği ölçüde ve sürece özgürleşir. Nedenlere ilişkin gerçek bilgiye sahip olmak doğanın bütününe ilişkin bilgiye sahip olmak anlamına gelir. Spinoza’ya göre, doğaya ve doğanın bir parçası olan kendimize ilişkin bilgiye sahip olduğumuz ölçüde, duygularımızın ve arzularımızın kölesi olmaktan kurtulur, bireysel şeyleri sevmeyi veya onlardan nefret etmeyi unuturuz. Özgür insan, doğadaki münferit olay, kişi ya da nesnelerden etkilenmeyen, onların niçin oldukları gibi olduklarını ve neden olduklarından başka türlü olamayacaklarını anlamaya çalışan ve bu bilgiyle kendini dönüştürüp gerçekleştiren insandır.
Spinoza’nın duyguların esiri olan kimseyi köle olarak nitelendirmesi, daha sonraki dönemlerde O’nun en büyük hayranı ve temsilcilerinden biri olan Hegel’in köle efendi diyalektiğinin esin kaynağı olmuştur. Özgür insan, sadece aklın buyruklarına göre yaşayan, ölüm korkusu duymayan kişidir. Yine özgür insan, cahiller arasında ise, gücü yettiği kadar onların iyiliklerinden ve onlardan gelecek faydadan kaçınmaya çalışmalıdır. Diğer taraftan, özgür insan, başka insanlarla kendi arasında dostluk bağı kurmaya çalışır, bunun için, onlara kendi sanılarından eşit diye beklenilen bir takım iyilikler yaparak değil, kendisini ve başkalarını aklın özgür hükmüne göre yönelterek gerçekleştirirken, bilgisizlere karşı kin beslemez, onlardan nefret etmez, onların istek ve tutkularına değil, yalnız akla işi bırakmak için mümkün olduğu kadar onların yaptığı iyiliklerden kaçınmalıdır. Özgür insanlar birbirlerine karşı tamamen faydalı ve birbirlerine tamamen sıkı dostluk ile bağlıdırlar. Hiçbir zaman aldatıcı olarak değil, her zaman iyi niyetle hareket ederler.
Birey toplumun temel öğesidir ve bilinçle hareket etmek zorundadır. Özgür birey, özgürlüğün sadece kendi yaşam alanıyla sınırlı olmadığını bilerek, toplumu oluşturan diğer bireylere değer verip, onlarla paylaşmak ve kaynaşmanın bir ihtiyaç olduğunun farkında olmalıdır.
Düşüncenin bir toplumda özgür olması önemlidir; çünkü, düşüncenin baskı altında olması söz konusu olduğunda bütün diğer baskılar da mümkündür. İnsanın düşündüğünü içten ve dıştan herhangi bir etken olmaksızın söyleyebilmesi ve yazabilmesinin doğal bir hak olduğunu unutmamız gerekir.
Özgürlük en uygun olarak Tanrı için söz konusudur. Çünkü tabiatta olup biten her şey Tanrı tarafından tayin edilmiştir. Zaten özgürlüğünün bilincine varan insan, kesinlikle Tanrı’ya ulaşır. Bu yüzden özgürlükle Tanrı birbirinden ayrılmaz. Birey, özgürlüğü içinde, yalnız kendi kendisiyle var değil, bana kendi varlığım özgürlüğümün içinde verilmiştir. Çünkü ben, kendi dışıma çıkabilirim, ama özgür oluşumu baskı altına alamam. En yüksek özgürlük, kendini özgür zaman içinde, dünyadan bağımsız ve aşkın varlığa en derin bir bağlılık olarak bilir. Spinoza’ya göre; kısacası, insanın özgür oluşu, onun varoluşu diyebiliriz . İnsanın, sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezi olduğunu unutmamak gerekir.
Spinoza’ya göre, insan iradesi, kendi kendini tek başına tayin etme gücü mutlak olan ve hür bir yetenek değildir. Bu, aynı ad altında yer alan bütün özel istekleri kucaklayan ortak bir terimdir.İrade özgür sebep olarak değil, ancak zaruri sebep olarak kendi kendisinde vardır, ya da başka bir şeyde vardır.İnsanın gücü tamamıyla sınırlanmış ve dış tesirlerin gücü tarafından sonsuz derecede aşılmıştır; bundan dolayı, insanın dışarıdaki şeyleri emri altına alması için mutlak gücü yoktur.
Tanrı mutlak özgür varlık iken aynı zamanda sonsuz varlıktır. Yani özü ebediyen var oluşunu ihtiva eden varlıktır. İnsan hem özgür hem de esir olabilir, çünkü bir yandan belirlenmiş bir özdür, diğer taraftan da sadece kendi özünden gelmeyen bir var oluşun sebebidir. O’nun özgürlüğü, varlığını ve oluş tarzlarını izah eden ve kuşatan, sebep ve etkenleri benimsemeye muvaffak olduğu ölçüde gelişir.
