BERTRAND RUSSELL'IN FELSEFE ANLAYIŞI ÜZERİNE BİR İNCELEME
|
Fikri GÜL
20. yüzyıl düşünce dünyasının en ünlü filozoflarından birisi olarak karşımıza çıkan Bertrand Russell (1872-1970), gerek eserlerinin sayısı, gerek ele alıp incelediği konular (matematik felsefesi, bilgi teorisi, tarih felsefesi, ahlâk, din, politika, sosyoloji, psikoloji, eğitim vb.) ve gerekse görüşlerine etki ettiği filozofların çokluğu bakımından şüphesiz ki, oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu yoğun etkileşimden dolayıdır ki, onun yaşadığı döneme "Russell Çağı" adı bile verilmiştir.
Böyle çok yönlü ve etki alanı oldukça geniş olan bir filozofun felsefeyle ilgili düşüncelerinin de, ele alınıp irdelenmesi gereken önemli bir konu olduğunu düşünüyoruz. Russell, felsefe kavramı üzerinde dururken öncelikle bu kavramın ortaya konulup tanımlanmasında önemli güçlüklerin oluşabileceğine dikkati çekmektedir. Ona göre, birçok filozofta olduğu gibi, felsefe kavramı üzerinde de ortak bir tanımın verilmesi söz konusu değildir. Öyle ki, felsefe üzerinde yorum yapan ya da onu anlamaya çalışan iki filozof arasında bile ortak bir felsefe tanımından söz edilemez. Bu nedenle herkesin kendine özgü bir felsefe tanımı ve anlayışı sözkonusudur . Burada şöyle bir soru sorulabilir. Filozofların üzerinde durdukları problemler (bilgi problemi, ahlâk, estetik, mantık,fizik vs.) genellikle birbirine çok benzemesine rağmen, neden birçok filozof, aynı problem hakkında aynı soruya farklı cevaplar vermektedirler ? Nihat Keklik, bu konuda şunları söylemektedir:
"Aynı şey, birbirinden farklı karakterler ve mesleklerdeki insanlar üzerinde farklı izlenimler bırakmaktadır... Filozoflar da kendi zihin ve karakter yapılarına uygun birer tarif ortaya koymuşlardır. Tariflerin birbirinden farklı olmasının sebebi işte bundan dolayıdır" .
Bu bağlamda Russell, filozofların birbirinden farklı felsefe tanımları ortaya koymalarını, onların kendi zihni tutum ve farklı izlenimlere sahip oluşlarına bağlamaktadır. Bu konuya açıklık getirmek isteyen Russell, yukarıdaki ifadeleri destekleyen bir örnek üzerinde durarak şunları söylemektedir: "Varsayalım ki, Alp Dağlarına gezintiye çıkan iki kişiden biri sanatkâr, diğeri de iktisatçıdır. Her iki kişi de aynı manzaraya değişik açılardan bakacaktır; sanatkâr, bu manzarayı izlerken, şelalenin güzelliği üzerinde duracaktır; ekonomist ise, şelalelerden enerji elde etmenin çarelerini düşünecektir" .
Buradan da anlaşılacağı gibi, her filozof kendi bakış açısından, kendi zihni tutumundan ve izlenimlerinden hareketle bir felsefe tanımı ortaya koyacaktır. Her filozofunda kendine özgü zihni tutum ve alışkanlıkları olduğuna göre, birbirinden farklı birçok felsefe tanımının ortaya çıkması da bu bağlamda ele alınmalıdır.
Bu irdelemelerden sonra Russell, felsefeyi, "üzerlerinde henüz beîirli bir bilginin var olmadığı konularda kurgular yapmak" şeklinde tanımlamaktadır. Ona göre felsefe, bizim bilmediklerimizin tamamını oluşturur . Felsefe, bizi hep dikkatli, tedbirli ve eleştirel davranmaya, üzerinde düşündüğümüz konuda öğrenebileceğimiz şeyi öğrenmeye yöneltir . Diğer taraftan da felsefe, bizi alçak gönüllü olmaya davet eder ve bilgi sandığımız şeylerin her zaman öyle olmadığım bize düşündürtür .
Russell, felsefe kavramı üzerinde dururken çok önemli olarak gördüğü bazı noktalara değinir. O, felsefenin kavram olarak içerisinde şüpheciliği bulundurduğunu ve dolayısıyla felsefenin tanımı yapılırken şüpheciliğin özellikle dikkate alınmasının zorunluluğundan söz eder. Bu bağlamda Russell, düşünce yapısı gereği her şeyden şüphe etmenin gerekliliğim ön plana çıkarır . Bu açıklamaya paralel olarak Russell, şüphecilik ile ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade eder:
" ... Ben hiçbir şeyden emin olmamak gerektiği düşüncesindeyim. Eminseniz, aldandığımzdan da emin olabilirsiniz, hiçbir şey emin olmaya değmez çünkü. İnsan inandığı şeyler içinde her zaman biraz kuşkuya da yer bırakmalıdır ve bu kuşkuya rağmen yine de enerjiyle hareket edebilmelidir" .
