ÇÖZÜMLEMECİ DÜŞÜNMENİN FELSEFEDEKİ YERİ ÜSTÜNE

Ahmet İnam

Türkiye'de yaşayan, Türkçe düşünmeye çalışıp bu yaşama biçiminden devşirebileceği felsefî düşünceyi oluşturmaya çabalayan, felsefecinin karşısına çıkan zorlukları yenmesinin doğal yollarından biri de üst- felsefe yapmaya kalkışmasıdır : Felsefenin nasıl bir etkinlik olduğunu, felsefe ürünlerinin ne anlama geldiklerini anlama uğraşısıdır bu. Böylesi tartışmalar uzadıkça, okur sıkılabilir de. Neden doğrudan felsefe ürünleri oluşturmak varken, felsefenin kıyısında köşesinde dolaşıp, bu ürünlerin nasıl oluşturulacağını söylüyoruz acaba? Bu bir yetersizlik, beceriksizlik, yaratma eksikliği değil midir?

Olabilir. Yalnız, kaygıların, amaçların, geleceğe yönelik izlenecek yolların belirlenip dile getirilmesi, felsefe namusu açısından da kaçınılmazdır. "Felsefede kimse kendisiyle başlamaz" denir. (Hocam, rahmetli, Mengüşoğlu'nun çok sık kullandığı bir tümceydi bu!) Felsefeci, belli bir felsefe ortamı içinden, belli bir gelenek içinden gelir. Belli bir tarhisle, toplumsal, ruhsal çevrenin etkisi altındadır. İşte, henüz tohumları yeterince ortaya atılmamış düşünce oluşturma çabalarında bu ortam ve çevrenin belirgin kılınması, üst - felsefe hesaplaşmalarını gerekli kılar. Bu yazı da böyle bir gerekliliğin sonuçlarından biridir.

ÇÖZÜMLEMECİ FELFESE- ÇÖZÜMLEYİCİ DÜŞÜNME-DÜŞÜNCE

Çözümlemeci düşünme kavramını bu düşünmeyi odak noktası yapan, çoğunlukla İngilizce konuşulan ülkelerde (Buna Baltık ülkelerini ve Polanya'yı da katabiliriz) etkinliğini sürdüren çözümleyici felsefe kavramı ile karıştırmamak. Çözümlemeci düşünme etkinliği ve bunun sonucunda ortaya konan çözümlemeci düşünce, adı ne olursa olsun hiçbir felsefe okulunun tekelinde değildir. Bir felsefe yapma felsefece yaratma üslubudur. Felsefe tarihinde Platon'un diyaloglarından başlayarak (Belki, bölük pörçük metinlerini bütünleme, güvenilirliliklerini belgeleme olanağı bulunduğunda Sokrat öncesi felsefecilerde de çözümlemeci, çözümleyici düşünme çabalarını görebiliriz.) Aristotoles, Descartes, İngiliz Empirisistleri, Kant, Yeni Rantçılar, Pragmacı felsefeciler (özellikle Peirce), G. Moore, B.Russell, Wittgenstein, Mantıkçı Positivistler (Hattâ Fenomenolojinin o yüce filozofu E. Husserl'in özellikle Mantık Araştırmalarında yer yer çözümleyici gücünü kullandığını, yine öğrencisi Hedieggger'in özellikle Aristoteles üstüne büyük bir çözümleyici zekâ ile görüşler geliştirdiğini söyleyebiliriz.) Oxford okulu flesefecileri gibi dilsel kullanıma, anlam aydınlatmasına önem veren, tüm felsefecilerin ellerinin altında tuttukları bir araçtır çözümleme.Üstelik yalnızca felsefeye özgü bir düşünme ibçimi de değildir. Bilimde, sanatta da kullanıldığı yerler vardır. (1968 - 1972 yılları arasında Yordam, Soyut, Dost dergilerinde Çözümleyici Edebiyat Eleştirisi kuramı (teorisi) oluşturmuş, uygulamalarını gerçekleştirmiştim. Bu çalışmaları henüz bir kitap hâlinde yayımlama fırsatım olmadı.)

Bizde de çözümleme tekniklerini kullanan, çözümlemeci felsefeyle yakınları, ona katkıları olmuş düşünürler vardır. Bu alanda çalışmalarım yürüten genç felsefecilerimizin sayılarının artacağını, daha teknik düzeyde gerek çözümlemeci felsefeye gerekse çözümlemeci tekniği kullanan öbür felsefe anlayışlarına katkıda bulunacaklarını umabiliriz.