Spinoza, çok yönlü tutumuyla kendisinden sonraki çağların birçok düşünürünü etkilemiştir. Alman idealistleri idealist yanını; materyalistler maddeci yanını benimsemiş, sistemlerini O’nun düşünceleri üstüne temellendirmişlerdir denilebilir. O, bir yandan katı bir belirlenimciliği ortaya koyarken, bireysel özgürlüğe de kapı açmıştır. Her şeyi Tanrı’ya bağlar ama, Tanrı’yla özdeş olan evrende, tüm nesne ve olgular maddesel yasalara tabidir. Buradan hareketle, çelişki ve uyumun bir arada varolabileceği ileri sürülmektedir. Evrende belirlemeler vardır, ancak bu, insanın körü kürüne boyun eğmesini gerektirmez. Evrenin yasalarını bulmak, değiştirme imkânlarını artırmak, yenilikler getirmek özgürlük alanlarımızdır.
Spinoza, Tanrı için söz konusu olan özgürlükle, insan için söz konusu olan özgürlüğü birbirinden ayırmaktadır. Anladığımız ancak nedeni bilmediğimiz olaylarla kavrayamadığımız ve nedenini bilmediğimiz olaylar arasında bir ayırım yapılması gerektiğini ileri sürer. O, insanın, ancak eylemlerinin nedenleri hakkında uygun ve doğru bir fikre sahip olduğu ölçüde özgürleştiğini savunur. Özgürlüğün bir derecesi vardır ve özgürlük, O’na göre zorunluluğun bilincinde olmaktan meydana gelir. Özgürlük, determinizm veya daha doğrusu metafiziksel bir determinizm içinde gerçekleşen bir özgürlüktür.
SONUÇ
Spinoza’ya göre, insanın özgür olması, akıl sahibi olması, aklını kullanabilmesi demektir. O’na göre, insan aklını kullanabildiği oranda özgür olabilir. Ayrıca, insan özgür olduğu ölçüde fıtratını, varoluşunu ve gerçek insan olma vasfını gerçekleştirir. Bu anlamda düşünce ve inanç özgürlüğü insanın en doğal hakkıdır. Devlet, söz konusu bu tabii hakları sağlamak ve güvence altına almakla yükümlüdür. Zira, O’na göre devletin gerçek hedefi özgürlüktür. Devletin amacı insanları akıllı varlıklardan hayvanlara veya basit canlılara dönüştürmek değil, bilakis onların akıllarını güvenlik içinde özgürce kullanabilmelerine imkân sağlamaktır. Çünkü, böyle bir özgürlük olmazsa, O’na göre toplumsal saygı ve barış güvenlik içinde geliştirilemez. Akla göre hareket eden toplumun en belirgin özelliklerinden birinin hoşgörü ortamı olduğu unutulmamalıdır. Bu hoşgörü, dinsel alandan başlayarak özgürce konuşabilme ve farklı fikirler karşısında hoşgörülü olmaya kadar genişletilebilir.
Spinoza’ya göre, iki şey insan özgürlüğünü sınırlayabilir. Bunun ilki Tanrıdır, çünkü, Tanrı söz konusu olduğunda insanın özgürlüğüne bir sınır çizmek kaçınılmaz olacaktır. Mutlak anlamda tek gerçek özgür olma vasfı Tanrı’ya aittir. İnsan ancak Tanrı’yı bildiği ve sevdiği ölçüde kendini gerçekleştirebilir ve özgür olmanın değerine varabilir. İkincisi ise, özgürlüğün güvencesi olan devlettir. Devlet, toplumsal barışın gereği olarak, anarşi ve düzensizlik ortamına fırsat vermemek, insanların esenliğini temin etmek için özgürlüğe gerektiğinde bir sınır koyabilir. Ancak, bu sınırlılık keyfi bir durumu ifade etmemelidir. Zira devlet özgürlüğü sağlamak ve özgür ortamı temini için gayret etmek zorundadır.
Gerçek özgürlük, kendi tabiatının zorunluluğunu bilmesi, buna uyum sağlayabilmesidir denilebilir. İnsanın bilmediklerinin esiri olduğunda, ancak zorunluluklarını bildikleri ve söz konusu zorunlulukların bilincine ulaştığı nispette özgür olabilir. İnsan, iç ve dış yaşamda bir özgürlüğe sahip olmazsa, bitkisel veya hayvansal yaşamın garip ve zavallı bir hiçi olmaktan ileri gidemez.
Özgürlüğü değerli kılan, genellikle zannedildiği gibi, onun iyinin bir aracı olması değildir. Bir imkânlılık durumu, bir kapasite ve bir potansiyel olması itibariyle kendi başına bir değerdir. Çünkü, önemli olan insanın “iyi”yi fiilen seçmesi değil, iyiyi de kötüyü de seçebilme kapasitesine, hakkına sahip olmasıdır. Özgür insan, sorumluluğu kendisine ait olmak üzere, bu seçimi yapabilen insandır.