Buradan da anlaşılacağı gibi, açık ve seçik bilgiye ulaşabilmede Russell'ın hareket noktasının merkezini şüphe oluşturmaktadır. Russell bu ifadeleriyle, günlük yaşamda da olasılıklara göre davranmak gerektiğine işaret etmektedir .0 halde Russell, düşünce yapısı gereği her şeyden şüphe etmeyi gerekli görmekte ve doğruluğu araştırmada şüpheciliğin (septisizmin) faydasına inandığını dile getirmektedir. Fakat buradan, Russell'ın şüpheciliğinin septisizm ekolünün en önemli temsilcilerinden biri olan Elis'li Pyrrhon (365-275)'un şüpheciliği gibi kahramanca bir şüphecilik olduğu anlaşılmamalıdır . Pyrrhon'a göre, "her sav için birbirinin karşıtı olan ve güççe birbirine eşit bulunan iki kanıt ileri sürülebilir; bundan dolayı da hiçbir şey için belli bir şey diyemeyiz; yapacak şey: Her türlü yargıdan kaçınmadır" . Bir başka deyişle, hükmü askıda bırakmak ve hiçbir hüküm ifadesi kullanmamak gerekir. Ayrıca Pyrrhon'a göre, gerek duyular ve gerekse akıl olsun, bize nesneleri oldukları gibi değil, göründükleri gibi gösterirler. Pyrrhon bağlamında şüphecilik, "insana gerçek varlığın bilgisinin olamayacağını göstermekle, bu çeşit bilgiyi anlamsız bir şey haline getirir" .
Russell, şüpheciliği bir ekol haline getiren ve Pyrrhon türü bir şüphe yöntemi izleyen filozoflara karşıdır. Ona göre, böyle bir şüphe yöntemi ile herhangi bir doğruluk ölçütüne varılamayacağı gibi, hiçbir kazanımda elde edilemez. Çünkü, bu türden bir şüphe yöntemi izleyenlere göre, herhangi bir tasavvurun doğru mu ya da yanlış mı olduğunu, yani bu tasavvurun var olan bir şeyle mi yoksa var olmayan bir şeyle mi ilişkili olduğunu bize güvenle gösterecek ya da tanıtacak herhangi bir doğruluk ölçütünden söz edilemez. Bu bağlamda şunu açıkça söyleyebiliriz ki, her şeyden şüphe eder, dolayısıyla varsayımımızdan da şüphe eder ve bunu yöntem haline getirirsek bu doğru olmaz.
Felsefede şüpheciliği ön plana çıkaran ve ona önemli bir yer veren Russell, şüpheciliği üç noktada toplar: Bunlardan ilkini Russell şu şekilde ifade eder: Eğer uzmanlar bir fikir üzerinde birleşmişlerse bu fikrin karşıtı olan fikirler kesinlikle doğru sayılamaz. İkincisi; eğer uzmanlar herhangi bir konu hakkında tamamen bir fikir birliği sağlayamamışlarsa, uzman olmayan bir kimse tarafından o konu üzerinde kesinlik ifade eden bir fikir edinmek olanaksızdır. Üçüncüsü; eğer uzmanlann hepsi bir konuda olumlu ve kesin bir karar vermek için yeterli kanıtlar bulunmadığını ifade ederlerse, sıradan herhangi bir kişinin bu konuda bir hüküm vermesi oldukça sakıncalıdır. Böyle bir kişi bu davranışlardan kesinlikle kaçınmalıdır . Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki Russell, hareket noktası olarak hep temkinli davranmayı, olayların sonuçlarını iyi belirlemek için şüpheyle işe başlamayı uygun görmektedir. Yine, onun şüpheciliğinin septisizm ekolünün önemli temsilcilerinden biri olan Pyrrhon türü bir şüphecilik olmadığı, doğru sonuçlara ulaşmamızda işimize yarayacak olan bir yöntemsel şüphe (Descartes türü bir şüphecilik) olduğunu söyleyebiliriz.
RusselFın yaptığı belirlemelerden hareketle onun Descartes (1596-1650) türü bir şüpheciliği benimsediğini söylemiştik. Descartes, "bütün bildiklerinin veya bildiğim zannettiklerinin kendisine duyular ve gelenek yoluyla geldiğini ve duyuların aldatıcı olduğunu görerek her şeyden şüphe etmeye başlıyor" . Descartes'ta ki şüphe, matematikte bulduğumuz kesin bilgi gibi apaçık olan bir doğruya ulaşıncaya kadar ileri götürülecektir. Bu en son sınıra ulaşıncaya kadar da bütün bilgiler birer birer gözden geçirilip dışarıda bırakılacaklardır. Ancak buradaki şüphe, septiklerde olduğu gibi, bilginin olabileceğinden ve doğru bilgiye varılabileceğinden ilkece şüphe etmek değildir. Yani Descartes, asla şüphe etmek için şüphe etmemektedir. Descartes'ın şüphesi, yöntemsel şüphedir. Doğru bilgiye ulaşmada kullanılan bir araçtır, bir yoldur . Descartes, doğruluğunu apaçık olarak bilmediği hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemekte, yani aceleyle bir yargıya varmaktan ve önyargılara saplanmaktan dikkatle kaçınmakta ve vardığı yargılarda, ancak kendilerinden şüphe edilemeyecek derecede açık ve seçik olarak kavradığı şeylere yer vermekteydi . Bu yönüyle bakıldığında Descartes'in şüpheciliği, kendisinden şüphe edilemeyecek şeylerin kavranılması ile sonlanaeakür. Yani Descartes, şüpheyi, apaçık bilgiye ulaşmada bir araç olarak kullanmaktadır.