Felsefece düşünebilme çabası, düşünme yollarının ve nesnelerinin açıklığı, belirginliği, seçikliğine de yönelir. Tarih boyunca bu arayışı görüyoruz, çözümleme salt önceden konulmuş "mantık" ve dil kurallarıyla gerçekleştirilen bir uğraş değil. Nedeni açık : Nasıl düşündüğümüzü olgusal olarak, olanca ayrıntısıyla, fizyo- psikonöro- sosyolojik olarak bilemiyoruz, Belki de hiç bilemeyecğiz.

Nasıl düşünmemiz gerektiğini ise biliyor muyuz acaba? Engelsiz düşünmeliyiz. Tuzağa düşmeden düşünmeliyiz. Sendelemeden : Sığlığa, tutarsızlığa, belirsizliğe düşmeden düşünmeye çalışan kafa, önündeki zorluklan , sıkıntıları, tehlikeleri seziyor, sezmek istiyor. Bilmek istiyor. Yanılmak istemiyor. Güvenlik arıyor. İşte bu güvenliliği sağlamak için gösterilen çabalara çözümleme çabalan diyorum. Bu anlamda bu deyimi alışılmışın biraz öteside olanca genişliğiyle kullanıyorum.

Bunun için ne yapıyor? Tanımlar veriyor, kavramlarım, terimlerini diyelim isterseniz, ne anlamda kullandığını, bu anlamlan nasıl tümcelere, önermelere döktüğünü netleştirmek istiyor. Terimler, önermeler arasındaki bağlantıları, geçişleri, alışılmış deyişle, öncüllerle sonuçlar arasındaki bağları kurallara bağlamayı amaçlıyor, Herşeyden önce, konuşma düzlemini sınırlandırıyor.

Sınırlandırma, bir güvenlik isteğidir. Sınıflıyor, parçalarına ayırıyor, birleştiriyor. Farkında olarak ya da olmayarak bir çözümleme ağı düşünüyor, düşünme /düşünce yolları arasında. Çözümlemeye dayanan düşünce, bu ağlar üzerinde yürüyerek, yanılgı riskini azaltmak peşinde. Karma karışık, belirsizliklerle dolu düşünce alanının planını, haritasını çıkararak bu planın açığa vurulması, kendi zayıflıklarını, özürlerini, dayanaklarını ortaya koyan bir düşünme yolu arıyor.

Burada bir yığın varsayımla karşı karşıya : Neye göre ağ, plan, harita oluşturuluyor, dayanaklarla sonuçlar birleştiriliyor? Niçin böyle yapılıyor? Hedefimiz nedir ki böyle bir yol izliyoruz? Hangi tarihsel bir geçmişi, toplumsal, dilsel, mantıksal uzantılarıyla devralıp da yola çıkıyor?, Çözümleme, çözümlenmemiş, sonuna kadar da çözümlenemeyecek birçok belirsizliği içinde taşıyor. Bu nedenle, varsayılan çözümleme ağı, bizden önce bu ağ üstünde çalışmış uzmanları, ustaları gerektiriyor. Ağ, belli bir teknikle ortaya konabiliyor. Teknik deyimler, kurallar, tartışma biçimleri, bilinmesi gerekli bir yığın kural ve yürüme yolları oluşuyor.
Uzmanlaşma başlıyor . Düzeyi giderek "yükseliyor, sosyolojik açıdan bir uzmanlar topluluğundan oluşmuş bir seçkin tabaka ortaya çıkıyor. Çözümleme giderek dışarıdaki biri için daha zor anlaşılır bir kılığa bürünüyor. İnceldikçe incelme artıyor. İletişim zorluğu doğuyor . Oysa amaç, düşünmeyi kolaylaştırmak düşüncenin kendi kendisiyle iletişimini en az engelle, en az gürültüyle gerçekletirmek değil miydi? Çözümleme, kendi kuyruğunu ısıran yılan örneği, kendi kendini yok etmeye başlıyor. Çözümleme çözümleyiciliğe dönüşüyor. Çözümleyicilik, çözümlemeyi aşırı uç noktalarına dek gereksiz yere sürdürmek çabasıdır. Dolayısıyla sakınılması gerekli bir durumdur. Çünkü iletişimi zorlaştırıyor. İletişimi kolaylaştırmaya kalkarken, iletişimi zorlaştırmaya yol açıyor. Hem dış hem iç iletişimi. Dış iletişim düşüncelerimizi aktaracağımız insanlarla olan ilişkiyi, iç iletişim ise, düşüncemizin kendi kendisiyle olan bağlantılarını sağlayan iletişimdir.

Yetkin iletişimi ararken, iletişimsizliğe kayma tehlikesini nasıl ortadan kaldırabiliriz? Çözümleme çabaları, bu sonuçsuz çözümleyicilik saplantısından kurtulmalıdır, önce. Bu da, aşırı güvenlik duygusunun ve isteğinin ortaya çıkaracağı tehlikeleri önleyecek çözümlemeci düşünmenin farklı düşünme biçimleriyle desteklenmesiyle olanaklıdır? Nasıl?