Russell, felsefeyle ilgili düşüncelerini ifade ederken, felsefenin önemli bir yönüne daha dikkati çekmektedir. Ona göre felsefe, inançlarımızı bize üstünlük sırasına göre göstermesi bakımından oldukça önemlidir . Russell, bu bağlamda felsefenin, en çok güvendiğimiz inançlarımızdan başlayarak bu inançlardan her birini ilgisiz birtakım eklentilerden olanaklar ölçüsünde kurtararak ve sadeleştirerek bize sunması gerektiği düşüncesindedir . Ayrıca, bunların son olarak ortaya konuluş biçimlerinde, içgüdüsel inançlarımızın birbiriyle çatışmayıp uyumlu bir bütün oluşturması için büyük çaba sarfetmelidir . Russell burada, felsefenin insanlara sunduğu olanaklardan söz ederek, felsefenin bu anlamda insanlara güven duyabilecekleri inançlar bütününü oluşturabilecek bir bilgi türü olduğuna dikkat çekmektedir.
Felsefenin insan hayatında kendisine özgü iki yönlü bir yeri vardır. Felsefe, " bir yandan herkesi, hiç olmazsa düşünce yoluyla varlığın derinliklerine inmeye çalışan, bilinçli, bilgili ve uyanık bir hayata erişmek isteyen herkesi ilgilendirir. Bu nedenle Batı dünyasında sayısız insanlar tarafından felsefeye karşı duyulan içten bir ilgi, çok kez büyük bir saygı vardır... Öte yandan felsefe, asla herkesin işi değildir; ancak dünya-görüşü ile hayat-görüşü herkesin işi olabilir... Fakat felsefe, dünya-görüşünün aynı değildir...Felsefe, dünya karşısında alman belli bir tavnn, derinleşen bir varlık bilincinin kavramlara ve düşüncelere bürünen düşünsel ilişkilerin bir ifadesidir".
Russell da felsefeyi, dünya karşısında alman ve gittikçe derinleşen bir tavrın ifadesi olarak ele almaktadır. Ona göre, modern insan yalnızlığını bilim ve felsefe ile giderebilir ve zihnini ölümsüz şeyler üzerine toplayabilir .
Russell'ın felsefesi, esas olarak bilime dayanan bir felsefe olduğundan realist bir felsefe, diğer taraftan bilimin olaylarda kabul ettiği çokluğu da kabul ettiği için, pluralist (çokçu) bir felsefedir . Bu bağlamda Russell'ın realite anlayışının, herhangi bir monizm tipine karşı bir anlayış olduğu söylenebilir .
Russell'm felsefesi, başlangıçta matematik ilkelerden esinlenerek, matematik ve mantık yöntemlerini kullanarak başlamış olmakla beraber, sonraları özellikle Einstein (1879-1955)'ın görecelik teorisinin ve quantum teorisinin keşfi üzerine de daha ziyade fizikomatematikle sıkı sıkıya ilişkiye girmiştir. O, eski materyalistlerden, yani maddeyi katı ve töz mahiyetinde görenlerden bütünüyle ayrılmıştır. Onun için madde, en son keşiflerden ve en son matematik formüllerden çıkan sonuçlara göre, bir dalgalar sisteminden ibarettir. Russell, bu anlamda tabiatta bir süreklilik değil, bir süreksizlik olduğunu kabul etmektedir .
Russell, felsefe ile ilgili düşüncelerini ifade ederken bazı belirlemelerde bulunur. Ona göre, zamanındaki felsefe üç büyük kısımdan oluşmuştur. Bunlardan birincisi: "Klasik Felsefe", ikincisi : "Evrimci Felsefe", üçüncüsü de : Yeni Realizm adı altında doğan ve felsefenin ruhuyla uyuşmuş olan "Mantıki Atomizm"dir . Russell, klasik felsefe adı altında Descartes'tan başlayan akılcı (rasyonalist) ve idealist felsefeleri yani tecrübeci (ampirist) felsefenin karşıtı olan felsefeleri toplar ve bu felsefelerin Almanya, İngiltere, Fransa ve Amerika üniversitelerinde konumlarım korumakla beraber çökmeye başlayan bir gücü temsil ettiklerini söylemektedir.
Russell'a göre, böyle bir felsefi düşünceye sahip olanlar, felsefe dışındaki bilgilerini bilimden daha çok edebiyattan almışlardır ve mantıklarını, felsefelerini kurarken bilime her zaman uzak kalmışlardır. Russell, Descartes'la başlayan bu yeni felsefede belirli bir şekilde Aristoteles (384-322) mantığının kabul edildiğini belirtmektedir. Bu felsefenin mantığında, evrenin yapısı ve niteliği hakkındaki birçok düşünce arasında, biri diğerini engelleme ve yadsıma yöntemi seçilerek yapıcı bir mantık yolu izleniyordu. Halbuki Russell, mantığın daha çok analitik olduğunu dolayısıyla da analitik bir mantıkla bir metafizik binasının kurulmasının olanaklı olamayacağı görüşündedir .
Russell, evrimci felsefe adı altında ele aldığı bir diğer felsefe anlayışında da, Darwin (l809-1882) 'in evrim teorisinin, bazen Spencer (1820-1903)'ın yaptığı gibi pek dar ve bazen de William James (1842-1910) ve Henri Bergson (1859-1941)'un yaptığı gibi daha cesaretli ve daha geniş bir genellemesini görür ve bu felsefeden oldukça hafif ifadelerlerle adeta önem vermez bir şekilde söz eder. Russell, bu felsefe içerisinde Bergson'la ilgili önemli görüşler dile getirmektedir .
Üçüncü olarak ele aldığı ve ayırdığı felsefe anlayışına kendi felsefesini dahil eden Russell, her şeyden önce bütün felsefenin esasını mantığın oluşturduğunu söylemektedir. Ona göre, nasıl ki matematik, fiziğin yöntem ve aracı ise, mantıkta, felsefenin yöntem ve aracıdır. Russell, her zaman karşı çıktığı Aristoteles mantığını burada bir kez daha eleştirmektedir . Russell, kendi felsefesini dahil ettiği ve felsefesinin de aslını oluş-turan mantığın bölümlerine kısaca değinir. Ona göre, mantık iki bölümden oluşur: Birinci bölüm, önermelerin ne olduğunu ve ne gibi şekiller alabileceğini inceler: Atomik, moleküler ve tümel önermelerin farklı çeşitlerini sayar. İkinci bölüm ise, belirli şekillerdeki önermelerin doğruluğunu gösteren yüksek derecedeki genel önermelerden söz eder .
Russell, mantık anlayışı çerçevesinde "mantıksal atomculuk" kavramından da söz ederek şunları söyler: "Ele aldığınız herhangi bir konunun özüne varmak için, tutulacak yol çözümlemedir. Her şeyi çözümleye çözümleye, öyle bir yere gelirsiniz ki, orada artık çözümlenemez şeyler çıkar karşınıza. İşte, bunlar mantıksal atomlardır. Bunlara, nesneleri meydana getiren idealar (kalıplar) diyebiliriz" .
Genel hatlarıyla Russell'ın felsefe anlayışını ve bu anlayışın temelini oluşturan önemli noktaları ele almaya çalıştık. Şimdi de, Russell'ın felsefede olması gerekir dediği bazı önemli nitelikleri kısaca ele alarak felsefedeki yöntem konusuna değinmeye çalışalım.
Russell, felsefe ile ilgili bazı belirlemelerde bulunur. Ona göre felsefe, geçmişten başlayarak süregeldiği şekliyle, bilgi alanlarından en çok bilgi üreten, yeni bir şeyler ortaya koyan bir alan olmakla beraber, bunları sonuçlandırma bakımından da en az sonuç elde eden ve en az sonuca giden bir bilgi alanıdır. Russell bu bağlamda şunları söyler:
Thales ( yaklaşık olarak 625-545), her şeyin aslının su olduğuna ilişkin düşüncelerini ortaya koyduğu andan itibaren, eşyanın tabiatı hakkında her türlü olumlu hükümleri vermeye hazır filozoflar, diğer taraftan da bu anlamda her türlü olumsuz hükümleri ortaya koyan filozofların varlığı söz konusudur ve bu durumda da yukarıda belirttiğimiz gibi, felsefi bilgilerin sonuçlandırılamaması durumu ortaya çıkıyor ki, bu da felsefenin en çok bilgi üreten bir alan olmasına rağmen, bu bilgilerden sonuç alma noktasında yararlanamadığını göstermektedir .
Russell'ın felsefede önemli olarak gördüğü niteliklerin başında eleştiri gelir. Ona göre, felsefeyi bilimden ayrı bir irdeleme alanı yapan şey de eleştiridir. Felsefe, hem bilimde hem de günlük yaşamda kullanılan ilkeleri eleştirel bir şekilde ele alarak inceler.
Ele almış olduğu bu ilkelerde bulunabilecek tutarsızlıkları araştırıp ortaya koyar; onları ancak eleştirel bir araştırma sonucunda çürütecek bir sebep bulunamadığında kabul eder. Yani, felsefi yaklaşımda eleştiri son derece önemlidir. Russell'a göre, felsefenin eleştirel yönü, sürekli bir şüphecilik olarak algılanmamalıdır. Böyle bir algılama bizi yanlışlığa sürükleyebilir. Şüphecinin tavrını sergileyerek her türlü bilginin dışında kendimizi tutarsak bu da yanlıştır. Bir sınırlama koymak durumundayız. Şöyle söylemek daha doğru olur: "Felsefenin kullandığı bilgi eleştirisinin, yıkıcı türden olmaması gerekir" .
20. yüzyıl düşünce dünyasının en ünlü filozoflarından birisi olarak karşımıza çıkan Bertrand Russell (1872-1970), gerek eserlerinin sayısı, gerek ele alıp incelediği konular (matematik felsefesi, bilgi teorisi, tarih felsefesi, ahlâk, din, politika, sosyoloji, psikoloji, eğitim vb.) ve gerekse görüşlerine etki ettiği filozofların çokluğu bakımından şüphesiz ki, oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu yoğun etkileşimden dolayıdır ki, onun yaşadığı döneme "Russell Çağı" adı bile verilmiştir.
Böyle çok yönlü ve etki alanı oldukça geniş olan bir filozofun felsefeyle ilgili düşüncelerinin de, ele alınıp irdelenmesi gereken önemli bir konu olduğunu düşünüyoruz. Russell, felsefe kavramı üzerinde dururken öncelikle bu kavramın ortaya konulup tanımlanmasında önemli güçlüklerin oluşabileceğine dikkati çekmektedir. Ona göre, birçok filozofta olduğu gibi, felsefe kavramı üzerinde de ortak bir tanımın verilmesi söz konusu değildir. Öyle ki, felsefe üzerinde yorum yapan ya da onu anlamaya çalışan iki filozof arasında bile ortak bir felsefe tanımından söz edilemez. Bu nedenle herkesin kendine özgü bir felsefe tanımı ve anlayışı sözkonusudur . Burada şöyle bir soru sorulabilir. Filozofların üzerinde durdukları problemler (bilgi problemi, ahlâk, estetik, mantık,fizik vs.) genellikle birbirine çok benzemesine rağmen, neden birçok filozof, aynı problem hakkında aynı soruya farklı cevaplar vermektedirler ? Nihat Keklik, bu konuda şunları söylemektedir:
"Aynı şey, birbirinden farklı karakterler ve mesleklerdeki insanlar üzerinde farklı izlenimler bırakmaktadır... Filozoflar da kendi zihin ve karakter yapılarına uygun birer tarif ortaya koymuşlardır. Tariflerin birbirinden farklı olmasının sebebi işte bundan dolayıdır" .
Bu bağlamda Russell, filozofların birbirinden farklı felsefe tanımları ortaya koymalarını, onların kendi zihni tutum ve farklı izlenimlere sahip oluşlarına bağlamaktadır. Bu konuya açıklık getirmek isteyen Russell, yukarıdaki ifadeleri destekleyen bir örnek üzerinde durarak şunları söylemektedir: "Varsayalım ki, Alp Dağlarına gezintiye çıkan iki kişiden biri sanatkâr, diğeri de iktisatçıdır. Her iki kişi de aynı manzaraya değişik açılardan bakacaktır; sanatkâr, bu manzarayı izlerken, şelalenin güzelliği üzerinde duracaktır; ekonomist ise, şelalelerden enerji elde etmenin çarelerini düşünecektir" .
Buradan da anlaşılacağı gibi, her filozof kendi bakış açısından, kendi zihni tutumundan ve izlenimlerinden hareketle bir felsefe tanımı ortaya koyacaktır. Her filozofunda kendine özgü zihni tutum ve alışkanlıkları olduğuna göre, birbirinden farklı birçok felsefe tanımının ortaya çıkması da bu bağlamda ele alınmalıdır.
Bu irdelemelerden sonra Russell, felsefeyi, "üzerlerinde henüz beîirli bir bilginin var olmadığı konularda kurgular yapmak" şeklinde tanımlamaktadır. Ona göre felsefe, bizim bilmediklerimizin tamamını oluşturur . Felsefe, bizi hep dikkatli, tedbirli ve eleştirel davranmaya, üzerinde düşündüğümüz konuda öğrenebileceğimiz şeyi öğrenmeye yöneltir . Diğer taraftan da felsefe, bizi alçak gönüllü olmaya davet eder ve bilgi sandığımız şeylerin her zaman öyle olmadığım bize düşündürtür .
Russell, felsefe kavramı üzerinde dururken çok önemli olarak gördüğü bazı noktalara değinir. O, felsefenin kavram olarak içerisinde şüpheciliği bulundurduğunu ve dolayısıyla felsefenin tanımı yapılırken şüpheciliğin özellikle dikkate alınmasının zorunluluğundan söz eder. Bu bağlamda Russell, düşünce yapısı gereği her şeyden şüphe etmenin gerekliliğim ön plana çıkarır . Bu açıklamaya paralel olarak Russell, şüphecilik ile ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade eder:
" ... Ben hiçbir şeyden emin olmamak gerektiği düşüncesindeyim. Eminseniz, aldandığımzdan da emin olabilirsiniz, hiçbir şey emin olmaya değmez çünkü. İnsan inandığı şeyler içinde her zaman biraz kuşkuya da yer bırakmalıdır ve bu kuşkuya rağmen yine de enerjiyle hareket edebilmelidir" .
Buradan da anlaşılacağı gibi, açık ve seçik bilgiye ulaşabilmede Russell'ın hareket noktasının merkezini şüphe oluşturmaktadır. Russell bu ifadeleriyle, günlük yaşamda da olasılıklara göre davranmak gerektiğine işaret etmektedir .0 halde Russell, düşünce yapısı gereği her şeyden şüphe etmeyi gerekli görmekte ve doğruluğu araştırmada şüpheciliğin (septisizmin) faydasına inandığını dile getirmektedir. Fakat buradan, Russell'ın şüpheciliğinin septisizm ekolünün en önemli temsilcilerinden biri olan Elis'li Pyrrhon (365-275)'un şüpheciliği gibi kahramanca bir şüphecilik olduğu anlaşılmamalıdır . Pyrrhon'a göre, "her sav için birbirinin karşıtı olan ve güççe birbirine eşit bulunan iki kanıt ileri sürülebilir; bundan dolayı da hiçbir şey için belli bir şey diyemeyiz; yapacak şey: Her türlü yargıdan kaçınmadır" . Bir başka deyişle, hükmü askıda bırakmak ve hiçbir hüküm ifadesi kullanmamak gerekir. Ayrıca Pyrrhon'a göre, gerek duyular ve gerekse akıl olsun, bize nesneleri oldukları gibi değil, göründükleri gibi gösterirler. Pyrrhon bağlamında şüphecilik, "insana gerçek varlığın bilgisinin olamayacağını göstermekle, bu çeşit bilgiyi anlamsız bir şey haline getirir" .
Russell, şüpheciliği bir ekol haline getiren ve Pyrrhon türü bir şüphe yöntemi izleyen filozoflara karşıdır. Ona göre, böyle bir şüphe yöntemi ile herhangi bir doğruluk ölçütüne varılamayacağı gibi, hiçbir kazanımda elde edilemez. Çünkü, bu türden bir şüphe yöntemi izleyenlere göre, herhangi bir tasavvurun doğru mu ya da yanlış mı olduğunu, yani bu tasavvurun var olan bir şeyle mi yoksa var olmayan bir şeyle mi ilişkili olduğunu bize güvenle gösterecek ya da tanıtacak herhangi bir doğruluk ölçütünden söz edilemez. Bu bağlamda şunu açıkça söyleyebiliriz ki, her şeyden şüphe eder, dolayısıyla varsayımımızdan da şüphe eder ve bunu yöntem haline getirirsek bu doğru olmaz.
Felsefede şüpheciliği ön plana çıkaran ve ona önemli bir yer veren Russell, şüpheciliği üç noktada toplar: Bunlardan ilkini Russell şu şekilde ifade eder: Eğer uzmanlar bir fikir üzerinde birleşmişlerse bu fikrin karşıtı olan fikirler kesinlikle doğru sayılamaz. İkincisi; eğer uzmanlar herhangi bir konu hakkında tamamen bir fikir birliği sağlayamamışlarsa, uzman olmayan bir kimse tarafından o konu üzerinde kesinlik ifade eden bir fikir edinmek olanaksızdır. Üçüncüsü; eğer uzmanlann hepsi bir konuda olumlu ve kesin bir karar vermek için yeterli kanıtlar bulunmadığını ifade ederlerse, sıradan herhangi bir kişinin bu konuda bir hüküm vermesi oldukça sakıncalıdır. Böyle bir kişi bu davranışlardan kesinlikle kaçınmalıdır . Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki Russell, hareket noktası olarak hep temkinli davranmayı, olayların sonuçlarını iyi belirlemek için şüpheyle işe başlamayı uygun görmektedir. Yine, onun şüpheciliğinin septisizm ekolünün önemli temsilcilerinden biri olan Pyrrhon türü bir şüphecilik olmadığı, doğru sonuçlara ulaşmamızda işimize yarayacak olan bir yöntemsel şüphe (Descartes türü bir şüphecilik) olduğunu söyleyebiliriz.
RusselFın yaptığı belirlemelerden hareketle onun Descartes (1596-1650) türü bir şüpheciliği benimsediğini söylemiştik. Descartes, "bütün bildiklerinin veya bildiğim zannettiklerinin kendisine duyular ve gelenek yoluyla geldiğini ve duyuların aldatıcı olduğunu görerek her şeyden şüphe etmeye başlıyor" . Descartes'ta ki şüphe, matematikte bulduğumuz kesin bilgi gibi apaçık olan bir doğruya ulaşıncaya kadar ileri götürülecektir. Bu en son sınıra ulaşıncaya kadar da bütün bilgiler birer birer gözden geçirilip dışarıda bırakılacaklardır. Ancak buradaki şüphe, septiklerde olduğu gibi, bilginin olabileceğinden ve doğru bilgiye varılabileceğinden ilkece şüphe etmek değildir. Yani Descartes, asla şüphe etmek için şüphe etmemektedir. Descartes'ın şüphesi, yöntemsel şüphedir. Doğru bilgiye ulaşmada kullanılan bir araçtır, bir yoldur . Descartes, doğruluğunu apaçık olarak bilmediği hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemekte, yani aceleyle bir yargıya varmaktan ve önyargılara saplanmaktan dikkatle kaçınmakta ve vardığı yargılarda, ancak kendilerinden şüphe edilemeyecek derecede açık ve seçik olarak kavradığı şeylere yer vermekteydi . Bu yönüyle bakıldığında Descartes'in şüpheciliği, kendisinden şüphe edilemeyecek şeylerin kavranılması ile sonlanaeakür. Yani Descartes, şüpheyi, apaçık bilgiye ulaşmada bir araç olarak kullanmaktadır.
Russell, felsefeyle ilgili düşüncelerini ifade ederken, felsefenin önemli bir yönüne daha dikkati çekmektedir. Ona göre felsefe, inançlarımızı bize üstünlük sırasına göre göstermesi bakımından oldukça önemlidir . Russell, bu bağlamda felsefenin, en çok güvendiğimiz inançlarımızdan başlayarak bu inançlardan her birini ilgisiz birtakım eklentilerden olanaklar ölçüsünde kurtararak ve sadeleştirerek bize sunması gerektiği düşüncesindedir . Ayrıca, bunların son olarak ortaya konuluş biçimlerinde, içgüdüsel inançlarımızın birbiriyle çatışmayıp uyumlu bir bütün oluşturması için büyük çaba sarfetmelidir . Russell burada, felsefenin insanlara sunduğu olanaklardan söz ederek, felsefenin bu anlamda insanlara güven duyabilecekleri inançlar bütününü oluşturabilecek bir bilgi türü olduğuna dikkat çekmektedir.
Felsefenin insan hayatında kendisine özgü iki yönlü bir yeri vardır. Felsefe, " bir yandan herkesi, hiç olmazsa düşünce yoluyla varlığın derinliklerine inmeye çalışan, bilinçli, bilgili ve uyanık bir hayata erişmek isteyen herkesi ilgilendirir. Bu nedenle Batı dünyasında sayısız insanlar tarafından felsefeye karşı duyulan içten bir ilgi, çok kez büyük bir saygı vardır... Öte yandan felsefe, asla herkesin işi değildir; ancak dünya-görüşü ile hayat-görüşü herkesin işi olabilir... Fakat felsefe, dünya-görüşünün aynı değildir...Felsefe, dünya karşısında alman belli bir tavnn, derinleşen bir varlık bilincinin kavramlara ve düşüncelere bürünen düşünsel ilişkilerin bir ifadesidir".
Russell da felsefeyi, dünya karşısında alman ve gittikçe derinleşen bir tavrın ifadesi olarak ele almaktadır. Ona göre, modern insan yalnızlığını bilim ve felsefe ile giderebilir ve zihnini ölümsüz şeyler üzerine toplayabilir .
Russell'ın felsefesi, esas olarak bilime dayanan bir felsefe olduğundan realist bir felsefe, diğer taraftan bilimin olaylarda kabul ettiği çokluğu da kabul ettiği için, pluralist (çokçu) bir felsefedir . Bu bağlamda Russell'ın realite anlayışının, herhangi bir monizm tipine karşı bir anlayış olduğu söylenebilir .
Russell'm felsefesi, başlangıçta matematik ilkelerden esinlenerek, matematik ve mantık yöntemlerini kullanarak başlamış olmakla beraber, sonraları özellikle Einstein (1879-1955)'ın görecelik teorisinin ve quantum teorisinin keşfi üzerine de daha ziyade fizikomatematikle sıkı sıkıya ilişkiye girmiştir. O, eski materyalistlerden, yani maddeyi katı ve töz mahiyetinde görenlerden bütünüyle ayrılmıştır. Onun için madde, en son keşiflerden ve en son matematik formüllerden çıkan sonuçlara göre, bir dalgalar sisteminden ibarettir. Russell, bu anlamda tabiatta bir süreklilik değil, bir süreksizlik olduğunu kabul etmektedir .
Russell, felsefe ile ilgili düşüncelerini ifade ederken bazı belirlemelerde bulunur. Ona göre, zamanındaki felsefe üç büyük kısımdan oluşmuştur. Bunlardan birincisi: "Klasik Felsefe", ikincisi : "Evrimci Felsefe", üçüncüsü de : Yeni Realizm adı altında doğan ve felsefenin ruhuyla uyuşmuş olan "Mantıki Atomizm"dir . Russell, klasik felsefe adı altında Descartes'tan başlayan akılcı (rasyonalist) ve idealist felsefeleri yani tecrübeci (ampirist) felsefenin karşıtı olan felsefeleri toplar ve bu felsefelerin Almanya, İngiltere, Fransa ve Amerika üniversitelerinde konumlarım korumakla beraber çökmeye başlayan bir gücü temsil ettiklerini söylemektedir.
Russell'a göre, böyle bir felsefi düşünceye sahip olanlar, felsefe dışındaki bilgilerini bilimden daha çok edebiyattan almışlardır ve mantıklarını, felsefelerini kurarken bilime her zaman uzak kalmışlardır. Russell, Descartes'la başlayan bu yeni felsefede belirli bir şekilde Aristoteles (384-322) mantığının kabul edildiğini belirtmektedir. Bu felsefenin mantığında, evrenin yapısı ve niteliği hakkındaki birçok düşünce arasında, biri diğerini engelleme ve yadsıma yöntemi seçilerek yapıcı bir mantık yolu izleniyordu. Halbuki Russell, mantığın daha çok analitik olduğunu dolayısıyla da analitik bir mantıkla bir metafizik binasının kurulmasının olanaklı olamayacağı görüşündedir .