Önce şu noktayı daha açık vurgulamakla başlayalım : Gerek çözümleme öncesi gerekse çözümleme sırasında ve sonucunda çözümlemeyi aşan, "açık ya da örtük " inançlarımız, görüşlerimiz dayanaklarımız" var. Bu, çözümleme ötesi dayanaklar, dilimizden, konumuzun tarihinden, içinde bulunduğu kültürden,eğitimimizden, yaşama biçimimizden, dünya görüşümüzden, dahası ruhsal, cinsel, fizyolojik yapımızdan kaynaklanıyor.

Çözümlemenin bunlarsız yapılabileceğini sanmak, ona şapkadan tavşan çıkartan sihirbazın değneği gibi bakmak olur. Felsefe eğitiminde çözümleyiciliğe varan çözümleme tutkusu, felsefeye giriş kitaplarında (özellikle İngilizce konuşan ülkelerde) " nasıl düşünmeliyiz?" kitaplarında gereğinden fazla abartılır ve öğrenciye sanki yalnızca kitap yazarının ve çevresinin bildiği "doğru düşünme" ve " argüman" lara dayalı, sağlam düşünme yollları buyrulur, Böylece bu teknikleri izleyen öğrenciler, " doğru düşünmeyi", " ciddî", hattâ " bilimsel" sıfatlarını taşıyan felsefe yapma yollarını öğrenirler. Bir açıdan, öğrencilerin öğrendikleri bu saygıdeğer çözümleyici felsefeci dostların kendi felsefe yapma biçimleridir. Antropologların deyimiyle bir çeşit " kültürleme" (enculturation) işidir, öğrencileri belli düşünme, kavrama, giderek yaşama bçimine hazırlamaya çabalamaktadırlar. Bunu Eski Yunan felsefesinde Sokrates'in , Platon'un, Sofistlerin arayışlarında görebiliriz. Platon'un özellikle Devlet'te vermeye çalıştığı eğitim ve devlet anlayışı, bu anlayış içinde felsefeye biçtiği rol, giderek yasalarla geldiği yer oldukça düşündürücüdür. Genç Platon'un Sokrates'i olanca canlılığıyla, sorunları ve çıkmazları içinde konuşturduğu diyaloglarındaki çözümleme çabalarının heyecan dozunun giderek çözümleme ötesi dayanaklarının etkisiyle nasıl değiştiğini, katılaştığmı görebiliriz.

Öyleyse, felsefede sorgulamaya, araştırmaya, yorumlamaya, kurgulamaya, anlamaya yönelik çözümleme çabalarını belirleyen öğelerin farkına varmak , çözümlemenin dayandığı güvenlik gereksiminin bir gereğidir.

Neyi çözümleriz, peki? Sorunu, sorun yumaklarını. Bunların belli bir dilde (bu dil "doğal" olmayan mantık dili ya da herhangi bir yapay dil olabilir) dile getirilişini, belli bir metni, bir ruhsal, toplumsal, tarihsel, fiziksel durumu, kendi oluşturduğumuz, oluşturmaya çalıştığımız düşünce ağını. Çözümleme, dile yaslandığı gibi, dilin dayandığı varlığa da uzanabilir. (Buradaki tartışmalı durumu unutmuyorum. " Dil ötesi de ancak dile getirilerek düşünceye aktarılabilir" diyenlerimiz olacaktır. Peki dilötesi buna olanak vermeseydi, böylesi dilsel anlatıma dökme işi gerçekleşebilir miydi? Varlık dil içinde hapis midir? Onu aşabilirini? Dil ötesi düşünme, hele hele düşünce var mıdır? Neyi çözümleriz? Dili mi? Dillerin dile getirdiğini mi? Dilin belirleyiciliği ne kadardır düşünmede, düşünme sürecinde, ve onun ürünü olan düşüncede? Burada ayrıntısına girmeyeceğim gerekçelerimden dolayı düşünme ve bir ölçüde düşüncenin dili aşabileceğine inanıyorum. M. Polanyi'nin bir örneğini vereyim yalnızca : Birçok dil konuşan biri, sabah bir dostundan bir mektup alır. Dostu da birçok dil bilmektedir. Akşam bu mektubun içeriğini anımsadığında hangi dilde yazıldığım unutmuş olabilir. Konu tartışmalıdır. Burada kesiyorum.)