Russell, evrimci felsefe adı altında ele aldığı bir diğer felsefe anlayışında da, Darwin (l809-1882) 'in evrim teorisinin, bazen Spencer (1820-1903)'ın yaptığı gibi pek dar ve bazen de William James (1842-1910) ve Henri Bergson (1859-1941)'un yaptığı gibi daha cesaretli ve daha geniş bir genellemesini görür ve bu felsefeden oldukça hafif ifadelerlerle adeta önem vermez bir şekilde söz eder. Russell, bu felsefe içerisinde Bergson'la ilgili önemli görüşler dile getirmektedir .
Üçüncü olarak ele aldığı ve ayırdığı felsefe anlayışına kendi felsefesini dahil eden Russell, her şeyden önce bütün felsefenin esasını mantığın oluşturduğunu söylemektedir. Ona göre, nasıl ki matematik, fiziğin yöntem ve aracı ise, mantıkta, felsefenin yöntem ve aracıdır. Russell, her zaman karşı çıktığı Aristoteles mantığını burada bir kez daha eleştirmektedir . Russell, kendi felsefesini dahil ettiği ve felsefesinin de aslını oluş-turan mantığın bölümlerine kısaca değinir. Ona göre, mantık iki bölümden oluşur: Birinci bölüm, önermelerin ne olduğunu ve ne gibi şekiller alabileceğini inceler: Atomik, moleküler ve tümel önermelerin farklı çeşitlerini sayar. İkinci bölüm ise, belirli şekillerdeki önermelerin doğruluğunu gösteren yüksek derecedeki genel önermelerden söz eder .
Russell, mantık anlayışı çerçevesinde "mantıksal atomculuk" kavramından da söz ederek şunları söyler: "Ele aldığınız herhangi bir konunun özüne varmak için, tutulacak yol çözümlemedir. Her şeyi çözümleye çözümleye, öyle bir yere gelirsiniz ki, orada artık çözümlenemez şeyler çıkar karşınıza. İşte, bunlar mantıksal atomlardır. Bunlara, nesneleri meydana getiren idealar (kalıplar) diyebiliriz" .
Genel hatlarıyla Russell'ın felsefe anlayışını ve bu anlayışın temelini oluşturan önemli noktaları ele almaya çalıştık. Şimdi de, Russell'ın felsefede olması gerekir dediği bazı önemli nitelikleri kısaca ele alarak felsefedeki yöntem konusuna değinmeye çalışalım.
Russell, felsefe ile ilgili bazı belirlemelerde bulunur. Ona göre felsefe, geçmişten başlayarak süregeldiği şekliyle, bilgi alanlarından en çok bilgi üreten, yeni bir şeyler ortaya koyan bir alan olmakla beraber, bunları sonuçlandırma bakımından da en az sonuç elde eden ve en az sonuca giden bir bilgi alanıdır. Russell bu bağlamda şunları söyler:
Thales ( yaklaşık olarak 625-545), her şeyin aslının su olduğuna ilişkin düşüncelerini ortaya koyduğu andan itibaren, eşyanın tabiatı hakkında her türlü olumlu hükümleri vermeye hazır filozoflar, diğer taraftan da bu anlamda her türlü olumsuz hükümleri ortaya koyan filozofların varlığı söz konusudur ve bu durumda da yukarıda belirttiğimiz gibi, felsefi bilgilerin sonuçlandırılamaması durumu ortaya çıkıyor ki, bu da felsefenin en çok bilgi üreten bir alan olmasına rağmen, bu bilgilerden sonuç alma noktasında yararlanamadığını göstermektedir .
Russell'ın felsefede önemli olarak gördüğü niteliklerin başında eleştiri gelir. Ona göre, felsefeyi bilimden ayrı bir irdeleme alanı yapan şey de eleştiridir. Felsefe, hem bilimde hem de günlük yaşamda kullanılan ilkeleri eleştirel bir şekilde ele alarak inceler.
Ele almış olduğu bu ilkelerde bulunabilecek tutarsızlıkları araştırıp ortaya koyar; onları ancak eleştirel bir araştırma sonucunda çürütecek bir sebep bulunamadığında kabul eder. Yani, felsefi yaklaşımda eleştiri son derece önemlidir. Russell'a göre, felsefenin eleştirel yönü, sürekli bir şüphecilik olarak algılanmamalıdır. Böyle bir algılama bizi yanlışlığa sürükleyebilir. Şüphecinin tavrını sergileyerek her türlü bilginin dışında kendimizi tutarsak bu da yanlıştır. Bir sınırlama koymak durumundayız. Şöyle söylemek daha doğru olur: "Felsefenin kullandığı bilgi eleştirisinin, yıkıcı türden olmaması gerekir" .