Çözümleyici, kendini belli bir dille, belli kurallarla sınırlandırıldiğıda ortaya çıkan " poradokslardan" bulmacalardan sakınır. Bunları, yine belli kurallara uyarak çözmeye çalışır. Çözmeci felsefe diyorum bu çabaya. Bilmeceler yaratıp, çözmeye çalışacaksınız. İtirazım yok. Buda felsefe araştırmasıdır. Yalnız, tekelciliğe kalkışıp da başka türlü felsefelere " metafizik" yaftasını yapıştırıp, onları küçümsememek koşuluyla. Onları dil duyarlığı, giderek düşünme duyarlığı olmayan, yüzeysel, kafası karışık, " işkembeden konuşan" insanlar gibi görüvermeme koşuluyla. (B.Russell'in Batı Felsefesi Tarihi'nde Hegel'e karşı takındığı tavırı hatırlayınız!)
Kimi çözümlemeci, çözümleyici felsefeciler, çözümlemeleri sonucunda bâzı sorunları çözerler. Ortadan kaldırırlar. Çözücü felsefe diyorum buna. Sorun tıpkı kimyada bir maddenin çözünmesi gibi çözünmüş, ortadan (fiziksel görünüş olarak?) kalkmıştır.

Çözümlemeci felsefe, çözümleyiciliğinin darlığına ve tekeline son vermek istiyorsa, hedefini, amaçlarını, çözümleme ilişkisine karışmış " metaforlara" (metafor sözcüğünü Yunanca aslıdaki " dönüşüm", ir yerden bir başka yere taşımıa anlamında alırsak) gerekli duyarlığı gösterebilmelidir. Öyle çözümleme ağları olabilir ki, içinde yer aldıkları kültürü "içten yaşamayı," içten anlamayı gerektirir. Kültürden, tarihten, toplumsal koşullardan bağımsız, önceden, her nasılsa konulmuş kuralları tepeden inme yoluyla çözümleme ağına uygulamaya kalkmak, bu ağı zedelemeye yol açabilir. Bir şiiri okumanın , çözümlemenin bir mantıksal çıkarımı çözümlemekten çoğu kez farklı olduğunu söyleyebiliriz. Bir aforizmayı, iğneleyici bir deyişi, ironiyi, mizahı, benzetmeli bir deyişi, içinde birçok ipucunu taşıyan metaforu düpedüz bir ifade gibi kavrayamazsıruz. Öyleyse, çözümlediğimiz nesneye olan saygı, o nesnenin içinde bulunduğu çözümleme alanını tanımayı, anlamayı, bunun için, söz gelişi, duygularımızı kullanmayı gerektirebilir.Çözümleme yalnızca algoritmik yollarla, kendi kültürümüzden önceden devşirdiğimiz çözümleme kurallarıyla her zaman gerçekleştirilemeyebilir. Anlamak oldukça karmaşık bir iştir. Yoğun bir deneyimi gerektirir. Bu deneyim ise belli reçetelerle kazanılamaz. (Bu sözüm de bir reçetedir. Bir anlamda bundan kurtuluş yok!)

Sınırlayıp, yalıtıp düşünme. Bilim böyle gelişmiş. Ama bu sınır çözümleme ilerledikçe genişletilmeli, çözümleme ötesi dayanakların, giderek farkına vararak, devingen, çok yönlü bakış açıları eşliğinde, konunun, sorunun yapısına uygun çözümleme yolları geliştirip çözümleme yapılmalıdır. Çözümleme aslında, garantisi, güvencesi olmayan bir serüvendir. Bu serüvenden korkmamak, çok karmaşık bir sorunu, sanki basitmiş gibi ele alma yanlışından kaçınmak gerekir. Elbette sınrımızı, haddimiz! bilerek . Felsefede cesaret önemlidir. Çözümlemede de. Felsefede " Kral Yolu"nun olmadığı söylenmiştir. Çözümlemede de yoktur. Hiçbir çözümlemenin nihaî olmadığını, düşünmenin bir arama, araştırma olduğunu unutmamak gerekir. Araştırmanın da türlü yolları olması olağandır. Kendi yolumuzdan farklı yolların varlığına saygı göstermek, tahammül etmek, bir flesefecide olması gereken bi erdemdir. Belli çözümleme tekniklerinin ayrıcalığı olduğunu sanmak bir yanılgı olabilir. Mantıksal, dilsel çözümlemelerin, hermeneutik yorumlama çabalarının tümüne sinmiş anlama, kavrama yolları ne denli kalkış noktaları, vardıkları sonuç açısından farklı olsalar da birbirlerini bütünleyen yollardır. Farklı görüşlerin farklılıklarının yarattığı zenginlikle yürüyerek gerçekleştirilen çözümleme, yaşadığımız " dünyada felsefeyi saygın bir konuma getirebilir.

1 Yorum

Adsız
24 Haziran 2008 18:30  

This is an impressive post! Keep up the great work with this blog.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP